GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilâtı Esasiye Kanununun Bazı Hükümlerinin Kaldırılması ve Bazı Hükümlerinin Değiştirilmesi Hakkında Geçici Kanunun Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılması ve Neden Olunan Mağduriyetlerin Giderilmesi Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:103
Tarih:23.06.2020

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; 27 Mayıs 1960 darbesini gerçekleştiren darbeciler sadece anayasal düzeni sonlandırmamış, halkın oylarıyla seçilen meşru yöneticileri de yargılamıştır. Bu yargılamalar neticesinde Başbakan Adnan Menderes, Bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan ne yazık ki idam edilmişlerdir. Bu idamlar Türkiye demokrasi tarihine bir kara leke olarak geçmiştir.

Halkların Demokratik Partisi olarak darbelerin ve darbecilerin her daim karşısında yer aldık. Darbelere ve darbecilere karşı mücadelemiz politik mücadele tarihimizin vesikalarından biridir. Bu kapsamda, bir kez daha, Millî Birlik Komitesinin 38 üyesi başta olmak üzere, 27 Mayıs darbesini gerçekleştirenleri ve Adnan Menderes ile arkadaşlarının idamına giden yolun taşlarını döşeyenleri, bu kararı verenleri demokrasi ve özgürlükler adına kınıyoruz.

Darbelerle yüzleşmek için darbeler arasında seçici davranmamak, sadece 27 Mayıs darbesinin değil tüm darbelerin izlerini hem siyasi hayattan hem de hukuk mevzuatından tümüyle silmek gerekmekte. Nitekim, bu kanun teklifinin genel gerekçesinin de belirttiği gibi, 27 Mayıs askerî darbesi nasıl hukuk sisteminde yaralara neden olmuşsa daha sonra gerçekleştirilen 12 Eylül askerî darbesi ve onun ürünü olan 82 Anayasası da hukuk sisteminde onarılmaz yaralara neden olmuştur. 82 darbe anayasasının üzerine inşa edilen bugünkü sistem de söz konusu yaraları derinleştirmekten başka bir işleve sahip olamamıştır. Bugün, Türkiye'nin demokratik ve özgür geleceğine dair bir istek duyuyorsak eğer, yapılması gereken şey, hatta en önemli şey demokratik anayasadır.

Değerli milletvekilleri, darbeler hem ülkemizde hem de tüm dünyada halkların demokrasi mücadelesinde yalnızca çok ağır yıkımlar yaratmakla kalmadılar, aynı zamanda ekonomi ve siyaseti de zor gücüne dayanarak yeniden şekillendirdiler. Son elli yıla baktığımızda, üçüncü dünya ülkelerinin her birinin en az bir darbe yaşadığını görüyoruz, hepsinin de bahanesi aynı; ülkedeki kaosun sonlandırılması ve demokrasi getirmek. Ne kadar trajik değil mi? Darbelerle demokrasi getirmek. Oysa darbelerde asıl amaç, iktidardakileri bu konuda başarısız bulan egemenlerin kendi çıkarlarını yeniden tesis etmesidir. Geriye ise ölümler, işkenceler, sıfır noktasına geri dönmüş bir demokrasi ve yozlaşma kalır.

Değerli arkadaşlar, ben kendi ömrüme, 71'iyle, 80'iyle, postmodern 28 Şubat darbesiyle, e-muhtırasıyla, darbe girişimiyle, sivil darbesiyle -adına ne derseniz deyin- 6 darbe sığdırdım. Sıkıyönetim askerî mahkemelerinde hem yargılandım hem de o mahkemelerin sonunda avukat olarak görev aldım ve o günden bugüne, yargının, hep darbecilerin, iktidarların âdeta sopası olarak kullanıldığına şahit oldum. Ha sıkıyönetim mahkemeleri, ha DGM'ler, ha özel yetkili mahkemeler ya da bugünkü sulh ceza hâkimlikleri. Fakat artık darbeler sadece askerî yöntemlerle yani silah zoruyla ülke yönetimine el koyma şeklinde gerçekleşmiyor. Eskiden hükûmetlere karşı gerçekleşiyormuş gibi gözüken askerî darbeler, şimdi, ordu-polis-hükûmet iş birliğiyle vuku buluyor. Nasıl ki geçmişte de esasen toplum içindeki değişim dalgalarını, eşitlik, adalet, demokrasi taleplerini bastırmayı hedeflemişse bugün de aynı saikle yapılıyor darbeler yani yöntem değişse de maksadı aynı ve her seferinde ama her seferinde "güvenlik" ve "terör" gibi kavramlar üzerine söz söylemenin dahi mümkün olmadığı kutsal kavramlar olarak karşımıza çıkıyor ve böylece devlet zoru ve baskısı normalleştiriliyor. Dolayısıyla artık darbe yapılmasına bile gerek duyulmadan sürekli bir darbe yönetimi altında yaşıyoruz.

