GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Coğrafi Bilgi Sistemleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:49
Tarih:29.01.2020

HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 161 sıra sayılı Coğrafi Bilgi Sistemleri ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin geneli üzerine partimizin, Meclis grubumuzun görüşlerini sizinle paylaşacağım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sözlerime başlamadan önce, Elâzığ depreminde yaşamını yitiren yurttaşlarımız için Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyorum. Yine, depremde yaralanan yurttaşlarımızın bir an önce sağlıklarına ve sevdiklerine kavuşmasını diliyorum. Ayrıca, ülkenin dört bir yanından gelerek kurtarma faaliyetlerine katılan herkese ve her görevliye teşekkürlerimi ve minnettarlıklarımı sunuyorum.

Öncelikle şunu belirtmek isterim: Ülkemizde ihale yasalarıyla birlikte en çok yasal değişiklik yapılan alanların başında imarı ilgilendiren düzenlemeler geliyor. Belediye meclislerinin en önemli ve en yaygın gündem maddeleri de imar izinleri ve imar değişiklikleri. Bunun en önemli nedeni, hiç kuşkusuz imarsız ve plansız bir şekilde kentlerde yeni yaşam alanları oluşturmak istenmesi, iktidarların göz yumduğu bu hukuksuzluklara daha sonra hukuksal kılıf yaratılmak istenmesidir.

AK PARTİ iktidarları döneminde kentlerin yeşil alanları, ortak yaşam alanları, deprem toplanma alanları gibi toplumun büyük çoğunluğunun yaşamını ilgilendiren yerler, özellikle iktidara yakın inşaat şirketlerinin daha fazla kâr elde edebilmesi için ranta açıldı. Mahkemelerin yürütmeyi durdurma kararları yok sayıldı, inşaat tekellerinin kârı uğruna birçok değerli tarım arazisi, kent içi yeşil alanlar, yaşam alanları, hatta tarihî mekân ve alanlar betona boğuldu.

"Kentsel dönüşüm" adı altında kentlerde ne kadar büyük cinayet işlendiğini görmek isterseniz, fazla uzağa gitmeye gerek yok; bir gün Yenimahalle teleferiğine binin, son durağa kadar gidip geri dönün, Şentepe gibi on binlerce insanın yaşadığı mahallelerin ne hâle geldiğini, nasıl betona gömüldüğünü göreceksiniz, neredeyse tek bir metrekare yeşil alan yok.

1999 büyük Marmara depreminden sonra 2001 yılında hazırlanan Acil Eylem Planı'nda belirlenen 480 toplanma alanının neredeyse yüzde 97'si ya gökdelenlerle ya da AVM'lerle yer değiştirdi.

Bu konu gündeme gelince AK PARTİ adına konuşan kişiler şunu söylüyorlar, diyorlar ki: "İstanbul'daki bütün okul bahçeleri toplanma alanı." İyi mi? Yani "toplanma alanı" denince, demek ki AK PARTİ yetkililerinin aklına gelen tek şey, insanların ayakta durabileceği boş bir mekân bulunması. Gerçekten "toplanma alanı" dediğimiz şey bu mu? O insanlara hizmet edilebilecek, o insanların gereksinimlerinin karşılanabileceği herhangi bir yer yoksa, sadece ayakta durabilecekleri bir adres gösterdiğinizde bir toplanma alanı yaratmış olmuyorsunuz.

Bakınız, iktidar, milyonlarca seçmenin oyunu alarak seçilen HDP'li belediyeleri gasbetti, belediye başkanlarını görevden uzaklaştırdı, belediye meclis üyelerini görevden uzaklaştırdı. Bununla yetinmedi iktidar, bugün getirilen bu teklifle yine yerel yönetimlerin yetkileri kısıtlanıyor ve yerel yönetimler üzerindeki vesayet yetkisi ciddi anlamda genişletiliyor. Ben birazdan size bunun ayrıntılarını söyleyeceğim. Belki de bunun bir nedeni, İstanbul'da yürüttüğümüz tartışmalar, Kanal İstanbul ve bunun gibi mega projeler. İstanbul'u yönetirken merkezî hükûmetin vesayetine karşı çıkanlar, bugün İstanbul Büyükşehir Belediyesini kaybedince vesayet yetkisini artırmaya çalışıyorlar, belediyelerin yetkilerini daraltmaya çalışıyorlar. Demek ki neymiş? AK PARTİ demokrat falan değilmiş, daha doğrusu AK PARTİ kendine demokratmış.

