| Konu: | Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 98 |
| Tarih: | 11.06.2020 |
CHP GRUBU ADINA AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Rekabetin Korunması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin geneli üzerinde söz almış bulunuyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlarım.
Değerli milletvekilleri, 4054 sayılı Kanun yani Rekabetin Korunması Hakkında Kanun 1994 yılında çıkmış ancak uygulamaya konulması ise 1997 yılını bulmuştur. Bu süre zarfında özellikle teknoloji alanında yaşanan değişimin üretim biçimlerinde ve ilişkilerinde değişime yol açmış olması ülkemizde olduğu gibi serbest piyasa ekonomisini benimseyen ülkelerin de rekabet politikalarını tekrardan gözden geçirilmesini elzem hâle getirmiştir. Bu süre içinde Avrupa Birliği rekabet hukukunda da ciddi değişiklikler meydana gelmiştir. Bugün tartıştığımız kanun teklifiyle, 4054 sayılı Kanun Avrupa Birliği mevzuatına uygun hâle getirilmek istenmektedir. Esasında bu amaçla 2008 ve 2014 yıllarında iki ayrı kanun tasarısı Meclisimize gelmiş ancak nedense bu tasarılar kadük duruma düşmüş. 2014 tarihli, dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan imzasını taşıyan 38 maddelik tasarıyı incelemek bugün ele aldığımız kanun teklifinin yeterli olup olmadığını anlamamız açısından önemli. Bu 2014 tarihli tasarıda antitröst ve birleşmeler alanında Avrupa Birliği müktesebatına uyum düzeyini artıracak düzenlemelerin yanında "rekabet savunuculuğu" kavramına yer verilmiş, ilgili kurum ve kuruluşlar arasında iş birliği ve koordinasyonu artırmak için rekabet istişare kurulu oluşturulması hedeflenmiş ve Rekabet Kurulunun toplantı ve çalışma usulleri netleştirilmeye çalışılmış. Yani özetle 2014 yılında kadük kalmış olan tasarı şu anda görüşmekte olduğumuz kanun teklifinden hem içerik olarak daha zengin hem de ihtiyacı karşılama açısından daha uygun bir metin olarak gözükmekte.
Değerli milletvekilleri, Komisyon çalışmaları esnasında üzerinde durduğumuz, eleştiri getirdiğimiz önemli hususlardan birisi de teklifte, Avrupa Birliği Uyum Komisyonu ve Anayasa Komisyonuyla doğrudan ilgili, ilişkili 4 madde olmasına rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığının teklifi tali komisyonlara göndermemesiydi. Oysa tali komisyonların görüş, öneri ve raporları nitelikli yasa yapma açısından hayati önem taşımaktadır. Teklifin gerekçelerine bakarsak veya daha önce kadük kalmış tasarıların gerekçelerini okursak esasında amaçlanan rekabet hukukumuzu Avrupa Birliği mevzuatına uyumlu hâle getirmek olduğunu görüyoruz. Peki, bu teklif kanun hâline gelirse 4054 sayılı Kanun yani rekabet politikamız, rekabet hukukumuz Avrupa Birliğiyle tam uyumlu hâle gelecek mi? Bu soruya yanıt vermek için Avrupa Birliğinin rekabet politikasının genel çerçevesini bilmemiz ve Avrupa Komisyonunun Türkiye raporlarına bakmamız gerekmektedir. Avrupa Birliği rekabet hukuku ve politikasının temel hükümlerinin 5 başlık hâlinde olduğunu görmekteyiz. Bunlar da nedir? Birincisi: Rekabeti bozucu anlaşma ve uygulamaların yasaklanması, hakim durumun kötüye kullanılmasının engellenmesi, şirket birleşme ve devralmaları yoluyla gerçekleşen yoğunlaşmanın denetimi, kamu tekel ve imtiyazlarına ilişkin hususlar ve topluluk düzeyinde rekabeti olumsuz yönde etkileyebilecek devlet yardımlarının, desteklerinin izlenmesi ve denetim altına alınması. Bu genel çerçeve içinde Avrupa Komisyonu 2019 yılında Türkiye raporuna bakarsak Avrupa Birliği, Türkiye'yi rekabet politikası alanında ancak belirli düzeyde hazırlıklı olarak görmektedir, hatta devlet destekleri otoritesinin bağımsızlığı konusunda belirli bir şekilde gerileme olduğu da raporda açıkça belirtilmektedir.