GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gana Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:42
Tarih:14.01.2020

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, bugün gündemimizde bilhassa Afrika kıtasındaki bazı ülkelerle yapmış olduğumuz ikili anlaşmalar var. Bu anlaşmalar kapsamında Zambiya'yla yapılan Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşma'yla alakalı yüce Meclisimize hitap etmek istiyorum. Bilhassa da yine aynı çerçevede, Zambiya ve Afrika Kıtası'yla ilgili bazı gözlemlerimizi arz etmek istiyorum. Bu anlamda da Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, ömrünü Türklüğe ve Kıbrıs davasına adamış, yaşamının her bir anında hürriyet ve istiklal mücadelesinden ayrılmamış olan büyük dava adamı Rauf Denktaş'ı vefatının 8'inci yılında rahmetle ve minnetle anıyorum.

Gündemimizde bulunan Zambiya'yla ilgili olan malum anlaşma hiç şüphe yok ki her yönden büyük önemi haizdir. Ülkemiz ve Zambiya arasındaki ilişkilerin son yıllarda giderek artan bir ivme yakaladığını ifade etmemiz lazım. 17 milyondan fazla nüfusa sahip olan Zambiya, Sahra Altı Afrika'daki konumu itibarıyla madencilik ve tarımsal faaliyetleriyle öne çıkan bir ülkedir. Bu kapsamda, ülkemiz, Zambiya'dan bakır cevheri ithal etmektedir. İthalatımızın yüzde 75'i de bakır ve yine bu cevherden üretilen ürünleri kapsamaktadır. İlave olarak, kobalt da yine Zambiya'dan ithal ettiğimiz bir başka madendir.

Ülkemiz ve Zambiya arasındaki ticari ilişkilere baktığımızda, 2012 yılından itibaren, Türkiye açısından, net seviyede ihracatçı konumuna ulaştığımız gözlemlenmektedir. Bu durum hiç şüphe yok ki memnuniyet verici bir gelişmedir. Gelinen noktada ise Zambiya'yla aramızda olan ticaret hacminin 18,5 milyon dolar seviyesine ulaştığını görüyoruz; bunun 15 milyon dolar kadarı ülkemizden Zambiya'ya yapılan ihracatı kapsarken 3 milyon dolarlık kısmı ise Zambiya'dan yaptığımız ithalatı içermektedir. Zambiya'ya yaptığımız ihracatın makine, cihazlar ile bunların ürünleri, tekstil mamulleri, mobilya, şekerleme gibi gıda ürünlerini kapsadığı da anlaşılmaktadır.

Bununla beraber, Zambiya'nın önemli akarsu yatakları ve bu ülkenin enerji ihtiyacı dikkate alındığındaysa ülkemizin Zambiya'yla gerçekleştireceği iş birliği seviyesinin artmasıyla bu ülkedeki enerjiye dayalı yatırımlarımızın daha da artabilecek potansiyeli olduğu görülmektedir. Sayın Cumhurbaşkanının 2018 yılında ülkemizden Zambiya'ya Cumhurbaşkanlığı düzeyinde yaptığı ilk ziyaretten bu yana karşılıklı ilişkilerimizin göreceli olarak artması sadece ülkelerimiz açısından değil, Afrika Kıtası ve bu bölgeyle alakalı millî hedeflerimiz için de umut verici bir gelişme olmuştur. Bu ziyarette ülkemizi temsil eden heyette çok sayıda bakanımızın da yer almış olması yine ülkemizin Zambiya'yla ilişkilere gösterdiği önemin vurgulanması anlamında oldukça değerli olmuştur. Zambiya, Türkiye'yle ilişkilerinden memnuniyet duyduğunu açıkça göstermektedir. Dolayısıyla yatırımların karşılıklı olarak teşvik edilmesinin sağlanması ilişkilerimizi daha üst seviyeye çıkarabilecektir.

Türk Hava Yollarının 14 Aralık 2018 tarihinden itibaren Zambiya'ya sefer düzenlemeye başlamış olması ikili ilişki anlamında olumlu netice doğuran bir başka durumdur ki bilhassa Zambiya tarafı da bundan duyduğu memnuniyeti ifade etmektedir ve TİKA'nın Zambiya'da yürüteceği faaliyetler yine Lusaka Hükûmeti nazarında da özlemle beklenmektedir.

