| Konu: | Afrika Kalkınma Bankası Kuruluş Anlaşmasına Katılmamızın Uygun Bulunduğuna Dair Kanunun Değiştirilmesi Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 71 |
| Tarih: | 19.03.2020 |
CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; corona salgınından ülkemizin en az zararla çıkması dileğimle yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle ifade etmeliyim ki görüşmekte olduğumuz Afrika Kalkınma Bankasının sermaye artırımına Türkiye'nin astronomik bir iştirak payıyla katılımının şu kriz ortamında Genel Kurula getirilmesinin arkasındaki aciliyeti, bunun gerekçesini anlayabilmiş değiliz. Ayrıca madem bu kadar acil, bu kadar gerekli, neden Komisyon sıralarında bir bakan ya da bakan yardımcısı bulunmamaktadır, bunu da sormak isterim.
Tabii ki Afrika'nın kalkınması önemlidir, insaniyet açısından hem de Türkiye'nin vizyonu açısından. Bir bankanın donörü olmak önemlidir, faydalıdır ama bu anlaşmayla bankanın sermaye artırımında limitlerin üzerine çıkan olağanüstü bir artırım söz konusudur. Şimdi, Afrika Kalkınma Bankasının sermayesinin yüzde 125 artırılması için karar veriliyor. Bu karar için tüm donör ülkeler oy kullanmıyor ki üzerimize düşen yükümlülük artıyor. Metinde görüyoruz ki ülkemizin iştiraki, özel çekme hakkı olarak 67 milyon 790 bin özel çekme hakkıymış, şimdi bunu 577 milyon 950 bine yükseltiyoruz. Yani sermaye artırımı yüzde 125 ama Türkiye'nin taahhüdündeki artış yüzde 752. Bu, yüksek değil, çok yüksek değil, çok astronomik bir artıştır. Yani bugünkü kur üzerinden 800 milyon dolarlık bir taahhütten bahsediyoruz. Öte yandan, yine bu anlaşmada Cumhurbaşkanına bu miktarı 5 katına kadar artırma yetkisi veriliyor. Biz bu yetkinin doğrudan doğruya tek kişiye verilmesini de doğru bulmuyoruz. Bu yetkiyi kullanması hâlinde ise Türkiye'nin taahhüdünü 4 milyar dolara yani bugünkü kurla 25 milyar liraya artırabilecektir değerli arkadaşlarım.
Dünyada iki kriz var; biri corona krizi, diğeri ekonomik kriz ve bunlar iç içe geçmiş durumda. Daha dün Sayın Cumhurbaşkanı bir paket açıkladı, adı 100 milyarlık paket. İşte bugün biz, az sayıda olumlu önlem olmakla birlikte bu paketin ne kadar eksik, ne kadar yetersiz olduğunu görüşüyoruz. Türkiye'de 8 milyon işsiz var ve işte görüyoruz, bireysel, toplu işten çıkarmalar var, yüz binlerce emekçi daha sosyal güvencesi olmaksızın kapı önüne konuyor ama dün açıklanan pakette emekçiye hiçbir güvence yok, işverenlere teşvik bağlamında getirilen önemler için bireysel ya da toplu işçi çıkarmama şartı dahi yok; çocuğuna bakmak zorunda olan ebeveynlere kamuda idari izin ve özel sektörde ücretli izin yok; halkın ödeyemediği kredi ve kredi kartlarının ertelenmesi yok; su, doğal gaz, elektrik faturalarının ertelenmesi yok; esnafın kirasına erteleme yok. Hâl böyleyken bizim "Bu eksikleri nasıl tamamlarız?" diye konuşmamız gerekirken Afrika Kalkınma Bankasının sermaye artırımına olağanüstü oranda artışla katılmanın özellikle böylesine bir dönemde doğru bir yaklaşım olmadığını vurgulamak isterim.
Bu anlaşmayla, hemen taahhüt edilen 800 milyon dolar yani 5 milyar lira ve Cumhurbaşkanının kararıyla 5 katına çıkarılması hâlinde taahhüt edilen 4 milyar dolar yani 25 milyar lira hepimizin bütçesinden çıkacak, 83 milyonun vergilerinden çıkacak. Peki, böyle büyük bir kriz döneminde bu para Afrika Kalkınma Bankası yerine nereye harcanabilirdi? İşte bugün Genel Başkan Yardımcımız Sayın Faik Öztrak ve İstanbul Milletvekilimiz Sayın Akif Hamzaçebi açıkladılar. Salgın nedeniyle kapatılan işletmelerde çalışanların ödenemeyen maaşlarına harcanabilir. Vergi, sigorta borçlarının sıfır faizle yapılandırılmasına, gelir ve kurumlar vergisinde geriye doğru zarar mahsubunun getirilmesine, işverenlerin bekleyen KDV iadelerinin avans olarak verilmesine, çocuğu olan ebeveynlerin birine verilecek ücretli izinlere, yoksul yurttaşlarımıza, emeklilerimize ve üniversite öğrencilerimize, toplumsal dayanışma desteği ödemelerine, yüz binlerce çiftçimizin tarım kredi borçlarının faizsiz ertelenmesine, kredisini aksatan girişimcilerin sicil affına, halkın bilgilenme ihtiyacını giderecek basın kuruluşlarının desteklenmesine, bu çerçevede yerel televizyonların ödemekte zorlandıkları uydu ücretlerinin, gazetelerin vergi ve prim borçlarının karşılanmasına harcanabilir, harcanmalıdır ve tabii, özveriyle çalışan sağlık emekçilerimize verilecek birer maaş ikramiyelere verilmelidir. Onlara buradan bir kez daha yürekten minnetimizi ifade etmek isterim.
