| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 85 |
| Tarih: | 14.04.2020 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 212 sıra sayılı Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin tümü üzerine partimizin, parti grubumuzun görüşlerini sizinle paylaşmaya çalışacağım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Ayrıca, sözlerimin başında, coronavirüs nedeniyle bugüne kadar kaybettiklerimize Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı, yoğun bakımda ve hastanede yatanlara da hayırlı şifalar diliyorum. İnşallah, en kısa sürede iyileşir, sevdiklerinin yanına kavuşurlar diyorum.
Evet, yükseköğretimin çok önemli sorunları var ve bu sorunların çözülmesi gerekiyor ancak bugün görüşmelerine başladığımız ve 2 maddesi yürütme ve yürürlüğe dair olan 30 maddelik kanun teklifinin yükseköğretimin sorunlarını çözmeyeceği çok açık. Sanırım, teklif sahibi olan milletvekilleri de bu iddiada değil, "Yükseköğretimin sorunlarını bu kanun çözecek." demiyorlar.
Peki, biz, bu yasa teklifini, bu coronavirüs salgını günlerinde, sokağa çıkma yasaklarının, seyahat kısıtlılıklarının bu kadar arttığı dönemde neden görüşüyoruz? Bir Anayasa Mahkemesi kararı nedeniyle. Anayasa Mahkemesi 10 Nisan 2019 tarihinde bir karar verdi; 2017/33 esas, 2019/20 sayılı Karar. Bu kararda, 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin 26 ve 30'uncu maddeleriyle değiştirilen 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 53/(b) maddesinin (1), (2), (3), (4) ve (6)'ncı bentlerinde yer alan "657 sayılı Kanun'daki fiillere ilave olarak" ibaresini, bir de 2547 sayılı Kanun'a eklenen 53/Ç maddesinin birinci fıkrasının (e) bendini Anayasa'ya aykırı buldu. Ancak, bu kararın Resmî Gazete'de yayımlanmasından başlayarak dokuz ay sonra Anayasa Mahkemesi kararının yürürlüğe gireceğini söyledi. Bu süre önümüzdeki günlerde dolacağından şimdi biz bu kanun teklifini görüşüyoruz. Buraya kadar herhangi bir sorun yok. Teklif sahipleri Anayasa Mahkemesinin bu kararı uyarınca hazırladıkları teklife birkaç madde daha eklediler, bunda da bir sorun yok ama asıl sorun şu: Getirilen teklif hem Anayasa Mahkemesi kararıyla uyumlu değil hem de "üniversitelerin özerkliği" ilkesine aykırı. Nedenini ben birazdan anlatmaya çalışacağım. Önce bir genel değerlendirme yapmak istiyorum.
Daha önce burada defalarca söyledim, dünyanın iyi üniversiteleri arasında Türkiye'den adı geçen bir üniversite yok. İlk 300 üniversite arasında ya da ilk 500 üniversite arasında bir iki tane üniversite geçiyordu, birkaç iyi üniversitemiz vardı, OHAL kanun hükmünde kararnameleriyle onların da öğretim üyelerini ihraç ederek, rektör ataması yöntemini değiştirerek ve tek adama bağlayarak, maalesef akademisyenlerin istedikleri konuyu araştırmalarını bir biçimde engelleyerek akademi camiasını iyice çoraklaştırdınız.
Şimdi, biz "İlk 500 üniversite arasında, ilk 300 üniversite arasında Türkiye'den herhangi bir üniversite yok." diyoruz, YÖK Başkanı bize şöyle bir yanıt veriyor, diyor ki: "Aslında biz istersek yapabiliriz." "Nasıl?" "İşte, Suudi Arabistan'ın yaptığı gibi, Malezya'nın yaptığı gibi, bazı Asya üniversitelerinin yaptığı gibi. İşte, Avrupa'dan, Amerika'dan öğretim üyelerini transfer ederiz, o öğretim üyelerinin bugüne kadar yaptığı bütün akademik çalışmalar bir anda üniversitenin akademik puanlamasını artırır, Türkiye'den birçok üniversiteyi ilk 500, ilk 300 üniversite arasına sokabiliriz ama böyle yapmıyoruz." diyor. Ne yapıyoruz diyor? "Kalıcı olarak bu sorunu çözmeye çalışıyoruz." İyi de sizin bu söylediğiniz yanıt, Türkiye'deki herhangi bir üniversitenin, birkaç üniversitenin dünyanın iyi üniversiteleri arasında olmadığı gerçeğini değiştiriyor mu? Değiştirmiyor. Bize YÖK Başkanı bu işin hilesini anlatıyor, hangi hileyi yaparsak ilk 300-500 üniversite arasında üniversitelerimiz yer alabilir. Dolayısıyla, bu savunmanın kendisi doğru değil. Evet, nitelikli ve uzun vadeli iyi üniversiteler arasında yer alacak üniversitelerimizin olması iyidir. Bu konuda atılacak her adımı da biz parti olarak destekleriz.
