| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gana Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 42 |
| Tarih: | 14.01.2020 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekili arkadaşlar; Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gana Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi üzerinde Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi en derin saygılarımla selamlıyorum.
Saygıdeğer milletvekilleri, 21'inci yüzyılda ulaşım ve iletişim imkânlarının artması sonucu mesafelerin kısalarak dünyanın küresel bir köy hâline gelmesiyle birlikte yaşananlara ilgisiz, dünyadan soyutlanmış, bağımsız kitlesel oluşum ve yapılardan söz etmek mümkün değildir yani dünyanın bir ucundaki siyasi, ekonomik, ticari, sosyal ve kültürel bir hareketlilik veya herhangi bir terör olayı aynı anda domino taşı etkisiyle dünyanın öteki ucunda da kendisini hissettirmektedir. Dolaysıyla böylesine bire bir etkileşimin söz konusu olduğu dünya gerçeğini göz önünde bulundurarak oluşan sorun ve sıkıntılardan kurtulmak adına çok taraflı bölgesel veya en azından ikili anlaşmalara dayalı oluşturulan uluslararası kurum, kuruluş ve yapılarla birlikte uyum içinde çalışılması gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, insanlığın ilk yerleşik düzenine; sosyolojik, siyasi, kültürel ve inanç yapılarına ev sahipliği yapan Orta Doğu ve Doğu Afrika coğrafyası maalesef tarihin her döneminde sorunsal bir alan olarak güç savaşlarına tanıklık etmiştir. Ne hazindir ki bugün de sahip olduğu kültürel, tarihî, ekonomik ve kaynak zenginliğinden dolayı, ülkemizin de tam merkezinde bulunduğu coğrafya, yeniden benzer mücadelelere maruz bırakılmaktadır. Zaman zaman vekâlet savaşlarıyla alanda katı güç bağlamında, zaman zaman ise diplomasi ya da masa başında yumuşak güç bağlamında gerçekleştirilen egemenlik mücadelesinde, her devlet gibi, her millet gibi Türk milleti de, yirmi beş asırlık güçlü geleneğin temsilcisi olan Türk devleti de üzerine düşeni yapmalıdır. Bunu yaparken muhtaç olduğumuz kudret ve cesaret kaynağı ise sahip olduğumuz, bizi biz yapan tüm yüksek değerlerin verdiği güven ve ilhamdır. Tarihin her döneminde kurduğu güçlü devletlerle yaşama ve yaşatma yüksek misyonuna bağlı olarak mazlumlara ümit kaynağı olan yüce Türk milleti, bugün de son kurumsal sığınağı olan Türkiye Cumhuriyeti devletiyle aynı yüksek misyonu taşımaktadır. Bunun farkında olan sadece bizler değiliz; bilakis, bu kadim coğrafyada hâkimiyet sağlamaya çalışan, her türlü sömürüyü reva gören uzak-yakın güç odakları da vardır ve bunlar da bunun farkındadır. Sayın milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti devleti bugün tüm bu plan ve projeleri bozacak üstün hareket kabiliyetine sahip olduğunu çok açık bir biçimde göstermektedir. Bunun da temelinde uyumlu ve kararlı bir iç, dış siyaset birlikteliği yatmaktadır. Yani 82 milyonluk Türk milletinin yüksek çıkar ve menfaatlerini önceleyip her türlü tehdit, şantaj, baskı ve teröre içeride, dışarıda, kısaca görüldüğü ve duyulduğu her yerde hak ettiği cevabı vermektir. Bu nedenle Milliyetçi Hareket Partisi