| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Arjantin Cumhuriyeti Arasında Gelir Üzerinden Alınan Vergilerde Çifte Vergilendirmeyi Önleme ve Vergi Kaçakçılığı ile Vergiden Kaçınmaya Engel Olma Anlaşması ve Eki Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 43 |
| Tarih: | 15.01.2020 |
MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerimin hemen başında, bugün Anadolu Ajansının Kahire'de bulunan ofisine baskın düzenleyen Mısır polisinin 1 Türk vatandaşını ve 4 çalışanı gözaltına alarak bilinmeyen bir yere götürdüğüyle alakalı bir haber malumumuz olmuştur. Bu kapsamda da basın özgürlüğü ve ifade hürriyetine açık bir saldırı anlamını taşıyan bu eylemi aynı zamanda ülkemize karşı da açık bir hakaret ve husumet olarak değerlendirdiğimizi belirtmek istiyorum. Tam da bölgede barış ve istikrarın tesis edilmeye çalışıldığı, diplomatik faaliyetlerin, diplomasi anlamındaki girişimlerin artmış olduğu, iyi niyet göstergelerinin sergilenmiş olduğu böylesi bir dönemde Mısır yönetimi tarafından yapılmış bulunan bu girişimin kabul edilemez olduğunu ifade etmekle beraber kınadığımı da belirtmek isterim. Aynı çerçevede, Anadolu Ajansına da buradan geçmiş olsun temennilerinde bulunuyorum.
Tabii, uluslararası arenada son yıllarda yoğun bir hareketlilik gözlemleniyor. Bilhassa, çatışma ortamlarının da artmış olması ve yine, küresel rekabetin iki kutuplu seviyeden çok daha geniş bir alana yayılması, bölgesel rekabet seviyesine kadar indirgenmesi başkaca sorunları da her ülkenin karşısına getiriyor ki bu sorunlar sadece dış politika çerçevesinde kalmayıp aynı zamanda ülkelerin de iç siyasetini, iç gelişmelerini etkileyen neticeler doğuruyor. Bu anlamda da Türkiye genel itibarıyla istikrarsızlıklarla dolu bir coğrafyayla çevrilmeye başlandı. 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'ı işgal etmesi ve yine Irak'ta o tarihten itibaren baş gösteren hadiseler, bunun bir yansıması olarak Arap Baharı'yla devam edip neticede Suriye'ye kadar gelen gelişmeler ve bugün de zaten üzerinde sıklıkla durduğumuz konu başlıklarından olan Doğu Akdeniz meselesi... Ancak hiç şüphe yok ki bizler bunu konuşurken, Irak'ta yaşanan son gelişmeler önümüzdeki yakın vadede karşımıza daha ciddi problemlerin gelebileceğini bize şimdiden işaret ediyor. Biraz evvel de ifade ettim, 2003 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin bu ülkeyi işgal etmesinin akabinde ülkede sosyal dokuda başlayan çözülme ve gerginlik ne yazık ki etnik ve mezhep temelli ayrışmaların körüklenmesine sebep olmakla beraber, Irak'ta da devlet otoritesinin zayıflaması sonucunu doğurdu. Kaldı ki Arap Baharı'yla beraber -hep birlikte gördük- IŞİD gibi vahşetle anılan bir terör örgütünün çıkışı da yine, daha fazla Irak'taki güç boşluğundan kaynaklandı; nedenlerden bir tanesi buydu.
İşte böylesine gergin bir düzende bulunan, istikrarsızlığın hâkim kılınmak istendiği yakın komşumuz Irak'ta ekim ayından bu yana çok önemli toplumsal olaylar vuku buldu. Bu toplumsal olayların nedenlerine baktığımızda işsizlik gibi, ekonomik sıkıntılar gibi bazı gerekçeler olmakla beraber, eylemlerin seyriyle beraber, zaman içerisinde, daha çok, Irak'ın egemenliğini savunan Iraklıların da ortaya çıktığını ve bu taleplerini açık ve net bir şekilde hem kendi ülkelerinin kamuoyuna hem dünya kamuoyuna yansıttıklarını gördük ve bu hadiseler bir bakıma Irak'taki Başbakanın istifasına kadar yaşanan olayları beraberinde getirdi.
Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'ı işgalinden sonra, bilhassa İran'ın da Irak üzerinde bazı çaba ve gayretlerinin olduğu ifade ediliyor ve yine, IŞİD'le birlikte, Irak'ta, İran'ın da kendine yakın olduğu değerlendirilen bazı gruplarla bu sürece dâhil olduğunu gözlemlemiştik. Dolayısıyla, gelinen aşamada, bir dönem Irak Hükûmetinin davetiyle yani IŞİD'le mücadelede yetersiz kaldığı düşüncesiyle Birleşmiş Milletlere başvurması ardından Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde oluşturulan IŞİD'le Mücadele Koalisyonu çerçevesinde Amerika Birleşik Devletleri'nin bu ülkede bulunması durumu varken diğer tarafta, yine, İran'ın kendisine yakın olduğunu düşündüğü veyahut kendisini İran'a yakın olarak hisseden Irak'taki bazı grupların da bu ülkedeki eylemlerine tanıklık ettik. Bu eylemler nihayetinde Irak'taki gösterilerle birleştiğinde, hakikaten, gergin olarak, en nihayetinde de çatışmaya kadar varabilecek; bundan sonrası açısından da daha vahim olabilecek şekilde bu çatışmanın ve şiddetin sokaklara kadar yayılabileceği bir etkiyi ve riski ne yazık ki karşımızda bulunduruyor. İran'ın resmî bir görevlisi olan Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani'nin Bağdat'ta Amerika Birleşik Devletleri tarafından öldürülmesi de yine Irak üzerinde 2 ülkenin yani hem Amerika Birleşik Devletleri'nin hem de İran'ın hesaplaşmasını bir bakıma bizim karşımıza, bölgeye ve tüm dünyaya getirmiş oldu. Peki, neler oldu gerçekte yani Kasım Süleymani'nin öldürülmesine kadar gelen süreçte, bu yakın zaman diliminde -çok da uzak değil, ekimde başladı Irak'ta gösteriler- neler oldu, bunu Gazi Meclisimizin dikkatine arz etmek istiyorum.
Irak'taki gösterilerde başlangıçta ekonomik sıkıntılar ifade edilirken bir noktadan sonra, gösterilerin bir kısmı Irak'ta bulunan, bilhassa Necef ve Kerbela'daki İran'a ait diplomatik temsilciliklere yönelik saldırılar şeklinde cereyan etti ve bu gösterilerde Amerika Birleşik Devletleri tarafından 3 Ocak günü öldürülen General Kasım Süleymani'nin resimleri kullanılarak hatta, bu resimlerin üzerine çarpı işareti konularak antipropaganda faaliyetleriyle beraber protestolar da oldu. Bunun karşılığında da yakın bir dönem içerisinde, hemen bunu takip eden günlerde yine Amerika Birleşik Devletleri'nin Kerkük kentine yakın bir konumda bulunan Kabil askerî üssüne "Haşdi Şabi" olarak isimlendirilen, Irak'ta Irak yasalarına göre resmî bir oluşum olan ancak pek çok uluslararası çevre nazarında İran'a yakın olarak değerlendirilen silahlı bir grubun füzeli saldırısı oldu. Hemen peşi sıra, buna cevaben Amerika Birleşik Devletleri de Irak ve Suriye'de bulunan bazı Haşdi Şabi üslerine de misilleme saldırılarında bulundu ki olayın fitili de zaten bundan sonra ateşlenmiş oldu. Hepimiz biliyoruz, peşi sıra Amerika Birleşik Devletleri'nin Bağdat'ta bulunan Büyükelçiliği bazı göstericiler tarafından basıldı ve bu göstericiler sanki imza atarcasına Bağdat Büyükelçiliğinin duvarına "Liderimiz Kasım Süleymani'dir." sloganı yazdılar. Çok geçmeden, Amerika Birleşik Devletleri, Kasım Süleymani'yi Şam'dan Bağdat'a yapmış olduğu bir seyahati sırasında da öldürdü.
