GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:79
Tarih:08.04.2020

CHP GRUBU ADINA ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan infaz kanunuyla ilgili Cumhuriyet Halk Partisi Grubu adına söz aldım. Bu vesileyle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, bir defa, bizim birinci önceliğimiz vatandaşımıza doğruyu söylemektir. Bu bir infaz kanunu değildir, bu bir af kanunudur. Siyaha beyaz demenin kimseye hiçbir faydası yoktur. Bakın, Türk Ceza Kanunu'nun 65'inci maddesi açıktır. 65'inci maddenin (1)'inci fıkrası genel affı düzenler, (2)'nci fıkrası özel affı düzenler. Özel afta infaz indirimleri özel af olarak tarif edilir. Bu konuda doktrindeki bütün kitaplara, açıklamalara bakabilirsiniz. Şu an yapılmakta olan toplu özel aftır dolayısıyla Anayasa'nın 87'nci maddesine göre beşte 3 çoğunlukla çıkması lazımdır, 360 milletvekilinin oyuna ihtiyaç vardır. Ben değerli milletvekillerinden rica ediyorum, açsınlar, bu söylediklerime ilgili kanunda baksınlar, en son da Anayasa'nın 81'inci maddesine baksınlar. Tüm milletvekilleri bu kürsüden Anayasa'ya sadakat yemini ettik, namusumuz ve şerefimiz üzerine sadakat yemini ettik. Herkesi bu yemine uygun davranmaya davet ediyorum.

Değerli arkadaşlar, af nedir? Af hangi ülkelerde çıkar? Neden böyle düzenlemeler yapmaya ihtiyaç duyulur? Hukuk devletinin oturduğu, hukukun evrensel ilkelerinin uygulandığı hiçbir ülkede af çıkmaz, ceza indirimi olmaz. Biri bir ceza alıyorsa ne kadar yatacağını o suçun mağduru da bilir, herkes de bilir. En son nerede af çıktı? Ben size söyleyeyim, Kuzey Kore'de kuruluşunun 70'inci yılı nedeniyle af çıktı. Bakıyorsunuz, Suriye'de af çıktı; bakıyorsunuz, Doğu Asya ülkelerinin, Güney Afrika ülkelerinin birçoğunda zaman zaman af çıkıyor çünkü orada yaşayan insanlar da biliyor, orayı yöneten diktatörler de biliyor ki o ülkelerde hukukun evrensel ilkeleri uygulanmıyor, kamu vicdanı yaralanmış durumda ve zaman zaman bu düzenlemeleri yapıyorlar.

Türkiye tarihine bakıldığında, 1960 yılında darbe oldu, Adnan Menderes ve bakanlar haksız bir şekilde idam edildi, devamında onun gibi on binlerce hukuksuz işlem olunca 1966'da af kararı vermek durumunda kaldılar. Niye? Kamu vicdanı yaralanmıştı. 1971'de muhtıra verildi, sıkıyönetim mahkemeleri kuruldu, Deniz Gezmiş ve arkadaşları asıldı, binlerce insan haksız yere cezaevlerine gönderildi, mahkûm oldu, 1974'te af çıktı; 1980 yılında Türkiye'de 12 Eylül darbesi oldu, yine sıkıyönetim mahkemeleri kuruldu, yine çok haksız uygulamalar oldu, belki bugün Mecliste yer alan birçok insan o mahkemelerin mağduru oldu, 1991'de af çıktı. Devam ettik, devlet güvenlik mahkemeleri uygulamaları, yaygın hukuksuzluklar; 1999'da başka gerekçelerle bir af düzenlemesine ihtiyaç oldu.

