| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Ruanda Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığına Engel Olma Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 43 |
| Tarih: | 15.01.2020 |
MHP GRUBU ADINA MEVLÜT KARAKAYA (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; uluslararası sözleşmelerle ilgili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, bir sistemin veya düzenin sürdürülebilirliği, öncelikle ihtiva ettiği güçlerin dengesiyle alakalıdır. Dünya düzeninin oluşması ve bunun sürdürülebilir kılınması için güçler dengesine ihtiyaç duyulduğu bilinen ve tarihî bir gerçektir. Nitekim, güç dengesi teorisi, uluslararası ilişkilerin en eski ve en temel kavramlarından bir tanesidir. Güç dengesi, rakip güçler arasındaki istikrarı sağlar. Bunun için de ittifaklar, paktlar kurulur, bloklar oluşur İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra olduğu gibi; Doğu ve Batı blokları yani kutuplar bir güç dengesini oluşturuyordu. Böylece, istilacı ve yayılımcı politikalar gün yüzüne çıkamıyordu. Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte soğuk savaş dönemi sona erdi.
Soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte dengesiz güç dönemine girildi. Bu dengesizliğin oluşması, kantarın topuzunun küresel sömürü heveslilerinin eline geçmesine neden oldu. Güçler teorisi de geçerliliğini yitirdi. Dünya düzeni güç dengesi odaklı olmaktan çıktı, hegemonik odaklı hâle geldi. Adı da kimilerine göre "tek kutuplu dünya düzeni" kimilerine göre "yeni dünya düzeni" oldu. Bu tek kutuplu dünya düzeni kutupbaşının küreyi kendi isteğine göre şekillendirme iştahını da bir hayli kabarttı. Kendini rakipsiz gören küresel gücün dünyayı tek başına ve dilediğince tanzim etmeye dayalı bu düşüncesi yerküreyi hukuksuzluğa, istikrarsızlığa ve anarşiye havale etti. Önce, Körfez Savaşı'yla işe başladılar, eş zamanlı olarak teröristlerin hamiliğini üstlendiler, 11 Eylül saldırısının ardından Afganistan ve Taliban, sonrasında Irak'ın işgali derken dünyanın jandarmalığına soyundular. Arap Baharı, Büyük Ortadoğu Projesi derken Batı Asya ve Kuzey Afrika işgalleri gerçekleşti. Ülkelerin rejimleri değiştirilmeye çalışıldı, iç savaşlar çıktı, dünya tarihinde görülmemiş göçler, sürgünler yaşandı. Terör örgütlerine uygun iklimler oluşturup ortamlar sağlanarak yeni dünya düzeninin vesayet savaşlarında roller verildi. Türkiye için de hazırlanan çok sayıdaki senaryonun en tehlikesi ve en vahim olanı da 15 Temmuz FETÖ işgal girişimi oldu. İşgali gerçekleştirebilselerdi sadece Türkiye'yi ele geçirmiş olmayacaklardı, Suriye'yi de halletmiş olacaklardı. İran'da rejim değişikliği yolu da açıldığında İsrail'in güvenliği arzu ettikleri gibi güvence altına alınmış olacaktı ama Türk milleti bu oyunu da bozmayı bildi.
Değerli milletvekilleri, bütün bu anlattıklarım dünya güç dengesinin bozulmasıyla ilgili olarak sadece içinde bulunduğumuz coğrafyada yaşanan, ağırlıklı olarak da güvenlikle alakalı konulardandı. Bugün içinde yaşadığımız kürenin sorunları, elbette güvenlik sorunlarıyla da sınırlı değil. İklim değişikliği başta olmak üzere, biyoçeşitlilik ve diğer çevre sorunları, küresel göç sorunları, uzayın temizlenmesi ve ticarileştirilmesi, deniz yetki alanlarının sınırlandırılması, küresel enerji kaynakları ve paylaşımı, ekonomik olarak büyüyen dünyada artan küresel eşitsizlik, teknolojik gelişmeler, büyük veri ve yapay zekâ uygulamalarına duyulan endişeler ve etik kurallarına ilişkin endişeler, teknolojik gelişmeler, 4'üncü Sanayi Devrimi ve küresel işsizlik sorunu, küresel ödeme sistemleri ve kripto paralara ilişkin endişeler, küresel ekonominin kayıt altına alınması ve vergilendirilmesi ve bunlar gibi daha birçok küresel sorun. Bu sorunların kaynağı ve uygulama alanları, ülke sınırlarını aşan ve kürenin bütününü ya da önemli bir kısmını ilgilendiren konulardır. Bu nedenle, bunların çözümü de küresel iş birliği ile nimet-külfet dengesini gözeten hakkaniyetli bir çözümle mümkündür. Güç dengesinin bozulmuş olduğu yeni dünya düzeni, bu sorunların çözümünü sağlayacağı yerde bilakis faili durumuna gelmiştir. Sebebi de kendini rakipsiz gören küresel gücün dünyanın stratejik tasarımını kendi istek ve arzularına göre yapmaya çalışmasıdır. Oysa çok kutupluluk, dünyanın stratejik tasarımına sürekli hâkim olmuştu.
