| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 38 |
| Tarih: | 12.12.2012 |
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA KALAYCI (Konya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Konya'da Hazreti Mevlânâ'nın 739'uncu Vuslat Yıl Dönümü Uluslararası Anma Etkinlikleri yapılmaktadır. Ölümü "vuslat" yani "sevgiliye, Cenabıhakk'a kavuşma anı", ölüm gününü ise "şebiarus" yani "düğün gecesi" olarak tasvir eden Hazreti Mevlânâ'yı rahmetle anıyor; insan, tabiat ve Allah sevgisinin ve yüksek fikirlerinin insanlığı ilelebet aydınlatmasını diliyorum.
Konya'da yapılan vuslat yıl dönümü etkinliklerinin son günü olan 17 Aralık 2012 akşamı Şebiarus programı gerçekleşecektir ancak Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Büyükşehir Belediyesinin katkılarıyla, İstanbul'da 15 Aralık Cumartesi akşamı Şebiarus töreni yapılacağı haberi Konya'da şaşkınlıkla karşılanmış ve Konyalıların haklı olarak büyük tepkisine neden olmuştur.
Sayın Başbakana ve Hükûmete sesleniyorum: Konya dışında yapılacak bu törenlere engel olun. Alternatif Şebiarus törenleri düzenlemek hiç kimsenin hakkı da değildir, haddi de değildir. Nasıl ki Ertuğrul Gazi'yi anma etkinlikleri Söğüt'te, İstanbul'un fethi etkinlikleri İstanbul'da, Hacı Bektaşi Veli'yi anma etkinlikleri Hacı Bektaş'ta yapılıyorsa Hazreti Mevlânâ'yı anma, vuslat ve Şebiarus etkinlikleri de elli yılı aşkın bir süredir ve aralıksız bir şekilde Mevlânâ diyarı ve yurdu olan Konya'da yapılmaktadır.
Hazreti Mevlânâ'yı anlamak, tüm insanlığa ışık tutan ve sevgiyi, hoşgörüyü temel alan felsefesini gelecek kuşaklara aktarmak için her zaman ve her yerde çalışmalar yapılsın ama bırakın da Hazreti Mevlânâ'yı anma etkinlikleri, Şebiarus programı bütün ihtişamıyla Konya'da yapılmaya devam etsin. Ben başta Konya milletvekili arkadaşlarım olmak üzere, tüm Konyalıları Hazreti Mevlânâ'ya, Şebiarus'a sahip çıkmaya davet ediyorum.
Değerli milletvekilleri, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçesi üzerinde konuşacağım. Burada bütçe görüşmeleri sürerken, Plan ve Bütçe Komisyonu olarak Çalışma Bakanlığının görev alanına giren bazı konularla ilgili bir tasarının görüşmelerini dün tamamladık. Kısa süre içinde de Genel Kurulda görüşülecek. O kadar acele ettirdiler ki komisyonda pazar günü dâhil görüşmeler yaptık. Çalışma Bakanını tanımasak, bilmesek "Maya inancına sahip ve 21 Aralıkta kıyamet kopmadan bu tasarıyı çıkarmak istiyor." diyeceğiz. Ancak hepimiz biliyor ve inanıyoruz ki kıyametin ne zaman kopacağı Cenabımevla'nın takdirindedir. Peki bu acele niye? "Vatandaşımızın beklediği düzenlemeler var." dendi ama komisyon müzakerelerinde gördük ki bu acelenin esas sebebi, Hükûmetin yanlış personel alım politikaları sonucu karşılaşılan sorunları kanunla çözmek. Bu konuların yanında, bir ay sonra da çıksa bir kaybın söz konusu olmadığı, vatandaşlarımızın yararına bazı düzenlemelere yer verilmiş. Tasarının ayrıntılarına girmeyeceğim, nasıl olsa gelince görüşeceğiz ama çalışanların hacı yolu bekler gibi beklediği, Başbakan ve bakanlarca defalarca sözler ve umutlar verilen konular, yüz binlerce hatta milyonlarca çalışanın umut ettiği, çalışma hayatında yaşanan eşitsizlikleri ve haksızlıkları giderecek düzenlemeler maalesef bu tasarıda yer almamıştır.