Bakın, bugün geldiğimiz noktada, AKP'nin iktidara geldiği 2002'de 50 binin üzerinde tutuklu, hükümlü varken bugün 6 kat arttı ve 300 bin oldu. Kimse şu bahanenin arkasına sığınmasın: "Rahşan affı çıktı." Çıkmadan evvel 70 bin kişi vardı, siz teslim aldığınızda 57 bindi. "Bunun nedeni ne?" derseniz; en başta hiç kimseyi dinlemeden, her şeyi ben bilirim bakış açısıyla baktığınız 2005'ten bugüne kadar Ceza Kanunu'nda, Ceza İnfaz Kanunu'nda, Ceza Muhakemesi Kanunu'nda aklınıza estiği gibi düzenlemeler yaptınız; "2010 Anayasa değişikliğini yapmayın." dedik, dinlemediniz, yaptınız; 2016'dan sonra "Yaygın hukuksuz uygulamaları yapmayın." dedik, onların birikimi de yaşandı bugün; 2017'de "Bu rejim değişikliğini gerçekleştirmeyin, bunlar çözüm üretmiyor." dedik, bunu gerçekleştirdiniz. Hepsinin sonucunda ne oldu? Bir ülkede suç oranı neden artar arkadaşlar? İşsizlik varsa, ekonomik dengesizlik varsa, bu ülkenin çok büyük bir çoğunluğu yoksulluk sınırının altında yaşıyorsa sosyal patlamalar yaşanır, suç oranı artar. Böyle palyatif düzenlemelerle bu işin önüne geçemezsiniz.

Cumhuriyet Halk Partisi olarak Türkiye'de, bize oy versin vermesin, hangi siyasi görüşten olursa olsun, tüm Türkiye'de yaşayan yurttaşların adaletini savunmakla yükümlü hissederiz kendimizi. Biz büyük bir adalet yürüyüşü gerçekleştiren, Ankara'dan İstanbul'a dünyanın en büyük adalet yürüyüşünü gerçekleştiren bir siyasi partinin temsilcileri olarak adaleti her alanda savunmakla yükümlüyüz. Biz infaz adaletini savunuruz, biz geçmişteki Anayasa Mahkemesi kararlarının bize yol gösterdiği gibi yasama organı üyeleri olarak suçların cezasını artırabiliriz, suçların cezasını düşürebiliriz. Ama biz genel düzenleyici işlemler yapabiliriz. Biz infaza düşmüş mahkûmlar arasında istisnaları sınırlı tutmakla yükümlüyüz, bu bizim yükümlülüğümüz. Yol gösterici olacağız. Biz herkese karşı, tüm Türkiye'ye karşı yaptığımız işle diyeceğiz ki: İçeride kalan şunun için kaldı, çıkan şunun için çıktı. Dolayısıyla herkesin adaletini savunmakla yükümlüyüz.

Değerli arkadaşlar, ben şimdi size soruyorum, diyorum ki: Bu düzenlemeyle somut olarak rüşvet suçunu işleyen...

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Zeynel Bey, burnunun üstüne al daha rahat konuşursun, böyle burnuna da çekersen daha rahat konuşursun.

ZEYNEL EMRE (Devamla) - Sayın Başkanım, bir dakikam gitti şunu düzeltirken, sonuna ilave edersiniz. Alışık değilim vallahi, zorlanıyorum.

BAŞKAN - Sayın Emre, sıkıldığınız zaman yavaş yavaş, tam açmamak kaydıyla nefesinizi alın. Ben biliyorum ama kurallara da uymakta hepimiz örnek olalım.

ZEYNEL EMRE (Devamla) - Tamam.

Şimdi, değerli milletvekilleri, zor koşullar altında bir yasa çıkarmaya çalışıyoruz. Bunu layıkıyla yapmak hepimizin tarihî sorumluluğu.

Şimdi, ayrı ayrı sorsak belki buralarda değil de kuliste: "Kardeşim, rüşvet yemek, almak mı daha büyük suç, irtikâp mı daha büyük suç, dolandırıcılık mı daha büyük suç yoksa konuşmak, yazı yazmak mı daha büyük suç?" dediğimizde, eminim hepiniz ilk söylediğimi tercih edersiniz. Mermi mi daha tehlikeli yoksa bu kalem mi daha tehlikeli değerli arkadaşlar? Eğer "Bu kalem daha tehlikeli." diyorsanız, size söyleyecek sözüm yok.

Değerli arkadaşlar, bakın, şunu çok net bir şekilde ortaya koymamız lazım: Türkiye terörden çok çeken bir ülke. Dolayısıyla yasama organının terörü önleme konusunda her türlü olağanüstü tedbiri alma sorumluluğu vardır. Ama bununla birlikte, terörizmle mücadelenin sağlıklı olabilmesi için gerçekten terör suçu işleyen ile işlemeyenin de doğru bir şekilde ayıklanması lazım. Dünyada uygulanan temel kriterler nedir? Değerli arkadaşlar, bakın, terör örgütü üyeliği için bir hiyerarşik yapıya dâhil olacaksınız, astınız üstünüz olacak, örgütün amaç ve faaliyetleri doğrultusunda hareket edeceksiniz, örgütte herkes kod isim kullanıyorsa sizin de bir kod isminiz olacak; uluslararası kriterler bunlardır.

