| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 12.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA ADİL KURT (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye, jeolojik özellikleri ve bununla birlikte iklim, topoğrafya ve coğrafi yapısıyla doğal afetlerin oldukça sık rastlandığı bir ülke pozisyonundadır. Afetlerin en sık görüleni, bildiğimiz üzere depremlerdir. Farklı coğrafyalarda, iklim faklılıklarına göre heyelan, su baskınları, yangınlar, fırtına ve çığ gibi afetler de görülmektedir ülkemizde. Ama, özellikle afetlerin bu kadar sık rastlandığı bu coğrafyamızda, afetlere karşı önlem geliştirme konusunda maalesef geleneksel yöntemlerin dışına çıkan bir anlayışımız söz konusu değildir. Ülkemizde bulunan 16 milyon konutun sadece yüzde 5'inin zorunlu deprem sigortası kapsamında sigortalı olduğunu hesaba kattığımızda, vatandaşın afetlere karşı, özellikle depreme karşı bilinçlendirilmesi konusunda da çok ciddi bir yetersizliğin olduğu gerçektir. Türkiye'de deprem bölgesi haritasına bakıldığında ortaya çıkan tablo da
bu anlamda ürkütücüdür. Türkiye topraklarının yüzde 96'sının çeşitli derecelerde deprem riski altında olduğu ve nüfusunun yüzde 98'inin bu alanlarda yaşadığı görülmektedir. Dolayısıyla, bu kadar vahim bir tablo içerisinde yaşamımızı sürdürürken depreme karşı, doğal afetlere karşı vatandaşın bilinçlendirilmesi ve tedbirlerin geliştirilmesi konusunda devletin etkin tedbirler alması gerekiyor.
Birkaç gün önce, Japonya'daki bir depremden örnekler verildi, medya bunu çok işledi. İlginçtir, mesela 7,3 düzeyindeki bir deprem sadece 9 vatandaşın -o da panikten kaynaklı olarak- yaralanmasına sebebiyet vermişti. Ülkemizde 7 civarında, hatta 6 civarındaki depremler insanların ölümleriyle sonuçlanıyor. Neden kaynaklanıyor? Yani Türkiye'nin coğrafik olarak zemini Japonya'nınkine göre çok mu daha risklidir? Değil. Onlardaki tedbir anlayışı, algısı modern bir anlayış temeline oturtulmuş ve tedbirlerini geliştirmişler. Biz de ise maalesef, merkezî hükûmetten yerel yönetimlere kadar, bu konuda önlem geliştirici bir politikanın olmadığını gösterir. Bu kurum nezdinde de düşündüğünüz zaman, yani AFAD nezdinde de düşündüğünüz zaman, mevcut kadro yapısı, olağanüstü durumlarda müdahale kapasitesini, hepsini bir arada değerlendirdiğiniz zaman sadece ismi olan bir kurumdan söz ediyoruz.
Bu kurumun deprem veya doğal afet karşısındaki tedbir anlayışı çadır ve battaniyeyi hazır bulundurmaktan ibarettir. "Devlet olarak vatandaşa sadece çadır verebiliyoruz, battaniye verebiliyoruz, işte, hayır kurumları vesilesiyle vatandaşa sıcak ekmek verip yemek verebiliyoruz. Bu da bizim için olağanüstü bir gelişmedir." diyorsanız, eksiklik etmiş olursunuz.
Sayın Elitaş burada. Onun bütçenin geneli üzerindeki konuşmasındaki bir cümlesi aslında devletin, Hükûmetin bu konulara yaklaşımını da bir şekilde özetliyor.
Ne diyordu? Diyorduki "Her vatandaş bizden ebe, her vatandaş bizden köyüne imam talep etmektedir." Niye? İzah ediyor. Mealen söylüyorum, bire bir cümlesi değildir, tutanaklarda da bu mevcuttur. Çünkü, doğduğunda doğuma refakat edecek bir ebenin olmasını vatandaşlarımız önemsiyorlar, öldüklerinde cenazelerini yıkayacak bir imamın olmasını önemsiyorlar. Yani vatandaşın sadece doğumuyla, ölümüyle ilgilenen bir devlet anlayışı. Bu arada, vatandaşın güvenli yaşamını tesis edecek bir devlet anlayışı, bir hükûmet anlayışı yok. Vatandaş doğdu ve öldü, bu kadar. Ne tür bir yaşam sürdürdü, yaşam güvenliği neydi bu insanların, hiç bununla ilgili olan bir devlet algısı yok. Buradan kurtulmak lazım.
