| Konu: | Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 112 |
| Tarih: | 11.07.2020 |
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 223 sıra sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Yakın bir süre içerisinde Milliyetçi Hareket Partisi lideri Sayın Devlet Bahçeli: "Ayasofya'da çan sesi değil, ezan sesi yankılanacak." dedi ve Allah'a şükür Ayasofya Camisi müzeden çıkarılıp cami vasfına yeniden kavuşturuldu. Ancak bu gelişme, sadece cami niteliğinin yeniden kazandırılması anlamını taşımıyor. Bölgemiz ve ülkemiz üzerinde hesabı olan ülkelerin bizim bu kararımıza karşı takındıkları tavır -bu tavır muhtemelen değişik zeminlerde tepki şeklinde artarak devam edecek- sadece İslami nitelikli ibadetin yapılmasına imkân sağlanmış olmasından kaynaklanmıyor. Bunun sebebi, bu kararla Türkiye devletinin bağımsızlığının ve hükümranlık haklarının gereklerini yerine getireceğini, geçmişte verilen tavizlerin kaldırılacağını tüm dünyaya duyurmuş olmasının altında yatmaktadır.
Bu kararın alınmasında başta davayı açan Sürekli Vakıflar Tarihi Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği olmak üzere, kararı veren Danıştayın 10. Daire üyelerine, karara destek sağlayan tüm siyasi ve idari kadrolara teşekkür ediyorum. Tarihî bir karara destek oldular, imza attılar.
Bugün yine önemli bir acı günümüzü yaşıyoruz. Yirmi beş yıl önce insanlık tarihinin kanla ve canla yazılan önemli bir kara gününün, Srebrenitsa'nın yıl dönümü. Malumunuz, 8.372 erkek katledildi, yok edildi; bugün, bunlardan 6.643'üne ulaştık. Bakın, bu yapılırken Hollandalı askerlerin bu insanları Sırplara teslim ettikten sonra Sırplarla birlikte kadeh tokuşturduklarını görüyoruz. Ancak buna, insan hakları havarisi geçinen Batı'nın "ileri" diye tanımladıkları ülkeler hatta bizim içimizde onları alkışlayanların bulunduğu ülkeler gözlerini kapadı, kulaklarını kapadı. Binlerce insan, Müslüman olduğu için Türk, bir kısmı da Türk olduğu için Müslüman olarak anılan bu insanların soykırıma tabi tutulmalarına kulaklarını kapadı. Ancak sembol isim Aliya İzzetbegoviç'in bir sözü var; onu hatırlatarak hepsinin ruhları şad olsun, mekânları cennet olsun diyorum: "İstediğiniz kadar dağlara haç koyun, gökyüzüne her baktığınızda hilali göreceksiniz." diyor. (MHP, AK PARTİ ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Evet, bugün, gökyüzüne her bakıldığında hilal gözüküyor.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyanın her yerinde silahlı kuvvetlerin başarısını sağlayan unsurlardan ilk ikisi disiplin ve hiyerarşidir. Türk Silahlı Kuvvetlerindeyse bunların önüne vatan sevgisi eklenir. Bir orduda vatan sevgisi, disiplin ve hiyerarşi yoksa ya da dumura uğramışsa o ordudan başarı beklemek ham hayal olacaktır. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, 15 Temmuzun hemen akabinde, kısa süre önce maruz kaldığı fevkalade olumsuz şartlara rağmen, sınır içi ve sınır ötesinde ulaştığı başarılı sonuçlar, sahip olduğu yüksek vatan sevgisi ve disiplini sayesinde gerçekleşmiştir. Bu nedenle, bugün gündemimizde yer alan yasanın fevkalade önemli olduğunu düşünmekteyiz.
