GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:38
Tarih:12.12.2012

BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; tabii "sayın milletvekilleri" diye konuşmama başlıyorum ama maalesef Parlamentonun yüzde 95'i yok burada, özellikle de Adalet ve Kalkınma Partisinden milletvekilleri yok. Herhâlde Cenabı Rabb-ül-âlemin bütün ilmi vermiş, göğüslerinin içine koymuş, kimseyi dinlemeye de ihtiyaçları yok. Zaten dinleseler de "Kabul edenler? Etmeyenler? Kabul edilmiştir." veya "Edilmemiştir." istediklerini söylüyorlar, bir maksat hasıl olmuyor. Neyse, biz yine Genel Kurula hitaben konuşmamıza başlayalım.

Ters bir şey var mı söylediklerimde? Varsa buyurun.

HAKAN ÇAVUŞOĞLU (Bursa) - Genelde orada 2 kişi oluyor da bugün neyse gelmişler.

ALTAN TAN (Devamla) - Evet, sevgili arkadaşlar, bugün Diyanet İşleri Başkanlığı, Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı, Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı kurumlarının bütçesi üzerinde söz almış bulunmaktayım.

Geçen yıl sadece Diyanet İşleri Başkanlığıyla ilgili -zamanım da daha fazlaydı- uzun ve detaylı bir konuşma yapmıştım. Dinler tarihinden başlayarak, Hristiyanlıktan, Yahudilikten, şeyhülislamlık makamından, işte, Bizans'ın din-devlet ilişkilerinden, Türkiye Cumhuriyeti'nin Bizans'tan Osmanlıya, Osmanlıdan Türkiye Cumhuriyeti'ne tevarüs eden din-devlet ilişkilerine kadar uzun uzadıya birçok şey konuşmuştum. Ancak, o tarihte de kendisi de ilahiyat fakültesi mezunu olan Diyanetten sorumlu Başbakan Yardımcımızın verdiği cevaplar, bir imam-hatip talebesinin verebileceği cevaplardan bile daha basit ve konuyla alakasız cevaplardı. Bugün vaktimin sınırlı olması ve başka konularda da konuşmam gerektiğinden dolayı uzun uzadıya bu mevzulara girmek istemiyorum. Sadece kısa bir özet ve tabiri caizse, dokundurmalarla konuşmamı sonlandırmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Diyanetle ilgili çok şeyler konuşuldu. Birincisi ve en önemlisi, hemen her fırsatta, bu konuyla ilgili konuşma fırsatı bulduğum vakit dile getirdiğim şudur: Din devletin emrinde olmaz. Sayın Başbakan Yardımcısı da dâhil, Hükûmetin diğer üyeleri de dâhil AK PARTİ'de benim tanıdığım 4-5 tane ilahiyat profesörü var, doçentler ve doktorlar da hariç. İlahiyat profesörleri, bunun eğitimini almış bütün arkadaşlara sesleniyorum: Gelin, çıkın deyin ki eğer diyebiliyorsanız: "Din devletin emrinde olabilir  İslam hukukuna göre." Bunu diyebiliyorsanız helal olsun, gerisi mugalatadır, demagojidir, laf oyunudur; 3 dilde de söyleyeyim. Birinci büyük yanlışlık budur. Laik bir yönetimde de, dinî esasları referans alan İslami bir yönetimde de din devletin emrinde olmaz. Bu İmamıazam Ebu Hanife'ye göre de böyle, İmam Malik'e göre de böyle, İmam Şafiî'ye göre de böyle, İmam Hanbel'e göre de böyle, İmam Cafer-i Sadık'a ve 12 İmama göre de böyle. Aksini iddia eden varsa hodri meydan, gelsin bunun tersini söylesin. İmamıazam Ebu Hanife, dini devletin emrine sokmamak için sakallı, sarıklı, 5 vakit namaz kılan Abbasi halifesine karşı durdu ve işkencede öldü. Peki, siz bu Diyaneti niye özerkleştirmiyorsunuz veya dini niye sivil topluma bırakmıyorsunuz?

Burada benim CHP'ye de bir eleştirim var yeri gelmişken. Buldukları her fırsatta çıkıyorlar, diyorlar ki: "Bu AK PARTİ'nin gizli bir ajandası var. Bunlar şeriatçı, bunlar dinci, bunlar teokratik bir yönetim kurmak istiyorlar." Sevgili arkadaşlar, yok böyle bir şey yani bir halüsinasyon görüyorsunuz. Bunların bir dinî yönetim kurma, İslami yönetim kurma endişesi de yok, liberal demokrat bir demokrasi inşa etme endişeleri de yok çünkü İslami bir yönetim kurma iddiasında olsaydılar yine ilk yapacakları iş dini özgürleştirmekti, liberal demokratik bir hukuk sistemi kurmak istiyor olsalardı yine yapmaları gereken dinle devletin bağını koparmak, ayırmak, din işlerini sivil topluma bırakmak olurdu. Asla böyle bir şey yok, yanlış yerden eleştiriyorsunuz ve bu yanlış yerden eleştirmeyle de sürekli iktidarı zayıflatayım derken daha da kuvvetlendiriyorsunuz. Bunu da bir uyarı olarak değerlendirirseniz memnun olurum.

