| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 85 |
| Tarih: | 14.04.2020 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın milletvekilleri, 212 sıra sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine konuşmak üzere Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Siz değerli milletvekillerini ve bugün ilgili kurumları temsilen burada bulunan bürokratları saygıyla selamlıyorum.
Sayın milletvekilleri, rahmetli Barış Manço'nun besteleyerek Türk müziğine kazandırdığı ve sözlerinin cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman'a ait olan "Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi." özdeyişinde de ifade edildiği üzere sağlık ve sıhhatin anlam ve değerinin ana gündemimiz olduğu sıkıntılı bir süreçten geçmekteyiz. Covid-19 salgınının dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de büyük kayıplara neden olduğuna tanıklık etmekteyiz. Bu öldürücü salgına karşı verilen savaşta, başta sağlık çalışanları olmak üzere milletimize hizmet üretmeye çalışan herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Bu vesileyle kıymetli bilim insanı Profesör Doktor Cemil Taşcıoğlu Hocamızın şahsında bu mücadele esnasında kaybettiğimiz tüm vatandaşlarımıza rahmet, tedavi altında olanlara acil şifalar diliyoruz. Aynı istek ve özveriyle çalışan siz değerli yasama temsilcilerine de şükranlarımı sunuyorum.
Sayın milletvekilleri, doğumdan ölüme hayatımızın her döneminde bizlere yaratılanların en şereflisi olduğumuzu anımsatan her türlü sosyal, kültürel, ilmî, ahlaki ve mesleki kazanım ve faaliyetlerimizin olmazsa olmaz temel unsuru eğitimdir. Kendimizi tanıyıp bilmemizi sağlayan ve bizleri ilmi, irfanı ve vicdanı hür birer birey olarak beşikten mezara hazırlamayı hedefleyen eğitimin, paydaşları düşünüldüğünde özelde öğretmen-öğrenci-veli üçgeninde varlık bulduğunu, fakat, aslında tüm toplumu kapsadığını inkâr edemeyiz. Velhasıl, söz konusu eğitim öğretim olduğunda hassasiyetlerimizi en yüksek seviyede tutmamız gerekmektedir.
Sayın milletvekilleri, hâlâ genç bir nüfus yapısına sahip olmamız nedeniyle okul öncesi, ilk ve ortaöğretimde yaklaşık 67 bin kurumda, 18 milyonluk bir öğrenci kitlemizin ve 1 milyonun üzerindeki öğretmenin yanı sıra, yükseköğretim kurumlarındaysa 200 üzeri yükseköğretim kurumu ve 7,5 milyon üzeri bir öğrenci kitlesi ve yaklaşık 175 bin öğretim elemanı olan bir alanla muhatabız. Bilginin ve bilimin evrensel yani tüm insanlığa ait olduğu gerçeğinden hareketle, bir yandan dünya gerçeğine ve şartlarına uygun, öte yandan, bizleri biz yapan değerlerin güçlendirilerek kuşaktan kuşağa aktarılması misyonuyla hareket etmemiz gerektiği ilkesi ışığında eğitim öğretim sürekli bir değişim ve dönüşüm içerisindedir.
Bu değişim ve dönüşüm uygulamalarının devamının yanı sıra, bu uygulamalardan çıkacak herhangi bir eksiklik ve aksaklık söz konusu olması durumundaysa yeni düzenlemelerle sürecin sürdürülmesi kaçınılmaz bir sorumluluktur.
Saygıdeğer milletvekilleri, işte bu amaçla, Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi gündeme getirilmiştir. Gündeme gelen ve genelde eğitim, özeldeyse yükseköğretimde kamu yararı ve eğitim öğretim kalitesinin sayısal büyümeyle paralel gelişimine katkıda bulunması amaçlanan düzenlemelere baktığımızda birkaç başlıkta kümelendiğine tanıklık etmekteyiz. Bunlardan birincisi, yılda iki defaya mahsus bir sınırlamaya tabi tutulan doçentlik müracaatlarının sayısının artırılması yanı sıra doçentlik müracaat, jüri oluşumu ve kararları gibi konularla iletişimin hızlandırılması amacıyla e-devlet üzerinden bilgilendirmenin yapılandırılması gelmektedir.
