GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:3
Birleşim:116
Tarih:22.07.2020

CHP GRUBU ADINA KAMİL OKYAY SINDIR (İzmir) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, zatıalinizi, Divanımızda bulunan değerli üyeleri ve komisyonlara seçilmiş olan tüm değerli milletvekillerimizi de kutluyor, başarılarınızın devamını diliyorum.

Değerli arkadaşlar, bugün DİSK'in kurucusu Kemal Türkler'in katledilişinin 40'ncı yıl dönümü. Kırk yıl önce bugün, işçi sınıfı mücadelesinde vurduğu damgayla adını koyan Kemal Türkler'e bir kez daha minnet duygumu, saygılarımı ve rahmet dileklerimi sunmak istiyorum.

Değerli arkadaşlar, dün bir kadın daha hayatının baharında yaşamdan koparıldı, Pınar Gültekin katledildi. Herhâlde artık bıçak kemiğe dayandı değil, kemiği de geçti. Kadına şiddetin bir insanlık suçu olduğunu artık hepimiz biliyoruz ama iktidardan bu katliamlara dur diyecek önlemleri duymak isterken katliamı protesto eden kadınlara karşı güvenlik güçlerinin şiddetlerine şahit oluyoruz, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkma tehditlerini duyuyoruz. 14 Mart 2012'de onayladığımız şiddetin önlenmesi, kadının korunması ve yol haritasını ortaya koyan uzlaşma metninden çıkma sözleri maalesef bizi üzüyor.

Değerli arkadaşlar, bir torba kanunla daha yine karşı karşıyız. Ben her seferinde tekrar ettiğim, komisyonda da yaptığım eleştirilerimi bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bakın, değerli arkadaşlar, 10 madde olarak geldi bu teklif komisyonumuza, 1 madde ihdas edildi ve kanun teklifinin adını değiştirdi o 1 madde. Bu bir torba kanun yani bu temel kanun niteliğinde bir kanun. Bir kere bu kanun teklifi, tali komisyon olarak da Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna da gönderildi ama o tabii o raporunu vermedi, hiçbir tali komisyonun raporu vermediği gibi.

Tamamı Plan ve Bütçe Komisyonuna gelen, aslında Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonundan Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonuna, Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonuna, Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonuna ve 1, 3 ve 4'üncü maddelerin Anayasa'ya aykırılıkları nedeniyle Anayasa Komisyonuna da gitmesi gereken bir teklif, sadece Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülerek Genel Kurulumuza geldi.

Değerli arkadaşlar, İç Tüzük'ün 23'üncü ve 34'üncü maddeleriyle diğer komisyonların kendi alanlarıyla ilgili görüş bildirmesi mümkün iken, kendisine havale edilmemiş olan teklifleri de komisyondan isteyebilecek iken bu konuda kendisine havale edilmiş olan bir teklife bir rapor üretmemesi Meclisin çalışma anlayışının ne kadar sakat olduğunun bir göstergesi.

"Anayasaya uygunluğun incelenmesi" başlıklı İç Tüzük madde 38 "Komisyonlar, önce Anayasanın metin ve ruhuna aykırı olup olmadığını tetkik etmekle yükümlüdürler." diyor. "Aykırı görürse gerekçesini belirterek maddelerin müzakeresine geçmeden reddeder." diyor, bu yapılmıyor.

Değerli arkadaşlar, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu var. Bunun 14'üncü maddesi ne diyor, ben ısrarla bir kez daha vurgulayacağım. Bakın "Gelir ve giderleri etkileyecek kanun teklifleri" başlıklı madde aynen şunu diyor: "Kamu gelirlerinin azalmasına veya kamu giderlerinin artmasına neden olacak ve kamu idarelerini yükümlülük altına sokacak kanun tekliflerinin getireceği malî yük, orta vadeli program ve malî plan çerçevesinde, -onları da denetleyeceksiniz diyor- en az üç yıllık dönem için hesaplanır -bu malî yük- ve tekliflere eklenir." Şu ana kadar hiçbir şekilde böyle bir ek torba kanun da gelmedi bize. "Sosyal güvenliğe yönelik -bakın, burası da önemli, bu kanunun bu maddesi- kanun tekliflerinde ise en az yirmi yıllık aktüeryal hesaplara yer verilir." diyor değerli arkadaşlar. Bu bir kanun hükmü yani yasama organı kanun tanımaz bir uygulama içinde olamaz, kendi çıkardığı kanunlara önce kendisi uymalıdır. Çok güzel bir atasözümüzü hatırlatmak isterim: "Balık baştan kokar." Yasama organı kanunlara, tüzük ve yönetmeliklere uymaz, yok sayarsa, "Adam sende" derse milletimizin kanunlara uymasını bekleyebilir miyiz?

