| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 42 |
| Tarih: | 16.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA ADİL KURT (Hakkâri) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi selamlıyorum.
Millî Eğitim Bakanlığı ve bağlı kuruluşların bütçeleri üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi selamlıyorum.
Eğer, kent paylaşımları muhabbeti sonlanmışsa, ben de müsaadenizle sunumumu yapayım.
KEMALETTİN AYDIN (Gümüşhane) - Grubunuza söyleyeceksiniz.
BDP GRUBU ADINA ADİL KURT (Devamla) - Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığının bütçesini değerlendirdiğimiz bu noktada, aslında, hep söylenen şey şu oldu: Bu Millî Eğitim Bakanlığı ya da daha doğrusu bütçeyi konuştuğumuz günden itibaren, sürekli, Millî Eğitim Bakanlığına ayrılan bütçe üzerinden Hükûmetin bir meziyeti, eğitime verdiği öneme dair birçok şey söylendi. Benden önceki konuşmacılar bu konuda istatistikler, grafikler gösterdiler; o konunun tekrarına girmeyeceğim ama şimdi, bir bütçenin artısını, eksisini neye göre hesaplarsınız? O bütçede yatırıma ayrılan kısım üzerinden değerlendirme yaparsınız.
Şimdi, iki yıldır Hükûmet yetkilileri burada sürekli şunu söylüyor: "Biz eğitime çok önem veriyoruz, en yüksek bütçeyi eğitime ayırıyoruz." Kocaman bir yanılsama. Öyle bir şey yok. Kamuda çalışan personelin yüzde 80'i Millî Eğitim Bakanlığı ve bağlı kurumlarda çalışıyor. Siz devlet olarak onların maaşlarını ödemek zorundasınız. O maaşları nerede göstereceksiniz? Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinde göstereceksiniz. Gerçekte yatırıma ödediğiniz, ayırdığınız pay, bakanlığa ayırdığınız ödeneği bir şekilde gösteriyor, verdiğiniz önemi gösteriyor.
Şimdi, 2002-2012 yıllarında, kıyaslama yaptığımız zaman, sizin Millî Eğitim Bakanlığına ayırdığınız yatırım bütçesinde sürekli bir düşüş olmuştur, hiçbir zaman artış olmamıştır ve en düşük noktadadır bu sene için. Millî Eğitim Bakanlığının ihtiyaçlarının en yüksek seviyede olduğu bu yıl en az bütçe ayrılmıştır yatırıma: Yüzde 8,3.
Bu vesileyle üniversiteleri de değerlendirecek olursak, değerli arkadaşlar, 103 devlet üniversitesi, vakıf üniversiteleriyle birlikte 168 üniversite ama burada esas gördüğümüz bütçe, devlet üniversitelerine ait bütçeler.
Şimdi, Ankara ve İstanbul'daki üniversitelere ayrılan bütçe, Anadolu'nun diğer kentlerinin üniversitelerine ayrılan bütçenin dörtte 1'i kadar yani 2 şehrin üniversitelerine ayrılan bütçe, diğer 89 üniversiteye ayrılan bütçenin dörtte 1'i kadar. Bir kere, burada bir hakkaniyet ölçüsü yok. Anadolu'daki birçok üniversitenin de bugün kirada olduklarını biliyoruz. Esasında, sadece isim olarak üniversite var. Kentin herhangi bir yerine, mesela, söz gelimi, girişine üniversite tabelası assanız hiç abes olmayacak çünkü orada gerçekten üniversite yok, kirada üniversite. Rektörlüğü kirada oturan bir üniversite, üniversite olur mu hiç? Olmaz.
Bir kıyaslama daha yapayım: Bakınız, bizim üniversitelerin tamamının bütçesi, artı YÖK bütçesi -yani kurumsal olarak YÖK'ün de bütçesini üzerine koyarsanız- Amerika'daki bir üniversitenin bütçesinin dörtte 1'i kadardır. Yani Amerika'daki Yale veya bir başka, Harvard üniversitelerinden bir tanesinin bütçesini alıp yan yana koyduğunuz zaman, Türkiye'deki üniversitelerin tamamına ayırdığınız bütçenin 4 katından fazla bir bütçeye sahip olduğunu görürsünüz.
Şimdi, bu sene çok aktüel bir tartışma var, bu kılık kıyafet meselesinde. Biz şu görüşteyiz bu kılık kıyafet meselesinde: Şimdi, yoksulluğa üniforma giydirerek yoksulluğu gizleyemezsiniz bir kere. Liselerde, ilköğretimde kıyafet serbestisine, bu merkezden baktığımız zaman biz karşı değiliz. Yoksulluğun üzerindeki o üniformanın çıkarılması -bence- gerçeği daha çıplak gözle görmeye vesile olacağı için iyi olur diye düşünüyoruz.
