GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:38
Tarih:12.12.2012

BDP GRUBU ADINA SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçesi hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına ayrılan bütçe ve bu bütçenin planlaması Türkiye'de 75 milyon insanın yaşamını doğrudan etkilemektedir.

AKP Hükûmeti günümüzde neoliberal politikalar ekseninde çalışma yaşamını yeniden düzenlemektedir. Bu düzenlemeler yapılırken ne yazık ki işçi ve emekçilerin yaşam standartlarını yükseltecek, insanca yaşam koşullarını sağlayacak hiçbir tedbir almamaktadır. Aksine, çalışanların esnek çalışma, taşeronlaşma, kayıt dışı, güvencesiz çalışma koşullarını dayatarak emekçileri modern kölelere dönüştürmüş durumdadır. Emekçilerin örgütlenmesi önünde binbir türlü engel konularak haksızlığa karşı itiraz hakkı bile elinden alınmış durumdadır. AKP Hükûmeti patronu korumak ve zengini daha zengin kılmak için büyük bir çaba sarf ederken bu zenginliği ortaya çıkaran emekçileri, sağlıksız, güvencesiz, örgütsüz ve geleceksiz bırakmaktadır. Buna karşın Türkiye'de emekçiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri ve meslek odaları öncülüğünde sokaklara çıkarak gasp edilen haklarını ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için mücadele etmekten geri durmamaktadırlar. Bu mücadelenin toplumsal dönüştürme gücünü fark eden AKP iktidarı, muhalif sendikalar ve meslek örgütleri üzerindeki baskıyı giderek artırmakta, devletin tüm zor ve baskı araçlarını emekçilerin taleplerini bastırmak için kullanmaktadır. Özellikle KESK, Eğitim-Sen, TMMOB gibi demokratik mücadeleye öncülük eden kurumlara karşı daha sert politikalar uygulamaktadır. Bir yandan toplumsal eylem ve etkinliklere güvenlik güçleri çok sert şekilde müdahale ederken, diğer yandan da yargı aracılığıyla baskı, gözaltı, tutuklama gibi yöntemlerle toplumsal muhalefet bastırılmaya çalışılmaktadır.

Tüm bu baskılara rağmen emekçilerin örgütlü mücadeleleri sadece Türkiye'de değil, bugün Mısır, Brezilya, Filipinler, Güney Amerika, Yunanistan, İspanya ve pek çok coğrafyada işçiler dünyanın en dinamik ve örgütlü kesimlerini oluşturmaktadır. Kendi toplumlarının üretim, dağıtım ve değişim süreçlerinde ortaya çıkan güce dayanmakta olan yeni emek hareketleri dünya genelinde işçi sınıfının örgütlenmesinin ötesine uzanan bir öneme sahiptir çünkü bu emek hareketi, ittifak içerisinde olduğu toplumsal hareketle birlikte kendi ülkesindeki demokrasi, özgürlük, eşitlik ve toplumsal adalet mücadelesinde en ön saflarda yer almaktadır.

Sayın milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının etki alanı, tüm çalışma hayatından sosyal güvenceye, işçi sağlığından işsizlik ve istihdama kadar çok kapsamlı alanla ilişkilidir. Bu kadar geniş bir alana dair çalışmaları içeren Bakanlığın 2013 bütçesine baktığımızda, bu etki alanının sorunlarını çözebilecek perspektiften yoksundur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi 2011 yılında 35 miyar TL iken 2012 yılında yüzde 12 oranında azaltılarak 31 milyar 552 milyon TL düzeyine indirilmiştir. Çalışma Bakanlığı adına 2013 yılı için ön görülen bütçe ise 32 milyar 113 milyon TL'dir. Emekçilerin çalışma hayatına dair onlarca sorunu ve hak ihlallerine rağmen Çalışma Bakanlığı bütçesinin ihtiyacı karşılayacak düzeyde artmasını bir yana bırakalım, azaltılması, Hükûmetin çalışma yaşamına verdiği önemi çok net olarak göstermektedir.