Değerli arkadaşlar, torba kanun bir temel kanun olarak görüşülüyor. Bu teklifte yer alan maddelerle değişiklik öngörülen kanunlar hakkında daha çok kısa süre önce hatta defalarca değişiklikler yapıldığını biliyoruz. Şimdi, bir başka yama serisi, yamalı bohça gibi bu kanun teklifinde. Daha yeni yaptık, birçoğuyla ilgili yeni düzenlemeler. Yarın hemen bir kanun teklifi daha gelir, bunlar içinden yine birileri değiştirilir. Oysaki her kanunun o kanunla ilgili devletin iş ve işleyişinde, vatandaşın sosyal refahı, huzur ve mutluluğu adına bütüncül bir anlayışla ele alınıp olası değişiklik önerileri tümüyle ve tek bir kanun teklifi olarak getirilmelidir. Yasama kalitesi ve etkinliği adına en doğru yol budur. Oysa şimdi karşımızda yeni bir torba kanun.

İç Tüzük 91'e göre de temel kanun olabilmesi için bakın şu nedenler olması gerekiyor; bazılarını okuyacağım: "Kişisel veya toplumsal yaşamın büyük bir bölümünü ilgilendirmesi" temel kanun olabilmesi için, "kendi alanındaki özel kanunların dayandığı temel kavramları göstermesi" ve burası önemli, bunu özellikle söylüyorum "düzenlediği alan yönünden bütünlüğünün ve maddeler arasındaki bağlantıların korunması zorunluluğunun bulunması" İç Tüzük'e göre. Bunların hangisi bu temel kanun niteliğinde görüştüğümüz kanun teklifinde var? Hiçbirisi.

Tabii, bu teklifte yer alan bu kanun değişiklikleriyle ilgili meslek kuruluşlarından, birkaç sendika ve meslek kuruluşundan temsilci vardı. Onlar da tamamen âdet yerini bulsun diye getirilmiş, şekil şart yerini bulsun diye ve görüş bildirdiler. Esasen bu kanun teklifi hazırlanırken görüşlerin alınması ve o görüşlere dikkat edilerek, riayet edilerek, itibar edilerek kanunun hazırlanması... Kanun teklifinin hazırlanış yönteminde bir sakatlık yani bu torba kanun yine sarayda kaleme alınmış, Meclisimize taşınmış, talimatla gündeme alınmış ve talimatla başka bir kanun teklifi yani yine tasarı, teklif kargaşası içindeyiz, kendimizi kandırıyoruz. Kandırıla kandırıla kandırmayı da iyi öğrenmişsiniz diyorum bu kanun teklifini getiren iktidara.

Değerli arkadaşlar, 1'inci madde kanuna adını verdi yani ihdas maddesi geldi, kanunun adı değişti yani diğer maddelerin hiçbir önemi yoktu, "İşsizlik Sigortası Kanunu" diye geçiyordu kanunun adı, teklifin bir anda "Dijital Mecralar Komisyonu Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi" olarak geldi. Tabii, onunla ilgili, sosyal medyayla ilgili bir kanun teklifi gelecek, o konu özünde tartışılacak ama ilginç olan bir başka mesele de o dijital mecralar komisyonunun kurulmasıyla ilgili ihdas maddesi ilk geldiğinde, baktığımızda tüylerim ürperdi arkadaşlar yani o madde, 5651 sayılı bir başka Kanun altında bir ek madde konulması ve o ek maddeyle komisyon kurulmasını içeren o madde "Başkanlığın -Bilgi ve İletişim Teknolojileri yani "BTK" denilen kurulun Başkanlığının- talep etmesi hâlinde komisyon kurulur." diye hüküm bile içeriyordu yani şu yüce Meclisin, milletin iradesinin üzerinde bir irade bile komisyonun kurulmasına önayak olabilecekti. "Yanlışlık yapılmış." dendi, konuşuldu, düzeltildi; çok şükür ki ek bir, ayrı bir kanun maddesi olarak geldi.

