| Konu: | Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 104 |
| Tarih: | 24.06.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin geneli hakkında konuşmak üzere huzurunuzdayım. Yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.
Teklif, esas itibarıyla oldukça teknik bir kanun teklifi anlamı içeriyor, yargının işlerliğini artırmak ve usuli eksiklikleri gidermeyi amaçlıyor ancak Türk yargısının usuli eksikliklerden çok daha önce ele alınması gereken bir siyasallaşma sorunu vardır. Yargının siyasallaşması hukuk sistemimizin bir sorunu olduğu gibi, aynı zamanda ekonomik sorunların da temel kaynağını oluşturmaktadır. Bilindiği üzere Türk ekonomisi son iki yıldır ciddi bir darboğazın içindedir. Bu darboğaz milletimizin fakirleşmesine de sebep olmaktadır. Bu süreçte, Hükûmet, neredeyse ayda bir ekonomi paketi açıklayarak sorunlara çözüm getirmeye gayret sarf etmektedir. Başından beri, açıklanan PowerPoint paketlerin maalesef sorunları gideremeyeceğini parti olarak dile getirmiştik. Bu söylemimizin arkasındaki sebep de paketlerin içeriğinin yanı sıra, yaptığınız nedensellik hatasıydı. Siz, paket hazırlarken sadece ekonomik nedenleri göz önünde bulundururken perde arkasında bu meselelerin doğrudan "demokrasi" ve "hukukun üstünlüğü" kavramlarıyla alakalı olduğunu göz ardı ettiniz. Oysaki bu saydıklarım ekonomik büyüme ve kalkınma için olmazsa olmaz şartlardandır. Çok açık bir şekilde ifade etmek gerekir ki Türk ekonomisinin boğuştuğu sorunların esas sebebi, demokrasiden ve hukuktan uzaklaşılmasıdır. İçinde ne olduğu belli olmayan PowerPoint sunularından öteye gidemeyen ekonomi paketlerinin de birer fiyasko olduğu ortaya çıktığına göre, artık meselenin asıl sebeplerini tartışıp çözmenin zamanı geldiği kanaatini taşıyoruz.
Saygıdeğer milletvekilleri, ekonomi ve hukuk birbirine zincirleme bağlı davranışlardan oluşur. Bu zincirin herhangi bir noktasına yapılacak müdahale er ya da geç diğer halkaları da etkileyecektir. Türkiye'nin adım adım hukukun üstünlüğü, demokrasi ve basın özgürlüğü endekslerinde yaşadığı düşüş tüm ekonomik göstergelerde de bozulmayı beraberinde getirmiştir. Bu düşüş, 2010 Anayasa referandumuyla başlamış Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçişle daha da derinleşmiştir. Zincirleme bir şekilde ifade edecek olursak yatırımcılara karşı ülkesinin güvenilir bir yatırım limanı olduğunu kanıtlayan bir ülke, zaman içerisinde temel hukuk ilkelerine bağlılıktan ve demokrasinin temel prensiplerinden uzaklaştığı takdirde yatırımlarını kaybetme tehlikesiyle de karşı karşıya kalabilir. Bu doğrultuda doğrudan yabancı yatırımlarla ülkeye gelen döviz miktarının azalması döviz kurunun yükselmesine ve ülkenin para biriminin değer kaybetmesine yol açabilir. Böyle bir ihtimalde ulusal para biriminin değer kaybı iç talebi olumsuz etkileyeceği için üretim miktarını düşürecek ve bu vesileyle de büyüme hızının yavaşlaması oldukça muhtemel hâle gelecektir.
Üretimi potansiyelinin altına düşen bir ülkede, istihdam oranının azalarak işsizliğin artacağı hususu da yadsınamaz bir gerçektir. Bu nedenle ekonomik ilerleme ile demokratik ilerlemenin beraber yürüdüğünü kabullenmek gerekmektedir ve bu iki süreç de birbirinden ayrılmayacak şekilde "hukukun üstünlüğü" kavramıyla bağlantılı görülmektedir. Sağlıklı işleyen bir devlet mekanizması için bahse konu kavramların iç içe girmiş oldukları gerçeği unutulmamalıdır. Bu nedenle Türkiye benzeri ekonomik modellere sahip ülkelerde istikrarlı bir ekonomik büyüme hedefleniyorsa hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı gibi değerlere bağlılık vazgeçilmez olmak zorundadır.
