| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 41 |
| Tarih: | 15.12.2012 |
SEBAHAT TUNCEL (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Aile ve Sosyal Politikalar Banklığı bütçesi hakkında Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, aslında, bu bütçenin gerçekten halkımızın lehine olmadığını ve bu bütçenin sadece belli bir zümreyi korumak için olduğunu en net gösteren nokta kadın yaklaşımı çünkü bu bütçe, başından beri kadını yok sayan, kadına duyarlı, toplumsal cinsiyete duyarlı bir yaklaşımla hazırlanmış bir bütçe değil. Yıllarca, kadınlar, bütçe hazırlandığında bu bütçenin mutlaka toplumsal cinsiyete duyarlı olması gerektiğini, çünkü kadınların toplumun yarısını oluşturduğunu, toplumun yarısını görmeyen bir bütçenin, aslında toplumsal anlamda hiçbir anlamı olmayacağını ifade ediyor. Bu çok net bir tavır, dolayısıyla bu bütçe geçersizdir aslında kadınlar açısından.
Şimdi, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bünyesinde? Biz sadece kadın meselesini konuşurken, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı bazında konuşuyoruz, bu bile AKP iktidarının aslında kadına yaklaşımını göstermesi açısından çok önemli.
Bakanlığın kuruluş amacına baktığımızda, isminde eskiden "kadın" vardı, "Kadın ve Aileden Sorumlu"; "kadın" kelimesini de çıkarttılar, "Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı."
Biz, tabii ki biliyoruz her siyasi partinin bir ideolojik yaklaşımı var, bir politik yaklaşımı var, tasavvur ettiği bir toplum yaklaşımı var, burada kadınlara biçtiği bir rol, erkeklere biçtiği bir rol, rol model olması durumu var. Dolayısıyla, bunun üzerinden bir çalışma yapılıyor. Bugün AKP'nin aslında yaklaşımını tam da bu bütçe görüşmelerinde çok net olarak görüyoruz.
Eğer toplumun yarısı olan kadınları bütün bakanlıklarda bir kenara bırakıp, aslında hiçbirinde bunu ifade etmeyip, sadece kadın meselesini Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında? Ki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığında ne var? Engelliler var, yaşlılar var, çocuklar var ve kadınlar var ve Aile ve Sosyal Politikalar bütün bunları dezavantajlı gruplar olarak ifade ediyor. Biz, her fırsatta kadınların dezavantajlı grup olmadığını ifade ettik, söylemde şimdi bir düzeltme var, ama biz, şimdi KEFEK'te toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunda bir alt komisyon kurduk, Maliye Bakanlığının bürokratlarını dinledik. "Nasıl hazırlıyorsunuz bütçeyi?" Diyor ki "Biz cinsiyete kör bütçe hazırlıyoruz." Yani kadın ve erkekleri yok sayıyoruz. Bu ne demek? Kadınları yok sayıyoruz, çünkü erkek egemen sistem içerisinde her şey erkeklere göre düzenlenmiş, dolayısıyla erkeklere göre düzenlenmiş bir bütçe. Bu, bu bütçe tartışmalarında yok sayılan -genelde herkes bir şekilde rakamlarla ifade ediyor- bu yaklaşımları ifade eden bir nokta. O yüzden, bu meselenin kendisi bütçe tartışmalarında çok ciddi bir sorun.