Terör örgütü propagandası için "nedir" diye baktığımızda, geçmişten bugüne kadar aslında bizim Yargıtayımızın verdiği kararlar da o doğrultudaydı. Neydi bunlar: Konuşma sonrasında açık ve yakın bir tehlike oluşuyor mu; bir isyan, bir kalkışma ortaya çıkıyor mu; bir suç işlenmesini teşvik edici bir şey oluyor mu -değil mi- ya da terör örgütlerinin silahlı eylemlerini övücü açıklamalar meydana geliyor mu?

Şimdi, ben size soruyorum: Geçen gün bir kampanyaya başlandı. Doğrudur, değildir; kampanyaya insanlar bağış yapar, yapmaz. Vatandaş, AKP'nin daha önce yaptığı kampanyalarda topladığı parayı doğru kullanmadığını düşünüyor, biz de öyle düşünüyoruz. Defalarca söyledik, şehitlerle ilgili para topladınız, gazilerle ilgili, gereğini yapmadınız. Bir hukuk devletinde yönetenler, hangi gerekçeyle vergi toplayıp hangi gerekçeyle bağış topluyorsa sadece o alanda kullanabilir.

Şimdi, vatandaşın teki "Zırnık yok kardeşim size." demiş, terörle mücadele ekipleri gidip bunu gözaltına alıyor. Tır şoförü "Kardeşim, bana 'Çıkmayın sokağa.' diyorsunuz. Ben sokağa nasıl çıkmayayım? Açlıktan ölürüm. Beni corona öldürmez, bu düzen öldürür." diyor, efendim, ona hemen gözaltı işlemi yapılıyor. İlginçtir, İçişleri Bakanı "Arkasına bakmamız lazımdı." diyor. Ya, bir hukuk devletinde İçişleri Bakanı gözaltı talimatı verebilir mi? Savcılar verir bunun talimatını, soruşturma açar. İhbar varsa savcı, gözaltı kararı verir, hâkim uygular. Nasıl hukuk devleti bu? Şu an Türkiye'de cezaevinde 300 bin insan var, bunun 40 bini tutuklu, 40 bini hükümözlü, gerisi hükümlü.

Bir defa, tutuklularla ilgili düşüncemiz net değerli arkadaşlar: Birlikte bir çözüm bulalım. Salgın hastalık var, belli bir ceza miktarına kadar belli bir suç tipi kararlaştıralım, salgın hastalık durumunda elektronik kelepçeyle eve gideceğini karar altına alalım. Buna illa bizim dediğimiz olsun demiyoruz, birlikte bunu yapalım değerli arkadaşlar.

Şimdi, ikincisi, hükümlülerle ilgili biz diyoruz ki, bu ülkedeki gazeteciler, yazarlar, çizerler fiilen cezaevinde olmuş, olmamış böyle bir düzenleme yapıldığında bunları kapsam dışında tuttuğunuzda vatandaş der ki: "Ya, siz nasıl yasa yaptınız? Bu nasıl adaletti?" Bunu kimseye anlatamazsınız.

Bugün, Çorlu'da tren kazasında 10 yaşındaki torunu Oğuz Arda ortadan ikiye ayrılmış, hayatını kaybetmiş. Bunun gibi yüzlerce yaralı, hayatını kaybeden insan var. Biz Oğuz Arda'nın dedesine ne diyeceğiz? Biz yasa çıkardık, taksirli suçlar oldukça bundan yararlanıyor. Biz yasama organı olarak hangi suç kötü, hangisi en kötü, hangisi biraz daha kötü gibi kriterlerle hareket edemeyiz. Kapsayıcı düzenlemelere ihtiyacımız var değerli arkadaşlar.

Bakın, gelen teklifte... Türkiye'de kanayan bir yara var, kadına karşı işlenen suçlar. Türk Ceza Kanunu'nda "kadına karşı işlenen suç" diye bir madde yok, bir bölüm yok. Bir madde ihdas edebiliriz pekâlâ, bunu kararlaştırabiliriz. Bizim önerimiz oldu Komisyonda. Bunu da birlikte yapmaya hazırız. Özel olarak bir suç kadına karşı işlendiğinde nasıl işlem yapılacağına karar verebiliriz.