Çalışma Bakanlığı 2013 bütçe ödeneklerine baktığımızda Bakanlık bütçesinin yüzde 99'unun cari transfere ayrılması dikkat çekicidir. Cari transferlerin tamamına yakınını sosyal güvenlik ve sosyal yardım hizmetlerinin oluşturduğu dikkate alındığında Bakanlığın çalışma alanına dair payı neredeyse yok denecek kadar azdır. Çalışma alanına ayrılan bütçenin ise çoğunun personel giderleri, mal ve hizmet giderlerine ayrıldığı görülmektedir.

Sayın milletvekilleri, Sayın Bakan bütçe sunuşunda ve her fırsatta Türkiye'de işçi sağlığına ve güvenliğine dair özgün bir yasanın kendi hükûmetleri döneminde çıkartıldığıyla övünmektedir. Oysa çıkartılan yasa işçiyi değil, daha çok işi korumaktadır, patronu korumaktadır. Gerçeklere baktığımızda taşeronlaşma politikaları kendine hedef olarak koyduğu, işgücünün esnekleştirilmesi, denetimsizlik ve kayıt dışı istihdamın yaygınlaşması sonucu, her yıl, giderek işçi ölümleri ve yaralanmaları artmaktadır. Türkiye'nin işçi ölümlerinde dünyada 3'üncü sırada yer aldığını AKP Hükûmeti ne yazık ki unutmuş görünüyor. Fabrikalarda, atölyelerde, inşaatlarda, madenlerde, tarlalarda iş kazaları ve iş cinayetleri devam ediyor. İş kazaları ve işçi cinayetlerine neden olanlar hakkında caydırıcı önlemler almak bir yana, aslında patronu daha çok korumak için tedbirler alındığı için son bir yılda iş cinayetlerinde yaşamını yitirenlere baktığımızda durumun ne kadar vahim olduğunu görebiliriz. İstanbul Esenyurt'ta 11 işçi yanarak hayatını kaybetti son bir yılda; Giresun'da HES inşaatında 4 işçi, Eskişehir'de bir atölyede patlama sonucu 4 işçi, Adana Kozan ilçesinde baraj kapağının patlaması sonucu 10 işçi, Samsun'da bakır madeninde çatının çökmesi sonucu 5 işçi hayatını kaybetti. Bütün bunlara baktığımızda, bu cinayetlerden sorumlu olan hiç kimse yargılanmadı. O nedenle de iş kazalarının önlenmesi konusunda, iş cinayetlerinin önlenmesi konusunda herhangi bir somut adım yok.

Son on yılda 10.723 işçinin öldüğü Türkiye'de her yıl ortalama 1.072 işçi hayatını kaybediyor. Oysa gerçek rakamlar aslında bunun çok daha üstünde. Bakanlığın söylediğine göre, 25 milyon çalışan işçinin sadece 11 milyonu sigortalı. Dolayısıyla 14 milyon işçi kayıt dışı. Kayıt dışı olan alanlarda çalışan işçilerin ne yazık ki iş kazaları da kayıt dışı kalıyor. 

Sayın milletvekilleri, çalışma hayatında diğer bir sorun alanı da meslek hastalıklarıdır. Kot taşlama işçilerinin mücadelesiyle geçen dönem kısmi olarak yapılan yasal düzenlemeye rağmen, diş teknisyenleri ile kot kumlama işçilerinde ölümcül silikozis hastalığı hâlâ ölümlere neden olmaktadır. Mevcut merdiven altı işletmelerin işçi güvenliğinin olmadığı yerler olması ve güvencesiz işçi çalıştırmanın yaygınlığından dolayı yaklaşık 10 bin işçi şu an ölüm riskiyle karşı karşıyadır. Her ne kadar devlet bazı işletmeleri kapatsa da hâlen bu merdiven altı işletmelerin devam ettiği ve işçilerin saatlerce havasız yerlerde ciğerlerinin toza maruz bırakıldığı bilinmektedir. Meslek hastalıklarına dair özgün bir yasal düzenlemenin olmaması, yasal haklardan faydalanmak için kayıtlı işçi olma şartının olması, yüzde 40 iş görmezlik raporunun olması gibi imkânsız engeller, Türkiye'de yine sadece 3 tane meslek hastalığı hastanesinin olması, kayıt dışı işçilerin çalıştığına dair belgelemek zorunda olması gibi yöntemler aslında meslek hastalıklarının tedavisini engellemekte, ölümlere zemin sunmaktadır.