Şimdi, değerli milletvekilleri, bakıyorsunuz bu Bakanlığın yaptığı işlere, bu Bakanlık, kadını aile içerisinde birey olma yaklaşımını ortadan kaldırıp ailenin bir ferdi olarak görü, aslında ikincil olma durumunu, erkek egemen sistem içerisinde geleneksel olarak bize öğretilen kadınlık rolünü yeniden üreten bir noktada. Her gün yeniden üreterek, burada aslında kadınların bir birey olmasını engelliyor. Şimdi, bakın kadınların özellikle istihdam alanına ya da yoksullukla mücadele meselesine, yaşlılara bakıma? Kadınlar en çok nerede çalışıyor? Yaşlı bakımında, çocuk bakımında, engellilerin bakımında. Zaten ev işleri meselesi de görünmez emek. "Görünmez emek" diye bir durum var. Bakın, buradaki kadın milletvekilleri açısından durum çok vahim çünkü bu kadın vekiller, aynı zamanda evde, evinin işlerini yapmak durumunda. Çünkü bu biyolojik olarak çok doğal ve kadının işiymiş gibi görülüyor. "Kadınsın, ne iş yapacaksın? Tabii ki yemek yapacaksın, çocuğa bakacaksın, ev temizleyeceksin." gibi yaklaşım? Bu olmadı, bazı kadınlar statü elde ediyor, çalışma yaşamına katılıyor, bu defa, bu işleri yine başka kadınlar aracılığıyla satın alıyor. Yani burada bir piyasa oluştuğu doğru. Yine diyelim ki, ev eksenli çalışan kadınlar var, bunlar da yine ucuz iş gücü. Dikkat edin, kadınlara reva görülen şey "sosyal politikalar" diye içerdiğimiz, aslında kadını yok sayan, yaşam içerisinde erkek egemen zihniyeti meşrulaştıran bir noktada. O yüzden, burada gelişim olması mümkün değil. Kadın ve erkeği eşit olarak görmeyen, toplumsal yaşamda dışlayan bir yerde gerçek anlamda demokrasi, özgürlüklerden bahsetmek mümkün değil. Bu, ciddi bir sorun. Bu, çok temel bir eleştiri bizim açımızdan.
İkincisi, bu Bakanlığın yaptığı en temel iş, sosyal politikalar. "Sosyal devletiz, dolayısıyla sosyal devlet olmanın gereğini yapıp sosyal yardımlar yapıyoruz." diye -bu konuda Sayın Fatma Şahin oldukça emek sarf ediyor- bu, ciddi anlamda bir problem. Sevgili arkadaşlar, bu sosyal yardımların kendisi, aslında toplumda yoksulları zavallı gören, öteki gören, aslında birey olmaktan uzaklaştıran bir nokta. Oysa bu yapılan yardımların hepsi hak temelli olmalı. Yani bir devlet, kendi yurttaşının eğer barınma hakkını, sağlık hakkını, eğitim hakkını sağlayamıyorsa zaten o devletin o güçlü devlet olma şansı yok. Her defasında AKP'li vekillerin "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." diye söylediği, aslında devleti yaşatmak için bütün insanları onlara hizmet eden bir noktaya getirdiği nokta tam da bu. Bugün "sosyal yardımlar" denen şey, hak temelli olmak durumunda. Eğer bu olmadığı zaman, siz sadece iktidarınız döneminde birilerine oy amaçlı "Ben size 250 liralık çek veriyorum, destek veriyorum, şu destek, bu destek?" E, bunun karşılığı ne olacak? Bir de vakıflar aracılığıyla yapılıyor daha çok bu. "Bunun karşılığı bana oy vereceksin." Vermezse, kesiyorsun. Bu çok ciddi bir sorun.
Diğer bir konu: Sayın Bakan Fatma Şahin Twitter hesabından bir şey paylaşmış, bence çok önemli bir veri. Diyor ki: "Biz bu işe başladığımızda en zengin yüzde 10'la en yoksul yüzde 10 arasındaki fark 18 kattı. Şimdi bu farkı 12 kata indirdik."
Sevgili arkadaşlar, düşünün, bu ülkede en zenginle en yoksul yüzde 10'luk arasındaki dilim 12 kat. Bu bir felaket. Bunda övünülecek bir şey yok. Bu ciddi anlamda problemli bir durum ki gerçek durum bundan çok daha fazla.