İşte, bütün bu gelişmeler, yakın zaman içerisinde hesaplaşmanın ne yazık ki Irak merkezli olabileceği tehdit ve riskini bizim karşımıza getirmiş bulunuyordu ki zaten İran da bu olay sonrasında hakikaten çok ciddi tepkiler gösterdi çünkü General Kasım Süleymani'nin İran nazarındaki önemini ifade eden İran yetkili makamlarından yapılan açıklamalarla beraber -dünya kamuoyundan yapılan değerlendirmeler de beraber düşünüldüğünde- bu saldırıya İran tarafının da Amerika Birleşik Devletleri'nin Ayn el Esad ve Erbil'de bulunan askerî üslerine füzeli saldırıda bulunmasıyla cevap verdiğini gözlemlemiş olduk.
Amerika Birleşik Devletleri gerekçesini açıkladığında, İran tarafının Amerika Birleşik Devletleri'nin Irak'taki bazı askerî üslerine saldırı hazırlığında olduğu ve -uluslararası terminolojiye yeni bir ifade girdi; önleyici tedbir- önleyici tedbir kapsamında da böylesi bir olaya müracaat edildiği bilgisi resmî makamlarca paylaşıldı.
Gelinen aşamada ise Irak Hükûmeti devlet otoritesinin sarsılmış olduğunun bilincinde olmalı ki Amerika ve İran arasında yaşanan gerginlikten kendi ülkesini koruyabilmek adına her iki tarafa da gerekli çağrıları yaptı ama bilhassa Amerika Birleşik Devletleri'nden ülkede bulunan askerlerini çekmesini istedi. Irak Meclisinin bu anlamda almış olduğu bir karar olduğunu biliyoruz. Ancak çok ilginçtir, bu karara Amerika Birleşik Devletleri'nin verdiği cevap, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump'ın ifadesiyle "35 milyar dolarlık bir ödemeyi Irak tarafının yapması hâlinde biz buradan askerlerimizi çekebiliriz." oldu. Yani yakın zaman içerisinde, Irak Hükûmeti her ne kadar egemenliğini korumak isterse istesin, bölgede İran ve Amerika Birleşik Devletleri arasında vekâlet yoluyla yürütülen çatışmaların ve gerginliğin Irak üzerinde yaratmış olduğu olumsuz tesirin artması tehlikesi ne yazık ki karşımızda bulunuyor.
Biz, bu tehdit ortaya çıktığında başkaca bazı sorunlarla yüz yüze kaldığımızı biliyoruz. Bu kapsamda, bilhassa Irak'ın bir önceki rejimi olan Baas rejiminden arta kalan bazı yapılanmaların Irak'ta IŞİD'in ortaya çıkışında bu terör örgütüne destek verdiğini ve bu terör örgütünün yayılmasına, etkisini, potansiyelini artırmasına ne yazık ki sebebiyet verdiğini biliyoruz. Dolayısıyla Irak yeniden bir kaos ortamına sürüklenirse, yeniden bir iç savaş ortamına girerse IŞİD terör örgütünün bölgedeki varlığının ne yazık ki ortaya çıkması tehlikesi karşımızda bulunuyor. Bundan Irak olumsuz bir şekilde etkilenecektir. Bu kapsamda, Irak'a Türkiye Cumhuriyeti devletinin vereceği desteğin, hem dostumuz hem de komşu ülkemiz olarak vereceği desteğin hakikaten anlam ve önemi büyüktür çünkü bir yerde bir çatışma iklimi doğarsa -Suriye'den tecrübe ettik- Irak'ta şimdiki yeni koşullarla beraber, bölgedeki yeni gerginliklerle beraber var olan mevcut şartlar düşünüldüğünde daha geniş çaptaki bir etkiyle ülkemizin olumsuz bir tesir altında kalması kaçınılmaz hâle gelebilir. IŞİD'in