Yaptığınız her düzenlemeyle ranta dayalı projelere yasal dayanaklar oluşturuyorsunuz, en azından biz böyle değerlendiriyoruz: 5366 sayılı Kanun ve 6306 sayılı Kanun böyle, kanun hükmünde kararnameler böyle, özel imar izinleri böyle, emsal artışları böyle, TOKİ'nin tekelleşmesi böyle, ÇED muafiyetleri böyle, acele kamulaştırmalar böyle. Ancak bu ranttan neredeyse hiçbir zaman, o kentte, orada yaşayanlar yararlanamıyorlar. Kentlerin planlamasına ilişkin öncelikli hedefiniz rant. Buna kuşku yok, aslında bunu da gizlemiyorsunuz. Size yakın inşaat şirketlerini korumak o kadar önemli bir önceliğiniz ki vergilendirmeyi, ranttan vergi almayı bırakın, iflas etmelerini engellemek için bu ülkenin ortak kaynaklarını, bütçesini bu inşaat şirketlerine bir biçimde havale ediyorsunuz, onları kurtarıyorsunuz.

Böyle çok süslü, hegemonik ve egemen söylemlerle yaptığınızı meşrulaştıracağınızı, halkı mega projelere ikna edeceğinizi düşünüyorsunuz, ne diyorsunuz? Bu amaçları açıklarken şöyle cümleler kullanıyorsunuz, diyorsunuz ki: "Kentlere yatırım çekmek ve istihdam sağlamak. Terk edilmiş, yıpranmış çöküntü alanlarını dönüştürmek. Ekonomik açıdan atıl kalmış alanları yeni çekim merkezleri hâline getirmek. Hayallerdeki gibi bir yaşam sağlayacak yaşam kalitesini yükseltmek. Kentin markalaşmasını ve pazarlanmasını sağlamak. Kentsel taşınmazların değerini artırmak." Peki, bu mega projelerle, kentsel dönüşümlerle ne oluyor? Tarihî alanlar kimliğini kaybediyor, mahalleler -tırnak içerisinde- steril hâle getiriliyor. Bu dönüşüm -orta sınıf kalmadı da- orta ve üst sınıf için yeni yaşam alanları yaratıyor ya da turistler ve sermayedarlar için çekim merkezi hâline getiriliyor.

Kentsel dönüşüm projeleri çoğunlukla kent merkezlerinde, arsa değeri yüksek olan bölgelerde uygulanıyor. Anlaşılacağı üzere, kentlinin güvenliği ve sağlığı için değil sermayenin istekleri doğrultusunda kentsel dönüşüm projeleri hayata geçiriliyor. Kentler artık alınıp satılır birer maldır, yaşam alanı değildir; kentte yaşayanlar da doğal olarak iktidarınız için, artık halk değil müşteridir. Bu eşikten sonra, toplum yararından değil müşteri yararından söz edebiliriz. Kent merkezindeki lüks konutlarda orta üst sınıf yaşarken emekçiler kent merkezi dışına sürülüyor. Güzellemesi yapıldığı gibi kentsel dönüşüm, insanları depreme dayanıklı konut sahibi yapmıyor, aksine küçük bir azınlığı daha fazla gayrimenkul sahibi yaparken büyük bir kitlenin ise konutsuz ve güvencesiz yaşamasına neden oluyor.