Bu yoksulluk meselesinde, tabii, yoksulluğun iki temel şeyi var: Etnik olarak Kürtleşmiştir, cinsiyet olarak da kadınlaşmıştır. Yani bakın, en yoksul yer neresidir? Sayarsınız, dün vardı illerde, en çok Kürt illeri, Kürdistan'da şey yapan iller. En yoksul kim? Yine kadınlardır. Dolayısıyla, biz bu işi çözmek istiyorsak, Sayın Bakanın Twitter'daki hesabından "sosyal adalet ve sosyal barış" diye ifade ettiği şeyin önemli olduğunu düşünüyorum. Bütün bunları sağlayabilmek için de "yoksullukla mücadele" denen şeyin aynı zamanda bir demokrasi mücadelesi, bir eşitlik mücadelesi, bir özgürlük mücadelesi olduğunu da görmesi gerekir. Eğer siz hâlâ bu ülkede kadınları ikincil olarak görüyorsanız, eğer yok sayıyorsanız oradan bir eşitlik ya da bir refah beklemeniz mümkün değil. Eğer hâlâ bu ülkede Kürt sorunu gibi bir sorun çözülemiyorsa, "Kürt sorunu yoktur." diyorsak, "Kürt yurttaşların sadece ekonomik sorunları vardır." gibi bir yaklaşımla, mevcut olan sorunu, savaşı, çatışmayı görmezden gelirsek ne toplumsal adalet olur ne toplumsal barış olur.
Yine, değerli milletvekilleri, bugün sabah İstanbul'da bir toplantı vardı Kaos GL'nin. Onlar ayrımcılığa karşı bir sempozyum düzenlediler. İktidar partisinden kimse yoktu, CHP'den vardı. Bu ülkede en ötekilerden birisi de LGBT bireyleri. Dolayısıyla, kadınlar açısından durum vahim, hele onlar açısından durum çok daha vahim çünkü cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği tanınmıyor bile. Bu çok ciddi bir sorun. Bunlar gelişmediği sürece, yani bu konuda buranın zihniyeti değişmediği sürece, ciddi anlamda Türkiye'nin demokratikleşmesi mümkün değil.
Bakın sevgili arkadaşlar, bir toplumun gelişmişlik düzeyi kadın ve erkek arasındaki eşitliğe bağlıdır, toplumsal cinsiyet eşitliğine. Bunu biz söylemiyoruz, bunu dünya geneli de söylüyor. O çok övündüğümüz İstanbul Sözleşmesi tam da bunu emrediyor yani diyor ki: "Türkiye'de bütün alanlarda kadın ve erkek eşitliğini sağlayacaksınız." Ama bakıyoruz, bırakalım eşitlik sağlamayı, eşitlik politikalarını, hâlâ cinsiyetçi dili üretiyoruz, üstelik bu kürsüde her gün aslında kadınlara yönelik bir cinsiyetçi dil, bir aşağılama, kadın bedeni üzerinden yapılan politikalar? Burada bu ciddi bir sorun; bu, Parlamentonun sorunu. Kadınların sorunu değil yalnız, sadece kadınların sorunu değil, buradaki erkeklerin de sorunudur. Bu, Türkiye'nin yaklaşımıdır çünkü burada nasıl davranıyorsak aslında sokağa yansıması da odur ve o yüzden, burada kalkıp kadına yönelik şiddet konusunda biz şunu yaptık, bunu yaptık tartışmaları ne yazık ki gerçekçi değil; kaldı ki koruyamıyoruz.
Kadına yönelik şiddet yasa tasarısı çıkarttık evet, bu konuda bazı önlemler aldık evet ama Van'da Gülşah Öğretmeni koruyamadık. Başka yerde kadınları koruyamıyoruz, bunlar eski eşleri tarafından hâlâ öldürülüyor. Demek ki bir sorun var. Evet, yasal düzenlemeler önemlidir, tedbirler önemlidir ama değerli milletvekilleri, asıl önemli olan şey uygulamadır, zihniyettir. Zihniyet değişmediği sürece kadına yönelik şiddet değişmeyecektir. Zihniyet değişmediği sürece kadınların toplumsal yaşama katılımı değişmeyecektir.