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Birliği bizden yani Türkiye'den, kabaca özetlememiz gerekirse 3 tane şey istemektedir: Birincisi, geciktirmeksizin, Devlet Desteklerinin İzlenmesi ve Denetlenmesi Hakkında Kanun'un ikincil mevzuatının hazırlanarak uygulamaya konulması, ilk istekleri bizden bu. İkincisi, işlevsel olarak bağımsız bir devlet destekleri otoritesinin kurulması ve son olarak da antitröst ve birleşmeler alanında Avrupa Birliği müktesebatına uyum düzeyini artırmak için mevzuatın gözden geçirilmesi. Biz bugün, burada, bu kanun teklifiyle sadece antitröst ve birleşmeler alanında Avrupa Birliği uyum düzeyini artırıcı düzenlemeler yapacağız, daha doğrusu, yapmaya çalışacağız çünkü Avrupa Birliği mevzuatı kaynaklı olarak hazırlandığı söylenen kanun teklifinin bir kısmının yazımında uygulamayı zorlaştırabilecek ve şirketler açısından belirsizlikler yaratabilecek hususların olduğunu, bazı uygulamaların gerçekleşmesi için tali düzenlemelerin yapılması gerektiğini ve bu düzenlemeler yapılmadan, örneğin, rekabet hukukunda uzmanlaşmış mahkemelerimiz yokken kendi kendine değerlendirme sistemine geçmenin ileride hukuki belirsizliklere sebebiyet verebileceğini Komisyon çalışmalarında sıklıkla dile getirdik.
Bu kanun teklifinin 1'inci maddesinde 4054 sayılı Kanun'un 4'üncü ve 5'inci maddelerinde açıkça sayılan şartları taşıdıkları takdirde firmalara Rekabet Kurumuna başvurmadan, kendi kendine değerlendirme yaparak muaf olup olmadıklarına karar verme hakkı tanınıyor. Ancak -biraz evvel bahsetmiş olduğum gibi- rekabet hukukunda uzmanlaşmış mahkemelere sahip olmadan böyle bir uygulamaya geçilmesi akıllara "Kendi kendine değerlendirme için henüz erken mi?" sorusunu getirmekte.
2'nci maddede birleşme ve devralmalara ilişkin esasları belirlerken hâkim durum testi yerine, etkin rekabetin önemli ölçüde azaltılması testine geçilmesi amaçlanıyor ancak burada da kavramların muğlaklığı dikkat çekmekte.
8'inci maddeyle Kurulca belirlenecek pazar payı ve ciro gibi eşikleri aşmayan anlaşma, uyumlu eylem ve teşebbüs birliği kararlarının soruşturma konusu yapılmaması öngörülmekte. Bu maddeyle de "de minimis" kuralı mevzuatımıza girmiş olacak.
9'uncu maddeyle mevzuatımıza "uzlaşma ve taahhüt" müessesesi ve kavramları gelecektir.
Değerli milletvekilleri, bir de Komisyonda tartışmalara yol açan, geri çekilmesini ısrarla istediğimiz ancak önergeyle düzeltmeye çalıştığımız bir 3'üncü madde var. Bu değişiklikle Rekabet Kurulu artık hâkim durumu kötüye kullanan bir şirketi tespit ettikten sonra idari para cezasının yanında yapısal tedbirler de öngörebilecek. Firmaların belirli faaliyetlerini veya ortaklık paylarını ya da mal varlıklarını devretmelerini emredebilecek. Teklif davranışsal ve yapısal tedbirlerin ihlalle orantılı olması şartına bağlanmakta ve bu durum istisnai durum olarak düzenlenmektedir teklifte ancak üyelerinin tamamının bir kişi tarafından atanan rekabet otoritesine böyle bir yetkinin verilmesi mülkiyet hakkına aykırıdır, hukuk devleti ilkelerine aykırıdır.
Diğer bir tartışmalı kanun maddesiyse 4'üncü maddedir. Bu maddeyle Rekabet Kurumunun piyasadaki kartelleşmeyi engellemek adına yaptığı yerinde inceleme işlemi sırasındaki yetkileri genişletilmek istenmektedir. Bu maddede idareye tanınan geniş takdir yetkisi, hukuk güvenliği, ticari sır, kişisel verilerin korunması bakımından tartışmalıdır. Teklifin geri kalan 5, 6, 7, 10, 11 ve 13'üncü maddeleriyse Rekabet Kurumunun personel düzenlemelerini içermektedir. Yani aslında bu teklifin rekabetin korunması ve Kurumun işlevsel hale getirilmesinden daha çok kurumda kadro açmak, kadro sayısını artırmak ve birilerine yer bulmak için getirildiği görülmekte. Diğer düzenlemelerin dostlar alışverişte görsün kabilinde kaldığı bizlerce tespit edilmiş durumda.