Daha yakın zamanda, hem Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç hem de Çalışma Bakanının basın çalışanlarının yıpranma payı haklarının iadesine dair umut veren açıklamaları olmuştur. Bilindiği üzere, yarım asırdır uygulanan basın çalışanlarının fiilî hizmet süresi zammı yani yıpranma payı haklarına, 2006 yılında çıkarılan 5510 sayılı Kanun'un 40'ıncı maddesinde de yer verilmiş iken 2008 yılında kabul edilen 5754 sayılı Kanun'la basın çalışanlarının bu hakları gasbedilmiştir. Bu konuda Milliyetçi Hareket Partisi olarak önerge de vermemize rağmen anılan tasarıya alınmamıştır.
Başta belediyeler ve il özel idareleri olmak üzere sözleşmelilere kadro sözü veren Sayın Başbakandır. Başbakanın bu konuda bir televizyon kanalında ifadesi olduğunu, sözleşmelilere kadro çalışması yapıldığını açıklayan ve aylar önce "Önümüzdeki Bakanlar Kurulunda bu durumu gündeme getirebiliriz." diyen de Çalışma Bakanıdır. Bilindiği üzere, 12 Haziran 2011 seçimlerinden bir hafta önce çıkarılan 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'yle sözleşmeli personelin memur kadrolarına atanması öngörülmüştür. Ancak 200 civarında sözleşmeli, memur kadrolarına atanırken başta il özel idareleri ve belediyeler olmak üzere birçok kamu kuruluşundaki sözleşmeli personel ve 4/C mağdurları kadroya alınmamıştır. Sözleşmelilere verilen sözler maalesef göz ardı edilmektedir.
Yine, özellikle belediyelerde işçi statüsünde çalışan birçok teknik personel bulunmakta olup onlar da mağduriyetlerinin giderilmesini beklemektedir.
Yılda on bir ay çalıştırılan, iş güvenceleri olmayan, aldıkları yetersiz ücret ile ayakta durmaya çalışan 4/C'li personele aile yardımı verileceği sözü de seçimlerden sonra unutulmuştur. Diğer sözleşmelilerden alınmayan sözleşme damga vergisi dahi 4/C'lilerden alınmaktadır.
Bazı sözleşmelilere verilen kadrolar, sağlanan haklar kamuda çalışan diğer sözleşmelilere verilmeyerek, Anayasa'yla güvence altına alınan eşitlik ve adalet ilkeleri çiğnenmiştir.
AKP Hükûmeti, Orta Çağ zihniyetini andıran taşeronlaşmayı da politikasının esası olarak uygulamaktadır. Taşeron işçiler, insanca çalışma koşullarından uzak, iş güvencesi olmadan, sendikasız, izin hakkı ve fazla mesai verilmeden günde on iki saati bulan sürelerle âdeta köle gibi çalıştırılmaktadır. Kâr mantığıyla fazla çalıştırılan ancak karşılığı ödenmeyen taşeronlaşma kabul edilemez bir durumdur.
Çalışma Bakanı "Taşeronluk kölelik gibi, bu kabul edilemez." diye açıklama yaparak itirafta bulunmuş ve bunlarla ilgili çalışma yapıldığını açıklamıştır ancak arada bir umut vermekten başka bugüne kadar hiçbir şey yapılmamıştır.
Her geçen gün sorunları daha artan taşeron işçilerine sahip çıkılmalı, çalışma şartları ve hakları iyileştirilmelidir. Devletin asli ve sürekli hizmetlerinde çalıştırılan taşeron işçileri mutlaka kadrolara atanmalıdır.
Ülkemizde "geçici" ve "mevsimlik işçilik" adı altında da bir dram yaşanmaktadır. Yüz binlerce işçi, devletin asli ve sürekli işlerini yapmalarına rağmen yılın belirli dönemlerinde işten çıkarılmaktadır.
