| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sürücü Belgelerinin Karşılıklı Tanınması ve Tebdiline İlişkin Anlaşma ve Anlaşmada Değişiklik Yapılmasına Dair Notaların Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 76 |
| Tarih: | 01.04.2020 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Dün, Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri -ortaklarıyla beraber diyelim- İnfaz Yasası'nda bir dizi değişikliği öneren yasa teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisinde sundular. Cuma günü Adalet Komisyonu toplanacak, önümüzdeki hafta da Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine geleceği bekleniyor, bekliyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisinin gündemine gelecek, tartışılacak elbette, hepimiz birkaç gündür çok şey söyledik, üzerine söylenecek çok şey var fakat içerden insanların ne hissettiğini duyumsamak gerekir, hepimiz o duyguları içten yaşayarak bunu ifade edemeyebiliriz ama ben, sizlere yirmi yedi yıldır cezaevinde olan bir mahpusun mektubunu okuyacağım. Öyle duygu sömürüsü içeren bir mektup değil, kişisel bir talebi de yok, umutsuzluk da yok mektubunun içerisinde. Tersine ülkemiz için de, insanlık için de umut verici bir mektup. Duygu yüklü çokça mektup aldık, birçok milletvekilimize mektup geldi. Emin olun, bunların hiçbirisinde Adalet ve Kalkınma Partisine de, Meclise de hakaret yoktu, küfürler yoktu. Tersine adil bir çözüm, infazda eşitlik isteme vardı bu mektupların hepsinde. Eminim sizlere de bu tür mesajlar, mektuplar gelmiştir.
Mektup şöyle başlıyor: "Dostlara... Hey, siz dışarıdaki içerdekiler merhaba. İyi ve sağlıklı olmanız dileğiyle hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Özlemle kucaklıyorum, öpüyorum da. Korkmayın, sözlü kucaklaşma serbest, üstüne, gönül rahatlığıyla sizleri öpebilirim. Dikkatli olduğunuz ve meseleyi ciddiye aldığınızı düşündüğüm için -televizyonlarda yedi gün yirmi dört saat söylenenler yetmezmiş gibi- uyarılar yapıp sizleri bunaltmak istemem. Yalnız şunu söyleyebilirim, corona günlerinde yapılacak en ciddi şey ne derseniz gülmek derim. Sakın ha, gülmeyi ve güldürmeyi unutmayın. Geçenlerde televizyonda bir görüntü izledim, "..."(x) oldum, gülmekten kırıldığımın Kürtçesidir "..."(x) Bir işyerinde dört adam oturmuş konuşurlarken, birisinin hapşırmasıyla, hapşıran da dahil hepsi, depreme yakalanırmışçasına kaçıyorlardı. Hele biri vardı ki hapşırma sesini duyar duymaz montunu kafasına geçiriyordu.
Gülme ve güldürmenin dışında ne yapabilirsiniz? Hazır, corona sizlere de dünyanın ölümlü bir dünya olduğunu hatırlatmışken uzun "keşkeler" listenizden azaltmalara gidebilirsiniz. İşe sevmeyle başlayın; iş, kariyer, okul ve para kazanma koşuşturmasında unuttuğunuz sevmeyle içinizde ukde kalmış şeyleri yapın. Evlerinizde çocuklarla oyunlar oynayın, derslerine ve Kürtçe öğrenmelerine yardımcı olun. Ev sakinleriyle -kiminiz varsa artık- eşinizle, çocuklarınızla, anne babalarınızla, kardeşlerinizle konuşun. Yalnız, öyle havadan sudan, coronadan değil; birbirinizin yüreklerine dokunarak, dinleyerek konuşun. İnternet ve telefonla olması koşuluyla -yakın temas yasak- sevdiklerinizle, dostlarınızla görüşün. Okuyun ve güzel filmler izleyin. Ha, bir de yazmak isterseniz ben buradayım. Eskiden de yazanınız yok gibiydi, üstüne bir de sokak başlarında pusuya yatmış corona dururken yazı postalayacağınızı pek sanmam ama ben yine de söylemiş olayım: Olur da yazan olursa taahhütlü göndermeyi unutmasın. Televizyondan izlediğim profesörlere göre, mektuplarınızı aldığımda kaynar suyla dezenfekte edebilirim. Şaka yapmıyorum, bir profesör "Ellerinizi kaynar suyla yıkayın." diyordu. Çamaşır suyuyla yıkayabilirim, havalandırmadaki çamaşır ipine mandalla asıp üç dört gün havalandırabilirim ya da mektubunuzu okuduktan sonra ellerimi yirmi saniye sabunla yıkayabilirim. Ne dersiniz? Hangisini yapayım? D şıkkı aklıma yattı.