Afrika Kıtası'ndaki yaygın istikrarsızlığa rağmen Zambiya'nın nispeten barış ve istikrarlı bir durumda olması hem bugünün hem de geleceğin planlanması açısından dikkate alınmalıdır. Temennimiz, dost gördüğümüz Zambiya'nın istikrarının tesisinde Türkiye'nin katkı sağlaması, kalkınmasına ve gelişmesine yardımcı olması, ayrıca bölgenin geri kalanına örnek olabilecek bir modeli de yansıtabilmesidir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Afrika Kıtası her yönden dünyanın ilgi odağı hâline gelmiş bir bölgedir, geniş ve küresel ticaret açısından son derece önemli su ağlarıyla çevrilmiştir. Kıta üzerinde nüfus yoğunluğu artan ancak eğitim seviyesi düşük, yaşam şartlarının zor olduğu, devlet otoritelerinin ise güç bir şekilde tesis edilebildiği bir yapı mevcuttur. Bu durum, emperyal ülkelerin son yıllarda ilgi odağı olarak Afrika'yı öncelikli sıraya koymalarına sebep olmuştur. Bugün Sayın Genel Başkanımızın partimizin grup toplantısında ifade ettikleri üzere Afrika, dünya petrol rezervinin yaklaşık yüzde 12'sine, ilave olarak altın, elmas, kobalt ve uranyum gibi stratejik madenlere sahip olarak küresel güç odaklarının ve emperyalist çevrelerin hedefindedir. Şimdiye kadar çok sayıdaki ülke ya kıta genelindeki istikrarsızlıkları ve terör oluşumlarını besleyerek ya karşılanması mümkün olmayan göstermelik altyapı yatırımlarının karşılığı olarak ya da diğer baskı araçlarıyla sömürü anlayışını hâkim kılmak istemektedir. Kuzey Afrika sahası, böylesi bir düzlemde, yeni bir umut arayanların Avrupa'ya geçiş için kullandığı göç güzergâhlarının ana merkezi olmuştur. Kızıldeniz boyunca uzanan saha ise kıtaya dışarıdan gelen, emperyalist hedefleri olan diğer ülkelerin askerî üs bölgeleri hâline gelmiştir. Sadece petrol ve altın gibi değerli kaynakları sömürme değil, stratejik su yollarını ve dolayısıyla ticaret ve enerji hatlarını kontrol etmek isteyen ülkelerin ana odağında, dikkatinde ve perspektifinde Afrika vardır. Ayrıca, artan nüfusu sebebiyle Afrika, yeni pazar yaratma çabasında olan ülkelerin de yine hedefleri arasındadır.

Bu hedefi benimsemiş, insanlığın huzurunu umursamayıp sadece kendi menfaatini düşünen ülkeler ise ne hazindir ki yaptığı yanlışların faturasını kendilerine gelen Afrikalı göç ve sığınmacı akınlarıyla ödemektedirler. Göç ve sığınmacı sorununun beraberinde gelen entegrasyon meselesi, bilhassa Avrupa ülkeleri açısından içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. Ne hazindir ki bahse konu olan ülkeler çareyi son derece insanlık dışı yerlerde aramakta, daha iyi bir yaşam hedefleyenlerin türlü trajedilerle Akdeniz'de boğulmalarını âdeta teşvik eder tarzda davranmaktadırlar. Batı'nın sabıkalı ve kirli yüzü burada da karşımıza çıkıyor. Akdeniz'de insanlık boğulurken Avrupa ne hazindir ki insan haklarını, temel yaşama hürriyetini dahi görmezden gelmektedir.

Terör saldırıları ise aynı çevrelerin bir başka meselesi, dahası dünyanın geri kalanının sorunu hâline gelmiştir çünkü malum terör eylemleri, artık sadece doğduğu coğrafyalarda kalmamakta, gelişen şartlar sebebiyle kolaylıkla dünyanın diğer bölgelerine de yayılabilmektedir. Sömürü anlayışını güderek Afrika'nın insanını ve kaynaklarını kullanma arayışına girenler bugün kendi yarattıkları sorunlarla yüzleşmek durumunda kalmışlardır. Oysa Afrika ülkelerinin gelişmesi, kalkınması ve her yönden seviyenin yükselmesi hedeflenmiş olsaydı bugün aynı ülkelerin göç ve terörizm gibi bir sorunu acaba olacak mıydı, bunun üzerinde de düşünülmesi gerekir. Yapılan her yıkımın faturasının artık sadece hedef bölgede kalmadığı gerçeği Afrika'nın hakikatlerine bakıldığında açıkça görülmektedir. Bu tecrübe, bir gerçeği daha karşımıza getirmektedir: Rüzgâr eken fırtına, huzur eken de elbette refah biçer; niyet hayır olursa akıbet de hayır olacaktır.

Bütün bu şartlar altında, Türkiye'nin millî hassasiyetleri gözeterek insani bir anlayışla Afrika Kıtası'yla ilişkilerini geliştirmeye koyulması son derece önemlidir. Bu önem yalnızca bizim açımızdan değil, örnek oluşturabilmesi, politika ve ülkeler arası ilişkilerde cazibe yaratabilmesi anlamında da değerlidir. Gelinen noktada, Afrika'da toplam 46 dış temsilciliğimizin bulunduğu ifade edilmektedir. Bunlardan 42 tanesinin büyükelçilik seviyesinde temsil edildiği belirtilmektedir. Hükûmetimiz ve Dışişleri Bakanlığımızdan farklı zamanlarda yapılan açıklamalara bakıldığındaysa Afrika'da yer alan büyükelçilik sayımızın 50'ye çıkarılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Yine, bu kıtadaki ülkelerin toplam sayısının 54 olduğu düşünüldüğünde bu sayının gerçekten değerli bir anlamı olduğunu da ifade etmemiz lazım. Temennimiz, aynı seviyenin ticaret, kültür, din ve askerî ataşelikler sayısında da yakalanabilmesidir. Zira, her alanda ve her anlamda Afrika'yla ilişkilerimizin geliştirilmesi gerekir.