Şimdi, özellikle son on yılda demokrasi ve hukuk alanlarında yaşadıklarımızın ekonomi üzerindeki etkilerini yakından inceleyelim. Yargıyla ilgili önemli düzenlemeler içeren 2010 referandumu ve yeni yönetim sistemini belirleyecek olan 2017 referandumuyla birlikte hem yargı bağımsızlığı hem de demokratik ilerleme alanlarında ciddi kayıplar yaşanmıştır. Demokrasilerde yargının siyasallaşması ve Parlamentonun güç kaybetmesi "kuvvetler ayrılığı" ilkesine zarar vermektedir. Neredeyse yirmi yıldır ülkemizde yargı sistemi planlı ve sistematik olarak tahrip edilmekte, Anayasa'ya sıkı sıkıya bağlı yargıçlar yerine cemaatlere, tarikatlara ve hatta terör örgütlerine bağlı yargıçlara emanet edilmektedir.
2010 Anayasa değişikliği referandumunun sonuçlarını 15 Temmuz 2016 darbe kalkışmasıyla gördük. Bu kalkışmadan ders çıkarmamız gerekirken sanki ülkenin tek sorunu parlamenter sistemin eksikleriymiş gibi 2017 Anayasa değişikliği referandumu gerçekleştirildi. Ne vadederek yaptınız? "Demokratik sorunlar aşılacak." dediniz, aşıldı mı? "Yargısal sorunlar aşılacak." dediniz, aşıldı mı? "Ekonomik sorunlar aşılacak." dediniz, aşıldı mı? Sonuç ne? Sonuç, koskocaman bir hiç.
Yeni sistemin ilk bir buçuk yılında Cumhurbaşkanlığı tarafından toplamda 55 Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve bu kararnameler içerisinde toplamda 2.064 madde çıkarılırken Meclis bünyesinde toplamda 57 kanun ve bu kanunlar içerisinde 1.046 madde çıkarılmıştır. Bu istatistik dahi Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin Parlamentoyu nasıl etkisiz kıldığının göstergesidir. Liberal demokrasilerde parlamentoların asli yasama organı biçiminde görev yapması temel kural iken yürütme erkinin başı konumunda olan Cumhurbaşkanı, yasama organına kıyasen daha fazla hükmün Türk hukuk sistemi içerisine dâhil olmasına neden olmuştur; şüphesiz bu durum "erkler ayrılığı" prensibinin tahribatını da beraberinde getirmiştir.
Bakın, biz muhalefet partisi olarak bakanlıklara 2.656 adet soru önergesi iletmişiz; bunlardan 1.262 adedine cevap vermeye dahi tenezzül etmediler. Aynı süreçte 116 araştırma önergesini grup önerisi olarak Genel Kurula sunduk; bunların tamamı toplumun sorunlarını gidermek üzerineydi, aralarında EYT'liler vardı, 3600 ek gösterge vardı, coronavirüs önlemleri vardı. Sonuç ne oldu? Tamamı iktidar grubunun oylarıyla gündeme dahi alınmadı. E, hani yeni sistemde Meclis ve milletvekillerinin önemi artacaktı, Meclis şeffaf bir denetim görevini yerine getirebilecekti? Bugün görüyoruz ki "yeni sistem" diye getirdiğiniz bu anlayış, yürütmeye denetimsiz bir yönetim hakkı sunmaktadır. Hükûmet, tüm kurumlarıyla birlikte, sorgulanamayan ve denetlenemeyen bir yetkinin sahibidir.
