| Konu: | 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 43 |
| Tarih: | 17.12.2012 |
BDP GRUBU ADINA EMİNE AYNA (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Barış ve Demokrasi Partisi Grubu adına AKP Hükümetinin Maliye Bakanlığı çalışmalarını değerlendirmek üzere karşınızdayım.
Dünyayı yaklaşık beş bin yıldır devletler yönetiyor, beş yüz yıldır kapitalizm yönetiyor. Bugün, artık sosyal bilim insanları da ne devletçi sistemin ne de kapitalizmin sürdüremezlik sınırlarına vardığını ifade ediyorlar. 20'nci yüzyılın başından günümüze değin yaşanan ve neredeyse kronikleşen ekonomik krizler kapitalizmin son nefesine yaklaştığını göstermektedir. Bu sistemin dünya halklarına reva gördüğü şey, insan duygusundan muaf, her şeyi piyasanın işlemesi için bir araç olarak gören ve âdeta, Marx'ın deyimiyle, gölgesinden faydalanamadığı ağacı satmaktan başka hiçbir tasavvuru olmayan bir vicdansızlık ve akıl dışılıktır. Kapitalizmin sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik bakış açısı toplumsal dokuları iğdiş etti, ekolojik dengeyi, doğayı altüst etti. İnsanlığın geçmişte yaşadığı krizli ve kaoslu süreçlerden farklı olarak bugün gerek doğada gerek toplumsallıkta ortaya çıkan sorunlar ülkesel ve bölgesel olmaktan daha fazla küresel bir nitelik taşıyor. Toplumların bünyelerinde ortaya çıkan hiçbir ekonomik, siyasal, sosyal krizin kendiyle sınırlı olmadığı, hem küresel krizden kaynaklandığı hem de küresel krizi derinleştirerek tüm insanlığı ilgilendirir hâle geldiği her geçen gün daha da fazla anlaşılıyor ve bu durum artık sadece evrenin doğasını değil, insanın doğasını değiştirme tehlikesi barındırıyor. İnsan artık doğanın bir parçası olarak düşünemiyor; bu nedenle de doğaya karşı egemenlikçi yaklaşımının nasıl bir son yaklaştırdığının farkında değil. O kadar çok bugünle ve sadece kendi bireysel çıkarlarıyla ilgilidir ki, doğanın sonunun kendi sonu olduğunu idrak edemiyor.
İnsanlık, artık, kendini var eden iki temel konuda karar vermek zorundadır: Kendisiyle birlikte tüm canlı hayatın sürdürülüp sürdürülemeyeceği, geleceği için direniş temelinde yeni kararlar alıp alamayacağı. Bu, kararların doğruluğu ve uygulanabilirliğiyle doğrudan bağlantılı bir duruma işaret ediyor. Tam da insanın en temel hakikati olan toplumsallığı çatışma ve kargaşa, açlık ve yoksulluk, eşitsizlik ve adaletsizlik, tek tipleşme ve yozlaşmayla, artan nüfus sorunları ve işsizlikle nefessiz kalmış ve çözülmeyi yaşadığı, kapitalist uygarlığın saldırıları altında âdeta intihar çizgisinde seyrettiği bu süreçte, bizler, Türkiye'nin bütçe tasarısını sunan Maliye Bakanlığının 2013 yılı bütçesini görüşüyoruz.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; misyonunu "Ekonomik ve sosyal hedeflere ulaşmak amacıyla, iyi yönetişim ilkeleri gözetilerek maliye politikalarının hazırlanmasına katkı sağlamak, belirlenen maliye politikalarını uygulamak, uygulamayı takip etmek ve denetlemek" olarak, vizyonunu ise "Hızlı ve kaliteli hizmet sunan, saydam, hesap verebilir, öncü bir Maliye Bakanlığı" şeklinde açıklayan Maliye Bakanlığının hazırladığı bütçeye bakıldığında ne saydamlıktan ne hesap verilebilirlikten bahsedilebilir!
Kuşkusuz ki eşitlik, adalet, özgürlük vizyonu olmayan bir Hükûmetin Maliye Bakanlığının da en fazla yapabileceği, Amerika ve IMF tarafından belirlenen misyona göre hareket etmektir. "Ekonomik ve sosyal hedeflerinin ne olduğu yazılmamış olsa da, bizler, AKP'nin Türkiye halklarına karşı sürdürdüğü savaştan, yargısız infazlardan, keyfî tutuklamalardan, değişmeyen asimilasyon politikalarından, doğa katliamlarından, nükleer silah tutkusundan "ekonomik ve sosyal hedefler" ile neyi kastettiğini biliyoruz. Bütçeyi hazırlayan böyle bir mantık da doğal olarak insan ve doğa karşıtı ve antidemokratiktir.
