GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:85
Tarih:14.04.2020

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Ben de Enfal katliamının 34'üncü yılında bu katliamda yaşamını yitiren herkesi saygıyla andığımı ifade etmek istiyorum ve bu katliamı yapanları da lanetlediğimi, bu katliamı yapanların insanlık tarihine lanetli olarak geçtiklerinin altını çizmek istiyorum.

Şimdi, tabii, bir yasa görüşüyoruz, yükseköğretime dair bir yasa görüşüyoruz ve ülkemizdeki ilk üniversite aslında 1846 yılındaki Darülfünun. İnişli çıkışlı bir hayatı var Darülfünunun ama en nihayetinde 1933 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinin bir kararıyla kapatılıyor ve bu kapatma gerekçesi de aslında "Üniversitede reform yapacağız." diye ifade ediliyor. Fakat biz biliyoruz ki Darülfünunun kapatılma gerekçesi, oradaki muhalif aydınları ve bilim insanlarını susturmaya dönük bir şey ve aslında bir parti devleti politikasına uyumlu bir şekilde kadrolarını tasfiye etmek istedikleri açık ve net. Şimdi, aradan bunca yıl geçti, seksen yedi yıl geçmiş ve biz seksen yedi yıl sonra yine yükseköğretime dair baskıcı bir yasayı, baskıcı bir düzenlemeyi sabahın bu saatinde konuşuyoruz değerli arkadaşlar.

Şimdi, yükseköğretim nedir? Aslında, bilimsel düşüncenin ifade edildiği, bilimin, aklın, mantığın, ilkelerin, özgürlükçü düşüncenin hâkim olduğu yerdir fakat baktığınız zaman, Türkiye'de bu düşünceden ve bu yaklaşımdan eser olmadığını görüyoruz.

Şimdi, AKP hükûmete gelmeden önce ne diyordu? "Biz YÖK'ü kaldıracağız, üniversiteler özerk olacak." Niye? Çünkü 28 Şubat yaşanmıştı ve başörtülü öğrenciler üniversiteye gidemiyorlardı, bir akılla üniversite bir kesimi dışlıyordu, o zamanki YÖK dışlıyordu. Bunun üzerine de dünya kadar olay yaşanmıştı fakat AKP iktidara geldi, bir dönem bu süreci FETÖ'cülerle, Gülen hareketiyle beraber yürüttüler fakat daha sonrasında, devlete yerleştikten sonra tek adam rejimini, kendi parti ideolojisini devletin bütün kurumlarına ama en özelde de tabii ki yükseköğretime yedirmeye çalıştı. Bırakın YÖK'ü kaldırmayı, YÖK'ü daha baskıcı bir hâle getirdiniz ve bugün artık üniversitelerde özerklikten de bilimden de özgür düşünceden de bahsetmek ne yazık ki mümkün değil.

Şimdi, siz 2017 yılında bir düzenleme yaptınız ve dediniz ki: "Yükseköğretim üyelerinin de disiplin kuralları 657'ye tabi olsun." ve bu, Anayasa Mahkemesinden döndü, yürürlük tarihi dokuz ay sonra. Şimdi sıkıştınız, yeniden getiriyorsunuz bu yasayı. Peki, gerçekten akademiyle konuştunuz mu, gerçekten bu işin paydaşlarıyla konuştunuz mu? Hayır, konuşmadınız. Yine bir corona operasyonuyla getirmişsiniz ve çıkarmaya çalışıyorsunuz.

Şimdi, en nihayetinde getirmek istediğiniz düzenlemenin baskıcı bir düzenleme olduğunu ifade etmemiz gerekiyor. Birkaç şeyi ifade ederek başlayabiliriz. Birincisi; sizin döneminizde artık temel kadro biçimi, istihdam biçimi olarak 33/a kadrosunu kaldırdınız ve artık 50/d üzerinden atamaları yapıyorsunuz. Bu ne demek? Aslında bu, oradaki hiçbir akademisyenin iş güvencesinin olmaması demek, oradaki yöneticinin, oradaki üstünün iki dudağı arasındaki bir akademik hayata maruz kalması demek. Bunu açık ve net bir şekilde söyleyelim.