Cezaevlerine giren mahkûmların hangi koşullarda ıslah olup olmayacağına oradaki kurumda yetkilendirilen, usulünce oluşturulan kurullar karar verebilir. Bu, birçok Batı ülkesinde de dünyada da vardır. Zaman zaman oralardan gelen raporlara göre kararlar verilebilir. Ancak değerli arkadaşlar, şu anda burada gelen 32'nci maddede çok açık bir şekilde cezaevine girecek gazete ve kitaplara ambargo konuyor. Hangi gazetenin mahkûmları nasıl iyileştireceğini, iyileşmesine nasıl engel olacağını bir tarif eder misiniz? Hangi gazeteler iyileştirir, hangileri hasta eder? Böyle bir kriter olur mu? Türkiye'de basılan gazeteler cezaevinde de okunur. Kim hangisini isterse onu okur.

Hukukun temel prensiplerinden biridir, 100'den fazla hukukçu var Mecliste, bir dosyada bir hâkim karar verdikten sonra o dosyadan el çekmiş olur ya. O dosyayla ilgili Allah aşkına bir daha karar verebilir mi, dosyayı bir daha ele alabilir mi? Dosya istinaf aşamasına gitmiş, dosya Yargıtay aşamasına gitmiş, Yargıtaydan önce karar veren hâkim dosyayı alacak "Ben bunda karar vereceğim." diyecek. Böyle hukuk olur mu değerli arkadaşlar?

Şimdi, bakın, Türkiye'de 2007'de başladı, uzunca bir süre devam etti; çok ciddi kumpaslarla, kumpas davalarıyla Türkiye karşı karşıya kaldı. Dönem değişti, kumpas oldukları ortaya çıktı, FETÖ'cülerin yaptığı, gerçekleştirdiği ortaya çıktı. Bu dosyalarda yeniden yargılama oldu, beraat etti. Ama bu FETÖ'cü diye ihraç edilen 5 bin hâkim, savcının baktığı dosyalarla ilgili bir düzenleme yapılması düşünülemez mi değerli arkadaşlar? Garibanın dosyası ne olacak? Kimsenin tanımadığı, bilmediği insanlar bize mektup gönderiyor, diyor ki: "Ya vekilim, benim dosyama bakan savcı, davayı açan savcı FETÖ'cü çıktı, mahkeme heyetinin hepsi FETÖ'cü çıktı, soruşturanlar da FETÖ'cü çıktı. Ben yirmi yıl, otuz yıl ceza aldım. Madem bunlar teröristti, ya benim dosyama bir daha bakılması gerekmez mi?" Bu haksız bir talep değil değerli arkadaşlar. Bunu muhakkak karşılamak lazım.

Türkiye'de yargıya güvenin yerlerde olduğu, bizatihi yetkililer tarafından yüzde 30'un altında olduğunun beyan edildiği bir ortamda yargıya güveni artırmak zorundayız. Bunu sadece Cumhur İttifakı yapamaz, sadece AKP iktidarı yapamaz çünkü on sekiz yıllık yaygın uygulamalarınız yargıya güveni bu hâle getirdi. Türkiye'de sadece AKP ve MHP yok. Ben size Cumhuriyet Halk Partisinin Adalet Komisyonu Sözcüsü olarak söylüyorum: On sekiz saatlik Adalet Komisyonu toplantısında, benim ve arkadaşlarımın ileri sürdüğümüz tespitler sonucunda bir tek virgül değişmedi, olduğu gibi geldi buraya. Şimdi de göreceğiz Genel Kurulda ne olacağını. Böylesine hassas bir konuda dahi "Ben bilirim her şeyi, ben yaparım." derseniz Türkiye'deki adaletsizliği daha fazla derinleştirirsiniz.