Şaka bir tarafa, hayatlarınızda belki de ilk kez biz içeridekilerle az da olsa empati yapabilecek bir hapis hayatı yaşıyorsunuz. Sizleri özgürlüğünüzden alıkoyan mahpusluk, kimse için arzu etmediğimiz bir şey. Umarız geçici olarak dışarıda olan ama esasında içeride olan milyonlar, kalıcı olarak içeride olan bizleri anlar. Ne dersiniz, anlarlar mı? Corona akıllandırır mı?
Yalnız şunu da söyleyeyim: Siz de biz de içeride olsak da şartlarımız yine de eşit değil. Hapis içinde yaşadığımız zamanlar da olmuştu ama böylesiyle ilk kez karşılaşıyoruz. Spor, sohbet gibi iç etkinlikler ile açık ve kapalı ziyaretler anlaşılır bir gerekçeyle iptal edildi. Dış dünyayla tek bağımız haftada bir yirmi dakika telefon ve mektuplarla sınırlı. Alınması gereken tedbirleri anlayışla karşılıyor insan ama toplumun en dezavantajlı kesimi zindanlara gösterilmesi gereken özen de gösterilmiyor.
İçeridekiler, bağışıklık sistemi en zayıf insanlar. Zaten, yıllardır sağlıklı beslenemeyen, yoğun stres altında olan, kronik hastalıklarla mücadele eden, tedavileri yeterince yapılmayan insanlarız. Sözün özü, corona için kolay avız. Emin olun, tek bir vaka bile hızla yayılır ve kitlesel ölümlerle sonuçlanır. Hiçbir ilin hastanesi hapishanelerden yüzlerce hastayla uğraşamaz, altyapısı, insan kaynakları buna yetmez. Ne mi olur? Hapishanelerde kapalı kapılar ardında ailelerimizle, sevdiklerimizle vedalaşmadan ölüme terk ediliriz. Realite bu iken, bugünlerde infaz indirimiyle tahliyelerden söz ediliyor, biz siyasileri kapsam dışında tutacaklarını söylüyorlar. Gözden çıkarılan ilk avız. Bu, nasıl bir kin ve nefret ki yaşam hakkı için sayılmakla kalmıyor, bir ülkenin önümüzdeki onlarca yıllık toplumsal barışını ve iç siyasetini çatışmalı hâle getirecek bir yaklaşım sergileniyor. 10 bin kişinin aile ve yakın çevresine, yüz ile çırpılırsa yüz binlerce insana verilen mesaj şu oluyor: Ben, ulusal ve uluslararası hukuku ve etiği takmıyorum, kan davası güdüyorum, toplumsal barış beni ilgilendirmiyor. Bu yolla, corona da bir lütuf mu sayılacak? Yüreklerine taş basarak, asmayıp da beslediklerinden mi kurtulacak?
12 Eylül 1980 vahşetinin halklarda yarattığı travma ve sonuçları, bir ülkenin kırk yılını, en değerli evlatlarını, toplumsal kaynaklarını aldı. Yaşanacak kitlesel ölümlerle 12 Eylül travması da sonuçları da yüze katlanır. Bu görülmüyor mu? Kin ve nefret bu kadar mı kör etti gözleri? Corona safarisinde, kafeslere kapatılmış avlar olarak avcıya altın tepside sunulmamız ülkeye ne kazandırır, tersine ülkenin tamamına kaybettirir.
Corona, tüm dünyaya ve insanlığa ölümlü bir dünyada olduğumuzu hatırlattı. Belki de yeni bir dünyanın kurulmasına vesile olacak, yeni dünyaya hiç kimse dünün bagajıyla ulaşamaz. Yalnız, yerel ve ulusal tüm meselelerini çözmüş, iç barışını sağlamış, demokratik, özgür, eşit ve katılımcı bir siyaseti hâkim kılmış, doğanın çığlığını duymuş, doğaya zarar vermekten vazgeçen ülkeler ve devletler yeni dünyada yer bulabilecekler. Görmek isteyen gözler ve duymak isteyen kulaklar için corona çok yalın bir hakikati ifşa ediyor aslında. İstatistiklerde görülüyor ki hayatını kaybedenlerin 10 katı, 100 katı insan enfekte olmuş olmasına rağmen tedavi edilebiliyor aslında. Devletleri asıl panikleten, kısa süreden on binlerce, yüz binlerce insanın enfekte olup sağlık altyapılarının buna yetmediği gerçeğidir. Bu da gösteriyor ki öldüren corona değil, öldüren kapitalizmdir; daha doğrusu, kapitalizmin ve ulus devletlerin sağlığa, bilime, eğitime, insana ve doğaya aktarması gereken kaynaklarını silahlanmaya, savaşa, işgallere bir zümrenin zenginleşmesine, doğanın talan edilmesine, toplumlara hiçbir faydası olmayan şatafatlı dev yapılara, küresel ısınmayı artıran gazların salınmasına aktarmasıdır.