Görüşmekte olduğumuz yasayla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, özellikle astsubay sınıfında ihtiyaç duyduğu personel yaş haddinin 55'ten 60'a çıkarılması... Bunun sebebi, 15 Temmuzda yaşadığımız olay sonucunda ordunun kendini temizleme operasyonu sonucunda ihtiyaç duyulan uzun vadede kullanabileceği personeli temin etmektir. Birinci derece kritik il ve ilçelerde görevlendirilen personele sağlanacak mali haklar, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde alınacak lisansüstü ya da hizmet içi eğitim mahiyetindeki eğitimler sonucunda verilecek kıdemler -biliyorsunuz harp akademileri, enstitüler vesaire kapandı, yeni bir yapı kazandırıldı- yedek subaylarla ilgili yaş ve eğitim konusu, askerî tabip ve diş tabiplerine verilecek sağlık hizmetleri tazminatının miktarı, astsubaylıktan subaylığa geçişle ilgili bazı kriterler, askerî öğrencilere ödenecek harçlıklar -ki bu konuda tabii ki rakamlar her zaman tatmin edici bulunmayabilir, eleştirilebilir ancak devletin imkânları ölçüsünde ciddi şekilde, yüzde 110-200 oranında artırıldığını görüyoruz- artırılmış durumda, sözleşmeli erbaş ve erlere hafta içi mesai sonrası ve hafta sonu izin verilmesine ilişkin esaslar, Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanlığı bünyesindeki personelle ilgili disiplin kurullarının yapılarının yeniden düzenlenmesi -biliyorsunuz, Bakanlığın yapısı yeniden düzenlendi, ona göre o disiplin kurullarında yer alacak üyelerin belirlenmesi gerekiyordu- erbaş ve erlere ceza vermeye yetkili olanlarla ilgili düzenlemeler, erbaş ve erlerin uyuşturucu ve uyarıcı madde kullanmaları hâlinde uygulanacak ceza ile sözleşmeli erbaş ve erlere aile yardımı ödeneği verilmesine dair hükümleri ihtiva etmektedir. Bu hükümlerle ilgili partimizin görüşlerini Komisyonda detaylı bir şekilde dile getirmiş olduğum için ayrıntılara girmeyeceğim ancak 2 hususa -ki personelle ilgili olduğu için- dikkat çekmek istiyorum ve yeniden gündeme getirmek istediğim konu sözleşmeli subaylar ile emekli binbaşıların mali durumlarının düzeltilmesi konusu.
Türk Silahlı Kuvvetlerinde, 2004'ten itibaren alınan ve şu anda 300 civarında olan, sözleşmeli subay kadrosuyla istihdam edilmiş, çoğunluğu yüzbaşı rütbesinde olan personel var. Bu personele, söz gelimi, ordu donatım sınıfında ya da personel sınıfında o yıl için 1 tane kontenjan ayrılmış. 10 kişiler, 1 kişi o kontenjandan yararlanarak üstsubay olabilme hakkını elde etmiş ama 9'u, kontenjan olmadığı için bu hakkı elde edememiş. Fakat meslekte, o yasanın içerisinde belirtilen "temayüz etme" özelliklerinin hepsini taşıyor bu çocuklar ve biz bunların kadroya geçirilmesini istiyoruz.
Bir diğeri ise emekli binbaşılar. Askerlik mesleği, daha doğrusu, üniformalı meslekler dünyada en fazla psikolojik desteğe ihtiyaç duyulan mesleklerdir ve en fazla mobbingin yapılabilmesi için imkânların olduğu mesleklerdir. "Öyle ya da böyle üstsubay oldum çünkü on beş yıl mecburi hizmet vardı -on yıla düşürüldü, şimdi yine artırıldı- on beş yılımı doldurdum, gideyim dışarıda rızkımı temin edeyim, artık ben bu mesleğin şartlarına dayanamıyorum." diyen bazı personelimiz olabiliyor. Bunlar illa kötü özellikleri olduğu için değil, kendi iradeleriyle ayrılmışlar. Ancak bunların içinde yer aldıkları üstsubay kategorisinde makam tazminatı yarbay ve albaya verilirken bunlara verilmiyor. Aynı kategoride olmalarına rağmen bunlara verilmediği için -bir cetvelde düzeltme yapılacak sadece- uzman çavuş emeklisinden daha düşük maaş alıyor binbaşılar. Bu da fazla bir rakam değil, Türkiye genelinde 2 bin civarında yani devletimize yük getirecek konular değil. Personel konusu olduğu için bunları yeniden hatırlatma ihtiyacı duydum.