Sayın milletvekilleri, Türkiye'de emekçiler, 20'nci yüzyılda emekçilere dayatılan çalışma koşullarını aratmayacak uygulamalarla karşı karşıya bırakılmaktadır. Dünya işçi sınıfının mücadele ederek kazandığı birçok kazanım için bugünün Türkiyesi'nde emekçiler hâlâ mücadele etmektedirler. Fiilî çalışma süresi haftada elli beş ila elli dokuz saat arasında değişmekte, istihdamın da yaklaşık dörtte birinden fazlası altmış saatin üzerinde çalışmaktadır. Fazla mesai ücreti ödemeden uzun süre çalıştırma politikası ise AKP Hükûmeti tarafından teşvik edilmektedir. Diğer yandan, çalışma sürelerinin uzatılması ve esnekleşmesiyle ölümlü iş kazalarındaki artış arasında doğrudan ilişki vardır. Uzun sürelerle çalışma, meslek hastalığı riskini de etkilemektedir. Dolayısıyla, Türkiye'nin iş kazalarında Avrupa'da 1'inci, dünyada 3'üncü olmasının nedeni, uzun süreli çalışmadır.

Sayın milletvekilleri, tüm dünyanın en temel sorunu hâline gelen işsizlik sorunu, beraberinde artan yoksulluk Türkiye'nin de en temel sorunlarından birisidir. İşsizlik ve yoksulluk sorunu, sadece Türkiye'nin değil, bugün Avrupa'nın da en önemli ve acil çözülmesi gereken sorunlarından biridir. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 2012 Emek Dünyası Raporu'nda sorunun kritik aşamaya geldiğine dikkat çekmektedir. Başta İspanya ve Yunanistan olmak üzere, İtalya, Fransa gibi pek çok ülke yüksek işsizlik oranlarıyla boğuşmaktadır. Rapora göre, dünya çapında istihdam oranı düşerek 50 milyon insan çalışma olanaklarından yoksun bırakılmıştır. Benzer şekilde, Türkiye'de de resmî rakamlara göre 25,5 milyon çalışan bulunurken, resmî rakamlara göre Türkiye'de işsizlik yüzde 10 civarında, sendikaların açıkladığı oran -ki aslında sendikaların açıkladığı oran daha doğru çünkü kayıt dışı işçilik Türkiye'de çok fazla yoğun- yüzde 18 oranındadır. ILO, yaşanan ekonomik krizle birlikte istihdamın Avrupa'da bozulurken genel olarak dünyanın her yerinde bozulduğuna dikkat çekmektedir. İşsizliğin dünya ekonomisinin temel bozukluğu olduğuna dikkat çeken ILO, büyüme rakamlarının çok azının istihdama yol açtığını belirtmektedir.

Yine raporlarda, artan oranda emekçinin istikrarsız, güvencesiz koşullarda çalıştırıldığını, dolayısıyla, esnekleştirilmeye çalışılan emek dünyasının yansımasının olumsuz olduğu görülmektedir. Türkiye'ye baktığımızda da 6,7 milyon kişi, insan kayıt dışı olarak çalışmaktadır.

