GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ürün Güvenliği ve Teknik Düzenlemeler Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:65
Tarih:05.03.2020

UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlarım, "tarih tekerrürden ibaret" sözünü hatırlatan kaygı verici gelişmeler yaşıyoruz. Dokuz sene önce FETÖ kumpaslarında aylarca Silivri zindanında kalan gazeteci Barış Terkoğlu bu sabah bir kez daha tutuklandı Manisalı gazeteci arkadaşımız Hülya Kılınç'la birlikte. O dönem iktidarın kol kola olduğu FETÖ yanında yok ancak FETÖ'den öğrenilen yöntemler aynen duruyor. Sosyal medyadan gelen bir ihbarla Oda TV Haber Müdürü ve Cumhuriyet yazarı Terkoğlu hakkında soruşturma başlıyor; yine, sabaha karşı evine yapılan baskınla, ailesinin önünde gözaltına alınıyor. Sanırsınız ki eylem yapacak bir terör örgütüne baskın yapılıyor.

Terkoğlu ve Kılınç'ın tutuklama gerekçesi, Libya'da şehit düşen bir MİT görevlisinin kimliğini açıklamak. Oysa gerçek çok farklı. O şehidimizin -ki ben de buradan kendisine Allah'tan rahmet diliyorum; ailesine ve ulusumuza başsağlığı diliyorum- kimliği Oda TV tarafından açıklanmadı; bir haftadır konuşuluyor, gazeteler ve sosyal medya yazıyor, Mecliste hakkında basın toplantısı düzenleniyor. Yani Oda TV'nin böyle bir maksadı yok; tam tersine, haberi hem yazarken hem de yayına verirken hassas davranıyorlar, isim daha önce açıklanmasına rağmen soyadını yazmıyorlar; ailesini, cenazenin verildiği köyü, başka hiçbir kimlik bilgisini vermiyorlar; gerek aileyi gerek kurumu zedeleyecek en ufak bir ima yok. İşte, Manisa'dan haberi yazan Hülya Kılınç diyor ki: "Ben MİT mensubu olduğunu dahi bilmiyordum. Köy muhtarı 'Şehit cenazesi var.' dedi, onun için gittim." Tüm bunlar bilinmesine rağmen Terkoğlu ve Kılınç gözaltına alınıyor, sonra da yine hukuk tarihine geçecek haksız bir kararla tutuklanıyor.

Değerli arkadaşlarım, sanki bir dejavu yaşıyoruz, biz bunu yaşamıştık hissi. Bakın, dokuz yıl önce de, tam da bugünlerde aynı Oda TV'ye yönelik bir operasyon başlatıldı. FETÖ'cü polislerin ve savcıların kurguladığı kumpas davasında gazeteciler Soner Yalçın, Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan, Müyesser Yıldız, Doğan Yurdakul, Coşkun Musluk, Nedim Şener ve Ahmet Şık aylarca tutuklu kaldı, özgürlükleri çalındı. Gerekçeler, bugünküne benzer zorlama gerekçelerdi. O isimlerden biri, Müyesser Yıldız, bugün bir başka davada yine haberini savunmak için adliyedeydi, ondan dinledim. Dokuz yıl önce tutuklanırken gerekçesi, MİT Müsteşarının İmralı'ya yaptığı ziyareti yazmasıydı. Sonra ne oldu? Bu tutuklulukların tamamı yargının ayıbına dönüştü, Türkiye'nin ayıbı oldu. O gazeteciler beraat ettiler, bugün mesleklerini yapmaya devam ediyorlar, edecekler ama Türkiye'nin tarihinden, hafızasından bu kumpaslarda yapılan vicdansızlıklar, masum yurttaşlarımıza çektirilen acılar asla çıkmayacak.

Değerli arkadaşlarım, basın emekçisi 2 arkadaşım Barış ve Hülya'yı dün tutuklatan esas gerekçe, bir cenaze görüntülerinin paylaşılması değildir. Gerekçe, onların, Oda TV'nin her türlü baskıya rağmen gazetecilik yapmaya devam etmesidir. Bildikleri doğruları, gördükleri yanlışları, adliyelerde kurulan FETÖ borsalarını, yargı üzerindeki baskıları, iktidara sırtını dayayan çeteleri yazmaya devam etmeleri, gazetecilikten vazgeçmemeleridir. İşte, Barış, adliyedeki savunmasında anlatıyor: "Dün nasıl, bir çete, yargıyı, kendi önünde engel gördüğü bizlerin üstünde sopa olarak kullandıysa bugün de yargıya baskı kuranlar aynı sopayı bizim üzerimizde kullanıyorlar. Biz, yazdığımız yazılarla, haberlerle, korkup kaçmadan, duruşumuzla, tıpkı dün yaptığımız gibi, kendilerine devleti yuva bilmiş çeteleri açığa çıkardık. Bundan sonra da gerekirse betona gömüleceğiz ama yargıyı kendi hesaplarına meze eden yapılanmalarla mücadeleden vazgeçmeyeceğiz."

İşte, mesele bu değerli arkadaşlarım. Barış, Hülya, Oda TV bir cenaze haberi için hedef alınmıyor; onlara ve onlar üzerinden tüm gazetecilere gözdağı verilmek isteniyor, susturulmak isteniyor. Tıpkı Sözcü'ye, Cumhuriyet'e açılan davalar gibi; Emin Çölaşan'a, Necati Doğru'ya, Musa Kart'a, Kadri Gürsel'e ve daha nicelerine açılan davalar gibi. Barış, ilk değil ve son da olmayacak. İktidarın ve onun etkisi altındaki yargının gözünde basın özgürlüğünün, haber alma hakkının zerre kadar değeri olmadığını bir kez daha gördük.

Bakın, 2 Oda TV davası arasında yani Barış'ın ilk tutuklanışı ile şimdiki tutuklanışı arasında Türkiye'nin nasıl savrulduğunu size anlatayım. Türkiye, son on yılda dünya genelinde özgürlüklerin en çok gerilediği 2'nci ülke olmuş; bizden kötüsü Burundi. Hepimiz için bir ayıp olan bu sonucun en önemli nedeni, basın özgürlüğünün kısıtlanması, kumpas davalarında hayatların karartılması.

Geldiğimiz durum, içinde bulunduğumuz hâl içler acısıdır. Basın özgürlüğüne yönelik her saldırı kendi haber alma hakkımıza yöneliktir. Bu davanın hukuki değil, siyasi olduğu açıktır. Söz konusu olan, millî güvenlik değil, iktidarın güvenliğidir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) - Değerli arkadaşlarım, ülkemizi bir arada, kardeşlik ve huzur içinde yaşayacağımız bir vatan yapmak istiyorsak geçmişte yapılan hatalardan ders alarak geleceğimizi kurmalıyız. Dokuz yıl önceki kurmaca davalarda insanlarımıza yaşattığımız acılardan azıcık dahi ders almış isek Barış Terkoğlu ve Hülya Kılınç derhâl serbest bırakılmalı, bu anlamsız dava düşürülmelidir.

Aynı şekilde, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş ve yargı eliyle cezaevinde tutulan diğer tüm siyasi tutuklular serbest bırakılmalıdır. Türkiye'de konuşarak, tartışarak çözemeyeceğimiz mesele yoktur ama bunun ön şartı, bu konuşmaları, bu tartışmaları yapabileceğimiz özgürlük ortamını her birlikte yaratmak, hep birlikte korumaktır.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve HDP sıralarından alkışlar)