Değerli arkadaşlar, Diyanetin sivil alana bırakılması niçin gerekli? Bunu, dediğim gibi, geçen yıl bütün tarihî referanslarıyla anlattım, bu yıl tekrarlamayacağım. Ama, bugün Diyanet İşleri Başkanı Millî İstihbarat Teşkilatından, Millî Güvenlik Kurulundan, Genelkurmay askerî istihbaratından daha fazla -tırnak içinde- derin yapıların kontrolündedir. Ve nitekim, 12 Eylül öncesinde de sonrasında da o dönem, Millî İstihbarat Teşkilatıyla çok yakın ilişkileri olan, hatta elemanı olduğu söylenen bir Diyanet İşleri Başkanı, bütün Avrupa'daki İslami kurul ve kuruluşların örgütlenmesiyle ilgili o dönemde millî görüşe karşı ve diğer yapılanmalara karşı, resmî dinî yapıları kuvvetlendirmek için gecesini gündüzüne kattı, gündüzünü gecesine kattı.

Geldiğimiz noktada soruyoruz: Bu Diyanet eğer Türk İslamcı ve Hanefi bir çizgide değilse Alevi vatandaşlarımızın talepleri niye yok? İki: Türkiye'de özellikle Iğdır yöresinde Şii vatandaşlarımız var. Caferi mezhebine bağlı, bunlarla ilgili Diyanet İşlerinin niye çalışmaları yok? Ve yine Türkiye'de önemli bir Şafii nüfus var, bunlarla ilgili niye bir çalışması yok?

Soru önergeleri veriyorum, gelen cevaplar evlere şenlik: "Efendim, biz fetva verirken Şafii, Hanefi, Maliki diye bakmıyoruz, vatandaşın sorusuna bütün mezhepleri inceleyerek cevap veriyoruz." Vesaire, vesaire yani neyi sorarsanız sorun, bir demagojiyle ve laf oyunuyla bu mevcut çarpık yapının üstü örtülmeye çalışılıyor. Soruyoruz: "Kürtçe vaaz camilerde verilebilir mi?" Yine doğru düzgün cevap yok. Ya kardeşim, sen İslam adına söz söylüyorsan, verilebilir veya verilemez dersin. Ha nerede verilir, nasıl verilir, ne kadar verilir, kim verir, nasıl verir? Bu da ayrı bir tartışma konusudur.

İDRİS BALUKEN (Bingöl) - Onları devlet adına söylüyor.

ALTAN TAN (Devamla) - Bununla da ilgili bir doğru düzgün cevap yok maalesef.

Değerli arkadaşlar, öyle bir noktaya gelindi ki son dönemde basında sıkça bir ibare tekrarlanmaya başlandı: "Dindar Kemalizm." Bunu da arkadaşlar eğer kabul ediyorsa çıkıp kabul ettiklerini söylesinler, reddediyorlarsa çıkıp demokratik, laik, liberal, dünyanın kabul ettiği hukuk normlarına dayalı din-devlet ilişkileri nasıl olur, gelip bunu bize izah etsinler.

Laf oyunları, demagojiler, kelime oyunları hiçbir şeyi çözmüyor. Biz de gerçekten bu işlerden bıktık, gerçekten bıktık.

Sevgili arkadaşlar, yurt dışındaki Türklerle alakalı kurulan Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı üzerinde de birkaç cümle söylemek istiyorum.

Şimdi, bir sefer, kuruluşun ismi tartışmalı, "Yurtdışı Türkler..." Türk kim? "Efendim, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Aslında, biz `Türk' derken bütün bu topraklar üzerinde yaşayan, ortak bir geçmişe sahip, etnik, ırki kökenine bakmadan bütün vatandaşlarımızı kastediyoruz." Böyle söyleniyor ve yıllardır biz de buna itiraz ediyoruz. Bir an için dediklerinizi sizin mantığınızdan değerlendirelim. Peki, bu kadar çalışma yapıyorsunuz, eğer Türkiye'deki bütün vatandaşlar, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olanlar, Türkler, Kürtler, Araplar, Süryaniler, Lazlar, Pomaklar, Çerkezler, kim varsa bunların hepsini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı ve kültürel anlamda Türk olarak kabul ediyorsanız yurt dışındaki faaliyetleriniz bu çerçevede mi?