Şimdi, çok önemli birkaç tane sorum var akademide: Bir tanesi şu; bakın, özellikle sosyal bilimlerde akademisyenler istedikleri konuyu araştıramıyorlar. Bazı konu başlıkları hocalar tarafından mutlaka sansürleniyor, "Bu konuyu araştırma, başımızı belaya sokma." deniliyor. Şimdi, böyle bir diyaloğun olması bile bu ülkenin geleceği açısından çok çok karanlık bir şeyi ifade ediyor. Eğer akademide herhangi bir akademisyen, herhangi bir araştırma görevlisi, yardımcı doçent, doçent veya bir başkası istediği konuda tez hazırlayamıyorsa, araştırma yapamıyorsa gerçekten o ülkenin üniversitelerinin çorak olmaya mahkûm olduğunu söyleyebiliriz.
Bir başka şey, bakın, rektörler artık seçimle belirlenmiyor. Eskiden Türkiye'de üniversite rektörü seçimi böyle çok demokratik falan değildi, üniversiteler seçim yapıyordu, belli sayıda aday içerisinden seçilenlerin belli sayısını YÖK'e gönderiyordu, YÖK bunların içerisinden üçünü seçip Cumhurbaşkanına gönderiyordu, Cumhurbaşkanı da bunlardan birini atıyordu ve çoğunlukla tartışılıyordu bu karar yani demokratik bir sistem yoktu. Şimdi, diyelim bu eleştiriyi yapıyorsunuz, diyorsunuz ki: "Burada demokratik bir sistem yok." Normalde, demokrasi iddiasında olan bir hükûmetin ne yapması gerekir? Antidemokratik olanları tasfiye etmesi, dışarı çıkarması ve demokratik bir düzenleme yapması gerekir. Peki, biz de ne yaptık? "Bununla mı uğraşacak?" dedik, değiştirdik, bundan sonra artık üniversite rektörlerini Cumhurbaşkanı herhangi bir seçim olmadan doğrudan atıyor. Sorun burada bitmiyor, bakın, istediği kişiyi rektör olarak atıyor. Belli koşulları taşıyanlar arasından akademisyenler, profesörler atanıyor ya, bunu da değiştirdik, kanundan bu maddeyi de çıkardık, daha doğrusu siz çıkardınız -hani biz bu günahın ortağı falan değiliz- bu yetkiyi Cumhurbaşkanına verdiniz. Şu anda bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle yine, yasada olan hüküm duruyor. Üç yıl profesörlük yapan kişilerden herhangi birini Cumhurbaşkanı rektör olarak atayabilir. Atayabilir mi? Buna bile dayanamıyor Sayın Cumhurbaşkanı. "İstediğim kişiyi rektör yaparım." demek için bir akşam kararname yayınlıyor, ertesi gün bu üç yıllık koşul yok; iki yıllık, bir yıllık profesör de rektör olarak atanabiliyor. Daha dramatiğini söyleyeyim: Üç ayını doldurmamış profesörler bu ülkede rektör olarak atandı. Cumhurbaşkanı bir kararname yayınlıyor, üç yılı kaldırıyor, istediği kişiyi rektör yapıyor; ertesi gün bir daha kararname yayınlıyor, tekrar üç yıl koşulu geliyor. Sonra, bir süre daha geçiyor, yeni bir üniversite kuruluyor, yine birisini rektör olarak atamak istiyor, yine üç yıl koşulu engel; yine bir kararname hazırlıyor, bunu yürürlükten kaldırıyor, üç aylık bir profesörü rektör yapıyor. Ertesi gün ihtiyaç hasıl oldu, tekrar bir kararname yayınlıyor, tekrar üç yıllık profesörler rektör olabiliyor. Bu kabul edilemez. Yani Türkiye'de Cumhurbaşkanının atayabileceği 1 tane profesör yok mu ki üç aylık profesörler arasından rektör atıyorsunuz?