Değerli milletvekilleri, insancıl problemler, göçmen krizleri, jeopolitik güçlükler, zorluklar ve eşitsizlikle dolu zor bir uluslararası iklimden geçiyoruz. Dünyada Birleşmiş Milletlere üye ülkeler arasında karşılıklı güveni aşındıran ve artan bir kutuplaşma var. Şunu biliyoruz ki çeşitli fakat birbirleriyle ilişkili küresel sorunların çözümleri daha kolektif eylemleri ve iş birliğini gerektirmekte. Bu eylemler ve iş birlikleri daha verimli ve duyarlı, çok taraflılığa dayalı bir sistemi gerektirmektedir. Çok taraflılık ve uluslararası kurallar dikkate alınmadığında, güç kullanımı ve yaptırımlar mekanizmasıyla sadece uzun süreli çatışmaların yaşanacağı bir döngüye girilecektir. Çok taraflılık ve çok taraflı kurumlar, bozulan güç dengelerine de bağlı bir biçimde ciddi tehditlerle karşı karşıyadır.
Çok taraflılık, kural tabanlı ve adil küresel ekonomik ve sosyal ilişkileri geliştirmek ve sürdürmek, genel kabul görmüş normlar oluşturmak ve bunlara bağlılığı izleme açılarından son derece önemlidir. Çok taraflılık ve anlaşma bazlı kurallar, egemenlik için bir tehdit olarak görülemez, tek taraflı eylemler de çok taraflılığın yerini tutamaz. Şunu da ifade etmekte fayda vardır: Çok taraflılık üye ülkelerin sorunlarıyla boğuşmasına yardımcı olurken, uluslararası örgütler ve onların araçlarının kullanılması ulusal egemenliği azaltan değil artıran bir sonuç doğuracaktır. Bugün birbirine bağımlı hâle gelmiş dünyada ulusal çıkarları korumanın tek yolu, çok taraflı bir dünya düzeninin oluşmasında aranmaktadır. Hiçbir ülke, ne kadar güçlü olursa olsun, terörizm, uyuşturucu kaçakçılığı, uluslararası organize suçlar ve bunun gibi sınır ötesi tehditlere karşı tek başına etkili bir şekilde mücadele edemez. Çok taraflılığın bazı kurumları, zaman zaman küresel güçlerin güdümünde hareket etmiş olsalar da çok önemli projeler de uygulamaya koymuşlardır. Birleşmiş Milletler geçtiğimiz yetmiş dört yılda çok önemli projelere imza atmıştır. 2015 yılında kabul edilen 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Gündemi, 2018'de kabul edilen Küresel Göç Sözleşmesi en son örneklerdendir. Çok taraflılık sistemi, buna ilişkin kurumları geliştirdi ve kuralları sisteme adapte etti. Söz konusu kurumlar ve kurallar ortaya çıkan çatışmaları barış içinde çözmemize de çoğu zaman yardım etti. Çok taraflılığın kurumları, bugün iklim değişikliğinden kitlesel imha silahlarına kadar küresel sorunlarla başa çıkabilmemiz için normlar oluşturmayı sağlamak zorundadırlar. Serbest ticaretin düzenlenmesi ve finansal hizmetlerin güvenli hareketi, akışı da bu alanın konusudur. Elbette çok taraflılığı yaşatmanın kurumlarının kazanımları korunmalı ve daha da geliştirilmelidir. Bugün Türkiye ve Finlandiya'nın eş başkanlığını yaptıkları Arabuluculuk Dostlar Grubu üzerinden çatışmaların önlenmesi ve çözümünde ara buluculuk rolü artırılmaya çalışılmaktadır.
Ara buluculuk ve benzeri araçların kullanımının yaygınlaştırılmasının yararlı olacağını ifade etmeliyiz. Aslında hiç kimse çok taraflılık kurumları ve bu kurumlara ilişkin kuralların mükemmel bir şekilde işlediğini ifade edemez. Bu konuda ciddi bir reforma ihtiyaç olduğu söylenen bir gerçektir. Bugün Birleşmiş Milletlerin çatışmaları ve krizleri önleyecek daha etkili yollar geliştirmesi gerektiği açıktır. Barışı inşa etmek ve sürdürmek birçok çatışmanın merkezinde yer alan yoksulluk ve eşitsizlik, aşırılık ve ayrımcılıkla mücadele etmemizi gerektirir. İdeal bir sistemi oluşturma konusunda elbette herkesin hemfikir olması beklenemez ancak asgari müşterek kurallara dayalı bir dünya düzeninde anlaşılabilir.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreterinin reformist yaklaşımları takdirle karşılanabilecek bir durumdur. Çok taraflılığın temel yapısı durumundaki Birleşmiş Milletlerin, hepinizce de malum olduğu üzere, 5 ana birimi var. Bu 5 ana birimden 1 tanesi de Güvenlik Konseyidir.