Diğer bir kanun maddesiyle, muğlaklık ifade eden öğretim görevlisi müracaat şartları somutlaştırılmakta ve araştırma görevlilerine başvuruları hâlinde yaş sınırı getirilmektedir. Çünkü gerçekten baktığımızda, aklıselim, idealist bir akademisyen olarak düşüncem de odur ki, araştırma görevlileri bilim ordusunun idealist teğmenleridir.
Bir başka kanun maddesinde, açık öğretimdeki pasif öğrencilik durumundan kaynaklı yanlış anlaşılmayı önleme adına, iki yıl ya da dört dönem üst üste kayıt yenilemeyen ve katkı payı ödeyemeyenlerin kayıtlarının silinmesi öngörülmektedir. Burada da amaçlanan şey, kâğıt üzerinde öğrenci fakat uygulamada yok, bu da tabii büyük bir israfa, büyük bir algı yanılmasına da yol açmaktadır.
Yine, bir başka maddede ise üniversitelerin ulusal veya uluslararası projelere belirli oranda katkı da sağlaması öngörülmektedir. Çünkü, gerçekten, üniversitelerin birinci dereceden misyonuna baktığımızda, araştırmanın, projelerin çalışılması çok elzem, kaçınılmaz bir sorumluluktur.
Yine, diğer bir maddede ise vakıf üniversitelerinde çalışanlara yönelik ücret düzenlemesi ve özlük haklarının iyileştirilmesinin yanı sıra burslu öğrenci kontenjan artışı ve teminat kesintisi gibi yenilikler ilave edilmektedir. Şimdi, bu bağlamda, tabii, bütün yasama organının temsilcilerine iletildiği gibi bizlere de ulaştırılan bilgiler ışığında hep şunu gördük: Hani, bir zamanlar kuruluş aşamasında belki vakıf üniversiteleri lehine, devlet üniversiteleri aleyhine ama bugünlerde gerçekten içinden geçtiğimiz birtakım sıkıntıları da dikkate aldığımızda, her ne kadar sayıları artsa da tam tersine, vakıf üniversitelerinde çalışanların aleyhine ama devlet üniversitelerinde çalışanların lehine bir durum söz konusu. Bu bağlamda, eşitsizliğe, aynı işi yapan, aynı dersi veren hocanın iki muadil üniversitede -biri vakıf, biri devlet- farklı uygulamaya tabi tutulması ya da ücretlendirmeye tabi tutulması çok da kabul edilebilir bir şey değildi.
Tabii, bir başka şey, burslu öğrenci kontenjanlarının artırılması. Gerçekten genç bir nüfusa sahibiz, çok yetenekli evlatlarımız yetişiyor Allah'a şükür. Bunları beyin göçüne tabi tutmadan -Allah korusun- bunların gidişlerini, daha kaliteli üniversitelere kaçışlarını önleme adına özellikle burada prestijli vakıf üniversitelerine çok büyük iş düşüyor. O en yüksek puanlarla gelen öğrenci sayısının, oranının yüzde 15'lere çekilmesi hedeflenmiştir. İnşallah, ilerleyen yıllarda bu oran daha da yükseltilebilir, bir arkadaşımızın teklif ettiği gibi.