Türklüğün eşsiz, zengin, kucaklayıcı ve saygın anlayışının bu kıtada yeniden hâkim olması ticari menfaatlerimizden çok daha büyük öneme sahiptir. Birileri istikbal kaygısında olabilir; biz Türkiye olarak insan saygısında olduğumuzu gösterebilmeliyiz. Medeniyetimiz ve binlerce yıla uzanan devlet geleneğimizin esası da bunu gerektirir. Türk milleti tarihin her döneminde aranan ve beklenen olmuştur. Bugün "Afrika Kıtası" denildiğinde pek çok ülke, bu kıtada yaptıkları katliamlar, soykırımlar, köleleştirme faaliyeti ve sömürü düzeniyle anılırken biz Türklerse yapmış olduğumuz eserler ve kültür miraslarının yanı sıra hoş bir sedayla anılıyorsak bize göre yarım kalmış işlerin de bundan sonra tamamlanması gerekir. İşte, bu kapsamda, TİKA gibi kuruluşlarımıza da konu Afrika olunca büyük işler düşmektedir.

Bununla beraber, başta FETÖ terör örgütü olmak üzere Türkiye aleyhinde çalışan bazı oluşumların da Afrika Kıtası'nda bazı çevrelerce faal tutulmaya çalışıldığı ise dikkatlerimizden kaçmamalıdır. Bugün, çok sayıdaki Türkiye merkezli vakıf ve derneğin de Afrika Kıtası'nda bazı yardım faaliyetlerinde bulunduğunu bizler biliyoruz. Beklentimiz, bu faaliyetlerin yetkili kuruluşlar tarafından yakinen takip edilmesi ve hangi Afrika ülkesinde faaliyet gösteriyorlarsa çalışmalarını mutlaka o ülkedeki büyükelçiliğimiz gözetiminde yapmasıdır. Zira, başkaca olumsuz faaliyetlere sebebiyet verilmemesi anlamında, bu kapsamda devletimiz de sorumlu davranmalıdır. Orada ne amaçlanıyorsa -insani yardım olsun diğer kültürel faaliyetler olsun- her şeyden evvel bu faaliyetlerin Türkiye Cumhuriyeti devleti tarafından bilinmesi büyük öneme sahiptir. Hiçbir koşul ve şart altında Türkiye ve Türk milletinin leke tutmaz büyük ismi üzerinden kirli faaliyetler yapmalarına müsaade edilmemelidir. Aksi takdirde yapılan yanlışların sadece bahsettiğimiz dernek ve vakıflara mal edilmeyip doğrudan ülkemiz aleyhindeki kötü propagandaya hizmet edeceği neticesiyle karşılaşmak durumunda kalırız. O yüzden, şimdiden bu tedbirlerin alınması gerçekten büyük anlam ve öneme sahiptir. Nitekim FETÖ'yle küresel çaptaki mücadelemize baktığımızda da geçmişte bu anlamda yaşanmış bulunan sorunun bugün karşımıza farklı sebeplerle, farklı neticelerle geldiği gerçeğini şimdiden görmemiz gerekiyor. Pek tabii, burada, bu anlamda başarılı çalışmaları olan diğer sivil toplum kuruluşlarını da zan altında bırakmak istemeyiz. Ancak, bilhassa da Afrika Kıtası'nda, orada her ülkenin var olmak istediği bir dönemde, bu türden yardım kuruluşlarını kullanarak faaliyetlerini yürüttüğü bir dönemde, ülkemizin de yine Türkiye merkezli faaliyet gösteren bu sivil toplum kuruluşları üzerindeki denetim mekanizmasını doğru işletmesi elzemdir ve pek tabii oradaki faaliyetlerini de takip etmemiz gerekiyor.

Türkiye, Afrika Kıtası'yla ilgili heyecanlı, aktif, akılcı ve insani bir yol izlerken bu anlattıklarımız çerçevesinde her ihtimali de bizler düşünmek mecburiyetindeyiz. Zaten hassasiyetimizin esası da budur.

Bu gerekçelerle, gerek üzerinde görüşmüş bulunduğumuz Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Gana Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Korunmasına İlişkin Anlaşma gerek Zambiya Cumhuriyeti Hükûmetiyle yatırımların karşılıklı teşviki, yine, benzer minvaldeki anlaşmalara ve diğer, Fildişi Sahili olsun, Çad olsun, Somali'yle olsun -ki bunlarla alakalı zaten Dışişleri Komisyonumuzda da Milliyetçi Hareket Partisi olarak görüşlerimizi ifade etmiştik- anlaşmalara destek verdiğimizi, müspet baktığımızı ifade etmek isterim.

Sözlerime son verirken bütün bu anlaşmaların hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ettiğimizi belirterek Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)