Evet, bu kanun teklifiyle, yoğunlaşma ve birleşmeler alanında Avrupa Birliği müktesebatına uyum düzeyini artıracak birtakım mevzuat değişiklikleri yapılmakta ancak bunları kanunlaştırmak tek başına yeterli değil. Yani yasal çerçeveyi AB'yle uyumlu hâle getirebilirsiniz belki ancak kurumsal çerçeve olarak da Rekabet Kurumunu Avrupa Birliğindeki benzer rekabet otoritelerine benzetmeniz gerekmektedir. Bunun yolu da Rekabet Kurumunun mali ve idari özerkliğinden geçmektedir.
Değerli milletvekilleri bir de teklifin Anayasa'ya aykırılık açısından değerlendirilmesi gerekmektedir. Muhalefet şerhimizde de belirttiğimiz gibi teklifin 3'üncü, 4'üncü ve 6'ncı maddeleri özelinde Anayasa'ya aykırılıklar söz konusudur. Söz konusu maddeler Anayasa'nın mülkiyet ve miras hakkını düzenleyen 35'inci madde, çalışma ve sözleşme hürriyetini düzenleyen 48'inci maddesine ve tekelleşme ve kartelleşme yasağını düzenleyen 167'nci maddesine aykırıdır.
Değerli milletvekilleri, Avrupa Konseyi, Türkiye raporunda Rekabet Kurumunun başkan ve üyelerinin Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan atanmasının Kurul üyelerinin eğitim ve sektör deneyimi konusunda mesleki niteliklerine ilişkin herhangi bir objektif ölçütün, şartın olmamasının kurulun bağımsızlığına zarar verdiğine özellikle vurgu yapmaktadır. Rekabet Kurumunu bağımsız bir otorite hâline getirmeden Kurum çalışanlarının mesleki niteliklerine ilişkin objektif kriterleri koymadan, bu yönde düzenlemeler yapmadan bu teklif maddelerinin yasalaşmasının inanın ki hükmü yoktur ve sonuçta da maksat hasıl olmayacaktır. Bunu tesis edecek yani Rekabet Kurumunu nispeten daha bağımsız bir otorite hâline getirebilecek önergelerimiz ne yazık ki Komisyonda kabul edilmedi. Esasında önergemiz -yani Komisyonda vermiş olduğumuz önerge yeni değildi- kabul edilmiş olsaydı 4054 sayılı Kanun'un 22'nci maddesinde yapılacak değişiklikle Rekabet Kurumunun oluşma biçimini 2018 yılından önceki hâline getirecektik. Bu sayede, Cumhurbaşkanının tek taraflı ve keyfî atama yetkisine kısmen de olsa son verecek, Kurul üyelerinin atanması sürecine Yargıtay, Danıştay, Ticaret Bakanlığı ve Odalar ve Borsalar Birliğini katmış olacaktık. Kurumun yapısını etkileyen tahribat yalnızca Kurul üyelerinin ne şekilde teşekkül edeceğinin belirlenmesiyle sınırlı değil. Kurul üyelerinin görev sürelerini belirleyen madde 2018 yılında bir KHK'de yapılan değişiklikle belirsiz hâle getirilmiştir.
Değerli milletvekilleri, buraya kadar sizleri kanun teklifinin maddeleri hakkında kısaca bilgilendirdim. Bu kanun teklifiyle rekabet hukukumuzun Avrupa Birliğiyle uyumlu hâle getirilmek istendiğini ancak bunun sadece antitröst ve birleşmeler alanıyla sınırlı kaldığını görüyoruz. Kurumsal çerçeveyi AB'yle uyumlu hâle getirmekten ise oldukça uzak olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim. Avrupa Komisyonu, her raporunda ısrarla devlet destekleri otoritesinin bağımsızlığına ve devlet destekleri mevzuatının yetersizliğine atıf yapmakta hatta yıllar içerisinde bu konuda gerileme olduğunu da belirtmekte. Avrupa Birliği bu konuda yani devlet destekleri konusundaki otoritenin bağımsızlığı hususunda ısrarlı ancak biz de ülke olarak bu konuda bir şey yapmamakta en az Avrupa Birliği kadar ısrarlıyız. Ortada bir kanunumuz var, adı Devlet Desteklerinin İzlenmesi ve Denetlenmesi Hakkında Kanun. Kanun numarası 6015 ve 2010 yılında kabul edilmiş. Kanunun amacı, devlet desteklerinin Avrupa Birliği anlaşmalarına uygun olarak düzenlenmesi. Evet, bu konuda kanun yapmışız ancak ortada ikincil mevzuat yok, yönetmelikler yok. Kanunda bir devlet destekleri izleme ve denetleme kurulundan bahsedilmekte ancak bu kurul lağvedilmiş ve Cumhurbaşkanlığına bağlanmış.