4+4+4 sistemini geçen sene burada çok tartıştık, bakın, geçen sene? "Sistemin adını ne koyarsanız koyun, 4+4 deyin, 4+5 deyin, ne derseniz deyin, sistemi oturduğunuz çerçeve çok önemli yani o çerçevenin içerisini nasıl doldurduğunuz çok önemlidir." dedik ve şimdi sıkıntılarını yaşıyoruz. Bakanlık buradaki ihtiyaçları karşılayabilecek bir bütçeye de bu yıl sahip değil, konulmamış. Eski sistem yine devam edecek. Temel esprilerden bir tanesi şuydu: "Efendim, 11 yaşındaki çocukla 7 yaşındaki çocuğu yan yana koyduğumuz zaman psikolojik olarak birbirini eziyorlar, o nedenle ayrıştırma yapmamız gerekiyor." deniliyordu. İyi, hoş da ayrıştırmıyorsunuz ki, ayırmıyorsunuz ki, ihtiyaçlarına cevap verebilen bir fiziki altyapı sunmuyorsunuz ki. Hele hele bu yatırım bütçesiyle bunu yapma şansınız hiç yok.
Eğitimin demokratikleştirilmesi konusuna gelince: Bakan üzerinde çok durur, çok söyler, der ki: "İşte Türkiye'nin her kesimine, bu ülkede yaşayan her kesimin kendi ana dilini öğrenmesi için seçmeli dil dersi koydum." Keşke koymaz olsaydınız. Ama hele hele bunu, Kütlerin talebini karşılamaya dönük bir argüman olarak işliyorsanız, Kürtlere hakaret ettiğinizin farkına varın. Kürtler, kendi ana dillerini öğrenme ihtiyacında değiller. Kürtler, kendi ana dillerinde eğitim yapmayı talep ediyorlar.
Bilmiyorsanız, iki yakın örnek size sunacağım: Bu örneklerden bir tanesi Kosova Cumhuriyeti: Geçen sene Meclis Başkanımızla birlikte Kosova Meclis Başkanı ve beraberindeki heyeti burada karşılarken Meclis Başkanı orada yaşayan 20 bin Türk'ün ihtiyaçlarını ve kimliklerindeki Türkçe okumanın çip okuması olmadığına ilişkin bir talepte bulundu, bunun giderilmesini istedi. Kosova Meclis Başkanının bize verdiği cevap şuydu: "Biz, ilköğretimden, hatta anaokulundan üniversiteye kadar Kosova vatandaşı tüm Türklere kendi ana dillerinde eğitim yapma hakkını tanıyoruz, bu konuda bir eksikliğimiz varsa gidereceğiz." Üç yıllık bir cumhuriyet. Seksen dokuz yıldan biz bir ders alamadıysak, bunların üç yılından bir ders alalım.
İkinci örnek, yakın örnek: Hep eleştirdiğimiz Irak'a bakalım. Alın, Irak'taki sistemi buraya koyun. Alın, Irak Kürdistan Federal Bölgesi'ndeki uygulamayı buraya koyun, başka hiçbir şey istemiyoruz.
Türkmenlerin kendi ana dillerinde eğitim yaptığı 5 tane okul var. Keşke daha fazla olsa. Eğitim dili Arapça, Kürtçe ve birçok okulda Türkçe dil dersleri veriliyor. Bizim buradan gidip orada üniversite açan girişimcilerimiz var ve şimdi sizden bir talepte bulunuyorlar: "Biz orada kaliteli insan potansiyelini yetiştiriyoruz, Anadolu ve Mezopotamya halklarının kaynaşmasını sağlayacak bir mekanizma üretiyoruz. Üniversiteler arası denklik sorununu çözün." diyorlar. İlgili 2 bakanlığımız burada, Millî Eğitim Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı. Çünkü 2 bakanlığımızın da ilgi alanında. Bu sorunu çözeceklerini umut ediyorum.
Şimdi, esasında, ben bu konuşmanın kurgusunu 2071 argümanı üzerinden hesaplamıştım, öyle bir konuşma kurgusu yapmıştım. Çünkü 2023 argümanına alışmaya çalıştığımız bu dönemde 2071 hedefi? 2071'i yakalayamazsak 2453'ün, devamında geleceğini çok iyi biliyoruz. Yani bu, hedef saptama konusunda sınırsız bir ufkunuz var. O konuda yetişmeye çalışıyoruz. O ufku yakalamaya çalışıyoruz bu konuda.
Ama şimdi ben de sizin 2071'den günümüze bir bakmanızı istiyorum. Bir an kendiniz 2071'de olun ve iki Türkiye tasavvuru içinde olun. Bir, bugünkü mevcut politikalar üzerinden yürüyen bir Türkiye'nin ne hâlde olabileceğini bir düşünün. Çok açık, net söyleyeyim size: Bölünmüş bir Türkiye görürsünüz ama bu bölünmüş Türkiye'de ne Diyarbakır mutlu olur ne Ankara mutlu olur ne İstanbul mutlu olur. Çünkü kaynaklarımız başkaları tarafından işletiliyor olacaktır. Bölünürüz ve bölündüğümüz oranda da daha fazla esaret altına girmiş olacağız. Senaryonun biri bu. Bunun olmaması için bir şeyler yapmanız lazım.