2007 seçimleri arifesinde, geçici işçilerin kadroya alınmasını öngören 5620 sayılı Kanun'la yaklaşık 220 bin geçici işçiye kadro verilmiştir ancak başta şeker ve çay fabrikalarında olmak üzere, yıllardır geçici veya mevsimlik işçi olarak çalışanlar kadroya alınmamıştır.
Sayın Başbakan beş yıl önce; "Geride kalan yaklaşık 20 bin geçici işçinin durumu bizleri üzmüştür. Bu geçici işçi kardeşlerimizin sorununu çözmek inşallah bize nasip olur." demişti, ancak bugüne kadar bu durum düzeltilmemiş, mağduriyet hâlen devam etmektedir.
Muhtarlara özlük haklarının iyileştirileceği konusunda söz vermeyen bakan neredeyse kalmamıştır. Hatta, muhtarlara önemli haklar getirilmekte olduğunu dile getiren Hükûmet Sözcüsü Bülent Arınç'ın "Ben de emekli olursam herhâlde bir köyde muhtarlığa aday olabilirim." şeklindeki açıklamasının üzerinden aylar geçmiş, yıllardır verilen sözler tutulmamış ve muhtarlarımız hep aldatılmıştır.
Görüldüğü üzere, AKP iktidarının en iyi bildiği ve yaptığı şey, aldatmak, ayrımcılık yapmak, söz verip verdiği sözü tutmamak ve üzerine yatmaktır.
Değerli milletvekilleri, kamu işçilerinin, eş durumu, sağlık sebepleri ya da başkaca nedenlerle bir kamu kuruluşundan diğerine naklen atanma ihtiyaçları doğmaktadır. Ancak, kamuda çalışan işçiler, diğer kamu çalışanları gibi başka kamu kurum ve kuruluşlarına naklen atanamamaktadır. Bu durum kamu çalışanları arasında eşitsizliğe yol açmaktadır. Kamu işçilerinin de naklen atanma konusundaki sorunlarına mutlaka çözüm bulunmalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak verdiğimiz kanun teklifi maalesef gündeme alınmamaktadır.
Sorunlarına çözüm arayan bir başka kesim "staj mağdurları" diye anılan vatandaşlarımızdır. 5510 sayılı Kanun'a göre çırak veya stajyer öğrenci olarak çalışanlar bir taraftan sigortalı sayılırken ve çırak veya stajyer olarak çalışmaya başlanılan tarih sigortalılık başlangıç tarihi olarak kabul edilirken, diğer taraftan da bu hakların sadece kısa vadeli sigorta kollarıyla sınırlı tutulması eşitsizliğe ve mağduriyete neden olmaktadır. Uygulamada, bazıları bir çalışma ya da sigortalılık olmaksızın geçen doğum, askerlik, aylıksız izin, doktora veya uzmanlık, avukatlık stajı gibi bazı süreler borçlanılabilmektedir. Anayasa'nın eşitlik ilkesi dikkate alınarak, aslında fiilen bir çalışmaya ve sigortalılığa dayanan çıraklık ve staj sürelerine de borçlanma hakkı tanınmalı, bu çalışmalar sigortalılık başlangıç tarihi yönünden de dikkate alınmalıdır.
Emeklilikte yaşa takılanlar da haklarını aramakta, mağduriyetlerinin giderilmesini sağlayacak düzenleme yapılmasını istemektedir. İşe başladıkları tarihte yürürlükte olan mevzuata göre gerekli prim ödeme gün sayısı ve sigortalılık süresini tamamlayan, emeklilik için yaşı bekleyen vatandaşlarımızın yaşadığı mağduriyetleri giderecek bir düzenleme mutlaka yapılmalıdır. Meclisteki tüm siyasi partiler olarak bu soruna bir çözüm bulabiliriz.
