| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Filistin Devleti Hükümeti Arasında Filistin-Türkiye Dostluk Hastanesi'nin Gazze'de Ortak İşletilmesi ve Devri ile Filistin Vatandaşlarının Tıpta Uzmanlık Eğitimini Türkiye'de Almasına Dair Protokolün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 75 |
| Tarih: | 31.03.2020 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; ben de sözlerimin başında yüce heyetinizi saygıyla selamlayarak huzurunuzdayım.
Saygıdeğer milletvekilleri, 2020 yılının ilk çeyreğinde ülke olarak ulusal ve uluslararası ölçekte ortaya çıkan birtakım sorunların olumsuz yansımalarına milletçe tanıklık etmekteyiz. Bir yandan transit geçiş güzergâhı olmamız nedeniyle ağır bedellerle yaşadığımız göç ve göçmen sorunları ve olumsuz yan etkileri; öte yandan doğu, güneydoğu merkezli, ülkemizin birçok yerinde yaşadığımız deprem ve çığ felaketleri ve acı kayıplarımız ve akabinde Suriye'nin İdlib bölgesinde Bahar Kalkanı öncesi ve sonrasında yaşananların bizleri büyük acı ve kedere boğması ilk akla gelen hususlardır.
Son günlerde buna bir de kitlesel bir sağlık tehdidi hâline gelen Covid-19 salgınının ülkemizi de etkisi altına alması eklenince milletçe aklıselim düşünmemiz ve hareket etmemiz gerektiğinin kaçınılmaz olduğu açık ve sarihtir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, bir müddet bu tarz olağan dışı durumlarda tüm mülahazaları bir kenara bırakarak birlik ve beraberlik içinde, toplu bir tutum, tavır, davranış ve eylem içerisinde olmamız gerektiği çağrısında defaaten bulunmuştuk.
Şimdi, bir kez daha tekrar ediyoruz çünkü söz konusu vatanın bütünlüğü, milletin sağlığı ve güvenliğidir. Böyle bir birlik ve beraberlik ruhuyla üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir mesele yoktur. İşte, somut bir örneğini geçen günlerde kutladığımız, yâd ettiğimiz, 105'inci yılını idrak ettiğimiz Çanakkale Deniz Zaferlerinde gördük.
Saygıdeğer milletvekilleri, insan, yaratılışı gereği maddi ve manevi bir varlıktır. Yani bir yönüyle manası, iç dünyası söz konusu; bir yönüyle de maddi dünyası söz konusudur. Dolayısıyla ikisi arasındaki dengeye dikkat ederek birtakım gelişmeleri takip edip birtakım iyi niyetli çabaları göstermek zorundayız çünkü aslolan, gerçekten, insanın bir bütün olarak bu dünyada ikamesinin, hayatının devamının sağlıklı bir şekilde sürdürülmesidir.
Saygıdeğer milletvekilleri, Türk milleti, tarihinin çeşitli dönemlerinde yüz yüze geldiği büyük afet, salgın, saldırı ve musibetlere karşı millet olma refleksiyle, "Sen ben yok, biz varız." şiarıyla hareket etmiş ve elhamdülillah, üstesinden gelmeyi başarmıştır çünkü vatanı korumak, onu kurmak veya kurtarmak kadar şerefli bir görevdir. Bu görevin de birinci dereceden muhatabı, aziz milletinin kurumsal veya sistematik yapısı olan devlettir. Yani milletin yaşaması ile devletin varlığı ve idamesi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Dolayısıyla, bu ilişkiyi dikkate alarak birtakım hususlara değinmek istiyoruz.
Evet, şu ana kadar kürsüden yapılan konuşmalar ışığında, baktığımızda, sürekli, seçildiğimiz bölgeleri temsilen ve bizim üst çatımız olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin ali bir kurumu olarak yüce Mecliste birtakım kalkınma önerileri, birtakım kurtuluş reçetelerinden bahsettik. Elbette ki bunlar devletin, Hükûmetin yapması gereken hususlardır ama çuvaldızı oraya batırırken iğneyi de kendimizden ihmal etmemeliyiz diye düşünüyoruz. Niye söylüyoruz? Çünkü gerek şu anda varlık, buradaki mevcudiyetimizin anlamı olan, seçildiğimiz bölgelere olan sorumluluklarımızdan bakarak çıkarım sağladığımızda, gerek insani duygularımız açısından ya da inançlarımız, değerlerimiz, kriterlerimiz açısından baktığımızda, inanın, hepsini bir arada hesaba katıp şu sonuca varıyoruz: Biz bildiklerimizle değil ya da vâkıf olduklarımızla, öngörülerimizle değil yaptıklarımızla sorumlu tutulacağız, yaptıklarımızdan dolayı, en önde söylediğim, seçmen huzuruna geçeceğiz, insanlığa hesap vereceğiz, tarihe not düşeceğiz ya da indallahta bunun manevi hesabını da göreceğiz. Dolayısıyla neyi bildiğimiz değil, neyi tavsiye ettiğimiz değil, hangi sistemi, hangi öngörüyü, hangi siyasi çıkarımı veya çözümü önerdiğimiz değil, burada ne yaptığımızın biraz daha gündeme gelmesi gereken olağanüstü şartlarda yaşıyoruz. Ne yapmalıyız? Biz, bize düşmesi hasebiyle yapmamız gereken, bu kadar ivedilikle çözüm bekleyen çok önemli bir sağlık meselesi konusunda ne yapmalıyız? Dünya şu anda gerçekten bir çaresizlik içerisinde, fakruzaruret içerisinde ve inanın, bazı Avrupa ülkelerinin akıbetinin ne kadar sıkıntılı olduğunu resimlerde çok açık bir şekilde görüyoruz; gömülmeyi bekleyen cesetler...