İddia ettiğiniz gibi kentsel dönüşüm, sadece konutları yenilemek değildir. Kentsel dönüşüm, her ilde aynı tip projelerle sıkıştırılmış yaşam formları değildir. Kentsel dönüşüm, konutları yenilecek diye insanları yaşam alanlarından uzaklaştırmak hiç değildir ve olmamalıdır. Kentsel dönüşümlerde ilk önce bölge insanının ekonomik ve sosyal sorunları ele alınmalı, mahallelilerin ortak ihtiyaç ve özelliklerine uygun, onları bütünleştirecek projelerle başlanmalıdır. Ülkemizde her kent aynı kentsel dönüşüm sorununa sahip değildir. Her yörenin kendi sorunları ve bu sorunların çözümünü yaratacak kaynakları mevcuttur. Yerel dönüşüm stratejisi ve politikalarının geliştirilmesi şarttır ancak böyle yapılmamaktadır.

Yasa teklifine ilişkin ayrıntılı şerhimizi Komisyonda sunduk -161 sıra sayılı Komisyon Raporu'nda var- soldan ve halkçı bir bakışla kaleme aldık; herkesin okumasını tavsiye ederim.

Maddelere ilişkin ayrıntılı açıklamaları, itirazları arkadaşlarımız yapacak; ben genel olarak birkaç konunun altını çizmek isterim.

Birincisi şu: Coğrafi bilgi sistemleri 1960'lı yıllardan beri kullanılıyor, bunu herkes biliyor. Coğrafi bilgi sistemi Türkiye'ye ancak 2000'lerde geldi. Türkiye 2014 yılında coğrafi bilgi sistemi uygulamalarını Çevre ve Şehircilik Bakanlığında kullanmaya başladı. Bu konuda nitelikli bir eğitim verilmiyor, sadece açık öğretim düzeyinde bir eğitim verildiğini biliyoruz.

Burada itiraz ettiğimiz 2 tane konu var. Bir tanesi şu: Yasa teklifi 49 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'ne atıf yapıyor yani sanki Cumhurbaşkanlığı kararnamesi kanunun üzerindeymiş gibi. Oysa kanunu uygulamak için yönetmelik çıkarabilirsiniz, kanunu uygulamak için tebliğ çıkarabilirsiniz ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin hiçbir tanesi de kanunlara ve Anayasa'ya aykırı olamaz. Ama ilk defa bir kanun metninde Cumhurbaşkanlığı kararnamesine atıf yapılacak ve bu bizim yasama faaliyetlerimizde bir ilk olacak. Umarız bundan vazgeçersiniz.

İkinci itirazımız şu: Şimdi, madde metninde diyor ki: "Üniversitelerle, özel kurum ve kuruluşlarla bedelsiz olarak bu bilgiler paylaşılabilir." Evet, bedelsiz olarak üniversitelerle bu bilgilerin paylaşılması anlaşılır bir şey. Peki, özel kurum ve kuruluşlarla bedelsiz olarak paylaşmak ne demek? Hangi özel kurum ve kuruluşlarla bedelsiz paylaşacaksınız, tamamıyla mı yoksa bir kısmıyla mı? Eğer bir kısmıyla bedelsiz paylaşacaksanız bu bir kısmını kim belirleyecek? İktidar istediği özel kurum ve kuruluşa bedelsiz olarak bu bilgiyi sunacak, istemediğine sunmayacak, öyle mi? Kanunda böyle bir düzenleme olamaz, mutlaka bunun da objektifleştirilmesi gerekir.