olarak bugüne kadar milletimizin varlığını, birliğini, dirliğini ve güvenliğini önceleyen her hayırlı adımın arkasında olduk ve olmaya da devam edeceğiz. Bu insiyak ve kararlılıkla, son aylarda bizi Doğu Akdeniz'de boğup, Anadolu'da yok etmeye çalışan her hamleyi bozacak anlaşmaları açık yüreklilikle destekledik. Çünkü bizler, inandığı gibi yaşamayı hedefleyen yüksek ideal ve ülkü sahibi ülkücü hareketiz. Yani kavlimiz ile kararımız, ilmimiz ile amelimiz birdir ve söz konusu vatan olduğunda da gerisi lafügüzaftır deriz. (MHP sıralarından alkışlar)
Saygıdeğer milletvekilleri, diplomasi, çoğunluk nerede ise orada olma sanatı değildir. Maalesef zaman zaman, gerçekten, bu yüce kürsüden bu tür ifadelere tanıklık ettik. Yani bir yerde yalnızsanız, bir anlaşmanın tarafları söz konusu olduğunda, mukayese edildiğinde eğer siz az tarafta iseniz sanki bir kusur, bir eksiklik, bir hata gibi ifade edilmelere tanıklık ettik. Hâlbuki diplomasi -gerçekten uluslararası ilişkiler bağlamında söylüyoruz- çoğunluğun olduğu tarafta olma sanatı değildir. Aksine, diplomasi, hak ve hakikat kabul ettiğin doğruları bilakayduşart sonuna kadar savunmaktır. Şanlı tarihimize baktığımızda görülecektir ki, tarihin hiçbir döneminde ne sahada ne de masada birileriyle bir arada olmak adına hak ve hukukumuzdan vazgeçtik, tarihte böyle bir vakaya tanıklık etmedik.
Bugün gerek Doğu Akdeniz'de yaptığımız hidrokarbon arama odaklı araştırmalarımız ve gerekse Libya'nın merkezî Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle imzaladığımız bir dizi anlaşmalar, bölgeye doğrudan veya dolaylı dâhil olan tarafların kimyasını bozmuş ve dünya kamuoyunda da diplomasi zaferi olarak kabul görmüştür. Fakat böylesine doğru, stratejik ve dünya kamuoyunca kabul görüp hasımlarımızı rahatsız eden hamlelerden bir kısım siyasi muhalefetin de rahatsızlık duyması akıllara ziyandır. Çünkü onların, içe kapalı, sahasında sürekli savunmada ya da "Bana değmeyen yılan bin yaşasın." mantığıyla hareket ederek yapılan bu uluslararası hamleleri diplomatik yalnızlık veya saha-masa ikilemi takıntısı hâline getirmek kaydıyla itibarsızlaştırmaya çalıştıklarına tanıklık ettik. Diplomasi politikalarında çok iyi olduklarını iddia edenlerin daha saha ile masanın birbirlerinin doğrudan alternatifi olmadığı gerçeğini bile maalesef kavrayamadıklarını görmekteyiz çünkü ne saha masanın alternatifidir ne de masa sahanın alternatifidir, birbirlerini tamamlayan kavramlardır. Hâlbuki uluslararası ilişkilerde, analitik düşünceye tabi tuttuğumuzda, bazen saha masayı zorlamakta, bazen masa sahayı zorlamakta veya mecbur bırakmakta, bazen de her ikisinin eş zamanlı hükmünü sürdürdüğüne tanıklık etmekteyiz. Yani bazen mücadele, alandaki savaş neyi zorunlu kılar? Anlaşmayı, bazen de anlaşma adına bir araya gelmeyi ama anlaşamama ile çözüm ya da çözümsüzlük noktasında sahayı devreye sokar, hatta bazen de ikisinin birlikte, hem sahanın hem de masanın birlikte devam ettiğine tanıklık etmekteyiz. Buna tarihsel süreçte baktığımızda, diplomasi tarihinde bunların örnekleri çoktur, şimdi de yaşadığımız bundan çok farklı değildir.