Raporda dikkat çeken diğer bir nokta, neoliberal ekonomiyi savunanların temel argümanı olan kamu harcamalarının kemer sıkma politikalarıyla azaltılması gerektiği, böylece özel sektörün daha çok yatırım yapacağıdır. AKP Hükûmeti de IMF'nin bu genel politikasına dört elle sarılarak, kemer sıkma politikasını uygulamaktadır. Rapor, kemer sıkma politikalarının denildiği gibi bir büyümeye neden olmadığı, aksine durgunlaşmaya götürdüğü ve istihdamın yapısını bozduğunu ortaya koymaktadır. Son açıklanan 2012 çeyrek büyüme rakamlarına baktığımızda büyümenin sadece yüzde 1,6 olması bu bulguyu desteklemektedir.

Sayın milletvekilleri, sayıları resmî olarak 12 milyonu bulmuş işçilerin ücretlerinden yapılan kesintilerle on yıldır işsizlik fonunda biriken miktar 62 milyar TL'dir. AKP Hükûmeti işçilerden aldığı bu parayı işçiler için kullanması gerekirken başka alanlarda kullanmıştır. AKP Hükûmeti bu fonun işçiler tarafından kullanılmaması için bin bir türlü engel çıkarmıştır. İşçilerin bu fondan faydalanmaması için getirilen şartlar nedeniyle miktarın sadece yüzde 7'si işsizlik sigortası için kullanılmıştır. Peki, fonda kalan para nereye gidiyor? Bunun hesabının verilmesi gerekir. AKP iktidarı, işçilerin bu paralarını gasbederek 2009 yılında GAP projesinin finanse edileceği bahanesiyle hazineye ait bütçeye dâhil ettiğini açıklamıştır. Bakanlığınıza bağlı İŞKUR'un tek söz sahibi olduğu fon, emekçilerin sorunlarını gidermek için değil, iktidarın ihtiyaç duyduğunda elini atabileceği bir fon olarak kullanılıyor. Ne işçilerin ne sendikaların bu fonun kullanılması üzerinde hiçbir söz hakkı ve yetkisi bulunmamaktadır.

Sayın milletvekilleri, 2013 yılı asgari ücret belirlemesi için görüşmelerin yapıldığı aydayız. Bu ayda asgari ücret tespit görüşmeleri yapılıyor. Ve Hükûmetin 2013 yılı ilk dönemi için öngördüğü artış yüzde 3 oranındadır. Asgari ücret sadece bir işçinin alacağı miktarı ifade etmez, bir devletin sahip olduğu, çalışanların ekonomik ve sosyal durumlarının düzenlenmesine yönelik etkin bir politikanın aracıdır. Bu nedenle asgari ücret belirlenirken çalışanların, emekçilerin sömürülmesine karşı konulması ve insanca yaşayabileceği asgari bir ücretin sağlanması esas alınmalıdır. Türkiye'de sigorta kapsamında çalışan işçilerin yüzde 44'ü asgari ücretle çalışmaktadır. Mevcut asgari net ücret ise 773 TL'dir. Açlık sınırı olan 1.050 TL'nin bile altında olduğu düşünüldüğünde emekçilerin neredeyse tamamı bu sınırın, açlık sınırının altında yaşamaktadır. İktidarın asgari ücret politikasını sermayenin emeği sömürebilmesinin, işçinin ise açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilmesinin bir yolu olarak gördüğü ortadadır. Asgari ücretin en azından 4 kişilik bir aile için belirlenen 3.335 TL miktarının üzerinde olması gerekmektedir yani asgari ücretin işçinin ailesi ile tüm zorunlu ihtiyaçlarını karşılayacak biçimde, insan onuruna yakışan bir düzeyde tespit edilmesi, gelişmiş demokratik bir ülke açısından olmazsa olmaz koşuldur.