sevdiği terör ortamını hiç şüphe yok ki PKK terör örgütü de atlamayacaktır. Bu kapsamda, Suriye için Cenevre'de anayasa yapım sürecine geçilmişken, anayasa yapım sürecinde Suriye'nin geleceğiyle alakalı bazı konular olgunlaşma evresine girmişken, PKK terör örgütünün Suriye'deki kolu olan PYD'yi meşrulaştırma çabaları varken şayet Irak'ta da böylesi bir düzlemde, böylesi bir zamanlamayla PKK'nın alan bulacağı bizim için yeni bazı olumsuz şartlar oluşursa hiç şüphe yok ki bundan sadece Irak değil, sadece bölge değil, elbette biz de ne yazık ki olumsuz etkileneceğiz. İşte bu kapsamda, ülkemizin yaşanan olayların hemen akabinde taraflara itidal çağırısı yapması yerinde olmuştur. Dışişleri Bakanlığımızın gerginliğin azaltılmasına yönelik hem Amerika Birleşik Devletleri'ne hem de İran'a yapmış olduğu çağrı yerindedir, zamanlama itibarıyla doğrudur. Benzer şekilde, Dışişleri Bakanımızın Irak'a yapmış olduğu seyahati de önemsediğimizi ifade etmek lazım. Çünkü burada Sayın Bakanın açıklamaları hakikaten konunun Hükûmetimiz nazarından da vaktinde doğru değerlendirildiğini işaret ediyor ki zaten IŞİD'in tekrar ortaya çıkmamasıyla alakalı Irak Hükûmetiyle müşterek çalışmaların devam edeceğinin ve PKK terör örgütüne karşı da bunun hem Irak'ın toprak bütünlüğü hem de Türkiye'ye karşı tehdit oluşturmaması anlamında iki ülke hükûmetlerinin ortak çalışma ve gayret içerisinde olacağının açıklanması son derece önemli.
Tabii, Irak'a bazı konularda da yardımcı olma mecburiyetimiz karşımızda bulunuyor. Çünkü Irak huzura kavuşmadan, Bağdat huzura ermeden, Şam'ın bu anlamdaki istikrarı tesis edilmeden, bölgemizdeki, diğer yakın coğrafyamızdaki, bizim Türkiye olarak mücavir alanımızdaki coğrafyalarda huzur tesis edilmeden bizim de huzur ikliminde olacağımız düşünülemez. Bu kapsamda, Irak'ın yeniden imar çalışmalarına yönelik Türkiye'nin Kuveyt'teki konferansta taahhüt ettiği 5 milyar dolarlık krediyi verecek olması, bu sözünün arkasında bulunması ayrı bir anlam ve öneme sahip. Ve Irak'ın bizden bir başka talebi olan su konusunda da su anlaşması konusunda da ülkemizin yine adım atması büyük bir önem taşıyor ki zaten Dışişleri Komisyonundan Irak'la yapmış olduğumuz suyla alakalı bir anlaşma geçmişti, Genel Kurulun onayı için şu anda yüce Meclisimizin önünde bu durumda bekliyor.
Mevzu Irak'ken son olarak şunu da ifade etmemiz lazım: Irak işgal edildikten sonra, orada etnik ve mezhep temelli ayrımcılıkla beraber Sünni, Şii ve Kürt olmak üzere 3 ayrı yapılanma üzerinden ne yazık ki giderek yanlış, çarpık bir siyasal sisteme geçildi. Bütün bu durumlardan orada yaşayan Türkmen soydaşlarımız da hakikaten olumsuz etkilendi. Bilhassa böylesi bir iklimde, bilhassa böylesi bir dönemde Irak'ta en mağdur kesim olan ve bu mağduriyetlerini her düzlemde ne yazık ki yaşayan ve yaşamak zorunda kalan Türkmenlere yönelik de ülkemizin vereceği desteğin önemli olduğunu ifade ediyorum.
Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)