Bir başka kanun maddesinde, israfı önleme, araştırma ve deneysel çalışmaların ivedi kılınması adına bir koordinatör, yükseköğrenim kurumunda, birden fazla yükseköğrenim kurumunun iş birliğiyle ortak uygulama ve araştırma merkezi kurulması amaçlanmıştır. İnanın, akademik hayatımız boyunca yine en fazla yüz yüze geldiğimiz sorunlardan bir tanesi. Bunu somut olarak yaşayan bir arkadaşınız olarak belirtmek isterim ki, Avrupa Üniversiteler Birliğinin bir heyetinin bir gözlem, bir araştırma, inceleme amacıyla geldiği kurumlarımızda bize raporunda ifade ettiği bir cümle vardı -hiç unutamıyorum- dedi ki: "Oxford, Cambridge dâhil, Amerika'nın saygın üniversiteleri dâhil hiçbir üniversitede üç aşağı beş yukarı benzer deneysel çalışmaları yapan 1'den fazla, 2'den, 3'ten fazla laboratuvar ya da bir teknik donanımlı mekân görmedik." Hep şuydu: Yine, yurt dışı eğitimim esnasında tanıklık ettiğim bir şey, inanın, bu tür kurumlar, bu tür ortak araştırma merkezleri yirmi dört saat çalışır, randevu usulü. Yani, somutlaştırmak istemiyorum, bir alınganlık olabilir belki bazı branşlar adına ama bir laboratuvar yirmi dört saat çalışmalı. İşte, bu, onu giderme adına, gerçekten her üniversiteye aynı bağlamda bir laboratuvar, bir araştırma merkezi değil ama koordinatör, güçlü bir üniversite başkanlığında birkaç üniversitenin ortaklaşa kullanabileceği böyle bir -inşallah- araştırma merkezi, laboratuvarlar kurulması öngörülmektedir.
Saygıdeğer milletvekilleri, yine, diğer bir husus, bu, ikinci öğretim malumunuz çok dilimize pelesenk ve bugüne kadar da belki kuruluş aşamasında hakikaten yararlıydı, gerekliydi, çok faydalarını gördük ama belirli bir süreden sonra bu ifrat tefrit noktasına gelince sıkıntılara neden olduğuna da tanıklık ettik. Şimdi, burada tabii, özellikle YÖK'ten gelen çok saygın hazıruna da bir şeyler ifade etmek istiyorum bu bağlamda. Şimdi, lisansüstü öğretim ücretlerinin ilgili üniversite ya da yüksek teknoloji enstitüsü yönetim kurulunca tespit edilmesi söz konusudur, böyle bir teklifimiz var. Şimdi, evet, kulağa hoş geliyor, güzel ama bugüne kadar "academia"da yaşadıklarımızı dikkate aldığımızda, birtakım sıkıntılara da neden olduğuna tanıklık ettik. Ne olduğunu bir iki somut örnekle ifade edeyim: Bugünlerde hâlâ üniversiteleri konuştuğumuzda ve size iletilen mesajlar ışığında çok önemli iki hummalı, iki kronikleşen sıkıntıdan bahsediyoruz. Evet, bu yetkiyi üniversitelere verelim, çok güzel, kâğıt üzerinde kulağa hoş geliyor ama insan faktörünü de devre dışı bırakmamak lazım. Şimdi, lisans üstünde ücretlendirmede bir üst limit koyacağız, çok güzel, yasa kısıtlayıcı, sınırlayıcı ama uygulayıcılara açık kapı bırakmama adına ya da istismara çok açık iyi niyet kullanma adına da çok fazla hareket alanı bırakmamak lazım. Bununla neyi kastediyorum? Kontenjanlar konusunda, bakınız, o ilgili disiplinin bilim dalının ya da bölümün öğretim üyesi kapasitesi dikkate alınarak bence kontenjana da