Biraz daha açarsak, AKP bütçesi savaş bütçesidir. Kürt sorununa yaklaşımda otuz yıldır sürdürülen devlet politikalarında yani inkâr ve imha siyasetinde ısrar ediyor. Haziran, temmuz aylarında 100 milyonlarca lira Kürtlerle savaşa aktarıldı yani tam 650 milyon lira. Bunun yarattığı bütçe açığını kapatmak için elektrikten doğal gaza kadar yüzde 40'lara varan zamlar?
Yine, 2011 ve 2012'de merkezî bütçeden Kürt illerine gönderilen paylarda en yüksek oranları asker ve polis harcamalarına ayırdı. Dersim'e gönderilen merkezî bütçenin yüzde 60'ı asker ve polise gitti, sağlığa sadece yüzde 7. Yine, Şırnak'a gönderilen rakamın yüzde 43'ü, Hakkâri'ye gönderilen rakamın yüzde 50'si askerî operasyonlara, siyasi operasyonlara sesini çıkaranın sesini kısmak için gaza, copa, TOMA'ya ayrıldı. Batı illerinde asker ve polis harcamalarına dair bu rakamlar yüzde 20'yi bile bulmadı, iyi ki de bulmadı. Neticede bu kadar zulme, bu kadar insafsızlığa rağmen Kürtlerin ve bu ülkenin demokratlarının, sosyalistlerinin sesi kısılamadı.
AKP bütçesi zindan bütçesidir. AKP "Düşünmezseniz Kürt sorunu yoktur." diyor. Ancak, biz insanların diğer canlılardan farkı, düşünüyor olmamız ve bu düşünceyi ifade ediyor olmamız değil midir? O zaman, eğer Başbakanın dediği gibi düşünmez isek biz insan olmaktan çıkarız. Önerdiği bu mudur? Hepimiz biliyoruz ki düşünen, sorgulayan, araştıran, kim olursa olsun, AKP'ye göre tehdittir, "tez elden kellesi" denmektedir. Öldüremediğini zindana tıkar.
AKP sosyal politika olarak 2 somut adım atıyor: Biri her yere camii yapmak, ikincisi mevcut cezaevlerini büyütmek ve yenilerini yapmak. Yani AKP'nin sosyal politikası sonucu toplumun önüne konan şey: "Hiç beni sorgulama, camiye git; eğer sorgulayacaksan işte zindan." Darbe dönemleri de dâhil Türkiye tarihinde hiçbir zaman bu kadar insan siyasi düşünce ve duruşlarından dolayı cezaevine gönderilmemiştir, AKP Hükûmetinin en somut icraatıdır.
AKP bütçesi zenginlerin, burjuvazinin bütçesidir; işçiler, emekçiler AKP bütçesinde yer almamaktadır. Maliye Bakanlığını değerlendirirken, kuşkusuz bunu dünyadaki gelişmelerden, halkların doğal ve meşru haklarının her geçen gün daha da fazla baskılanmasından, halkın sekiz yüz yıllık kazanılmış bütçe hakkının gasbedilmesinden, küresel sermayenin kendi çıkarları ve kâr hadlerini artırmak için yerellerde giriştiği ekonomik, sosyal ve kültürel katliamlarından bağımsız değerlendiremeyiz. AKP bekârlara "Evlenin, en az 3 çocuk sahibi olun." diyor. Bu asgari ücretle mi, bu işsizlik oranıyla mı, bu yoksulluk sınırı ve açlık sınırıyla mı? Ailelerine, çocuklarına nasıl bakacaklar, nasıl karınlarını doyuracaklar, çocuklarını nasıl yetiştirecekler? Torunlarına kadar borçlandıracağınız kredilerle mi?