Değerli milletvekilleri, devlet kendi eliyle, mesela kamu iktisadi teşekkülleri eliyle rekabeti engelleyebildiği gibi, verdiği teşviklerle, birtakım teşebbüslere sağladığı vergi avantajlarıyla, birtakım aflarla da rekabeti engelleyebilir; belirli gruplara, şahıslara avantajlar sağlayarak rekabet koşullarını bozabilir ki biz bunun örneklerini ülkemizde sıklıkla görmekteyiz. İşte bu nedenle, devlet desteklerinin, devlet yardımlarının izlenmesi ve bunun bağımsız bir otorite tarafından yapılması gereklidir. Bu konuda bağımsız bir otorite yoksa, yasa olmasına rağmen ikincil mevzuat yoksa işin doğrusu ortada rekabet kavramı da yok demektir. Peki, rekabet kavramı, rekabet politikaları neden bu kadar önemli? Rekabet hukukunu önemli yapan şey ne? Malum, içinde bulunduğumuz iktisadi modelde malların ve hizmetlerin hatta emeğin fiyatını piyasa belirlemekte ve bu modele de serbest piyasa ekonomisi denilmekte. Böyle bir ekonomik modelde en azından teorik olarak devlet piyasaya müdahale etmez, piyasalar herkese açıktır, piyasaya ilişkin bilgiler herkesin emrindedir ve rekabet, bu, pazar ekonomisinin zorunlu şartıdır; pazar ekonomisi, rekabet ilkesine dayanır da diyebiliriz. Rekabetin olmadığı ve korunmadığı ekonomilerde özgürlükçü bir ortam oluşmaz ve sürdürülemez ve sonuçta tekellerin, kartellerin hâkim olduğu kaotik bir ekonomik düzen ortaya çıkar. Böyle bir düzende iktisadi güç az sayıdaki teşebbüs ve bireylerin eline geçer ve bu durum toplumun genelinin aleyhinedir. Kamu kaynakları, toplumun geri kalanının yerine, belli bir zümreye veyahutta son günlerdeki bilinen ifadesiyle yandaşlara aktarılır. Bu nedenledir ki rekabet politikası, iyi işleyen bir piyasa ekonomisi oluşturmak için devletçe kullanılan bir araçtır. Burası önemli, bir kere daha tekrar ediyorum: Rekabet politikası, iyi işleyen bir piyasa ekonomisi oluşturmak için devletçe kullanılan bir araçtır. Peki, bu araç devlet tarafından yanlış kullanılırsa, düzgün dizayn edilmemişse, eksikse, tam değilse ne olur? Bağımsız olması gereken rekabet otoritesi bir kişiye bağımlı ise ne olur? Ve o kişi aynı zamanda yürütmenin başıysa, yasamayı ve yargıyı tasallut altına almışsa ne olur?
Değerli milletvekilleri, dünyada altyapı yatırımlarında en fazla ihale alan 10 firmanın 5 tanesinin ülkemizden çıkmış olmasının bir izahı var mıdır, mantıklı bir açıklaması var mıdır? Bu durum tesadüf olabilir mi? O hâlde böyle bir ülkede rekabet kavramından bahsedebilir miyiz? Bugün bu ülkede gazetelerin neredeyse tamamı aynı manşetleri atmakta. Farklı manşet atan gazeteler ve televizyon kanallarına ise fahiş cezalar veriliyor. Farklı düşünen, gerçeklerin peşinde koşan, hakikatin peşinde koşan gazeteciler ise hapse atılıyor. (CHP sıralarından alkışlar) Böyle bir ekonomide, böyle bir ülkede demokrasiden bahsedebilir miyiz? Medyada kartelleşmenin olduğu bir ülkenin aynı zamanda demokratik olabilmesinin imkânı var mıdır?