Değerli milletvekilleri, Türkiye'nin en büyük problemi -önce şu gerçeği tespit edelim- yargı bağımsız değil, yargı Tayyip Erdoğan'ın emrinde kardeşim, hiç bunu inkâr etmeyelim. Bir mahkeme bir karar veriyor -karar doğrudur, yanlıştır- AKP Genel Başkanı çıkıyor, grup konuşmasında diyor ki: "Biliyorsunuz bütün karanlık işlerde işte şu şahıs var. Bir manevrayla onu beraat ettirmeye kalktılar." Ya karar doğru olur, yanlış olur, yargı incelemesi vardır. Bir iktidarın başındaki kişi bunu söyleyebilir mi? O mahkeme başkanı hemen soruşturma geçirip, o mahkeme kararının uygulanmadığı bir hukuk düzeni olabilir mi? Kararın doğruluğu yanlışlığı başka bir şey ama son birkaç senedir yaygın olarak mahkeme kararlarının uygulanmadığını, kritik davalarda mahkemenin verdiği bir tahliye kararından sonra Tayyip Erdoğan'ın da tahliye kararı vermesi gerektiği gerçeği var Türkiye'de, bunu inkâr etmeyelim. Değerli milletvekilleri, tersi de var; bir mahkeme biriyle ilgili tutuklu kalmasını düşünebilir, şayet Tayyip Erdoğan yabancı devlet başkanlarına söz verdiyse onu hemen bırakırlar. (CHP sıralarından alkışlar) Burada da kimse bize bağımsız yargıdan bahsetmesin.

Türkiye, Anayasa'sında yer aldığı gibi insan haklarına duyarlı, laik, demokratik bir hukuk devletiyse bunun gereğini yerine getirecek. Mahkûm olan bütün vatandaşlarımızın sağlığı devlete emanettir. Birincisi: Orada yayılacak bir salgından, yaşanacak kayıplardan devlet sorumlu olur. Onun için, her türlü önlemi almak zorundayız. Alınabilecek azami her türlü önlem alınacak, burada bir siyasi bakış açısıyla bakamayız. Türkiye Cumhuriyeti insan haklarına duyarlı bir hukuk devletiyse, insan haklarının ilk maddesi yaşam hakkıdır, yaşam hakkını savunmak zorundayız.

Ben şu hususu dikkatinize bir kez daha sunmak istiyorum değerli milletvekilleri: Ordu'da katledilen Ceren Özdemir'in katline sebebiyet veren o şahıs, sizin "ben bilirim"ci anlayışınız nedeniyle, yanlış düzenlemeleriniz ve uygulamalarınız sonucunda cezaevinden serbest kaldı, yapılması gereken yapılmadı, gitti pırıl pırıl bir genç kızımızı katletti. Taksim'de İTÜ öğrencisi, 23 yaşında, emekli bir polisin oğlu olan Halit kardeşimizi katleden kişi de -bizatihi soruşturmalarda ortaya çıkıyor ki- tahliye olmaması, serbest kalmaması gerektiği hâlde serbest kaldığı için gitti o işi yaptı. Öyleyse, değerli milletvekilleri, bu kadar gerçek ortadayken hâlâ "biz biliriz, biz yaparız" şeklindeki bir anlayıştan uzak durun.

Türkiye böylesine kritik bir evrede her alanda birlik olmalı, birlikte hareket edebilmeli ama uzlaşmak için fedakârlık da lazım. Kendi düşüncelerinizin hepsini karşınızdaki gruplara dayattığınız zaman bir uzlaşma olmaz. Türkiye Cumhuriyeti kendi geleceğini de koruyabilir, mevcut corona salgınını en az hasarla da atlatabilir, dünyada bu konudaki en şanslı ülkelerden biri de olabilir çünkü en genç nüfus bize ait, dünyada bu alanda 2'nciyiz; birçok iş yapılabilir ancak şu andaki gidişat tamamen tersi değerli arkadaşlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın, Sayın Emre.

ZEYNEL EMRE (Devamla) - Tamamlıyorum.

Gerek alınan önlemler gerek buradaki yaklaşım gerek salgınla mücadelede izlenen prosedür, oradaki partizanlık gerekse bu tip düzenlemelerdeki bakış açısı bu ortaklaşmaya engel oluyor. Bakın, corona virüsünün bile bir adaleti var; Ağrı'nın köyündeki adamı da vuruyor, İngiltere Başbakanını da vuruyor.

Değerli arkadaşlar, yapacağımız düzenleme en azından objektif kriterlere uysun. Yasada mecbur kılınan çoğunluk, bu uzlaşma ortamı aransın diye getirilmiştir. Yasanın etrafından dolanarak Türkiye'deki adaletsizliği daha fazla derinleştirecek, vicdanları kanatacak bir düzenleme yapmayın diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.(CHP sıralarından alkışlar)