GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2013 YILI MERKEZÎ YÖNETİM BÜTÇESİ VE 2011 YILI MERKEZÎ YÖNETİM KESİN HESAP KANUNU TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:43
Tarih:17.12.2012

BDP GRUBU ADINA NAZMİ GÜR (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakan, kutluyorum, bugün iyi bir satış yapmışsınız, işler iyi gidiyor galiba. Otoyol ve köprüler Koç ve Ülker Grubu'na devredildi bir özelleştirmeyle. Yirmi beş yıllığına 5 milyar 750 milyonluk bir satış bu. Herhâlde bu özelleştirmelerle Hükûmet, kamunun yani halkın olan değerleri tek tek elinden çıkararak yine kapitalizm için, yine sermayedarlar için harcayacak, öyle görüyorum, onun için kutladım sizi Sayın Bakan.

Değerli arkadaşlar, 2013 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi Kanunu Tasarısı'nın 4'üncü maddesi üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgiyle, saygıyla selamlıyorum.

Bu maddedeki konuşmamda, biraz, silahlanmayı, militarizmi silahlanmanın bütçe içerisindeki yerini ve ülkemiz için ne anlama geldiğini anlatmaya çalışacağım.

Değerli arkadaşlar, dünyada silahlanma yarışı devam ediyor. Özellikle son on yıldır Türkiye de gerek "Modernizasyon" adı altında gerekse "yerli sanayi, silah sanayi kurma" adı altında ve gerekse de belki de hiçbir zaman ihtiyaç duymayacağı silahları alarak kendi bölgesindeki tehdit algılarına uygun bir şekilde bu çılgın silahlanma yarışına giriyor.

Tabii silahlanırken, bir taraftan da ülkenin eğitiminden, sağlığından, sosyal haklarından, işçisinden, emekçisinden kısarak savaş bütçelerine ayırıyorlar. Onun için biz bu bütçeler konuşulurken hep şunu söyledik Barış ve Demokrasi Partisi olarak: "Bu bütçeler savaş bütçeleridir, bu bütçeler silah bütçeleridir."

Değerli arkadaşlar, özellikle soğuk savaştan bu yana, "Soğuk savaş bitti, artık ülkeler birbirlerine karşı silahlanmayacaklar." diye düşünürken, tam tersi, özellikle başını ABD, Çin, Rusya, Japonya, Suudi Arabistan, İsrail gibi ülkelerin ve kimi Avrupa Birliği ülkelerinin çektiği çokça ülke bu silahlanma yarışını çılgın bir şekilde sürdürüyorlar. Ne yazık ki, Türkiye de, özellikle "Güçlü Ordu, Güçlü Türkiye" sloganı adı altında bu yarışta en ön sıralarda yerini almış durumda. Tabii bir ülkenin güçlü olması o ülkenin ordusunun güçlü olmasıyla doğru orantılı değil; bu yanlış bir parametredir çünkü doğru olan, bir ülkenin güçlü olmasını sağlayan en önemli parametrelerden biri, o ülkenin ne kadar demokratik olup olmamasında, o ülkenin gelir dağılımında ne kadar adil olup olmamasında, o ülkenin gerçekten yoksulluğa karşı yoksulluğu ne kadar yok edip etmemesiyle ölçülebilir. Görün ki bizim ülkemiz de, özellikle silahlanma yarışına hızlı bir şekilde katılmasıyla halkın eğitimine, sağlığına harcanacak parayı orduya, silaha veriyor. Birkaç rakam verirsek, sanırım bu daha da anlaşılır.

Değerli arkadaşlar, Millî Savunma Bakanlığının, Millî İstihbarat Teşkilatının -militer bir örgüt olarak algılarsak- Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığının, Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin, İçişleri Bakanlığının, Jandarma Genel Komutanlığının, Emniyet Genel Müdürlüğünün, Sahil Güvenlik Komutanlığının ve Savunma Sanayii Müsteşarlığının bu bütçedeki toplam payı 45 milyarın biraz üzerindedir. Tabii, bu 45 milyar TL'den fazla bütçe iç güvenliğe, dış güvenliğe ve bir bütün olarak da güvenlik işi üreten ya da güvenlik işiyle ilgilenen kurumlara ayrılıyor ki bu da bütçenin yüzde 11'idir. İşte, bu nedenle, biz, bu militer yaklaşımla, bu militarist yaklaşımla ülkenin bütçesinin büyük bir kısmının güvenlik kurumlarına ayrılmasını gerçekten hayretle karşılıyoruz. Tabii, burada Sayın Başbakanın doğrudan emrinde olan örtülü ödeneği saymıyoruz bile, katmamışız.

Değerli arkadaşlar, Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsünün verilerine göre, Türkiye 2012'de dünyanın en fazla silah alımı yapan 15 ülkesinden biridir. Bu tablo bize göre ne bir başarıdır ne de bir tedbirdir. İsterseniz dünyanın tüm füze bataryalarını ya da NATO güçlerinin tamamını Türkiye'ye yığın; demokratikleşme olmadan, demokrasiye, insan haklarına, hukukun üstünlüğüne saygı olmadan Türkiye'nin güçlü bir ülke olmasının imkânı yoktur.