Şimdi, size biz bugün ana dilde eğitim konusunu gündeme getirdiğimizde bir refleks oluşuyor, bir tepki oluşuyor, bölünme sendromu çokça konuşulur oluyor. Ben, bundan tam yüz dört yıl önce Bediüzzaman Said-i Kürdinin Osmanlı Sultanı Abdülhamit'e gönderdiği mektubun bir kısmını sizinle paylayacağım.
"Millet-i Osmaniyye meyânında mühim bir unsur teşkil eden Kürdistan ahâlisinin ahvâli hükümetçe mâlum ise de, hizmet-i ilmiyye-i mukaddeseye dâir bâzı mutâlebâtı arzetmeğe müsaâde dilerim.
Şu cihân-ı medeniyette ve şu asr-ı terakki ve müsabakatta sâir ihvân gibi yek-âheng-i terakki olmak içün himmet-i hükümetle Kürdistân'ın kasaba ve kurasında mekâtib tesis ve inşâ buyurulmuş olduğunu ayn-ı şükranla meşhûd ise de bundan yalnız lisân-ı Türki'ye âşina etfâl istifâde ediyor. Lisana âşina olmayan evlâd-ı ekrâd yalnız medâris-i ilmiyyeyi ma'den-i kemâlât bilmeleri ve mekâtib muallimlerinin lisân-ı mahalliye adem-i vukufları cihetiyle maârifden mahrum kalmaktadır. Bu ise, vahşeti, keşmekeşi, dolayısıyle garbın şematetini da'vet ediyor." diyor. Yüz dört yıl önce yapılmış bir uyarı.
Şimdi, her? Çıkıp konuşmalarınızda şunu dersiniz, sadece bu dönem hükûmetlerinde değil, daha önceki dönem hükûmetlerinin temsilcilerinden de duyduk: "Dış nifak" dediniz. Bakın, tam yüz dört yıl önce size bu uyarı yapılmış, yüz dört yıl önce denmiş, eğer bu politikada ısrar ederseniz garbın şematetine maruz kalırsınız, garbın şematetine davet çıkarırsınız.
Demin vekil arkadaşım ifade etti "Kürt sorunu uluslararası bir boyut kazandı." dedi. Emin olun, biz bundan haz almıyoruz yani başkalarının gelip bizim burada kendi sorunlarımızı çözmesi için devreye girmelerinden haz almıyoruz. Eğer, bu politikayla devam ederseniz yarın sizin de, bizim de içimizde olmadığı parametrelerde Kürt sorununun çözümü konuşulur. Bu durumda kim kaybeder ya da bu durumda kim kazanır? Bu politikalarda ısrar edilirse, bu politikalarda bu şekilde devam edilirse? Evet, tekrar ediyorum, sizin de bizim de içinde olmadığımız parametrelerde Kürt sorunu tartışılır olur, çözüm modelleri tartışılır olur.
Hâlâ bu noktada çıkıp derseniz ki: "Ya, bir televizyon var, seçmeli dil dersi var?" Ki, ben mesela çocuğumu götürdüm, o seçmeli dil dersinden yararlanmasını istedim Ankara'da, devlet okulunda. Rica ettim müdüre, dedim "Hele bir getirin, ben nasıl tercihte bulunacağım?" En azından tercihleri arasında olsun çocuğumun. Formun, 7'nci sırada seçmeli dil dersleri içerisinde "Yaşayan Diller ve Lehçeler" diye bir bölüm var, "Burayı işaretlesem yeterli oluyor mu?" dedim. "Hayır, burayı işaretleseniz yeterli olmuyor çünkü bu kategori içerisinde birden fazla dil koyduk, bundan sonra çocuk yeniden bir mülakata tabi tutulacak, hangi dilde ya da hangi lehçede eğitim almak istediğini ondan sonra ifade edecek, biz ona göre öğretmen tahsisinde bulunacağız." diyor. E, şimdi bu kadar dolambaçlı bir yola ne gerek var? Siz bu sistemle Kürtlere rol model olamazsınız, kusura bakmayın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) - Siz sadece Kürtçe yazsanız yeter, öbürü teferruat.
ADİL KURT (Devamla) - Öyle mi? Hayır, sadece Kürtçe yazdım değil, Lazca da? Kim, bu Anadolu'da kim ihtiyaç duyuyorsa hepsinin dillerini açık açık koyun. Hiç dolambaçlı yola gerek yok Sayın Bakanım.
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Kurt.
MİLLÎ EĞİTİM BAKANI ÖMER DİNÇER (İstanbul) - Siz sadece öyle yazın, yeter.
ADİL KURT (Devamla) - Teşekkür ederim.
Gene de bu bütçenin hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum. Hepinizi selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)