Şimdi "Türkiye'yi kararnamelerle yönetiyorsunuz." diyoruz ya, o kararnamelerden bir tanesi de 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname. İşte o kararnameyle Cumhurbaşkanına istediği kişiyi rektör olarak atayabilme şansı verdiniz. O 703 sayılı Kararname bugün bu kanunu tartışmamızın da nedeni çünkü 703 sayılı Kararname'yle bazı kanunları, kanun hükmünde kararnameleri değiştirdiniz ve Anayasa Mahkemesi iptal etti, şimdi bu yüzden görüşüyoruz.
Şimdi bu konuda bir şey söyleyeyim, bununla ilgili önemli bir eleştiri olduğunu düşünüyorum; şimdi, biz diyoruz ki sanki devleti yönetmiyorsunuz da aile şirketini yönetiyorsunuz, böyle eleştiriler falan yapıyoruz. Çok açık söyleyeyim, aslında şirket de böyle yönetilmez; hiçbir şirket yöneticisi bu biçimde şirketin başına CEO atamaz, emin olun, şirketin çıkarlarını gözetir. Hani, devlet yönetmiyorsunuz, aile şirketi yönetiyorsunuz diyoruz ya, aslında aile şirketi yönetirken bile insanın asgari uyması gereken kurallara neredeyse uymuyorsunuz.
Bakın, Türkiye'de üniversite okumak artık bir lüks, hak değil. 7 üniversite öğrencisinden yalnız 1'i yurtta barınabiliyor, 7 üniversite öğrencisinden yalnızca 1'i. Gençlik Bakanı ve Kredi Yurtlar Kurumu bu tür eleştiriler yapıldığında şöyle bir yanıt veriyorlar, diyorlar ki: "Ya, biz başvuran neredeyse herkesi yurtlara yerleştiriyoruz." Sorun burada zaten. 7 öğrenciden 1'inin yurda yerleştirilebileceği bir ülkede, öğrencilerin büyük bir bölümü üniversiteye kayıt yaptırır yaptırmaz ev aramaya başlıyorlar çünkü şanslarının yüzde 15'lerde olduğunu biliyorlar.
Başka bir şey daha söylüyor Gençlik Bakanı veya Kredi Yurtlar Kurumu, diyor ki: "Bizden önceki öğrenci yurtlarını düşünün, şimdiki yurtları düşünün. Şimdikiler 5 yıldızlı otel ayarında, birkaç kişi kalıyor, odalar lüks, her odanın ayrı tuvaleti falan var."
Şimdi, on sekiz yıldan, on dokuz yıldan bahsediyoruz. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidara geldiğinde benim oğlum 1,5 yaşındaydı, şu anda üniversite öğrencisi yani o kadar uzun bir süreden bahsediyoruz. Karşılaştırdığınız şey yirmi yıl öncesi, yirmi beş yıl öncesi. Yirmi yıl, yirmi beş yıl öncesi ile bugünü karşılaştıramaz mıyız? Elbette karşılaştırabiliriz. Peki, bu, gerçeklere ulaşmamızı sağlar mı yirmi yıl, yirmi beş yıl öncekiyle karşılaştırmak? Bize hiçbir şey göstermez çünkü yirmi-yirmi beş yılda dünyadaki her ülkede az ya da çok bazı gelişmeler olmuştur. Asıl sorun, sizinle aynı seviyede olan ülkelerin nereye geldiğidir yani bilimde, sanatta, teknolojide, iletişimde, her alanda nereye geldiğiyle ilgilidir; bununla karşılaştırırsınız nereden nereye geldiğinizi ölçmek için. Bunu yapmayıp da yirmi yıl, yirmi beş yıl önceki kendi ülkenizde yapılanlarla karşılaştırırsanız hepiniz, hepimiz büyük bir yanılsama içerisinde oluruz.
