| Konu: | Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 85 |
| Tarih: | 14.04.2020 |
MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) - Çok Saygıdeğer Başkanım, çok değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla muhabbetle selamlıyorum.
Sözlerime başlamadan önce, DEVA Partisi adına, coronavirüs sebebiyle hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve sabırlar diliyor, tedavisi devam etmekte olan vatandaşlarımızın da bir an önce sağlığına kavuşmasını temenni ediyorum.
Çok değerli arkadaşlar, AK PARTİ Grubu üyeleri tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulan Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'ni görüşüyoruz.
28 maddelik kanun teklifiyle, Covid-19 salgınının yükseköğretime olumsuz etkilerini azaltmaya ve öğrencilerin ihtiyaçlarını gidermeye yönelik 2 maddenin yanında, üniversitelerle ve akademisyenlerle ilgili çeşitli konularda, 26 maddede değişiklikler öngörülmüştür. Kanun teklifini incelediğimde, özellikle 2 amaç dikkatimi çekmektedir. Bunlardan birincisi, tüm öğretim görevlilerini otoriteye memur hâline getirmek ve tabi olmayanları anayasal kurallara aykırı bir biçimde cezalandırabilmek. İkincisi de, özerk olan vakıf üniversitelerinin alanlarını daha da sınırlandırarak gerekli görüldüğü an faaliyet izinlerini kaldırıp el koyabilmektir.
Bu kapsamda, teklifin en sorunlu düzenlemelerinden biri, öğretim elemanlarının disiplin sorumluluğuna ilişkin olarak Yükseköğretim Kanunu'nun 53'üncü maddesinde yapılmak istenen değişiklikleri içeren 7'nci maddedir. Madde gereğince, mevcut uyarma, kınama veya kamu görevinden çıkarma gibi disiplin cezası belirlenen fiil ve hâllere Devlet Memurları Kanunu'ndan yeni ilaveler getirilmiştir. Bu ilavelere örnek teşkil eden birçok düzenleme var ancak ben sadece en çarpıcı olan birkaçını sizlere sunmak istiyorum.
Eklenmesi teklif edilen fiillerden birisi, kınama cezası verilmesi öngörülen "Görevi sırasında amirine sözle saygısızlık etmek." şeklindeki ifadedir. Takdir edersiniz ki bu ifade, ölçüsü ve sınırı belli olmayan nitelikte, belirsiz bir düzenlemedir. Rektörün ya da dekanın eleştirilmesi dahi bu kavramın içine rahatlıkla sokulabilecektir.
Yine, çok sakıncalı olan ikinci ifade ise "Özürsüz veya izinsiz olarak bir yılda toplam 20 gün göreve gelmemek." durumu için üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezasının öngörülmesidir. Bu durumda, özellikle Anayasa Mahkemesinin kararını -bir yıl önce verilen kararı da- dikkate alacak olursak, kararda, devlet memurları ile öğretim elemanlarının nitelik olarak farklı statüde oldukları ve bundan dolayı da aynı prosedüre tabi tutulamayacakları ifade edilmiştir. Buna rağmen, akademik özgürlük ve güvenceden uzak, üniversiteleri âdeta sıradan bir devlet dairesine dönüştürecek anlayışla, keyfî sonuçlar doğuracak bir düzenleme önümüze getirilmiştir.
Ancak bu maddede, içerisinde az önce saydığım düzenlemelerden devamlı şahit olduğumuz örnekler sebebiyle, daha sakıncalı, telafisi mümkün olmayan neticeler doğuracak bir ifade mevcuttur. "Terör örgütlerinin propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem birliği içerisinde olmak veya yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak." ifadesi gibi bir ifadenin kamu görevinden çıkarma cezasına eklenen düzenlemesidir. Anayasa Mahkemesinin belirttiğim kararına göre, bu madde terör tanımının kapsamını daha da genişletmekte, geniş ve ucu açık ifadelerle hukuki belirlilik ilkesine aykırı bir düzenleme içermektedir. Bu düzenlemeyle idareye verilecek olan yetki birçok akademisyenin ifade özgürlüğünün engellenmesine ve ülkemizde sayısız düşünce suçlularının kervanına yenilerinin katılmasına neden olacaktır. Bu gidişat üniversiteleri gitgide yüksek liseye dönüştürecek, çok daha fazla bilim adamı ülkemizi terk etmek zorunda kalacaktır. Çünkü içi boşaltılmış bu maddelerle, şiddetle ve terörle uzaktan yakından alakası olmayan hatta kararlılıkla karşısında duran birçok aydın haksız yere yargılanmıştır.
Değerli milletvekilleri, unutulmamalıdır ki hukuk devletinin temel değerlerinden olan akademik özgürlük gereğince öğretim görevlilerinin özgür bir ortamda bilimsel faaliyetler yapmaları ve düşüncelerini toplumla rahatlıkla paylaşarak düşünce ve fikir özgürlüğünü yaşatmaları demokratik bir toplum için elzemdir.