Değerli milletvekilleri, öte yandan takıntı hâline getirilen diğer önemli bir husus da masada veya anlaşmalarda çoğunluğun yanında olmayışımızın diplomatik bir zaaf olarak yansıtılmasıdır. Bu bağlamda yine doğru olan, çoğunluğun yanında saf tutmak değildir; hakkın, hukukun ve hakikatin yanında dik durabilmektir aslolan. Bunun aksini düşünmek tevdi edilen bir görev ve taşeronluk yok ise tarihî ve coğrafi bir cehaletin tezahürünün ta kendisidir. Bu durum, Birinci Dünya Harbi ve İstiklal Harbi'nde de böyleydi, ayrıca Sevr'de de böyleydi, Lozan'da da böyleydi. Yani çoğunluk her hâlükârda yanımızda yoktu, yalnızdık ama hiçbir zaman bu yalnızlığımızı bir komplekse dönüştürmeden haktan, haklılığımızdan asla vazgeçmedik. Bu mantıkla 1970'li yılların dış politikası dizayn edilseydi yani yalnızlığın bir kusur, uluslararası ilişkilerde diplomatik girişimlerde eğer bir eksiklik olduğu kabul edilseydi, inanın böyle bir uluslararası ilişkiler ya da dış politika dizaynı, düzenlemesi 1970'lerde hâkim olsaydı, bakın, bugün ne Kıbrıs Türkünün bağımsızlığından ne de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin varlığından bahsedilecekti. Evet, orada da yalnızdık ama haklıydık ve bu haklılığımızı yedi düvele açık bir şekilde haykırdık, bunu masada da haykırdık sahada da haykırdık. Allah bizlere haksız olduğumuz çoğunluklar içinde bulunmaktansa haklı olmanın gurunu taşıyan bir bozkurt yalnızlığını nasip etsin diyorum bu anlamda. (MHP sıralarından alkışlar)
Saygıdeğer milletvekilleri, muhalefet etme adına ibretle izlediğimiz diğer bir manzara da, anlaşılmayan da artık savunma alanlarının ve sistemlerinin sınırlar ötesine taşındığı bir süreçte, milletimize musallat olan terörün ve yanı başımızda oldubitti gecekondu yapılanmalarının engellenmesi adına yapılan, gerçekleştirilen Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtlarını benzer yaklaşımlarla tuzak, bataklık, kan gölü gibi tanımlamalarla reddedip sonra tarihî zaferler yaşanınca tarih yazan kahramanları tebrik sıralarına girmeleridir. Benzer yanardöner tavır, Libya tezkeresinin kabulünde de çok açık bir şekilde görülmüştür. Şöyle ki: "Libya çöllerinde Mehmetçik'in ne işi var?" diyerek, tezkereye şiddetle karşı çıkarak reddedenlerin, akabinde "Biz asker göndermeye karşıyız demedik." teviliyle izaha muhtaç bir çelişkiyle baş başa kaldık.
Saygıdeğer milletvekilleri, gerek sahada gerek masada yani her türlü platformda, baktığımızda, diplomatik kanalların özellikle işletilmesi noktasında tarihimiz birbirinden yüce, birbirinden başarılı örneklere tanıklık etmektedir. İşte, bugün bu saatte konuşmamın bu aşamasında ben bu günün önemine ve sizlere de kısmi bir rahatlık sağlayacağına inandığım -günün anlam ve önemine binaen- bir şiir okumak istiyorum: "Benim iki bayrağım var/ Biri ana, birisi kız/ Benim iki bayrağım var/ İkisinin de bağrında/ Namusumdur ayla yıldız/ Biri damarlarımda kan/ Birisi alnımda aktır/ Benim iki bayrağım var/ Birisi gönül yarası/ Biri tükenmeyen aşktır/ Biri yüreklerde sabır,/ Biri yaştır kirpiklerde./ Benim iki bayrağım var./ Gölgesi üstüme düşer,/ Pırıl pırıldır göklerde./ Biri Anamur'da gurup,/ Biri Girne'de şafaktır./ Benim iki bayrağım var./ Biri yurdumun tapusu,/ Biri kan bedelim, haktır./ Biri dudaklarda dua,/ Biri gözlerde âmindir./ Benim iki bayrağım var./ Biri güneş kadar sıcak,/ Biri ay gibi serindir."
Evet, gerçekten, bugünün Kıbrıs fatihi, büyük insan, Kıbrıs Türklüğünün yalnız kurdu, kutlu lider Rauf Denktaş'ın, doğumuna atfen yazılmış, okunmuş bu mısralarla, bir şiirle sözlerimi noktalamak istedim. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Ben bu dilek ve temennilerle yapılan anlaşmanın amacına uygun bir şekilde hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyor, yüce Meclisinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)