Bakın, ben size sadece bir tane örnek vereyim iletişimle ilgili; öyle Avrupa'yla, Amerika'yla, Japonya'yla falan değil, hiç böyle bir karşılaştırmaya gerek yok, basit bir örnek: Kim isterse araştırabilir, sadece fiber optik ağla ilgili, Afrika'daki ortalama bir ülke olan Gana ile Türkiye'yi karşılaştırın. Bakın, Gana ile Türkiye'yi karşılaştırın; internete erişim konusunda dünyada "zayıf" dediğiniz herhangi bir ülke nereden nereye gelmiş, Türkiye nereden nereye gelmiş? Gerçek karşılaştırmayı ancak böyle yapabiliriz. Dolayısıyla, her eleştiriye karşı "On sekiz yıl önce böyleydi, yirmi yıl önce böyleydi; biz şuradan şuraya geldik." dediğiniz zaman, aslında, bir yere gelmiş oluyorsunuz ama başkalarının attığı adımların yanına bile yaklaşamamış oluyorsunuz. Bunu niye söylüyorum? Teknoloji, bilim, iletişim, sanayi bu tür alanlarda gelişmek istiyorsanız, bunun kilit noktalarından bir tanesi üniversitedir. Eğer üniversitelerinizde özgür eğitim yapılıyorsa, eğer üniversitelerinizde akademisyenler özgürce araştırma yapıyorlarsa işte bu söylediğim alanlarda gelişebilirsiniz. Bu iş sadece parayla olmaz, daha doğrusu tek parayla olmaz. Eğer parayla olsaydı, bakın, Suudi Arabistan gibi veya başkaca doğal zenginlikler açısından gelirleri çok yüksek olan ülkelerin, çok çok gelişkin olması gerekirdi, başka bir şeye gerek var. Unutmayalım, gerçekten özgür üniversitelere ihtiyacımız var. Ancak üniversite özgür olursa bilimde gelişebiliriz, sanayide gelişebiliriz, teknolojide gelişebiliriz, iletişim çağında iletişimde gelişebiliriz.
Şimdi, başta da dediğim gibi, bu ülkeyi kanun hükmünde kararnamelerle yönetiyorsunuz, diyorduk ya, şimdi, 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname... Bu 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Temmuz 2018 tarihli, başlığı da "Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname". Bu 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararname, Türkiye'deki devlet yapısının tamamını değiştiren bir kanun hükmünde kararnamedir. Türkiye'deki her şeyi kanun hükmünde kararnamelerle yönetiyorsunuz, ya OHAL KHK'leriyle ya da başka KHK'lerle. İçinde OHAL KHK'leriyle değiştirilmemiş herhangi bir kanun yok Türkiye'de, içinde KHK'lerin hükümlerinin olmadığı herhangi bir kanun da yok.
2011 yılında Türkiye'deki devlet yönetimini köklü bir şekilde değiştirdiniz, Haziran ayında, bir ay içerisinde bütün bakanlıkların teşkilat kanunlarını yürürlükten kaldırdınız, bunu bir kanun hükmünde kararnameyle yaptınız. Ben size bir tane örnek vereyim: Eskiden "3797 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun" vardı. Türkiye'deki bütün bakanlıkların kanunu vardı. Teşkilat yapısı nedir, bunun içerisinde kimler yer alır, görevleri nedir; ayrıntılı düzenlenirdi, bunları değiştirmek istediniz. Kim uğraşır kanunla, kim uğraşır asıl görevi kanun yapmak olan Türkiye Büyük Millet Meclisiyle? Çıkar kanun hükmündeki kararnameyi, Türkiye'deki bütün devlet düzenini baştan sona değiştir. Haziran 2011 yılında bütün Bakanlıkları, Türkiye'nin bütün devlet yönetimini kanun hükmünde kararnamelerle yönetmeye başladınız, bu kanunların yerine yeni kanun hükmünde kararname getirdiniz, 2011'den 2018'e kadar. 2011'den 2018'e kadar geldiniz kanun hükmünde kararnamelerle, bunları yürürlükten kaldırmadınız. Bu kanun hükmünde kararnamelerin yerine yeni kanun hükmünde kararname getirdiniz.
Eskiden Bakanlıkların teşkilat kanunlarını, daha sonraki kanun hükmündeki kararnameleri okuyunca neyle ilgili olduğunu anlardı herkes. Bakın, sadece bir tanesini, Millî Eğitim Bakanlığınınkini söyleyeyim. Millî Eğitim Bakanlığının teşkilat kanunu yok, kanun hükmünde kararname vardı. Şimdi, ismi ne biliyor musunuz? Özel Barınma Hizmeti Veren Kurumlar ve Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname. Bakın, Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat Kanunu'nun geldiği nokta budur. Türkiye'deki herhangi bir vatandaşa gidin söyleyin, deyin ki: Özel Barınma Hizmeti Veren Kurumlar ve Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname neyi düzenliyor olabilir? Tek bir kişi, hukuk bilgisi olmayan, bununla ilgili özel bilgisi olmayan tek biri bile, bu Millî Eğitim Bakanlığının teşkilat kanunudur, kanun hükmünde kararnamesidir demeyecektir. Neden böyle? Artık sistem değişti. Teşkilat, meşkilat yok, Bakanlığın görevi de yok. Ne var? Cumhurbaşkanlığı sistemi var. Cumhurbaşkanı, istediği biçimde teşkilat dizayn ediyor, istediği biçimde o teşkilatı değiştirebiliyor.