Değerli arkadaşlarım, bu salgın döneminde toplumumuzun şeffaf ve tatmin edici bilgilendirilmesi çok önemli. Bunu yapacak olan da haberciler, gazetecilerdir. Ancak, Türkiye'nin dört bir yanında salgınla ilgili haber yapan gazetecilerin soruşturmalar ve hatta gece yarısı baskınlarıyla gözaltılar yaşaması kaygı vericidir, bu yanlıştan bir an önce vazgeçilmelidir. Bu vesileyle OdaTV haber sitesinin hukuksuz bir biçimde kapatılması ve 3 çalışanı Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Hülya Kılınç ile gazeteciler Murat Ağırel, Ferhat Çelik ve Aydın Keser'in sürmekte olan hukuksuz tutukluluğuna değinmek isterim: Mesele neydi? Libya'da şehit düşen bir MİT mensubumuzun cenaze haberlerinin verilmesi. Haberin içinde millî güvenliği zarara uğratacak hiçbir şey olmamasına rağmen olağanüstü yaptırımlar uygulanmakta ve uygulanıyor. Öncelikle milyonlarca yurttaşın bilgilendiği, haberlerini aldığı OdaTV sitesi kapatıldı hem de haberin kendisine erişim yasağı getirilmiş olmasına rağmen. OdaTV sitesi çalışanları yayın hayatını başka isimlerle sürdürme çabasında ama her biri basmakalıp kararlarla kapatılıyor. Aradan geçen iki haftalık süreçte mahkeme kapatmalara bir gerekçe dahi sunamıyor. OdaTV sitesinin hâlâ kapalı olması bir skandaldır, bir büyük ayıptır. Kapatma kararıyla ilgili İçişleri Bakanlığı tarafından yapılan başvuru dosyasında ise bir başka skandal yatmakta. Emniyet Genel Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı, İçişleri Bakanı adına BTK'ye ivedi notuyla siteye erişim yasağı başvurusunda bulunuyor. Bu belgede bir cenaze törenine ilişkin rahatsızlığın çok ötesinde kaygı uyandıran, çok genel, çok soyut suçlamalar var. Bakın, belge ne diyor: "Genel yayın politikası olarak herhangi bir teyit ya da kaynak göstermeden halkı kin, nefret ve düşmanlığa tahrik ettiği, toplumda karışıklık çıkardığı, ülkenin huzur ve güvenliğini bozmaya çalıştığı değerlendirilen haber ve içerikler yayınladığı, millî güvenlik ve kamu düzeninin korunmasını ihlal ettiği..." İşte, hiçbir mahkeme kararına, hiçbir resmî belgeye dayanmayan bu değerlendirmelerin beraberinde kapatma talep ediliyor ve 7 Martta kapatılıyor.
Şimdi, buradan Adalet Bakanına sormak isterim: Hani birlikte yargı reformu yapmıştık? Hani artık sitelerin tamamına yasak getirmek ifade özgürlüğünün ihlali olacaktı? Hani Anayasa Mahkemesi kararlarına uyum esastı? Anayasa Mahkemesi diyor ki: "Wikipedia'nın tamamını yasaklamak, 'sendika.org' sitesinin tamamını yasaklamak hak ihlalidir." O zaman nerede kaldı bu yüce çatı altında çıkardığımız yasalara, reformlara uyum? Nerede kaldı yüksek yargının kararlarına uyum?
İçişleri Bakanına da yine buradan sormak isterim: Adınıza yapılan bu başvurudaki bu soyut değerlendirmelerin, iddiaların dayanağı nedir? OdaTV, Barışlar hangi haberleriyle halkı tahrik etmişler, hangi haberleriyle toplumda karışıklık çıkarmışlar, hangileriyle huzur ve güvenliği bozmaya çalışmışlar? Bu ağır ithamlarla ilgili elinizde hangi mahkeme kararları var? Bir karar, belge olmadan yaygın biçimde izlenen bir haber sitesine bu kadar kolay kapatma kararı alınması hukuksuzluktur.
İşin bir başka boyutu daha var. Açılan dava ağır cezalık değil, asli ceza mahkemesinde görülecek. Ama bu 6 gazeteci sanki adam öldürmüş gibi, sanki terör yapmış, darbe yapmış gibi on beş gündür tecrit hâlindeler. Barış Pehlivan tutuklanma esnasında bir infaz görevlisi tarafından darbedildi.