Değerli milletvekilleri, son olarak, ülkemizde kronik hâle gelen işsizlik konusuna değineceğim. Çalışma Bakanı geçtiğimiz günlerde "Türkiye'de işsizlik yok." diye açıklama yapmıştır. Plan ve Bütçe Komisyonu zabıtlarından okuyorum: "Bakınız, şunu ifade edeyim: `İşsizlik var.' diyorsunuz, "Şanlıurfa'da İŞKUR'un etrafında birikme var." Ben tam tersini söylüyorum. Türkiye'de işsizlik yok. Bakın, ben bunu söylüyorum, manşet atabilirsiniz." diyor. O hâlde manşeti atalım: Çalışma Bakanı ya sayı saymasını ya da işsizliğin ne olduğunu bilmiyor. Bugün milyonlarca işsiz varken, işverenlerimiz bazı vasıflı elemanları bulmakta güçlük çekiyorsa, hatta bulamıyorsa her şeyden önce bu, on yılı aşkın süredir ülkeyi yöneten AKP iktidarının bir ayıbıdır.
Şimdi, işsizlikle ilgili Türkiye İş Kurumunun bugün yayınladığı 2012 Kasım ayı istatistik bültenine bakalım. Kuruma kayıtlı iş gücü yani iş arayanların sayısı 3 milyon 461 bin 301 kişi, kayıtlı işsiz de 2 milyon 307 bin 368 kişidir. İŞKUR, kayıtlı iş gücünden daha iyi şartlarda is arayanları, emeklilerden iş arayanları ve belli bir iş yerinde çalışmak isteyenleri çıkararak geri kalanları kayıtlı işsiz saymaktadır. Geçen yılın aynı dönemine göre iş arayanların sayısı yüzde 65 oranında, 1 milyon 368 bin kişi; işsizlerin sayısı da yüzde 30 oranında, 533 bin kişi artmıştır. Kayıtlı işsizlerin 693 bini beden işçisi, kalanı da çeşitli meslek dallarında iş arayan işsizlerdir. Yine, kayıtlı işsizlerin 421 bini üniversite mezunu, 8.546'sı yüksek lisans, 379'u da doktora yapmış kişilerdir. Kayıtlı işsizlerin yüzde 45 oranında, 1 milyon 38 bini bir yıldan daha uzun süredir işe yerleştirilmeyi beklemektedir.
Anlaşılan o ki, Çalışma Bakanının kendine bağlı kurumun rakamlarından haberi yok. Bunlar işsiz Sayın Bakanım, bunların "Babam sağ olsun." diyecekleri AKP Hükûmetinde babaları, dayıları yok. AKP'li bakanlar herhâlde etrafına bakınca şirket ve holding sahibi olan, gemi yüzdüren, mısır kaynatan, altın ve pırlanta satan, medya patronu olan mahdumları, dünürleri ve akrabaları, işini yürüten yandaşları, Harun gibi gelip on yılda Karunlaşanları görünce işsizliğin olmadığını sanıyor.
Maliye Bakanı önceki gün yaptığı bütçe sunuş konuşmasında issizliğin hâlâ Türkiye'nin temel sorunlarından biri olduğunu ikrar etmiş, bunun yanında istihdamda başarılar elde edildiğini söyleyebilmiştir. Hem işsizliğin temel sorun olmasından hem de istihdamda büyük başarıdan söz edilmesi çelişmektedir.
Sayın Başbakan da 2009 yılının ikinci çeyreğinden bugüne kadar 4 milyon kişiye ilave istihdam sağladıklarını söylemiştir. Dikkatlerinize sunuyorum: Ekonomimiz 2009 yılının birinci çeyreğinde yüzde 14,7; ikinci çeyreğinde yüzde 7,8 küçülmüş, küçülmede ve işsizlikte tarihî rekorlar kırılmış, istihdam da dip yapmıştır. Sayın Başbakan böylesi bir dönemle bugünü karşılaştırıp başarıdan söz etmektedir.
Ben bütçenin hayırlara vesile olmasını diliyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ediyorum.