Biraz da teklifin içeriğinden bahsetmek isterim, sürem azalıyor. Teklif sahiplerinin getirdiği ve görüştüğümüz bu teklifte neler var? 2'nci maddesiyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun 24'üncü maddesinde değişiklik yapıyorsunuz. Buna göre doçentlik sınavı yılda 2 kez yapılmayacak, daha fazla yapılacak. Bu, olumlu bir değişme, bunu destekleyeceğimizi, desteklediğimizi Komisyonda söylemiştim.
3'üncü maddede de öğretim görevlisi kadrosuna atanacaklarda lisans mezunu olma şartını yüksek lisansa çıkarıyorsunuz. Bu da olumlu bir değişme, yeter ki mevcut öğretim görevlilerinde bir hak kaybı yaşanmasın, tek sorun bu.
4'üncü maddeyle araştırma görevlisi kadrolarına atanma yaşını "35 yaşını doldurmuş olma" koşuluna bağlıyorsunuz. Ben bunun doğru olmadığını ayrıntılı biçimde komisyonda söylemiştim. Herkes, her yaşta akademiyle ilgilenebilir, üniversitede araştırma yapmak isteyebilir. Dolayısıyla, bu yaş sınırı doğru değil dedim ama illa bir yaş yapacaksanız bunu 40 yaşına çekin ki 65 yaşında bir kişi emekli olabilir diyoruz. 40 yaşından 65 yaşına kadar 25 yıllık süreyi doldurabilir. Makul ölçü illa bir yaş olacaksa 40 yaş olmasının doğru olduğunu düşünüyorum.
Teklifin 5'inci maddesiyle uzman, çevirici, eğitim planlamacıları da üniversitelerde ders verebilecek. Bunu tartışılır bulduğumu komisyonda da söylemiştim. Teklif sahipleri diyor ki: "Bizim gerekçemiz 7100 sayılı Yasa'da yapılan değişiklik, bu kadrolar artık öğretim görevlisi kadrosu oldu." Ama bence en doğrusu şu: Üniversitelerde ders verecek birilerinin az olduğunu düşünüyorsanız, yükseköğretimde niteliği artırmanın en iyi yolu yeni akademisyen atamaktır. Bu öğretim görevlileriyle üniversitenin niteliğini değiştiremezsiniz.
7'nci madde çok kritik bir madde, tam bu görüştüğümüz maddelerden. Başta da söyledim, Anayasa Mahkemesi bir karar verdi ve dedi ki: "YÖK Başkanı da, rektörler de dekanlıkla birlikte bütün öğretim üyelerinin disiplin amiri olabilecek bundan sonra." Anayasa Mahkemesi, bunu, üniversitenin özerkliğine aykırı buldu, Anayasa Mahkemesi: "130 ve 131'inci maddelere, bilimsel özerkliğine aykırıdır." dedi. Şimdi, bu getirdiğiniz teklifle bunu değiştiriyorsunuz. Artık YÖK Başkanı doğrudan disiplin soruşturması başlatamayacak ve disiplin amiri olamayacak. Ama başka bir şey daha söylemişti Anayasa Mahkemesi, dedi ki: "Devlet ve vakıf yükseköğretim kurumlarında öğretim elemanı, memur ve diğer personeline uygulanabilecek disiplin cezalarını gerektiren fiillere, bir de 657 sayılı Yasa'da yer alan fiilleri de ekliyorsunuz, bu hem üniversitelerin bilimsel özerkliğine hem de kendi kanunlarına aykırıdır." Anayasa Mahkemesinin kararının içerisinde de örnekler var, çok doğru örnekler seçilmiş. Mesela bir tanesi; 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'na göre siyasi faaliyette bulunmak, bir ila üç yıl arasında kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiriyor, siyasi partiye üye olmak da devlet memurluğundan çıkarmayı gerektiriyor. Oysa buradaki akademisyenlerin hepsi bilir, 2547 sayılı Yasa'nın 59'uncu maddesinde bir değişiklik yapıldı ve akademisyenler siyasi partilere üye olabiliyorlar. "2547 sayılı Yasa dururken 657 sayılı Yasa'yla birlikte işletilmesi sorun olabilir." dedi. Siz şimdi bunu değiştiriyorsunuz, 657'ye atıf yapan maddeyi kaldırıyorsunuz ama 657'de yer alan ve akademisyen kimliğiyle bağdaşmayacak bir sürü fiili hâlâ disiplin cezası gerektiren davranışlar olarak söylüyorsunuz. Benden önceki hatip de söyledi, komisyonlarda da tartıştık bunu, gerçekten tartışılır bir şey.