AKP maliyesinin bütçesi kadını yok sayan erkek bütçesidir. Unutmamak gerekir ki kadın soykırımının en yoğun ve derinlikli uygulandığı alanlardan biri de ekonomidir. Tarımın ve ev ekonomisinin yaratıcısı olan kadın öncülüğünde toprağın ekilip düzenli tarım yapılmaya başlanmasından sonra muazzam bir ürün çıkmaya başlamıştır. Bu üretime herkes gücü oranında ve gönüllüce katılır. Topluluğun ortaklaşa çıkardığı ürün kadın tarafından eşit ve adilane dağıtılır, herkese ihtiyacı oranında, tüketebileceği kadar verilir. Açlık ve benzeri durumlar sadece doğanın getirdiği durumlardan olan kuraklık, sel, soğuk gibi nedenlerden dolayıdır fakat erkeğin ürüne el koymasıyla birlikte kadının denetiminden çıkan ekonomi artık sadece belli bir kesimin hizmetindedir. Bugün de hep birlikte bu zihniyet altında eziliyoruz.
Değerli milletvekilleri, bugün, bu sistemin ve dolayısıyla AKP'nin de aklı şu pratiklerde somutlanmaktadır: Kamusal mal ve hizmetlerin metalaştırılması ve en geniş anlamda özelleştirmeler aracılığıyla kamunun küçültülmesi. "Kamu" denilen şey biziz yani toplumun kendisi, yani kamunun küçültülmesi derken toplumsallığın küçültülmesi deniyor. Halk hiçbir şeye sahip olmasın, bir avuç insan tüm kaynakları satın alsın, kâr etsin, toplum da yaşadığı bu coğrafyanın kendisine bahşettiği tüm kaynakları gitsin bu bir grup insandan satın alarak kendisi fakirleşsin!
Şimdi, bu söylediğimiz için hemen yarın bize "servet düşmanı" mı diyeceksiniz? Şimdiden cevap verelim: Biz servetin düşmanı değiliz, biz o servetin sahibi halkız. Siz bizden o serveti çalıp gasbediyor ve utanmadan bize geri satıyorsunuz. Biz işte bu düşüncenin, bu sistemin düşmanıyız. Bir avuç insana peşkeş çektiğiniz o servet halkın servetidir. Yaşanmış Sovyetler Birliği örneğini ısıtıp ısıtıp önümüze getirmeyin. Sovyetler Birliği'nin yanlış uygulamaları sizin haklı olduğunuz, kapitalizmin doğru olduğu anlamına gelmez. Sovyetler Birliği de halkı kaynakları yönetmekten menetti. Sizin de yaptığınız aynı şeydir. Biz, bırakın, sahip olduğumuz kaynakları halk olarak biz yönetelim, üreten biziz, karar veren de biz olalım diyoruz.
Son olarak şuna değinmek istiyorum: Biliyorsunuz, ABD, Orta Doğu'nun önüne Türkiye üzerinden bir rol model koymak istedi. Buna da "ılımlı İslam" dedi ve AKP projesini hayata geçirdi. Bugün artık açığa çıktı ki "ılımlı İslam" denen şey aslında piyasa İslam'ı. Yani serbest piyasa anlayışının "komşusu aç olanın kendisi toksa kabul edilemez" diyen eşitlikçi İslami anlayışa hâkim kılınmasını sağlamak; İslam'ı felsefesinden, doğasından uzaklaştırıp, sadece ibadet etmeyi öne çıkarmak ve insanları her türlü liberalizm çirkefliğinin içinde namaz kılarak kurtulabileceğine inandırmak. Ne yazık ki başardılar da. Son dönemde sıkça yeni bir nesil yaratmaktan söz ediyorlar. Bunun adına da "dindar nesil" diyorlar. Dün haberlerde -hepiniz izlemişsinizdir- bu neslin ilk örneğini canlı canlı gördük. İki genç soyguncu bir marketi soymaya giriyor, marketin güvenlik kamerası çekimde; hırsızlık yapıyorlar, yüzleri kapalı, malları, kutuları topluyorlar. O sırada büyük bir ihtimalle sabah ezanı okunuyor, ezan okunduğu için büyük bir saygıyla duruyorlar, ezan okunurken hırsızlık yapmıyorlar çünkü günah. Bir de "Allah'ım bize yardım et" diye dua okuyorlar; ezan bitince kaldıkları yerden hırsızlığa devam ediyorlar. İşte yeni ekonomik modelimizin eskisinden farkı. İşte "ılımlı İslam" denen piyasa İslam'ı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bir gün talancı kapitalist sistemin bu coğrafyadan köklerinden söküleceğine, atılacağına, Türkiyeli halkların yaşadıkları bu coğrafyadaki tüm kaynakların nasıl yönetileceğine ilişkin tüm kararları kendilerinin alacağına; üretimi, ezilen cinsi, emeği, eşitliği ve özgürlüğü halkların mücadelesinin bu topraklara hâkim kılacağına inancımla sizleri selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Ayna.