Bakın, bu Parlamentoda kadınların temsil oranı kaç? Yüzde 14. Çok övünüyoruz, yüzde 4'ten yüzde 14'e? Üstelik her kürsüye geldiğimizde, "İlk seçme ve seçilme hakkı da bize ait?" Yerel yönetimlere baktığımızda, muhtarlıklara geldiğimizde durum felaket zaten, söylemiyoruz. Bu temsil düzeyi artmadan Türkiye'de gerçekten bir demokrasiden nasıl bahsedeceğiz, kadın istihdamını nasıl artıracağız? Her fırsatta deniliyor ki: "Biz kadın istihdamını artırıyoruz." Nasıl artırıyorsunuz? İşte, esnek çalışma -köleleştirme aslında- ya da işte, Avrupa Birliği projesi çerçevesinde -ki burada çok övünülerek söyleniyor Avrupa Birliği meselesi- efendim, yarı zamanlı çalışma? Kadınlar zaten evde çocuklarına bakıyor, işine bakıyor; yarı zamanlı da çalışsınlar, kalanında da? Aslında ev işçiliğini yani görünmez emek olan o bölümü bir şekilde meşrulaştırıyorlar. Bu anlamda da kadınlara iş alanı sağlamış gibi? Üstelik bunu yasallaştırdık yani "esnek çalışma" denilen şeyi yasallaştırdık. Kadınların hiçbir güvencesi yok, ev eksenli çalışan kadınların hiçbir güvencesi yok, sendikaları bile yok. Bu konuda yaşadıkları durum ortada.
Yine çalışma hayatında, bırakalım istihdam sorununu, Türkiye'de kadınların istihdam oranı yüzde 28. Bu kadar, değişmiyor, en yüksek oran bu. Çalışma yaşamındaki kadınların yaşadığı sorunlara baktığımızda durum daha da vahim. Buranın yansıması sendikalarda da var. Sendikalarda kadın neredeyse yok denecek kadar az. Çalışma yaşamında patronunun sürekli tacizine maruz kalan, işte "mobbing" diye en çok tartışılan konuda, psikolojik şiddete maruz kalan kadınlar var, işini bırakmak zorunda olan kadınlar var.
Eşit işe eşit ücret talebi yıllardır kadınların talebi. Hâlen bu talep gerçekleşmiş değil. Şimdi siz burada bana "Evet, sekiz saatlik iş gücü var, eşit işe eşit ücret." diyeceksiniz. Gerçek böyle değil, gerçek durum çok daha farklı çünkü daha ucuz iş gücü olduğu için kadınlar daha çok özellikle kriz dönemlerinde -ki, şu an dünyada bir kriz süreci yaşanıyor- kolay başvurulan alanlardan birisi. İşte bu "evde çalışma" diye ifade edilen bizim çok övünerek desteklediğimiz projelerle bir şekilde bu süreç geliştiriliyor.
Değerli milletvekilleri, diğer bir konu, aslında bütün bu haksızlara karşı mücadele eden, bu sistemi eleştiren, kadınların bu toplumda bireyler olarak eşit yaşaması gerektiğini savunan kadınlara yönelik de bir şiddet var. Yani, üstelik, buradan İçişleri Bakanlığı tarafından özellikle yönlendirilen bir şiddet. Bakın, kadınlar iki şiddete maruz kalıyor: Bir, erkek egemen sistemden, zihniyetten kaynaklı erkek şiddetine maruz kalıyorlar. Bütün kadınlar buna maruz kalıyor. İkinci şiddet de politik şiddet. Bu politik şiddete kim maruz kalıyor? Kürt kadınları maruz kalıyor. "KCK" adı altında yürütülen siyasi soykırım operasyonunda yüzlerce kadın tam da eşitlik mücadelesi verdikleri için, kota mücadelesi verdikleri için, eş başkanlık sistemi için mücadele ettikleri için, kadına yönelik şiddete karşı durdukları için, bunun için, mücadele ettikleri için şu an cezaevindeler. Bakın iddianamelere, buradaki vekilleri, İstanbul KCK'ye ya da Diyarbakır KCK davalarından birini izlemeye davet ediyorum. Bakın, kota yargılanıyor, eş başkanlık yargılanıyor, 8 Marta katılışımız yargılanıyor, "Niye böyle mücadele ediyorsunuz?" diyorlar.