Değerli arkadaşlar, bizim, Hükûmete önerimiz, toplumun refahının, ezilen emekçinin haklarının, kimliklerinin ve mevcut Anayasa'ya göre ötekileştirilen bütün korumasız grupların haklarının korunması ve onlar için bir bütçe yapılmasıdır. Gelin görün ki yapılan bu bütçe yine belli bir sınıfa, belli bir zümreye rant sağlamak, belli bir zümreyi korumakla ilgilidir. İşte biraz önce sözünü ettiğim son özelleştirme bile bunun en somut örneğidir.

Değerli arkadaşlar, mevcut durumda, haksızlığa uğrayanlara ne yazık ki "gaz ve cop" adı altında hizmet sunulmaktadır. İşkence neredeyse sokaklara taşmıştır. İnsan hakları örgütlerinin raporlarına baktığınızda, işkencenin özellikle bizim bölgemizde BDP'ye karşı neredeyse sokağa taşındığını görebilirsiniz.

Tabii o da yetmiyor değerli arkadaşlar, 10 binlerce vatandaşımız mitinglere katıldıkları için, etkinliklere katıldıkları için cezaevlerine tıkılıyor, 10 binin üzerindeki arkadaşımız cezaevlerinde şu anda kaderlerini bekliyor.

Ne yazık ki halklara ayrılan bütçenin azımsanmayacak bir kısmı da cezaevlerine, gaz bombalarına, plastik mermilere ayrılmaktadır. İşsizlik ve ekonomik sıkıntılar özellikle emekçi sınıfı için giderek artmaktadır. Bu işçi sınıfının ve işçi kesimlerinin, ezilenlerin, sendikalarından, örgütlenme haklarından yoksun bırakıldığı da işin cabasıdır.

Sayın Başbakan, Şeyh Edebali'den bir alıntı yapıyor. Geçen gün bir sayın milletvekili bunun da yanlış bir alıntı olduğunu dile getirmişti. Şöyle diyor Sayın Başbakan ve bütün AKP sözcüleri: "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın." Bu sözü olur olmaz her yerde tekrarlıyorlar, olur olmaz her yerde söylüyorlar. Bu bütçede de en çok duyduğumuz, en çok söylenen sözlerden birisidir.

Değerli arkadaşlar, insanı yaşatmak için, insan için bütçe yapmanız gerekir önce, militer kurumlar için, savaş için, silah için değil. 2002'den bu yana, yüzlerce çocuk dâhil olmak üzere, binlerce vatandaşımız ya polis kurşunuyla ya da ekonomik nedenlerden dolayı cinnet geçirerek kendisinin ve ailesinin yaşamlarına son vermektedir. Kışlalarda intiharlar ya da intihar süsü verilmiş cinayetler gerçekleşiyor. Daha iki gün önce Van'da bir asker yine "intihar etti" diye yaşamını yitirdi. Kürtler, yaşamın her alanında günlük işkenceye maruz kalıyor, ana dilini kamusal alanda kullanamıyor, karşı geldiğinde de şiddete maruz kalıyor ve bu bütçeden ayrılan paylarla hakkına düşen yani payına düşen gazı, copu, silahı, kurşunu alıyor.

Değerli arkadaşlar, Türkiye'de insanın yaşamından ziyade yandaşın yaşamına önem veriliyor. Var olan tablo tam da budur. Alevilere cemevini yasaklayacaksınız, ibadetlerini yapmalarını engelleyeceksiniz, camilerde sadece namaz kılmalarını salık vereceksiniz, demokratik laikliğin önünü keseceksiniz, "Türkiye laik bir ülkedir." diyeceksiniz... Kısacası hangi bakımdan bakarsanız bakın bu bütçe ezilenlerin değil ve fakat ezen sınıfların ve yandaş kişilerin bütçesidir.

Değerli arkadaşlar, son olarak şunu söylemekte fayda var. Özellikle Van depreminin üzerinden bir-bir buçuk yıl geçmişken, Roboski katliamının ise on gün sonra? Roboski'de yaşamını yitiren canlarımızı, 34 kardeşimizi, çocuklarımızı anarken bir kez daha Hükûmetin bu bütçeyi düşünmesi gerekiyor. Gerçekten bütçede özellikle silahlanmaya ayrılan paylar yeniden düşünülmeli. Ve biz bu silah bütçesine, bu savaş bütçesine karşı eleştirilerimizi her alanda, her yerde dile getireceğiz.

Değerli arkadaşlar, konuşmama son verirken bu bütçenin, bir dahaki, 2014 bütçesinin barış, kardeşlik ve uluslararası alanda da, özellikle Orta Doğu'da istikrarın sağlandığı bir döneme denk gelmesini diliyorum.

Hepinize saygılar ve sevgiler sunuyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Gür.