Bakıyorsunuz, dönüyorsunuz yine çalışmalara, işte anlatılıyor; Başbakanın okuduğu, bütçeyle ilgili yaptığı konuşmada da uzun uzadıya bahsediliyor; dünyanın dört bir tarafındaki çalışmalardan, restorasyonlardan, onarımlardan, kurslardan, film festivallerinden, belgesellerden bahsediliyor. Bakıyorsun ki Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşı ve -tırnak içinde- Türk olarak kabul ettiğiniz Türkiye'deki Kürtlerle, Araplarla, Süryanilerle alakalı hiçbir çalışmanız yok. Niye yok? İşte orada da yine alavere dalavere, Kürt Mehmet nöbete; yine "Öyle değildi de böyleydi, şöyle demek istemedik de böyle dedik, şöyle yapmadık da böyle yaptık." Sadece TİKA'nın Üsküp'teki Türkoloji bölümünde 300 öğrenci ders görüyor. Bu, sizin beyanlarınızda böyle. E, peki, Kürtlerle ilgili ne var, hangi çalışmalarınız var? Erbil'de, Süleymaniye'de, Kamışlı'da bir şey var mı? Yok. Türkiye'nin içinde Artuklu Üniversitesi, 500 tane Kürtçe öğretmeni yetiştirmek üzere bir imtihan açıyor YÖK'ün bilgisi dâhilinde. Millî Eğitim Bakanlığıyla görüşüyor, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanıyla görüşüyor, üç ayda bir ders kitabı hazırlıyor Kurmanci ve Zazaki lehçelerinde, her ikisinde de mükemmel bir kitap hazırlıyor, takdim ediyor Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığına ve ona söylenilen şu: "Alabildiğin kadar öğrenci al." yani öğretmen al yetiştirmek üzere. 500 kişi alacağını ilan ederek sınav açıyor ama daha sınavlar sonuçlanmadan, ilan aşamasında YÖK, bunu temmuz ayında 250'ye indiriyor. Öbür taraftan da gidiyor, Üsküp'te 300 öğrenciye Türkoloji bölümünde öğrenim imkânı sağlıyor. Sağlasın, bunu her tarafta sağlasın ama madem bir kardeşlik, bir hukuk, bir birliktelik varsa bunu Türk, Kürt, Arap, Müslim, gayrimüslim, Alevi, Sünni demeden herkese sağlasın.

Ve en önemli sorunlardan birisi arkadaşlar, Türkiye dışında yaşayan Türkiyeliler, sizin tabirinizle "Türkler"; Türk'üyle, Kürt'üyle, Arap'ıyla, Alevi'siyle, Sünni'siyle, dindarıyla, laikiyle Türkiyeliler. Hepimiz yurt dışına gidiyoruz Çin'den Amerika'ya, Rusya'dan Güney Afrika'ya kadar. Şu an dünyanın her yerinde Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları var, her yerinde ve bunların devasa sorunları var; sosyal sorunları var, ekonomik sorunları var, ticari sorunları var, kültürel sorunları var, hukuki sorunları var. Hem yaşadıkları ülkelerle ilgili ciddi problemleri var hem de Türkiye'yle olan münasebetlerinde ana vatanla ilgili, bütün bu tek tek saydığım meselelerle ilgili problemlerinde ciddi sıkıntıları var. Peki, bunlarla ilgilenen bir devlet aklı var mı?

Birçok büyükelçiliğin kapısını çalamıyorsunuz, birçok konsolosluğun kapısını çalamıyorsunuz, çaldığınıza pişman ediliyorsunuz. Özbekistan'da, Diyarbakır'dan giden bir ticari heyetle birlikte büyükelçiliğin ekonomi müşavirliğini ziyaret ettik -ve bu ziyaretçi heyetin içerisinde şu an bir AK PARTİ'li milletvekili arkadaş da var; o zaman ikimiz de milletvekili değildik, ona da sorabilirsiniz- geldiğimize, geleceğimize pişman edildik. Yani bize söylediği: "Aman, buraya gelmeseniz iyi olur." Yani "Gelin, şunları yapın, şöyle ticaret yapın, böyle yapın; işte zorluklar budur, kolaylıklar budur; şu imkânları sağlarız, bunları size temin edebiliriz." diyeceğine, neredeyse "Niye buraya geldiniz?" muamelesiyle karşı karşıya kaldık.

Yine aynı şekilde, yine AK PARTİ'li o milletvekili arkadaşla beraber, yine bir heyetle -ticari heyetle- Mısır'a gittik. Sevgili arkadaşlar, ekonomi müşavirliğinin yerini bulamadık. İki gün boyunca yere ulaşamadık. En son, uçağın kalkmasına yakın bir zaman kala, yakınlarına kadar, 20 -30 telefonla adresi sora sora giderken, bulmaya çalışırken "Uçağı kaçıracağız." diye yarıda kesip tekrar geri döndük. Beyefendi zahmet edip de -koskocaman bir heyet gelmiş güneydoğudan- gelip de otelde "Hoş geldiniz." bile demedi.

Şimdi, ciddi sorunlar var; işte, asimilasyon sorunu var, kültür sorunu var, dil sorunu var, oralarda aldıkları cezalarla ilgili, yattıkları hapislerle ilgili ciddi sorunlar var, var, var, var?

Peki, ne yapıyor bu kuruluşlar? Sadece ideolojik, göstermelik faaliyetler yapıyor ve bunların ötesinde hiçbir ciddi çalışma yapılamıyor.

Onun için, bütün bu sorunlarla ilgili bu bütçelere "ret" oyu vereceğimizi belirtir, hepinize saygılar sunarım. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.