İkincisi de: Mesela, kürtaj tartışmaları nedeniyle daha dün Ankara'da 27 kadın yargılandı. Parasız eğitim isteyenler, örgütlü olmak isteyenler, sendikal mücadele verenler? Bakın, bu ülkede sadece KESK'te kadınlar var, KESK'li kadınlar da KCK'den yargılanıyorlar ya. Başka şey yok. Yani örgütlü mücadele veren kadınlar bu Hükûmet tarafından özellikle dağıtılıyor, örgütlenmesi istenmiyor. Ama şöyle: Kendine yakın örgüt yaratılıyor tabii, birlikte çalışabileceği bir örgüt yapısı. Oysa buradan kimseye fayda gelmez Sayın Bakan. çünkü gerçekten bu ülkede çok farklı kesimler var. Aynı düşünmek zorunda değiliz ama kadın sorunu meselesinde ortak paydada buluşabiliriz. Bu bir demokrasi sorunudur, bu özgürlük sorunudur.
Mesela buradaki kadınlar? Bu bütçeyi aynı zamanda "savaş bütçesi" diye tanımladık. Örtülü ödeneğin bu kadar çok artmasının nedeni nedir? Dedik ki: Bu ülkede, savaşta, Orta Doğu'da, dünyada en çok zararı kim görüyor? Kadınlar ve çocuklar. Ama ülkemizde sanki hiçbir sorun yaşamıyoruz; ölümler yok, asker, gerilla cenazeleri gelmiyor, hiçbir sorun yokmuş gibi biz burada konuşma yapıyoruz, klasik anlamda terörle mücadele ediyoruz. Bu meselenin adının terör olmadığını, adı konulmamış bir savaş olduğunu biz hep ifade ettik. Böyle olmadığı için de? Mesela barış için ne iş yaptık biz burada? Kadınlar olarak bir araya gelip bir tartışma yürüttük mü? Ya bu ülkede Kürtler var, Türkler var, Lazlar, Çerkezler, Araplar, Pomaklar, Azeriler, saymadığım onlarca halk var. Bu halktan kadınlar var, sırf kadınların yaşadığı sorunlar açısından bile ayrımcılık yaşıyorlar, ana dillerini kullanamıyorlar. Ana dillerini kullanmadıkları için toplumla bağ kuramıyorlar. Dolayısıyla, buradan nasıl bir çözüm yapabiliriz? O entegrasyon dediğiniz şey bile bir halkı tanımak, onların hak ve özgürlükleri konusunda neler yapabileceğimizi tartışmaktan geçer. Ama ülkenin hiçbir sorunu yok, kadın sorunu yok, Kürt sorunu yok, Alevilerin inanç sorunu yok zaten, emekçilerin hiç sorunu yok -"Olur mu canım, biz burada o kadar yasa çıkardık!"- hiçbir sorunumuz yok! Peki, ne sorunu var? "Efendim, zaten, bu muhalefet de AKP'nin yaptığı hiçbir şeyi beğenmiyor, zaten sorun da burada." demekle kurtulmuyoruz. Bu sorunlar ne yazık ki her defasında daha da büyüyerek önümüze geliyor, ayağımıza dolanacak. O yüzden değerli milletvekilleri, biz bu sorunlarımızı çözelim.
Bitirirken şunu ifade etmek istiyorum: Bu toplumun, Türkiye'nin yarısı da kadınlardan oluşuyor. Kadınları yok sayan bir yaklaşımın gelişmesi mümkün değil, böyle bir devletin de güçlü devlet olması mümkün değil diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
Başkan - Teşekkür ederim sayın Tuncel.