Tarihin bir ironisi olsa gerek, nükleer bir savaşın dünyanın sonunu getireceği düşünülürken mikroskobik bir virüs, dünyanın süper hegemonu ABD'sinden, türlü ırkçı ritüellerle övünen tüm ulus devletleri ışığa tutulmuş tavşan misali şaşkına çevirdi.
Şimdi oturduğumuz, kapandığımız evlerimizden soru sorma zamanı. Yirmi yedi yıllık deneyimimden bilirim mahpushanenin soruların en çok sorulduğu yer olduğunu. Haftalarca, belki de aylarca bu içerikli hayat deneyiminiz de dileriz çok sorulu geçer. Misal şöyle sorular sorulabilir: Hiroşima, Nagazaki, ve Halepçe'ye atılan bombalarla, depolardaki yüzlerce nükleer silahla corona imha edilebilir mi? Enfâl ve tenkille yok edilebilir mi? Dev savaş gemileri, F-35, F-16'larla ya da milyonluk ordularla virüsle savaşılabilir mi? S-400'ler ya da Patriot'lar coronaya kalkan olabilir mi? SİHA'lar, İHA'lar onları etkisiz hâle getirebilir mi? Dev gökdelenler, yüzen palmiye şehirler, plazalar, beton yığını kentler, milyonlarca araba; yüzlerce hektar ormanlık alanın yok edilmesine, suların siyanürle kirletilmesine sebep bir avuç altın insanlığı virüsten koruyabilir mi? Bir zamanlar yapıldığı gibi, 80 ilde yüzlerce camide kılınacak fetih namazları, okunacak selalar işe yarar mı? Ve virüsü yaymanın bir aracı hâline gelen en kirli nesnesi para bizi kurtarabilir mi?
Kaderin cilvesi işte, coronayla artık her koyun kendi bacağından asılmıyor, küresel bir köye dönen dünyamızda birimizin virüsü hepimizin virüsü oluyor. Kurtuluş hep birlikte mümkün. O nedenle, zaman evde miskin ve umutsuz bir şekilde oturma zamanı değil, zaman soru sorma ve düşünme zamanı. Dünyada Ekvator kuşağında henüz tanımlanmamış 5 bin virüs olduğu, küresel ısınmayla daha da hareketlendiği söyleniyor."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi lütfen.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
"Yarın mutasyon geçirmiş daha güçlü, daha inatçı bir virüsle karşılaşıldığında eğer bugün sorulması gereken sorular sorulmamış ve doğru yanıtlar üzerinde bir araya gelinmemişse işte o zaman insanlık corona günlerini arar. Mahşere dört atlıyla kıyametimize mi koşacağız yoksa dersimizi alıp yeni bir dünyanın arayışına mı gireceğiz? Evlerine kapanan bu mola anında insanlık buna karar verecek. Dünün bagajıyla düşünen ve davranan devletlerden umutlu değilim ama insanlıktan yana umutluyum. Alaca karanlık corona günlerinin ardından insanlığın şafağında kazanan hayat, umut, sevgi ve barış olur umudundayım, yeter ki coronanın Sokrat'ın 'at sineği' misali sorularına uyanalım. Birilerinin ceza sürelerinde on beş, yirmi yıl indirimlere gidilirken bizlerin de ne yaşı 70, 80'lerinde olanların ne de bir asrı içeride devirmiş olanın, üç yıl beş yıl kalanın, ne kronik ölümcül olanın ne de çocuklu kadının toplumsal barışa vesile pahasına da olsa bırakılmayacağımız görülüyor. Siz dışarıdakilerin, içeridekilerin, demokratik parti ve örgütlerin, aydın ve toplum önderlerinin karar alıcılar üzerinde bir baskısı olursa belki. Varlığımızın da ölümümüzün de yeni kavgalara, acılara vesile olmasını istemiyoruz, tek kaygımız bu. Kalın sağlıcakla."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı.)
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - "Selam ve saygılarımızla altına imza atıyoruz, hepinizi saygıyla selamlıyorum." (HDP sıralarından alkışlar)