Değerli arkadaşlarım, masum insanlara bu çektirilenler sadece hukuksuzluk değildir, aynı zamanda ayıptır, günahtır. FETÖ kumpasında Barışlar on dokuz ay Silivri zindanında yatırıldı, bu kadar zulüm görmediler. Bu kürsüden bir kez daha sesleniyorum: OdaTV'ye yönelik bu siyasi amaçlı hukuksuz yargı süreci sona ermeli, yine hukuksuz kapatmalar son bulmalıdır. Hem tutuklu gazeteciler hem de görüşleri nedeniyle yargı eliyle özgürlüğünden yıllardır mahrum bırakılan tüm siyasi tutuklular derhâl serbest bırakılmalıdır.
Değerli arkadaşlarım, son olarak corona salgınıyla ilgili bir değerlendirmeyi de sizinle paylaşmak isterim. Tüm dünya bu virüsle kavrulurken Türkiye, gerekli önlemleri çok geç aldı; bu bir gerçek. Yurt dışından gelenlerin uzun süre sağlık kontrolünden geçirilmemesi, umreden dönenlerin on dört günlük karantina uygulanmadan evlerine gönderilmesi virüsün ülkemize yayılmasına neden oldu.
Bu ihmallerden birine burada dikkat çekmek isterim, ülkemiz önemli bir turizm merkezi. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Uzak Doğu'dan turistler geldi, corona salgını çıktıktan sonra da gelmeye devam ettiler. Tatil yerlerini, ören yerlerini, Topkapı, Dolmabahçe gibi saraylarımızı ziyaret etmeye devam ettiler. Maalesef önlem almakta çok geç kalındı. Size somut bir örnek vermek isterim: Millî Saraylar bünyesinde gişe görevlisi bir kardeşimiz, Mustafa Kabul 17 Martta vefat etti, dün toprağa verildi. Kendisine Allah'tan rahmet diliyorum, ailesine başsağlığı diliyorum. Vefatıyla ilgili çeşitli iddialar var. Zatürreden öldüğü söylendi ama yaptığı iş itibarıyla sürekli turistlerle yüz yüze olması dolayısıyla salgından etkilenmiş olmasından da şüphe ediliyor. Çalışma arkadaşları, ailesi endişeli. Çalışma arkadaşlarına yani Millî Saraylar çalışanlarına, konunun kamuoyuna yansıtılmaması için baskı yapıldığı yönünde iddialar var. Merhum gişe görevlimizin kızı, babası hastanedeyken sosyal medyadan "Dolmabahçe Sarayı neden açık, babama yazık değil mi, vebalini kim öder?" diye paylaşımda bulunuyor. Peki, ne zaman kapanıyor bu saraylar ziyarete? Çok ama çok geç, Mustafa Kabul'ün toprağa verildiği gün.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayınız.
UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) - Sayın Başkanım, bitiriyorum.
Değerli arkadaşlarım, burada, Millî Saraylar olsun bağlı olduğu Cumhurbaşkanlığı olsun ya da önlemleri alan bakanlıklarımız olsun iyi bir sınav verememişlerdir. Bakın, Millî Saraylar Başkanlığı dün "tweet" atarak tüm turistik saray, köşk, kasır ve müzelerin kapatıldığını duyurdu ama bakıyoruz, sadece bir hafta önce, 11 Martta, Mustafa Kabul hayattayken bir "tweet" daha atmışlar. İşte burada, size göstermek isterim. Dolmabahçe'yi ziyaret eden Tayvanlı grubun fotoğrafı Millî Sarayların sitesinden paylaşılıyor. Mesajda ne deniyor, okuyorum: "Dünyayı tehdit eden corona virüsü, turizm gelirlerini düşürse de tarihî mekânları ziyaret edenlerin oranı azımsanmayacak sayıda. Dolmabahçe Sarayı'nı maskelerle gezen Tayvanlı grup, onlardan biri. Kristal Merdiven'i hayranlıkla inceleyen grup, neşeli tavırlarıyla ilgi odağı oldu." Fotoğrafta Tayvanlı ziyaretçiler var, hepsinin yüzlerinde maske var değerli arkadaşlarım. Bu mesajı, bundan bir hafta önce yazanlar nasıl bir ruh hâlindedir, buradan sormak isterim değerli arkadaşlarım. Merhum gişe memurumuz ve onlarca, yüzlerce arkadaşımız gişede ve diğer birimlerde...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Selamlayalım.
UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) - ...hiçbir korunma önlemi alınmadan çalışırken Tayvan'dan ve dünyanın dört bir yanından ve havalimanında hiçbir kontrolden geçmeden gelen turistlerin fotoğrafını koyarak salgını bir fırsat gibi gösteren mesajı atmak nasıl bir ruh hâlidir? Bu mesaj bugün silinmiş durumda ama hem bu duyarsızlık hem de varsa çalışanlara yönelik o büyük ihmaller soruşturulmuş mudur, merak ediyorum ve buradan çağrıda bulunuyorum: Bu duyarsızlığın, bu ihmallerin bedeli mutlaka bunu yapanlardan sorulmalıdır.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)