Öte yandan, partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin uygulanmaya başlanmasıyla üst kurul bürokratlarının Parlamentonun onayına sunulmaksızın Cumhurbaşkanı tarafından atanması, bağımsız idari otoritelerin hukuki güvencesini ve bağımsızlıklarını ortadan kaldırmıştır. Atamalar bu şekilde yapılırken TÜİK Başkan ve Başkan Yardımcısı görevden alınmış ve üst düzey bürokratların kariyerlerinin tek bir kişinin sözüne bağlı olduğu ortaya çıkmıştır. Bunu, Merkez Bankası Başkanının "Aynı kulvarda değildik, gerekeni yapmadı." denilerek görevden alınması da takip etmiştir. Tüm bu gelişmeler, 2001 sonrası dönemde ihdas edilen ve yasayla bağımsız kılınan düzenleyici, denetleyici kurumların artık bağımsız olmadığına işaret etmektedir. Türk ekonomisini 2001 krizine götüren şartların bir daha yaşanmasına mâni olmak için inşa edilen kurumların geçmişten ders almamışçasına yeniden siyasetin güdümüne sokulması, güven olgusunu büyük oranda zedelemiştir.
Yine, 90'lı yılların pek revaçta olan uygulaması bütçe dışı fonların, örneğin Türkiye Varlık Fonunun dünyada eşi benzeri olmayan bir biçimde Sayıştay denetiminin dışına çıkarılması, kurumlarımızda yaşanan yozlaşmayı gözler önüne sermektedir.
Sayın milletvekilleri, yargı ve kamu bürokrasisinde bu keyfî gelişmeler yaşanırken hukukun üstünlüğü açısından ülkelerin kıyaslandığı endekslerde de ileri gitmemiz beklenmemelidir. "Dünya Adalet Projesi" adlı kuruluşun yayınladığı 2020 yılına ilişkin Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde Türkiye'nin 128 ülke arasında 107'nci sırada yer aldığını; Mısır, Kongo, Venezuela gibi ülkelerle aynı kategoride değerlendirildiğini görmekteyiz. Türkiye, hükûmetin yetkilerinin kısıtlanmasına ilişkin sıralamada 124'üncü, temel haklar sıralamasında ise 123'üncü sırada yer alıyor. Geçmiş tarihli raporlara bakıldığında, Türkiye, 2019 yılında Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 126 ülke arasında 109'uncu sıradadır. 2009 yılından bu yana yayınlanan endekste, Türkiye her geçen gün daha da geriye gitmektedir. 2011'de 44'üncü sırada olan Türkiye, 2014'te 59'uncu sıraya, 2016'da ise 99'uncu sıraya gerilemiş; partili Cumhurbaşkanlığı sistemi sonrasında ise 109'uncu sıraya gerilemiş durumdadır yani Bangladeş, Myanmar gibi ülkelerle birlikte değerlendirilmeye başlanmıştır.
Yine, bağımsız uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlanan hukukun üstünlüğü hususunu ihtiva eden bir diğer demokrasi endeksinde Türkiye "Ne demokratik ne de diktatöryal olarak tanımlanabilecek hibrit bir rejimle yönetiliyor." diye tarif edilmiştir. Bu durum, artık vatandaşların günlük yaşantısına da yansımış durumdadır. Vatandaşlarımız arasında adalet sisteminden memnuniyet oranı 2007'de yüzde 67 iken 2018'de bu oran yüzde 44'lere düştü. Ne yaptınız, ettiniz vatandaşı da bu ülkede adalet olmadığına ikna ettiniz.