Şimdi, bütün bunlar ışığında, birazcık sorumluluk alarak neler yapılabilir? Biz, âcizane bunu düşündük, tefekkür ettik, istişare ettik ve Genel Başkanımız, biraz önce saydığımız 2020 yılının ilk çeyreğinde yaşadığımız bütün bu sıkıntılar noktasında, gerçekten "Biz ne yapabiliriz?" noktasında somut birtakım eylem planlarını devreye soktu. İşte, bunlardan bir tanesi, hatırlarsınız, Malatya ve Elâzığ'daki deprem akabinde arkadaşlarımızla oraya gidip elimizde ne varsa, gücümüz neye yetiyorsa -hani "Komşusu açken tok yatan bizden değildir." ulvi düşüncesine matuf bir şekilde- çadırımızla, kumanyamızla elimizdekini avucumuzdakini paylaşmaya çalıştık. Yetmedi, daha sonra, göç dalgası sonrasında Trakya sınırımıza yoğunluklu olarak birikenler için yine biz, Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Genel Başkanımızın öngörüsüyle "Somut, ete kemiğe büründürülmüş şekliyle ne yapabiliriz?" düşüncesinin eyleme dönüşmesi sonucu "Hiç değilse oradaki çocuklara, donmak üzere olan yavrularımıza bir kreş açalım, hiç değilse indallahta onların feryatlarıyla muhatap olmayalım." dedik.
Şimdi de karşımızda bir salgın var. Elbette ki siyasetin çözmesi gereken sorunlar var, elbette ki biz de seçilmiş olduğumuz bölgenin insanlarının bu olağanüstü şartlarda karşılaştığı birtakım sıkıntılarına vâkıfız. Belki birçoğu Türkiye'ye genel, şamil kılınacak meselelerdir ama özellikle doğuda, güney doğuda, gerçekten iklim şartlarının ağır olduğu bölgelerde biraz daha ağırlıklı seyrediyor. Bizim öncelikli olarak inanın -yardım paketleri ya da ufak tefek birtakım, elbette ki bunları anlamsızlaştırmayacağız, küçümsemeyeceğiz ama- ivedilikle çözülmesi gereken... Gerçekten sanayi bölgesi olmaması hasebiyle genellikle esnafın ve küçük ölçekli sanayicinin olduğu bir bölgeden bahsediyoruz, hizmet sektörünün yoğunluklu olduğu bir bölgeden bahsediyoruz; kapanan iş yerlerinin olduğu, ücretlerini alamayanların, çıkış akdi verilenlerin yaşadığı bir bölgeden bahsediyoruz. O zaman ne yapabiliriz? Elbette ki devletimiz, yetkililer, Hükûmetimiz bu konuda peyderpey birtakım önlemler alıyor ama biz "Bir an önce buna -çorbada tuz misali- nasıl bir katkıda bulunuruz?"un endişesi içerisindeyiz. Uykularımız kaçıyor, rahat değiliz çünkü nereden geldiğimizi biliyoruz, nereye gideceğimizin de farkındayız. Biz, yüce Türk milletinin, gerçekten, İslam ahlak ve faziletiyle bezenmiş yüce mensuplarıyız. Dolayısıyla, artık uykusuz gecelere muhatap olmama adına dedik ki: "Evet, bizim de bu çorbada tuzumuz bulunsun." İşte, o, elektrik faturasını ödeyemeyen, doğal gaz faturasını ödeyemeyen, dükkânını açıp rızık kapısını işletemeyen insanlara gerçekten somut bir şeyler yapmak lazım. Onun için böyle bir kampanya başlatıldı ve biz de parti olarak -Genel Başkanımız kendi ifadesiyle buna katıldığını dün açık bir şekilde belirttiler- buradan, katıldığımızı çok net bir şekilde ifade ediyoruz. Elbette -benim buradaki bireysel olarak katkım- ben inanıyorum ki en azından dadaşlar diyarı Erzurum'daki gerçekten soğuktan düçar, yeni fatura eklenmesin diye yakıtını yakamayan insanların belki 1 lirasına katkıda bulunur benim bir maaşım diye vicdanen bir rahatlama düşüncesi içerisindeyim. Bunu yapmazsak gerçekten sıkıntı daha da büyük hâller alacak. Dolayısıyla bizim parti olarak bu kampanyaya destek verdiğimizi ifade etmek istiyoruz. Elbette ki devletimiz -biraz önce ifade ettim- mutlaka somut adımlar atıyor, daha çok atacak, daha büyük projeleri devreye sokacaktır ama bizim de bu çorbada tuzumuzun olması gerekir. Ama bunları yapmak yerine bağcıyı dövmeyi hedeflemek, gerçekten, bu şartlarda ne siyaset adına ne muhalefet adına ne de efendim, birtakım öngörüler, birtakım eksikler, hatalar üzerinde odaklanarak bir kazanım sağlama adına beyhude girişimlerdir. Bunu somutlaştırmak gerekirse, taa dünyanın öbür ucundan, Amerikalardan, insanların sağlığıyla ilgili dahi kötü bir haberi bir intikam duygusuna dönüştüren, insanlıktan nasibini almamış insanların "tweet"lerine bakınca "Ya Rabbi çok şükür iyi ki biz böyle değiliz." diyoruz. Ne demek? Yani, bir insanın sağlığından bir intikam duygusu, bir intikam vesilesi çıkarmaya çalışıyorlar.