Sayın milletvekilleri, AKP iktidarının benimsediği neoliberal politikaların özünde istihdamsız büyüme anlayışı yer almaktadır. Büyüme ile istihdam arasındaki sıkı ilişkiyi koparan uygulamalarla, istihdam yapısını bozacak ve emek dünyasını esnekleştirecek politikaların başında ise 2012 Şubat ayında yayınlanan Ulusal İstihdam Stratejisi Planıdır. Neoliberal ekonomi anlayışı içerisinde asgari ücret, çalışanları koruyucu yasaların ve mekanizmaların olması, kıdem tazminatı, alt işveren ilişkisinin kısıtlamalar içermesi gibi uygulamalar katı bulunmaktadır ve bu katılığın giderilmesi için planlar yapılmaktadır. Burada ise en temel amaç sermaye için ucuz ve güvencesiz işgücü yaratmaktır, ulusal istihdam planının temelinde de bu amaç yatmaktadır. Plana göre, geçici işçilik yaygınlaştırılacak, zaten ciddi bir sorun hâline gelen taşeronlaşmayı destekleyen esnemeler yapılacak, özel istihdam bürolarıyla kiralık işçilik yasalaşacak. En son gündeme gelen memurların fazla mesailerinin ödenmemesi de bu çerçevede bir anlayışın ürünüdür. Dolayısıyla bu plan ulusal bir strateji olmaktan ziyade, işveren kesiminin ihtiyaçlarına yanıt arayan ve emeğin kazanılmış haklarını gasbeden bir sınıfsal politikalardır. Kaldı ki "Türkiye işgücü piyasalarının son derece katı olduğu" savı gerçeklerle bağdaşmamaktadır.

Sayın milletvekilleri, çocuk işçiliği dünyanın en büyük sorunu hâline gelirken, Türkiye'de resmî verilere göre 2006 yılında mevcut 16 milyon 264 bin çocuğun yüzde 5,9'u yani yaklaşık 1 milyon çocuk işçi bulunmaktadır. Bu çocukların yüzde 68,5'i öğrenimine devam etmemektedir. Çocuk işçiliği konusundaki veriler güncellendiğinde durumun daha da vahim olduğu görülecektir. Hepimizin bildiği gibi çocuk işçilerin birçoğu tezgâhtarlık, işportacılık, ayakkabı boyacılığı, çöp, kâğıt toplayıcılığı gibi işlerde çalıştırılmakta. Bu yüzden, bu gibi işlerde denetleme şansı az olduğundan, gerçek rakamların verili rakamların çok üstünde olduğu bir gerçek. Kapitalist ülkeler, çocuğun emeğinin sömürülmesini engellemek yerine, AKP iktidarının da yapmaya çalıştığı gibi, kontrol altına almaya yönelmektedir; oysa yapması gereken, çocuk işçiliğinin ortadan kaldırılması için yasal düzenlemeler yapmaktır ve çocuk emeği sömürüsüne son vermektir.

Sayın milletvekilleri, AKP Hükûmeti, iktidara geldiği andan itibaren emekli vatandaşları devlet ve asıl olarak sermayenin üzerinde büyük bir yük olarak görmüş, bu nedenle, emekli maaşlarını, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en düşük seviyesinde tutmuştur. Emekli maaşının, olabildiğince, hatta ölüme yakın verilmesi için yaş artırımı dâhil uygulamaların hayata geçirilmesi sağlanmıştır. Türkiye'de 10 milyon 227 bin emekli bulunurken, bunların yüzde 20'si yetersiz ücretlerinden dolayı ikinci bir işte çalışmak zorunda kalmaktadır. "Bütçenin kara deliği" olarak görülen emeklilerin aldıkları açlık sınırının bile altındaki 800 TL'lik ödeme, AKP iktidarı için "kârsız" bir yatırımdır. Emeklilerin bu toplumun atıl vatandaşları olarak görülmesi, yoksulluğa mahkûm edilmesi sosyal devlet anlayışıyla bağdaşmaz.