Şimdi, demokrasiden, hukukun üstünlüğünden ya da yargının bağımsızlığından uzaklaşmak ekonomimize nasıl tesir etmiş bakın, hep beraber inceleyelim. Partili Cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiğimiz ikinci yılda, tüm gelişmekte olan ülkelerden neredeyse her konuda negatif olarak ayrışmış durumdayız. 2018 yılında yüzde 2,6; 2019 yılında ise yüzde 0,9 büyüyebilen Türkiye, 2020 yılında gerçekleşmesi muhtemel daralmayla cumhuriyet tarihinin en kötü üç yıllık performansını sergilemiş olacaktır. Yine, bu süre zarfında, kişi başına düşen millî gelirimiz 2 bin dolardan daha fazla azalmış durumdadır. İşsizlik verileri de sistemin işlevsizliğini ortaya koymaktadır. 2017'de yüzde 10,9 olan işsizlik oranımız, yeni sisteme geçişle birlikte tırmanışa geçmiş ve tarihî seviyelerini görmüştür. İşsizlik oranı, 2019'un ortalarında yüzde 14'lere kadar yükselmiştir. 2002 yılında icralardaki dosya sayısı 8 milyon 600 bin iken 2019 yılı Eylül ayı sonunda icralardaki dosya sayısı 21 milyonu geçmiştir. 2002 yılında karşılıksız senet tutarı 800 milyon lira civarında iken 2019 yılında ödenemeyen senet tutarı 27 kat artarak toplam 21,4 milyar liraya yükselmiştir. 2002 yılında toplam karşılıksız çek tutarı 2,2 milyar iken 2019 yılında toplam karşılıksız çek tutarı 12,5 kat artarak 27,3 milyar liraya yükselmiştir. Sayın Cumhurbaşkanı "Dövizlerinizi bozdurun." çağrısı yaptığında 130 milyar dolar olan döviz tevdiat hesapları 200 milyar doların üzerine yükselmiştir. 2001'den bu yana ilk kez toplam mevduatın yarısından fazlası döviz cinsine geçmiştir, hâlen de toplam mevduatın neredeyse yarısı döviz olarak durmaktadır.
Sistemin yarattığı belirsizlik sabit sermaye yatırımlarını durdurmuştur. Türk sanayicisi, girişimcisi 2001 krizinin ardından ilk kez net borç ödeyici pozisyona geçmiştir, iki yılda 50 milyar dolara yakın borç kapatmıştır. 2002 yılında aile geliri içinde borç oranı yüzde 4,7 iken yeni sistemin daha ilk yılında bu oran yüzde 54'e çıkmıştır. Son yıllarda azalma eğilimi içerisinde olan doğrudan yabancı yatırımlar 2019 yılıyla durma noktasına varmıştır. 2020'nin ilk dört ayı, 1980'den bu yana en çok sermaye çıkışının yaşandığı dönem olarak kayıtlara geçmiştir. 2012 yılında devlet tahvillerinin dörtte 1'i yabancıların elindeyken bugün, bu, yüzde 5 seviyesine gerilemiş durumdadır. Üstelik bu rakamlar sadece son iki yılda değil, yaklaşık on yıldır kötüye gitmektedir. Son iki yılda olan, bu kötü gidişatın hız kazanması ve bu kötü gidişatın her geçen gün daha kendini hissettirmesi hâlidir.
Bakın, hukukun üstünlüğüyle ilgili bir endeks değer var, her yıl için hesaplanır. 2009'da bu endeks değerimiz 0,49; on yıl içinde sürekli aşağıya doğru gelmiş ve 2019'da 0,39 olmuştur. Aynı on yıl içerisinde tüm ekonomik göstergeler bozulmuş, neredeyse iyiye giden hiçbir şey kalmamış. Sizce bu tesadüf müdür? Yok tesadüf değilse gerçekten ekonomi ve hukuk arasında kuvvetli ilişkiler ağını yönetememek gibi bir problemden muzdarip durumda mıyız? Şimdi yeniden söylüyoruz; mesele -almaya çalıştığınız ekonomik tedbirlerin ötesinde- yeni paket açıklayarak ya da yurt dışında yatırımcıları ikna etmeye çalışarak içinden çıkılabilecek bir durum olmayı geçmiştir. İktidar olarak yok ettiğiniz hukuku, adaleti, demokrasiyi yeniden inşa etmek mecburiyetiyle karşı karşıyasınız. Emin olun, bu konuda doğruları yapmaya gayret sarf ettiğiniz müddetçe, muhalefet olarak sizden desteğimizi esirgemeyeceğiz. Siz yeter ki doğru yolu bulunuz. Hep beraber ülkemizin gerçek sorunlarına yönelelim ve bunu gerçekleştirmek için de gönül birliği, el birliği, iş birliği yapmaktan geri durmayalım.
Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum, sabrınız için teşekkür ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)