Efendim, bir hastane resminden 3 farklı haber yapılıyor. Bir yerdeki hastanenin bir resmi, aynı resim, 3 ilde 3 farklı acil resmi gibi lanse ediliyor. Bizim de doktor arkadaşlarımız var, ben de akademiadan geliyorum, her akşam görüşüyoruz konuşuyoruz çünkü bu bir seferberlik ilanıdır bir nevi. Niye seferberlik ilanıdır? Yaşadığım somut bir örnekle ifade etmeye çalışayım: "Erzurum'dan 2 mektup" diye, yabancı, İngilizce bir metin geçti elime çok yıllar önce, tesadüfen karşılaştım, daha sonra çevrildi bu. Efendim, Osmanlı-Rus Harbi sonrası, bölgede yoğun kış şartları, kışın bir türlü toprağa ulaşılamamasından dolayı cenazelerin defnedilemediği, karın altına gömüldüğü bir süreç ve İskoç Kilisesi mensubu 36 kişilik doktor grubunun bölgeye insani yardım etme adına gelişi ve baharla birlikte... Onların yazdığı 2 mektubun yaptığım çevirisinden size ifade etmeye çalışıyorum. Daha sonra bu uluslararası belge olarak yayınlandı ve o doktorların bir tanesinin de torunu geldi, Erzurum'da biz misafir ettik ve konuştuk. Aynen şunu ifade ediyorlar: "Cesetleri gömemiyorduk. Bırakın teşhis, tanı koymayı, gelen cesetlerin birçoğunun zaten derileri yapışmış, çorabını çıkarmaya çalıştığımızda ayağının derisi de beraberinde geliyordu; birçoğunun ağzı, burnu, birçok uzvu yoktu çünkü kurtlar yemişti. Bahar geldi, sular akmaya, karlar erimeye başlayınca şehri bir koku aldı ve eriyen karlar kızıl akmaya başladı ve dizanteri, difteri ve diğer salgınlardan dolayı 36 kişilik doktor grubundan 16'sını da biz kaybettik."
Şimdi, Allah aşkına, bu yüce Meclis çatısı altındayız, defaatle söylüyoruz; ne olur şu siyasi mülahazalarımızı bir kenara bırakalım, birbirimizde ayıp arama noktasında değiliz artık çünkü, gerçekten Yaradan'ımızın da yasak ettiği bir şey, kusur aramayacağız, şimdi kusur arama zamanı değil, ayıp arama, hayıflanma "Eh işte, bunu yaptın, bunun cezası da budur." deme zamanı değil. 14'üncü yüzyılda da bunun çaresi buydu. Aynen Somuncuoğlu gibi, aynen 11'inci yüzyılda İbni Sina'nın yine millete söylediği de buydu o dönemde yaşanan salgınlar ışığında. Şimdi, bizim gerçekten bireysel olarak katkımız ne olabilir, ne yapabiliriz? Burada siyasi düşüncelerimizi, mülahazalarımızı bir kenara bırakıp, gerçekten sözle değil -çok hafife alıyoruz- alkışlamayalım, tebrik etmeyelim, "Allah razı olsun." demeyelim, ne yapalım? Ne yapalım? O zaman onların maddi eksikliklerine maddi katkıda bulunalım, o zaman geçmişimize bakıp ders çıkarıp, tekrar yaşamama adına "Biz ne yapabiliriz?"in çare ve çözümünü düşünelim.
Değerli arkadaşlar, bu düşünce ve duygularla biz hareket ettik ve bu kampanyaya katılma kararı aldık çünkü benim Erzurum'daki hemşehrimin gerçekten fakruzaruret içerisinde ödeyemediği faturalarına kaynak oluşturulması adına ben bu çorbaya bir tuz atma niyetindeyim. İnşallah Rabb'im hedefine ulaştırır diye düşünüyorum.
Ben bu duygularla yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)