AFAD'ı, özellikle kurum olarak önemsiyoruz, şablon olarak koyarsınız, Önemsiyoruz. İçini nasıl doldurduğunuz önemlidir. İçini dolduramadıktan sonra, bu kurumun varlığı, yokluğu hiçbir şeyi değiştirmez. Mevcutta AFAD'
Şimdi, daha çok "yara sarma" yaklaşımı üzerinden geliştirilen bu politika acilen terk edilmelidir. Almanya'da bir vatandaşın evine misafir oldum Sayın Bakanım. Sordum: "Bu bina kaç yaşında?" "100 yaşında." "Aa, çok yaşlı bir bina." dedim. Şaşırdı "Siz niye `yaşlı' diyorsunuz bu binaya?" dedi. Ben "Çünkü bizde 50 yaşındaki bina yıkılacak binadır da o yüzden öyle dedim." dedim. "Hayır, burada 100 yaşındaki, 150 yaşındaki bina yeni binadır." dedi. "Nasıl oluyor?" "Çekici alın elinize, eğer bizim duvarımızdan bir parça beton sökebilirseniz, sıva sökebilirseniz bu bina yaşlıdır. Sökemezsiniz çünkü biz sağlam yapıyoruz, binayı temelde sağlam yapıyoruz." dedi. Bizdeki 20 yaşındaki bina sağlam bina mı oluyor?
Girmeyecektim ama konuşunca ister istemez girmek durumunda kalıyoruz. Mesela Van? Bizim, esasında, devlet olarak doğal afetler karşısındaki hazırlık durumumuz oradaki profilde ortaya çıkıyor, Bayram Oteli profilinde ortaya çıkıyor. Mevcudu makyajladığınız zaman, dış cepheye bir cam duvar yaptığınız zaman korunaklı olmuş oluyoruz. Maalesef öyle değil, korunaklı değiliz. Mevcut olanı yıkmak, sadece kentsel dönüşüm politikasına ağırlık vermek suretiyle yeni yapılaşma konusunda bir iyileşmeye gitmek de bu konuda tek başına önemli bir tedbirdir ama mevcut olanı iyileştirmek konusunda ciddi bir politikanın geliştirilmesi gerekiyor.
Son olarak şunu da ifade edeyim: İki yıldır biz burada hep konuşuyoruz. Hükûmet yetkilileri, iktidar partisi yetkilileri hep bizi bu konuda yalanladılar ama en son, bir de özellikle Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olarak, Dışişleri Bakanı dâhil olmak üzere, en azından 10 bakanın politikasını, propagandasını Van depremi ve sonrasındaki gelişmeler üzerine inşa ettiğini gördüm, tanıklık ettim; tutanaklar ortadadır. Ama bir sayın bakan, en son, hakkı iade etti, gerçeği söyledi. Van depremi konusunda özellikle deprem kanununu, Doğal Afet Kanunu'nu -1959 tarihli- bu deprem olayı vesilesiyle, devletin uygulamadığını itiraf etti, açıkladı. Neydi o? Şimdi, o kanun diyor ki: Depreme maruz kalmış bölge ile deprem bölgesi, afet bölgesi ile afete maruz kalmış bölge ayrımını yapar. Van, afete maruz kalmış bölgeydi, kanun tanımlaması bu şekildeydi ama Hükûmet hiç burayla ilgili olmadı. Daha çok, afet bölgesi ilanıyla işi demagojiye getirdi ve bunun karşısındaki bütün söylemleri öteleme politikası?
Son olarak -cümlesini ifade ediyorum- Sayın Çevre ve Şehircilik Bakanımızın cümlesiyle bitiriyorum: "Arkadaşlar, biz, tabii, oralara girmeyeceğiz. Afete maruz kalma, afet alanı ilan edilmesi falan yani orada dediklerinde haklılık var."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ADİL KURT (Devamla) - Bu afete maruz kalma konusundaki tespitlerimizi ve bizim serzenişlerimizi hep dikkatinize getirmemize rağmen, bütün inkâr, ret politikasına karşılık, sevindirici, Hükûmetten sağduyulu bir ses çıktı, "Bu doğrudur, bu eleştiri haklıdır." dedi. Ben de bu nedenle, konuşmamda Van özgülünde çok konuşmamayı ve genele ilişkin tespitleri sizlerle paylaşmayı tercih ettim.
Hepinize teşekkür ederim. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.