Bakın, yine, getirdiğiniz bir düzenlemeyle şöyle bir şey yapıyorsunuz: İmar planları ve imar planlarına göre yapılacak arsa ve arazi düzenleme işlemlerine karşı açılacak davaları İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 20/A maddesi kapsamına alıp ivedi yargılamaya tabi tutuyorsunuz. Şimdi, bu imar davalarının uzun sürdüğünü herkes biliyor, dolayısıyla ivedi yargılama kapsamına alınmasına bir itiraz yok ama asıl sorun şu: Şimdi, bu 20/A maddesine göre dava açma süresini altmış günden otuz güne düşürüyorsunuz, yürütmenin durdurulması kararı veya yürütmenin durdurulması ret kararı verilirse 20/A maddesi uyarınca itiraz edemiyorsunuz; yine, temyiz süresini otuz günden on beş güne indiriyorsunuz. Eğer vatandaş bunlardan herhangi birini bir gün aşarsa bu hakkını kaybetmiş oluyor. Aynı İYUK 20/A maddesi uyarınca deniliyor ki: "Dosya tekemmül ettikten sonra iki ay içerisinde, bir ay içerisinde mahkeme karar verecek." Peki, mahkeme karar vermezse ne olacak? Dosya ne zaman tekemmül etmiş sayılacak? Sizi on beş günle, bir ayla sınırlayan yasa, mahkemeyi niye net bir şekilde bir süreyle sınırlamıyor; bu süre aşımının ne anlama geleceğini niye düzenlemiyor? Kanımca, mahkemeyi hızlandırmak gerekir, vatandaşı hızlandırarak gerçekten adaleti sağlayamazsınız. Şöyle bir düzenleme yapabilirsiniz eliniz değmişken, 20/A maddesine şöyle bir hüküm ekleyin, deyin ki: "Eğer idare mahkemesi veya temyiz makamı şu kadar süre içerisinde bir karar vermezse o davayı kabul etmiş sayılır." O zaman hem vatandaşı hem de mahkemeyi bir süreyle kısıtlamış olursunuz.

Şimdi, bir başka düzenleme yapıyorsunuz, bina yüksekliklerine sınırlama getiriyorsunuz ve yatay kentleşmeden söz ediyorsunuz. Kesinlikle destekliyoruz ama bu değişiklik günahlarınızı affettirir mi bilemem. Neden? Örneğin, İstanbul'daki gökdelenlerin yüzde 97'si sizin zamanınızda yapıldı. Yüzde 97'si sizin zamanınızda yapıldı, şimdi de sanki başkası bunun sorumlusuymuş gibi yatay kentleşmeden söz ediyorsunuz. Herkes biliyor, Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yok; eğer gerçekten yatay mimariyi teşvik etmek istiyorsanız, büyük kentler dışındaki diğer kentlere yatırımı teşvik etmelisiniz, ilçelere yatırımı teşvik etmelisiniz, tarımı ve çiftçiliği desteklemelisiniz, oralarda birinci sınıf sağlık hizmeti ve eğitim hizmeti sunmalısınız. O zaman ilçelerden ve diğer küçük kentlerden İstanbul'a, İzmir'e, Ankara'ya insanların akın akın gelmesini engelleyebilirsiniz.

Yine, 2'inci, 3'üncü, 4'üncü, 10'uncu, bir sürü maddede belediyelerin yetkilerini kısıtlıyorsunuz, elde edilen gelirlerden belediyeleri yararlandırmıyorsunuz.

Yine, bir başka düzenleme daha yapıyorsunuz; şu: "Genellik" ve "eşitlik" ilkesine aykırı olarak bazı mühendislerin lehine ayrıcalıklar yaratıyorsunuz. Aslında bunu, Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği Kapsamında Yapılacak Tasarım Gözetimi ve Kontrolü Hizmetlerine Dair Tebliğ'i yayınlayarak 11 Ocak 2019'da yaptınız. Ve bu tebliğin iptali için mimar, mühendisler Danıştay nezdinde bir dava açtılar. Şimdi, olur da o davada bir iptal kararı verilir diye şimdiden bir yasal düzenleme yapıyorsunuz, gelecekteki bir mahkeme kararını engellemeye çalışıyorsunuz. Sayıları da kaç tane? Sanırım 17 tane, yanlış söylüyor olabilirim ama...

MÜZEYYEN ŞEVKİN (Adana) - 19.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - 19 tane seçkin mühendis.