Sayın milletvekilleri, AKP Hükûmetinin "iş gücü piyasasının katı olduğu" savıyla -hareketle- uyguladığı esnekleştirme politikalarının en büyük sorunu ise  taşeronlaşmadır. 2002 yılında 387 bin olan taşeron işçi sayısı, 2011 yılında 1 milyon 611 bine yükselmiştir. Taşeron işçi sayısındaki dikkat çekici artışın en önemli sebebi, hizmet alım yöntemlerinin doğrudan istihdam sağlamaya göre çok daha ucuza gelmesidir. Belediyeler ve kamu kurumları dâhil, pek çok şirket, başta güvenlik, temizlik, ulaştırma gibi hizmetleri taşeron firmaya yüklemektedir. Asıl işveren kollarını bile taşeronlaştırmaya çalışan bir bakanlık mevcuttur. Basında öngörülen işçi ölümlerinin neredeyse tamamı taşeron şirketlerde yaşanmaktadır. İşçiler çoğu zaman çok kötü koşullarda, düşük ücretlerle çalışmakta, hiç bir sosyal güvencesi bulunmamaktadır. Dolayısıyla taşeronlaştırmayı geliştiren değil, aksine, bunu önleyen politikalar yapılmak durumundadır.

Sayın milletvekilleri, emekçilerin tüm haksızlıklara ve hak gasplarına karşı en büyük mücadele aracı örgütlenme hakkıdır. AKP Hükûmeti emekçilerin örgütlenme, sendikalı olma hakkını gasbetmiştir. Türkiye'de kamuda işçiler arasında sendikal örgütlenme oranı yüzde 8, özel sektördeyse yüzde 3'tür. Yani çalışanların çoğunluğu sendikalı değildir. Biz biliyoruz ki "Sendikaya üye olabilir işçiler." söyleminin gerçekle hiçbir alakası yoktur. Çünkü, sendikaya üye olmak isteyen işçiler bin bir baskıyla, işten çıkarılma tehdidiyle karşı karşıya gelmektedir.

Son bir yıl içerisinde BEDAŞ, GEA Klima, Savranoğlu Deri, Kampana Deri, Mersin Liman, Mas-Daf, İmpo Motor, Snop Metal, TOGO, CEHA, CARGILL ve daha birçok fabrika ve iş yerinde yüzlerce işçi sendikaya üye oldukları gerekçesiyle işten çıkartıldılar.

Sayın milletvekillerim, bütçenin hazırlanma sürecine baktığımızda, bu bütçenin toplumun yarısını oluşturan kadınları yok sayarak hazırlandığı görülecektir. Yıllardır kadın örgütlerinin dile getirdiği toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe talepleri bu yıl da görmezden gelinmiştir. Kadın erkek eşitliği perspektifine sahip olmayan hiçbir çalışmanın başarılı olması mümkün değildir. Bu perspektiften bakıldığında bu bütçenin 75 milyon için hazırlandığı söylemi bir yalandır, sadece belli, imtiyazlı sınıfları korumak için hazırlanmıştır.

AKP iktidarının hazırladığı bu bütçe bir savaş ve kriz bütçesidir. Bu her defasında burada ifade edildi, bir kez daha ifade ediyoruz. Dolayısıyla, geçen dönemin hesabının verilmediği bir bütçe bugün de çalışanların, emekçilerin hak ve özgürlüklerini gasbeden, esnek çalışmayı, taşeronlaşmayı destekleyen bir perspektiften hazırlanmıştır. Dolayısıyla, bu bütçeden yararlanacak olan işçiler, emekçiler değildir, gerçekten sermayedir. Dolayısıyla, 75 milyon insanın büyük bir kısmı, yüzde 90'ı bir kez daha mağdur olacaktır. Ve oradan aldıklarını AKP Hükûmeti Orta Doğu'da Türkiye'yi bir savaşa sürüklemek için kullanmak istemektedir.

Türkiye halkları buna karşıdır diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.