Saygıdeğer arkadaşlar, nefreti ve şiddeti övmediği ve savunmadığı müddetçe kişilerin terör örgütünün propagandası suçundan cezalandırılması -bir de kesinleşmiş mahkeme kararı olmaksızın- hiçbir şekilde kabul edilemez bir durumdur. Bu gerekçeyle de bu maddenin Genel Kurul görüşmeleri sırasında demokratik hukuk devleti esaslarına göre düzeltileceğini, aksi takdirde zaten Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edileceğini düşünüyoruz.
Kıymetli arkadaşlar, teklifin diğer tartışmalı maddesi ise özellikle İstanbul Şehir Üniversitesini ve diğer vakıf üniversitelerini doğrudan etkileyecek olan 13'üncü maddedir. Düzenlemeye göre, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu'nun ek 11'inci maddesinde yapılacak değişiklikle, geçici olarak faaliyet izni durdurulan vakıf üniversiteleri YÖK'ün kararıyla kapatılabilecektir. Her şeyden önce, kapatılması gereken bir kurum varsa o da YÖK'ün kendisidir.
Söz konusu düzenlemeye gelince, nokta atışı yapılarak vakıf üniversitesinin nasıl kapatılacağı, kurucu vakfa ne olacağı, sahip oldukları mülklere nasıl sahip çıkılacağı ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bildiğimiz üzere, kanunlar nesnel olur, kişiye ya da bir kuruma özel kanun yapılmaz. Ancak maalesef, siyasi irade, Şehir Üniversitesinin faaliyet iznini iptal edeceğini çok önceden açıkça beyan etmiş, siyasi hesaplaşmasına hukuku araçsallaştırarak amacını kanun olarak Meclise sunmuştur. Açılan bu yol, Şehir Üniversitesi şahsında tüm vakıf üniversitelerini tehlikeye atmaktadır, keyfî bir uygulamaya yasal meşruiyet zemini hazırlamaktadır. Anayasa'ya aykırı bu düzenlemeye sadece Şehir Üniversitesi ailesinin değil tüm vakıf üniversitelerinin özerkliğini ve özgürlüğünü savunan tüm demokratların tepki göstermesi gerekmektedir. Çünkü bugün, siyasi saiklerle ülkemizin en iyi üniversitelerinden birisi olan Şehir Üniversitesini kapatmaya çalışanlar, yarın gözünün üzerinde kaş var diye başka vakıf üniversitelerinin de üzerine gidebilecek, bu örnekte olduğu gibi hakkaniyeti ve adaleti ayaklar altına alabileceklerdir.
Sayın milletvekilleri, dün, geçmişte iktidar sıralarında oturan, yol arkadaşımız olan, yıllarca bakanlığımızı yapan, burada birçoğumuzun hocası olan Sayın Ömer Dinçer Bey'in kahrını dinledim, siz de lütfen televizyonlarda dinleyin. Dinlerken derin acısını bizzat hissettim ve gerçekten çok üzüldüm. Hangi ideallerle yola çıkmıştık, bugün ne hâllere düşüldü. Herkesin huzur bulacağı, özgürlükçü ve çoğulcu demokratik Türkiye mücadelesi sözüyle, birlikte yola çıkmıştık. Bugün, tek tipçi, her gün daha fazla temel hakların altını oyan, özgür düşünceyi cezalandıran, cezaevlerini aydınlarıyla, gazetecileriyle dolduran, özgür sivil toplumdan çekinen, Meclisi üniform toplum düzenlemeleriyle bombardımana tutan, yargısının adaletsizlik dağıttığı, otoriter bir Türkiye hâlini aldık, maalesef. Sadece son günlerdeki yasalara bakalım; infaz yasası, Yükseköğretim Kanunu -önümüzde olan- ve -herhâlde, ümit ediyorum ki doğrudur- geri çekildiği ifade edilen sosyal medyayı bitirme planı. Bu durumlarda Ömer Hocalar kahrolmasın da ne yapsın? Elbette buna karşı mücadele edeceğiz ve elbette özgürlükçü, çoğulcu, katılımcı, demokratik Türkiye'yi tesis edeceğiz ve Türkiye'yi tekrar, itibarı yüksek, toplumu müreffeh bir noktaya taşıyacağız.
Saygıdeğer milletvekilleri, tekrar altını çizerek belirtmek istiyorum, bu kanun teklifine destek verilmemesi lazım. Çünkü, ülkemizin menfaati adına, üniversitelerin bilimsel özerkliğine ve öğretim görevlilerinin akademik özgürlüklerine sahip çıkmak dururken teklifte sözü geçen değişiklikleri kabul etmek hukuka, üniversitelere, milletimize ve Türkiye'nin geleceğine karşı yapılacak en büyük haksızlık olacaktır.
Genel Kurulu ve tüm milletvekillerimizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (HDP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)