Şimdi, Anayasa'ya aykırılık sorunu var ama, neden? Şöyle: Anayasa'nın 124'üncü maddesi var, diyor ki: "Cumhurbaşkanı, bakanlıklar ve kamu tüzelkişileri, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin uygulanmasını sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak şartıyla, yönetmelikler çıkarabilirler." Yani üstte ne var? Cumhurbaşkanlığı kararnamesi var, kanunlar var; siz buna uygun yönetmelik çıkaracaksınız. Şimdi, ne yapıyorsunuz? Bu tebliğ belki iptal edilir diye kanunları tebliğe uydurmaya çalışıyorsunuz yani açıkça Anayasa 124'ün aksine bir iş yapıyorsunuz.

Bir başka şey, çok daha önemli bir şey var; onu da söylemek isterim. Şimdi, her konuşmanızda diyorsunuz ki: "Cumhuriyetin yarattığı elitistlik ve seçkinciliğe karşıyız." Öyle mi? Seçkinciliğin de elitizmin de dik âlâsını yapıyorsunuz. On binlerce mühendis içerisinden sadece 19 mühendise bu yetkinin verilmesinden daha büyük bir seçkincilik olabilir mi, sadece 19 mühendise?

Yine, getirdiğiniz yasayla, özelleştirme kapsamındaki kurum ve kuruluşların arsa ve arazilerinde imar planlarını değiştirme konusunda itiraz hakkı bulunan belediye gibi kurum ve kuruluşlara on beş günlük cevap verme süresini otuz güne çıkarıyorsunuz. Bu kötü mü? İyi bir şey yani bu süreyi uzatmak iyi bir şey. Ama asıl sorun şu: Belediyeler ve diğer kurumlar, bu otuz gün içerisinde size bir değerlendirme sunmazlarsa bunu kabul etmiş sayılıyorlar yani asıl sorun burada. Bu kısıtlamanın bu yüzden doğru olmadığını düşünüyoruz. Aslında kamu kurum ve kuruluşlarının eylemli olarak bu düzenlemeyle itiraz haklarını da ellerinden almış oluyorsunuz.

15'inci maddede yapmak istediğiniz bir değişiklik var, ilk kez kent rantından genel bütçeye bir gelir elde etmeye çalışıyorsunuz. Burada da yanlış bir şey yok, burada da doğru bir taraf var ama asıl sorun şu, diyorsunuz ki: "Bu yaratılan rantın tamamını bütçeye aktaracağız." Yani o arsa sahibi bundan hiçbir pay alamayacak. Bu mümkün mü? Tartışılabilir.

Şimdi, birincisi: Yalnızca lisanslı gayrimenkul değerleme kuruluşları tarafından değer artışı tespiti yapılacak. Bu kuruluşların gerçek anlamda bir değer artışını tespit edip edemeyecekleri konusunda kuşkularımız var. İkincisi: Arsa sahiplerinin bundan hiç pay alamaması bir dizi soruna yol açabilir. Ama en önemlisi bizce şu: Bu değer artışından büyükşehir olmayan illerde belediyeler hiçbir gelir elde edemeyecekler; büyükşehir belediyesi olan illerde de büyükşehir belediyesi yüzde 25'ini, ilçe belediyesi yüzde 25'ini alacak, yüzde 50'sini de yine merkezî bütçeye havale etmiş olacaksınız. Demek ki bu düzenlemenin de yine asıl amacı merkezî bütçeye bir gelir elde etmek.

247 sayılı KHK'yle 775 sayılı Gecekondu Kanunu'nda yapılan değişiklikle Bayındırlık ve İskân Bakanlığınca kullanılacak yetki belediyeye devredilmişti. Yine yaptığınız bir başka değişiklikle, şimdi getirdiğiniz teklifle bu yetkiyi tekrar belediyelerden alıyorsunuz yani belediyelere verdiğiniz yetkiyi tekrar bakanlığa alıyorsunuz. Şimdi, bunun nedeni ne? İstanbul, Ankara, Adana, Antalya, Mersin gibi çok sayıda büyükşehir il ve ilçe belediye başkanlığını kaybetmeniz mi? Belediyeler partinizin yönetimindeyken bu yetkileri kullanabilir ama bir başka partinin yönetimine geçince hop yasayla yetkiyi merkezî Hükûmete geçiriyorsunuz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin yasama yetkisini âdeta partinizin ihtiyaçlarına göre gasbediyorsunuz, toplumsal ihtiyaçlara göre değil.