Güvenlik Konseyi, küresel önemi çok büyük olan bir birim. Güvenlik Konseyinin daha şeffaf, temsilde adaletli ve hesap verebilir bir organ hâline getirilmesi elzemdir. Veto hakkı ve daimî üyelik, Konseyin en başta reforme edilmesi gereken alanı ve konusudur. Güvenlik Konseyinin birçok kez görevlerini yerine getirememesinin ve krizlere zamanında ve yeterli cevabı verememesinin nedeni de budur.
Sayın Cumhurbaşkanının sloganlaştırılmış "Dünya 5'ten büyüktür." söylemi, belki de bu konuda ses getirmeye başlamış, sloganlaşmış önemli bir söylem ve istektir. Yapılacak reformlardan ortak beklenti, hem üye devletler hem de kamuoyu nezdinde Konseyin meşruiyetini artırmasıdır. Konsey ne kadar şeffaf olur, ne kadar hesap verebilir, ne kadar çok veri kabul eder, bilgi paylaşır ise o kadar etkili olur. Kendi küçülürken sorunları çeşitlenen ve katlanarak büyüyen kürede, uluslararası barışın sağlanması, sürdürülebilir kılınması için buna ihtiyaç bulunmaktadır.
Değerli milletvekilleri "yeni dünya düzeni" adı altında ifade edilen tek kutuplu ya da güç dengesi mekanizması yok edilmiş dünya düzeni, ancak küresel sömürü ortam ve iklimini geliştirerek varlığını devam ettirebilir. Bu nedenledir ki küresel sömürgeye engel olarak görülen ulus-millî devlet yapılanmasını ortadan kaldırmak için küresel bir savaşa girmişlerdir. Millî devletlerin güçsüzleştirilerek teslim alınması, yeni sömürü düzeninin 21'inci yüzyıldaki yegâne stratejisi olmuştur, uygulaması ise farklı farklı ortaya çıkmıştır: Bazıları doğrudan, bazıları dolaylı olarak hedef alınmış, bazıları içeriden, bazıları ise dışarıdan kuşatılmış, bazıları vesayet, bazıları şikâyet yoluyla, bazıları ekonomik yaptırımlar, bazıları siyasi yanıltmalarla, bazıları açlığa, bazıları demokrasiye konu edilerek, bu stratejiler uygulamaya konulmuştur, amaç ve hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmışlardır.
Bugün daha açık bir biçimde sözde devlet postuna bürünmüş FETÖ üzerinden yürütüldüğü anlaşılan açılım süreci de 15 Temmuz işgal girişimi de bu stratejilerden bize düşen yansımalar olmuştur. Bu noktada çok önemli ve hassas bir hususun altını çizmekte fayda var. Çok taraflılığın yapı taşı olarak ifade edilen Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşların millî devletler üzerinde denetim baskısı oluşturmaları ve bunları "ulus ötesi" adı altında, ulus devletsiz yeni küresel sömürü düzenine geçiş kurumları yapılma stratejisi de bilinen gerçekler arasındadır. Bu sebepledir ki gelişen ve değişen dünya şartları da dikkate alınarak bu kurum ve kuruluşların millî devlet yapısını önceleyen tarzda reforme edilebilmeleri ve bu yolla çok taraflılığın sağlanmasına katkı sunmaları, kürenin içinde bulunduğu zorluklardan kısa dönemde çıkılabilmesinin şartı olarak görünmektedir.
Değerli arkadaşlar, önceki gün, parti grup toplantımızda Sayın Genel Başkanımız, kürede yaşanan yüz milyonlarca insanın trajedisinden bahsederken "tek kutuplu dünyadan çok kutupluluk arayışının sancıları" şeklinde bir tasvirle konunun özünü ifade ettiler. Millî devlet, güçlü millet yapısı ve milliyetçi düşüncenin yeni dünya düzeni tehdidine karşı en büyük engel olduğu; millî devletin gücünün millî kimlikle mümkün olabileceğinden bahisle, küreselleşmenin millî devletlerdeki yönetim iradesinin milletüstü birliklerle ve güçlerle paylaşılmaya çalışıldığını; küresel aktörlerin amacının ülkelerdeki yükselen milliyetçilik kırılması, dil, din veya mezhep farklılıklarının derinleştirilmesi ve bunların üzerinden minyatür, garnizon veya federal devletler oluşturmak olduğunu; küresel gelişmelerin bir figüranı değil, başaktörü olmayı hedefleyen milliyetçi projelerin yalnızca Türkiye'yi değil, soydaşlarımızı ve müşterek kültür dairesinde yaşayan mazlum milletleri de kurtaracak yeni bir anlayışı temsil ettiğini, böylece çoğulcu yeni bir dünya sistemine duyulan ihtiyacın giderek arttığını ifade etmişlerdir.
Değerli milletvekilleri, ben de bu vesileyle yüce heyetinizi saygıyla selamlamadan önce, 15 Ocak 1985 yılında hayatını kaybeden Fazıl Küçük'ü, ölüm yıl dönümünde rahmetle, minnetle anıyor, tekrar saygılarımı sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)