Şimdi, son dönemde Türkiye kendisinden beklenen birtakım adımları atıyor ve Allah şahit, bizim göğsümüz kabarıyor. Bunlardan birisi "mavi vatan" dediğimiz coğrafya, o coğrafyanın uzantısı olan kara parçalarıyla ilişkiler konusu. Efendim, bu tartışılıyor: "Libya'da ne işimiz var?" Ben sizlere bir tane örnek vereceğim, Fransa'nın Afrika'daki faaliyetleriyle ilgili: Fransa'nın Afrika'da ektiği, biçtiği, işlettiği tesislerin bulunduğu toprakları topladığınızda bir Fransa kadar yer var. GSM hatlarından tutun, kobalttan, altından, uranyuma varana kadar madenlerin, yer altı zenginliklerinin işletmeciliğini yapıyor, inşaat işlerini yapıyor, su işlerini yapıyor, sağlık hizmetlerini Fransız firmaları yapıyor ve 10 binin üzerinde, Afrika'da asker bulunduruyor.
Arkadaşlar, ekonomik ve siyasi faaliyetlerin, diplomatik faaliyetlerin olmazsa olmaz ayaklarından birisi üniformalılarla sağlanacak destektir, o da askerle olur. Amerika orada, Çin'in Afrika'da üssü var, Amerika'nın 30 küsur tane üssü var. Türkiye mutlak surette orada olmak zorunda çünkü tarihin geçmişinde de o bölgedeydi; kültürel olarak, inanç olarak doğrudan bağımız olan coğrafya. Oraya hizmet götürmek üzere Türkiye orada olmak zorundadır diyorum ve Libya'daki varlığımızın mutlaka devam ettirilmesi gerektiğine inanıyoruz.
Burada yalnız bir hususun altını çizmek istiyorum: Özellikle kıta sahanlığı konusunda Türkiye'den uzanan hat Libya'nın doğusuyla yani şu anda Hafter'in hâkimiyet kurduğu bölgeyle alakalı. Bu hususa çok iyi dikkat etmek ve mutlaka Hafter'in bugün hâkim olduğu bölgenin Türkiye'nin desteklediği merkezî yönetimin kontrolüne geçmesini sağlamak zorundayız ve bunun için özellikle NATO'nun ikna edilmesi gerekiyor. NATO'nun ikna edilmesi, Libya'ya ayağını basmak isteyen Fransa'ya, Libya'daki faaliyetlerini destekleyen Fransa'nın arkasındaki Almanya'ya, gözükmeyen İngiltere'ye de geri adım attıracaktır. Ne var? Bizim orada çok ciddi bir kozumuz var. Birleşmiş Milletlerin tanımış olduğu bir yönetimle beraberiz; artı, Avrupa Birliği ülkelerinden İtalya gibi ülkeler bize sıcak bakıyor.
Bir başka konu ise yine aynı şey içerisinde Mısır'ın mutlak suretle askerî olarak Libya'ya müdahale etmesi, oraya elini kolunu uzatmasını engellemek zorundayız çünkü Afrika'da ya da İslam dünyası üzerinde Türkiye Cumhuriyeti'nin etkin olmasını, muteber olmasını, itibar görmesini kesinlikle istemeyen ülkeler içerisinde ilk 3 sırayı sayarsak Suudi Arabistan gelir, Mısır gelir ve İran gelir. Afrika'dan çekilmesini, Afrika'dan çekilirken de Doğu Akdeniz'den çekilmesini istemektedirler. Bütün bunları yaparken güçlü bir orduya, donanımlı bir orduya, morali yüksek bir orduya, takdir ve teveccüh gören, desteklenen, özellikle siyasi olarak desteklenen bir orduya ihtiyacımız var. Unutmayın ki güvenlik güçlerinin en büyük gıdası, beslendiği kaynak, onları sevk ve idare eden siyasi otoritenin onlara vermiş olduğu desteğin niteliğidir.
Görüşmekte olduğumuz yasayı Milliyetçi Hareket Partisi Grubu olarak desteklediğimizi belirtiyor, yüce Meclise saygılar sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)