Şimdi bir başka düzenlemeyle ilgili birkaç şey söyleyeceğim, sürem azaldı. Şimdi, Anayasa Mahkemesince iptal edilen 3621 sayılı Kıyı Kanunu'nun ek 2'nci maddesini yeniden düzenliyorsunuz. Peki, bu düzenleme ne? Van Gölü kıyısında, Ahlat'ta, yasa teklifinin ekinde koordinatları belirtilen alanda bir tür imar izni veriyorsunuz. Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği düzenlemede neler vardı, hatırlatalım: Çandarlı Limanı vardı, Rize İyidere Lojistik Limanı vardı, Rize dolgu alanı vardı yani yalnızca Ahlat yoktu. Anayasa Mahkemesi "Siz buraları neden imara açıyorsunuz?" demedi, başka bir şey söyledi, dedi ki: "Yasanın öngördüğü sınırlamalardan neden muaf tutuyorsunuz?" Şimdi, siz bu Anayasa Mahkemesi kararı uyarınca düzenleme yapıyorsunuz. Çandarlı Limanı'ndan vazgeçiyorsunuz, Rize İyidere Lojistik Limanı'ndan vazgeçiyorsunuz, Rize dolgu alanından vazgeçiyorsunuz ama bir şeyden vazgeçmiyorsunuz, nereden? Van Gölü kıyısındaki Ahlat'tan. Neden? Çünkü oraya bir saray yaptıracaksınız. Ve bu kanun teklifini ne zaman getiriyorsunuz biliyor musunuz? Tam da depremden birkaç gün sonra. İnsanların başını sokabilecekleri evleri yokken Türkiye Büyük Millet Meclisinde yeni bir saray için yasa değişikliği yapıyorsunuz.

Evet, deprem doğal bir afet ancak depremin doğuracağı sonuçları en aza indirmek, can ve mal kayıplarını en aza indirmek kuşkusuz insanların elinde; burada da hiç kuşku yok ki en büyük sorumluluk yönetimlere düşüyor. Neden? Çünkü yapı iznini veren onlar, oturma iznini veren onlar, sonuçları ortadan kaldırmak için vergi toplayan onlar, deprem olduğunda müdahale edecek ekiplerin bağlı olduğu kurumlar onlar, hatta kimin yardım edip etmeyeceğine karar veren de onlar. Nitekim, bizim belediyelerimizin yardım yapmasını da engellediniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, toparlayın Sayın Tiryaki.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Toparlıyorum Sayın Başkanım.

Dolayısıyla, depremle birlikte ortaya çıkan eksikliklerden dolayı da elbette herkes ilk önce yönetimlere, iktidarlara, belediyelere hesap soracak, sormalı.

Peki, siz ne yapıyorsunuz? "Deprem Manisa'ya gelecekti, Allah'a söyledim, doğuya gitti." diyen şarlatanlar hakkında değil "Gayretullaha dokunmak edebiyat değildir. AIDS, Ebola virüsü... Avustralya, Çin Gayretullaha dokundu, azap geldi. Maazallah, biz de zinayı, livatayı yasallaştırarak, Allah'ın helal kıldığı yaşta evliliği tecavüz sayarak, mutlu yuvaları bozarak Gayretullaha dokunmayalım." diyen şarlatanlara hakkında değil; "Deprem vergilerini ne yaptınız?" diyen Şevket Çoruh gibi, Berna Laçin gibi iktidarın sorumluluğunu hatırlatanlar hakkında soruşturma açıyorsunuz. İşte, biz, bunu eleştiriyoruz.

Evet, deprem hepimizin sorunu, ortak sorunumuz ve bunun için hep birlikte karar almalı, mücadele etmeli, hepimiz elimizi bu taşın altına koymalıyız ama siz bildiğinizi okumaya devam ediyorsunuz diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)