bir sınırlama getirmekte yarar vardır ya da bunun kontrolünün çok iyi sağlanması lazımdır. Niye söylüyorum? Çünkü sütten ağzım yandı, gerçekten. Somut olarak iki örnek veriyorum, kangrenleşen sorunları ifade etme adına -sizlere de bu bir şekilde iletildiği üzere- biz bizatihi yaşadığımız için söylüyorum: Üniversitelere sertifika programları açma yetkisi verildi bir zamanlar ve inanın, her konuda, her meslek dalıyla ilgili sertifika programları yapıldı, ücretlendirmeleri yüksek. Neydi amaç? Güya, hani o konuda yetkin bir ara eleman yetiştirme ya da uzman yetiştirme amaçlanmıştı ama maalesef uygulama öyle bir sayısal niceliğe ulaştı ki nitelikten ödün vermek zorunda kaldık. Daha somutunu söyleyeyim: Bazı köklü üniversitelerin pedagojik formasyon verme programları konusunda gerçekten iki düşünüp bir karar vermesine rağmen, bu yetkinin bir zamanlar üniversitelere bırakılması sonucunda, inanın, öğretim elemanı verecek, pedagojik formasyonu verecek PDR çıkışlı öğretim elemanı sıkıntılarına rağmen, bir şekilde bu programları yüksek fiyatlarla aştılar ve bugün, önümüzde, öğretmenlik hayaliyle yaşayan 700 bin gencimiz ortada. Bunun, işte bu yanlış algılama ve uygulamalardan kaynaklandığına tanıklık ettik. O yavrularımızın hiçbirinin günahı yok çünkü o hayalleri açılan bölümler, verilen yetkiler sonucu onlara yaşattık ve bugün de bunu hafifletmek, bu yükümüzü küçültmek bizim boynumuzun borcu. Şimdi, benzer bir sıkıntı yaşamama adına söylüyorum, diyorum ki: Evet, taleptir, eğitim hakkı gerçekten çok önemli bir haktır ama istismar edilmemek kaydıyla.
Nedir o? İşte, ikinci yüksek lisans öğretiminde kontenjanların da bir şekilde disipline edilmesi lazım. Bunların eğer önü açık tutulursa yarın öbür gün -700 binlik rakamlarda- lisansüstü mezunların -doğru, haklı olarak- birtakım mesleki talepleriyle bir araya gelebiliriz. Tabii, bu örnekleri çoğaltabiliriz. Hatırlayın Allah aşkına, şimdi, belki yeni bir yapılanmaya gidiliyor, ben bu bağlamda tebrik ediyorum. Gerçekten güzel şeyler yapılıyor, özellikle yükseköğrenim adına. Hatta geçmişte yapılan birtakım hataların da tamiri noktasında birtakım önlemler alınıyor. Ben, gerçekten, huzurlarınızda yetkililere de teşekkürü bir borç bilirim. Ama yine bir örnek olması, hani yoğurdu üfleme adına söylüyoruz: Birtakım meslekleri, branşları çoğaltarak, üniversiteleri çoğaltarak; birbirine benzer üniversiteler, bölümler açarak, fakülteler açarak bazı meslek gruplarının, evet, niceliğini artırdık ama nitelikten ödün verdik. İşte, bugün, birçok işsiz ve o meslek gruplarını da kalitesiz bir hâle getirdik. İşte, bu bütün verdiğim üç örneği de hem pedagojik formasyon bağlamında; hem itibarsızlaştırılmaya yüz tutan birtakım meslek gruplarının çoğaltılarak her üniversiteye, her fakülteye her bölüm açılması noktasında, bir ifrat tefrit noktasına gelinmesinin kamuoyunda ve Hükûmetimiz noktasında, devletimiz noktasında ortaya koyduğu birtakım ekonomik sıkıntılar var.
Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, gerçekten "Önce ülkem ve milletim." diyen bir hareketin mensupları olarak ve aynı zamanda idealist bir akademisyen olarak bunları söyleme zorunluluğu hissediyorum. Çünkü kamu harcamaları noktasında, hele hele şu hummalı bir sağlık sorunu yaşadığımız bu dönemde, Allah korusun, yeni, basit hatalarımızla açılacak yaraların tedavisinde değil, daha önce kronikleşen birtakım eksikliklerin, hataların giderilmesi noktasında kullanalım diye ifade ediyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, son olarak, Komisyon aşamasında da çok gündeme geldi, konuşuldu; evet, kulağa hoş geliyor tabii, akademik özgürlük, akademik bağımsızlık, sınırsız haklar; gerçekten öyle ama uygulamada bazen bunun da bir şekilde deforme edildiğine, kötüye kullanıldığına tanıklık ettik. Şimdi, değişen bir maddeyle üniversitelerimizin akademik ve idari kadrolarının disiplin yönetmeliklerinin birazcık rafine edilmesine yönelik bir düzenleme var. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak özellikle şu anda üniversitelerimizin içinde bulunduğu huzur ortamının da bozulmaması adına, gerçekten, geçmişte olduğu gibi, üniversitelerin, akademik kadronun, akademik kadronun odalarının birtakım illegal yapıların hücre evleri olmaması, terörün herhangi bir şekilde övülmesi, propagandası, lehine cephe alınması, eylemlere katkıda bulunulması... Bunlar yasalarla tanımlanmış şeyler, çok da muğlak kavramlar değil. "Terör" tanımı Anayasa'da da vardır, ilgili maddelerde de vardır, üniversitelerin disiplin kurullarında da bunlar çok açık, net, sarih bir şekilde ifade edilmiştir. Dolayısıyla, çekip uzatmanın hiçbir anlamı yok. "Propaganda" kelimesi her yerde propagandadır; övmek içerir, lehinde konuşmak içerir, olumlamak içerir. İllegal bir şeyin, özellikle ülke için tehdit oluşturan bir terör yapısının lehinde konuşmanın bir propaganda olduğunu artık sağır sultan da anlar, bilir. Bu kavramlar üzerinde biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak özellikle hassasiyetimizi ifade ediyoruz. Temin edilen bu huzurun bozulmaması noktasında burada da aynı hassasiyetin sürdürülmesini ısrarla savunuyoruz.
Bir somut örnekle bitiriyorum: Malumunuz, Cizre'de, Kulp'ta, Diyarbakır'da çukur olayları yaşadık; o kazılan çukurlarda, evden eve geçen tünellerde bizim orada yaşayan vatandaşımız hapsedildi, esir alındı ve artık orada sanki devlet içinde devlet olan bir yapının sokağa yansıması gibi resmen bir yerel ayaklanma teşvik edildi ve bunun ağır maliyetlerine karşılık bizim devletimiz de resmî olarak bir mücadele kararı aldı. Şimdi, bu mücadeleye kara çalıp, iftiraya matuf bir şekilde, efendim...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım efendim.
KAMİL AYDIN (Devamla) - ...bir soykırım gibi, bir kıyım gibi, bir işkence gibi, zulüm gibi gerçekten mesnetsiz birtakım kavramlarla ifade etmenin akademisyenlikle hiçbir alakası yok. Bir akademisyen olarak söylüyorum: Eğer bu ülkenin hür ve bağımsız düşünen birer akademisyeniysek... Bir hafta boyunca ceza muhakemeleriyle ilgili bir kanun görüştük, 210 civarında önerge verdik. İstatistiksel olarak söylüyorum: Osman Kavala isminin geçtiği kadar, 8/4/2020'de -yani daha bir ay geçmedi- Diyarbakır Kulp ilçemizde katledilen 5 kardeşimiz için verilen bir tane önerge hatırlıyor musunuz? Ya da o "barış akademisyenleri" denilen -güya bizden daha özgürlükçü, daha insan hakları savunucusu- kişiler tarafından bir cümle kurulduğuna tanıklık ettiniz mi?
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Etmedik. Dolayısıyla, gerçekten, genelde ülke içerisindeki huzurumuz, özelde de üniversitelerdeki huzurumuz bizim kırmızı çizgimizdir diyorum.
Ben, bu vesileyle, gelen teklife Milliyetçi Hareket Partisi olarak destek vereceğimizi ifade ediyorum.
Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)