İkincisi; bu taslakla ne yapıyorsunuz? 19'uncu maddesinde açık öğretim kurumlarının döner sermaye gelirlerinin fazlasını, yüzde 80'ini YÖK'e aktarıyorsunuz. Bu da üniversitenin özerkliğine aykırı bir düzenleme ama bunu da getiriyorsunuz. Fakat en önemli olanı, disiplin cezalarına ilişkin olanı değerli arkadaşlar. Disiplin cezalarıyla aslında üniversiteleri tam bir zapturapt politikasıyla yönetmek istiyorsunuz. AKP ideolojisini hâkim kılmak istiyorsunuz; liyakatsiz, bilimden uzak, bilimsel düşünceden, eleştirel akıldan uzak bir sistemi üniversitelerde hâkim kılmak istiyorsunuz.

Şimdi, bu disiplin cezalarından bir ikisi... Niçin disiplin cezası alır bir öğretim görevlisi? Örneğin, "Görevi sırasında amirine sözle saygısızlık yapmak..." Nedir saygısızlık? Bunun ölçüsünü kim belirleyecek? Peki, amirin altındakine saygısızlık ne olacak? Bununla ilgili bir şey yok.

"Maiyetindeki elemanlarının yetiştirilmesine özen göstermemek" "Gerçeğe aykırı rapor düzenlemek" "Özürsüz ve kesintisiz 3-9 gün göreve gelmemek." Şimdi, öğretim görevlileri memnun mudur? "Her sabah sekizde kalkacak, üniversiteye gidecek, akşam işe gidecek." Böyle bir akıl olabilir mi? Ne zaman araştırma yapacak, ne zaman kütüphaneye gidecek, ne zaman gerçekten gözlem yapacak, sahada olacak? Bunlara dair hiçbir şey yok "Sabah gelsin, akşam gitsin." Deyim yerindeyse aslında, bir iş yapmasın, iş yapmış gibi görünsün istiyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım Sayın Koçyiğit.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Aslında, gerçekten nitelikli bir üniversiteden, bilimsel düşünceden koptuğunuz bu koyduğunuz disiplin hükümleriyle açık ve net. Fakat bu disiplin hükümlerinden en çarpıcı olanı bu, "Gerçeğe aykırı rapor düzenlemek." Aslında bu düzenleme kime yönelik? Sayın Onur Hamzaoğlu'na yönelik, Sayın Bülent Şık'a yönelik. Neden? Çünkü Onur Hamzaoğlu Kocaeli Üniversitesinde Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı Başkanıydı, Kocaeli Kandıra ve Dilovası'nda saha araştırmaları yaptı ve bu araştırmaların sonucunda yeni doğan bebeklerin kakasında ve anne sütünde ağır metaller tespit etti, bu raporu açıkladı. Ona ödül vermesi gerekenler ne yaptılar? Onun hakkında dava açtılar ve Sayın Onur Hamzaoğlu bu nedenle yargılandı değerli arkadaşlar.

Sayın Başkan, bir dakika daha rica ediyorum bitirmek için.

BAŞKAN - Buyurun.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - İkincisi, Bülent Şık değerli arkadaşlar. Bülent Şık ne yaptı? Bülent Şık da Antalya'da Sağlık Bakanlığının yaptığı bir araştırmada görev aldı ve bu araştırma aslında şunu içeriyordu: Kocaeli, Antalya, Tekirdağ, Edirne ve Kırklareli'de çevresel faktörlerin insan sağlığı üzerine etkilerinin araştırılmasıydı. Sağlık Bakanlığı bu raporu yayınlamadı; insanların, halkın sağlığını tehdit eden bütün çevresel etkenleri görmezden geldi; gidip Sayın Bülent Şık'ı bu raporu açıkladığı için de dava etti değerli arkadaşlar. Yani sadece bir üniversitenin bilimsel olması yetmiyor, ürettiği bilginin toplum yararına olması, halkın yararına olması gerekiyor. Yoksa, biliyoruz, atom bombasını yapanlar da bilim insanlarıydı, nükleer silahları yapanlar da bilim insanlarıydı ama onlar insanlık tarihine en büyük kötülüğü yaptılar. Onun için, toplum yararına olan bilimsel bilginin karşısına disiplin cezalarıyla, baskıcı yöntemlerle çıkmayın. Üniversiteye özgürlük, akla, bilime özgürlük diyorum.

Saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)