Bakınız, 2003 yılında yürürlüğe giren bir Kamu İhale Kanunu'muz var. Bugüne kadar 150 defanın üzerinde değişikliğe uğramış. İstisnaları belirten 3'üncü maddede, başlangıçta 6 tane bent vardı. Bugün bu bent sayısı 29'a çıkmış durumda hatta şu anda Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmekte olan torba kanunun 1'inci maddesinde Kamu İhale Kanunu'na yeni bir istisna getirilmek istenmekte. Alfabemizde harflere yer kalmadığına göre bu sorun nasıl aşılacak, hakikaten ben de merak ediyorum. İhalelerde esas usul açık ihaledir. İstisnai olması gereken pazarlık usulü neredeyse hemen her ihalede karşımıza çıkmakta. Pazarlık usulü ihale, rekabetin ortadan kalkmasıdır, kamunun zarar etmesidir, kamu kaynaklarının belli odaklara, belli ceplere transfer edilmesidir.
Değerli milletvekilleri, belli sayıdaki firmayı ihaleye davet ederek yapılan ihalelerin toplamı 2003 yılında sadece 768 milyon liraydı. 2017 yılına gelindiği zaman ise bu tutar 45 milyar liraya çıkmış ne yazık ki. Yani rekabet politikaları, denetleyen ve düzenleyen kurumların bağımsızlığı, yargı bağımsızlığı, yolsuzluk, kayırmacılık, bunlar, esasında, hepsi birbiriyle bağlantılı kavramlar.
Uluslararası Şeffaflık Derneği, her sene, yolsuzluk algı endeksini yayınlıyor. 2018 yılında, 180 ülke arasında Türkiye 78'inciydi; 2019'da 91'inci sıraya gerilemişiz. 36 OECD ülkesi arasında 35'inci sırada yer almaktayız. Derneğin 2019 yılı Raporu'nda Türkiye'yle ilgili söyledikleri enteresan: Güçler ayrılığının düşük düzeyde olduğu, denetleme ve düzenleme kuruluşlarının üzerindeki siyasi etkinin çok güçlü olduğu belirtilmekte. Yargı bağımsızlığı ve basın özgürlüğünün olmadığının ise altı çizilmekte. Daha evvel kayırma, iltimas, yolsuzluk yok muydu? Vardı elbet ancak önceden yapılan, Devlet İhale Kanunu'nun etrafından dolaşmaktı; şu an yapılan ise bizzat kanun yaparak kayırmacılığın merkezîleştirilmesidir.
Değerli milletvekilleri, ülkemizde rekabetin bilhassa devlet eliyle, özellikle kamu ihalelerinde ortadan kaldırıldığı açıktır. Burada serbest ekonomiden bahsedemeyiz. Bu modelin adına "serbest piyasa ekonomisi" diyemeyiz. Biraz evvel hatip "talimat ekonomisi" demişti, Esra Çeviker Gürakar da buna "kayırma ekonomisi" demişti kitabında. Bu sistem, olsa olsa ahbap çavuş kapitalizmidir. Yanlış anlaşılmasın, serbest piyasa ekonomisi meraklısı değilim, serbest piyasa ekonomisinin putlaştırılmasına da karşıyım. Yeni sağın, neoliberalizmin dünyaya mutluluk getirmediği ortada ancak pazarın serbest olması kuralsız olacağı anlamına da gelmez. Bu durumun panzehri hukukun üstünlüğüdür. Bu durumun panzehri bağımsız denetleme otoriteleridir, bağımsız kurullardır. Bu durumun panzehri şeffaflıktır, demokrasidir, haber alma özgürlüğünün önündeki engellerin kalkmasıdır, rekabet ortamının tesisidir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun efendim.
AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Devamla) - Değerli milletvekilleri, bugün tartıştığımız Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'da yapılan değişiklikler yeterli değildir. Öncelikle, Rekabet Kurumunun bağımsızlığını tesis etmemiz gerekmektedir; Rekabet Kurumu bir kişinin keyfiyetine bırakılamayacak kadar önemlidir. Yani, ihtiyacımız, yeni bir rekabetin korunması kanunudur, yeni bir anlayıştır; ihtiyacımız olan, yeni bir rekabet politikasıdır.
Sonuç olarak, bu teklif, idari ve mali özerkliği olmayan Rekabet Kurumunun kurumsal yapısında herhangi bir düzeltme yapmamakla birlikte, mülkiyet hakkı ve teşebbüs hürriyeti aleyhine sonuçlar doğurabilecek şekilde devlet müdahalesini kolaylaştırmaktadır.
Bu düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)