Ama çok önemli bir tanesi var, o da şu: Bakın, 2547 sayılı Yasa'nın şu an mevcut olan 53'üncü maddesinde diyor ki "Terör niteliğinde eylemlerde bulunmak veya bu eylemleri desteklemek kamu görevinden çıkarmayı gerektirir." Şu anda yasada var. Siz bunu değiştiriyorsunuz, diyorsunuz ki: "Terör örgütlerinin propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem birliği içinde olmak veya bunlara yardım etmek, kamu kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak da kamu görevinden çıkarma cezasını gerektiriyor." Şimdi, mevcut yasa çok iyidir demiyorum çünkü terör tanımıyla ilgili sorunlar var. Bazı ülkeler Hamasa terörist diyor, El Fetihe terörist diyor, Moro Ulusal Kurtuluş Örgütüne terörist diyor ama dünyadaki herkes bu örgütleri terörist olarak görmüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Devam edin efendim.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Terör denildiğinde evrensel ve ortak bir tanım yok, bu çok büyük bir sorun. Ayrıca, burada, bu çatı altında 28 Şubatta "irticacı" denilerek "gerici" denilerek düşünceleri nedeniyle üniversiteden uzaklaştırılmış insanlar var, bugün burada milletvekili olarak görev yapıyorlar. Geçmişte nasıl bu sizi mağdur ettiyse bugün bu düzenleme de başka insanları sadece düşünceleri nedeniyle mağdur edebilir. Şimdi "Geçmişte biz haksızlığa uğradık, bu haksızlığa karşıyız." mı diyorsunuz yoksa "Bizim amacımız iktidar olmaktı." mı diyorsunuz? Yani "Biz haksızlığa karşı değiliz, biz iktidara gelelim, istediğimize haksızlık yapalım." diyorsanız bunda bir sorun yok. Ama hâlâ bir adalet duygunuz varsa, bunu savunuyorsanız gerçekten bu madde çok tartışılır bir madde. Benzetmek istemiyorum ama sanki içinize böyle, ırkçılık, terör kaçmış gibi, bununla yatıp bununla kalkıyorsunuz, hangi düzenleme olursa olsun -nasıl bağlıyorsunuz bilmiyorum ama- mutlaka buna ilişkin bir kural koymadan edemiyorsunuz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Son, bitiriyorum Sayın Başkan.
BAŞKAN - Tamamlayalım efendim.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Bir de -birkaç maddesi var aslında söylemek istediğim de arkadaşlarımız yeri geldiğinde söyleyecek- şimdi, bu disiplin kurullarına bir ek öneri istiyoruz, sendika temsilcileri de üniversitelerdeki ve YÖK'teki disiplin kurullarında yer almalı. Bunun unutulduğunu düşünüyorum, buna ilişkin teklifimiz var veya siz verebilirsiniz sendika temsilcileri de katılabilmelidir. 13'üncü maddenin doğrudan Bilim ve Sanat Vakfına bağlı İstanbul Şehir Üniversitesi olduğunu düşünüyorum. Buna bir yasallık kazandırıyorsunuz bence.
Komisyonda Pasaport Kanunu'na bir ek yaptınız, öğretim üyeleri, vakıf üniversitelerinde on beş yıl görev yaparsa yeşil pasaport alabilecek. Kanımca -öğretim üyeleri değil de- bunun öğretim görevlilerini de kapsayacak biçimde değiştirilmesi yararlı olur.
Öğretmenlerin idari izinli sayıldığı bugünlerde ek ders ücreti almalarının nedeni bu ama siz diyorsunuz ki: "Bu iş bittikten sonra ben size tekrar görev vereceğim eğer gelmezseniz bu verdiğim paraları geri alırım." Bu büyük bir adaletsizlik öğretmenler hak ettikleri için, idari izinli oldukları için ek ders ücretini alıyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Dolayısıyla yarın öbür gün bir görev verdiğinizde de ek ders ücreti vermeniz gerekir diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)