Değerli arkadaşlar, 2012 yılında barış süreci sürerken yapılan bir araştırmada toplumun yüzde 79'u "Darbeyi desteklemem." demiş, yüzde 68'i darbe yargılamalarını gerekli görmüş, yüzde 61'i "12 Eylül ve 28 Şubatın yargılanmaya başlanması Türkiye'de demokrasinin güçlenmesine katkı sağlar." demiş; "Katkı sağlamaz." diyenlerin bir kısmı ise demokrasinin gelişmesi için bunun yeterli olmadığını ifade etmiş yani karşı çıktığı için değil aslında. Yani buradan önemli bir sonuç çıkıyor aslına bakarsanız: Toplumu kutuplaştırmadığınız, ekonomik sorunların üzerini öfkeyle örtmeye çalışmadığınız zamanlarda toplum demokrasiden yana. Fakat bugün, 1960 darbesiyle hapse atılan, idam edilen kişilere iadeiitibar sağlamakta böyle bir samimiyet bulmak gerçekten mümkün mü? 1980 darbesinin üzerinden kırk yıl geçti. Hesaplaşma diye hasta yatağında Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya'yla bir oyun sergilendi. İktidar kendine veya kendi öncellerine yapılan postmodern darbeleri, e-muhtıraları bile soruşturma, yargı malzemesi yapma gereği duymadı. 15 Temmuz darbe girişimi deseniz, siyasi ayağından hâlen kimse yargılanmış değil. Cemaat savcılarının hazırladığı iddianamelerle Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak hapiste. Cizre, Sur, Şırnak, Gever operasyonlarını yürüten sorumlu askerler darbecilikten tutuklanmalarına rağmen bölgede işledikleri hiçbir suçtan yargılanmadılar. Binlerce HDP'li siyasetçiyi hapishanelerde rehin tutarak, Anayasa'yı hiçe sayıp defalarca milletvekilliklerini düşürerek kendi siyasi yolunu temizlemenin, ordu eliyle siyasetçilerin bertaraf edildiği o eski tip darbelerden hiçbir farkı yoktur. Niyeti de sonucu da aynıdır, halk iradesini yok saymak.

Bugün, 23 Haziran 2019 seçimlerinin yenilenmesi üzerinden tam bir yıl geçti. O süreç, demokratik bir seçim sürecini yok saymaktan yani darbe girişiminden çok mu farklıydı? Nasıl ki 15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olmasını halkın sağ duyusuna borçluysak 23 Haziran darbe girişiminin başarısız olmasını da yine halkın inadına borçluyuz. Üstelik, bir de bugün tesadüf değil, yine bir intikam dürtüsüyle bu sürecin önemli aktörlerinden bir kadın siyasetçi CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'nun geçmiş yıllarda attığı "tweet"ler nedeniyle, "tweet"ler nedeniyle arkadaşlar -ve demokrasiden bahsediyoruz- aldığı dokuz yıl sekiz aylık hapis cezası istinaf mahkemesi tarafından onandı.

Evet, bugün bu çarktan çıkmak için hakikatli, gerçek bir yüzleşmeye ihtiyacımız var. Bugün, her şeyden önce siyasetin kendi çürümüşlüğüyle yüzleşmeye ihtiyacı var. Bir ülkede demokrasiye erişmenin önündeki en büyük engellerden bir tanesi de resmî tarih dışında gerçek tarihe, halkın tarihine ulaşamamaktır. Öncelikle, tarihi muktedirlerin dilinden değil gerçeklerin diliyle okuyabilmeli ve yüzleşebilmeliyiz. Geçmişe yönelik yüzleşmeyle zararların tazmin edilmesi mantığından hareketle 1960, 1971, 1980, 1997 yıllarında yapılan askeri darbeler sonucunda yaşamını yitiren, yaralanan, ruh ve bedensel sağlıklarında ciddi sorunlar yaşayan, kamu memuru iken görevinden ihraç edilen, daha farklı şekillerde mağdur edilen yurttaşlarımızdan ve toplumsal kesimlerden özür dilenerek bu kişi ve kesimlerin yaşadığı olumsuzluklar da onarılmalıdır.

Ancak ben, özellikle bu ülkede geçmişin nasıl yaşandığının yanı sıra geleceğin nasıl yaşanacağını da önemseyen birisiyim ve bunun önemli olduğunu düşünüyorum. O yüzden de bugün özür dilenmesi gereken birileri daha var: Avukatlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi lütfen.

FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Bir şehri kapatarak, darbederek, yirmi dört saat âdeta ayakta bekleterek aç bırakma cezası verilen hak savunucusu tüm meslektaşlarımı asla boyun eğmedikleri ve geleceğe dönük en güzel adımlardan birini attıkları için, ayrıca geçmiş tüm Barolar Birliği Başkanlarının kemiklerini sızlatan Fevzioğlu'na sırtlarını döndükleri için sevgiyle kucaklıyor ve selamlıyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)