Değerli arkadaşlar, 2'nci madde TÜBA'ya görevlendirilen akademisyenlerin maaşlarında iyileştirme öngörüyor. TÜBA, biliyorsunuz, Türkiye Bilimler Akademisi. TÜBA'da görevlendirilenler kimler bilmiyoruz, 3 kişiden bahsediliyor. Sorduk, 3 kişi civarında olduğu söylendi. Sınırı var mı? Yok. "TÜBA'ya görevlendirildi..." Şimdi, aslında YÖK Kanunu'nun, 2542 sayılı Kanun'un ilgili maddesi burada açıkça bu konu hakkında düzenleme içeriyor yani diyor ki: "Öğretim elemanları; ilgili kurumların talebi ve kendisinin muvafakati, üniversite yönetim kurulunun uygun görmesi ve rektörün onayı ile ihtiyaç duyulan konularda, özlük işlemleri kendi kurumlarınca yürütülmek kaydıyla, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında geçici olarak görevlendirilebilir." Hatta "Bu şekilde görevlendirilenlerin, kadrosunun bulunduğu yükseköğretim kurumlarındaki aylık ve diğer ödemeler ile öteki hakları devam eder." diyor. Yani aslında bir öğretim üyesi TÜBA'ya görevlendirildiğinde öğretim üyeliği maaşını da alıyor, TÜBA'ya görevlendirildiği maaşı da alacak. Az veya çok, tartışmıyorum ama bir devlet memurusunuz, esasen 657'ye tabisiniz; daha doğrusu, 2547'de hükmü olmayan konularda 657'ye tabi bir devlet memurusunuz öğretim üyesi olarak ama burada getirilen çok da ilginç, dolambaçlı bir yol; TÜBİTAK Kanunu'na TÜBA'yla ilgili madde ekleniyor, YÖK'ün kanununda değişiklik yapılıyor. Yahu, kardeşim, direkt YÖK Kanunu'na ekle bunu, YÖK Kanunu'nun ilgili maddesine koy, "Türkiye Bilimler Akademisi istisnadır." de, "Şöyle..." de: "TÜBİTAK istisnasız..." Öyle getirin.

Bakın, TÜBA'nın görevleri nedir, biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Bakın, diyor ki, görevleri arasında bir tanesi şu: "Cumhurbaşkanına, Türk bilim insanları ve araştırıcılarının toplumsal statüleri, yaşamsal düzeyleri, gelirleri ve bilimsel faaliyetlerin gereği olan özel kolaylık ve ayrıcalıklara ilişkin mevzuat değişiklikleri önermek." Bakın, buraya değil, Meclise değil, Cumhurbaşkanına önermek. Ya, burada milletvekilleri, yasama organında çok değerli vekillerimiz var, hani muhalefetten memnun değilseniz iktidar partisinin milletvekilleri var. Niye Cumhurbaşkanına, bu önerileri, değişiklikleri, mevzuat değişikliklerini önermek? Cumhurbaşkanı; yasama organına, Türkiye Büyük Millet Meclisine, kanun teklifi sunabiliyor mu? "Tasarı" diye bir şey yok artık. Sadece bütçe kanunu tasarısını sunabiliyor, onun dışında Cumhurbaşkanından herhangi bir teklif gelemiyor. Niye ona önermek? Bakın, niye yasama organına değil? Mevzuat değişikliğini kim yapacak?

Bakın: "Bilimsel konularda ve bilimsel önceliklerin saptanması amacıyla incelemeler ve danışmanlık yapmak, toplumda bilimsel yaklaşımın, düşüncenin yayılmasını sağlamak..." TÜBA, işini gücünü bırakmış; Türkiye'de bilim, akademi nereye gidiyor, bilimsel özerklik var mı yok mu bu ülkede, finansal özerklik var mı üniversitede... Üniversitelerde düşünce ve ifade özgürlüğü ayaklar altında, YÖK aracılığıyla tek elden yönlendirilen bir üniversite... Bilimsel üretim yapılamıyor, üniversitelerin başına akademik başarısı olmayan rektörler atanmış, siyasi kadrolar var, siyasi atanmış rektörler, dekanlar, öğretim üyeleri... 196 rektör arasında uluslararası makalesi olmayan, uluslararası yayını olmayan 68 rektör var bu ülkede ve yayınlarına hiç atıf yapılmayan 71 rektör var bu ülkede. TÜBA'nın bunlarla uğraşması, bilimle uğraşması gerekirken, Türkiye'nin bilimde yol katetmesinin haritasını belirlemesi gerekirken, biz önümüzde, TÜBA'nın Başkanının maaşını kanun teklifi olarak görüşüyoruz; çok iç acıtıcı bir durum.

3, 4 ve 5'inci maddeler... Yani bu işsizlik sigortasıyla ilgili konulara değinmek istiyorum. Burada 3 ve 4'üncü maddelerin de Anayasa'ya aykırı olduğunu... Anayasa'nın hukuk devleti ilkesine, Anayasa'nın 11'inci maddesindeki kanunların Anayasa'ya aykırı olamayacağı ilkesine, Cumhurbaşkanının yetkilerini sınırlayan 104'üncü maddesine, 73'üncü maddesindeki vergi ödeviyle ilgili Cumhurbaşkanının sınırlı yetkilerine ve 167'nci maddesindeki dış ticaret düzenlemesiyle ilgili Cumhurbaşkanının sınırlı yetkilerine aykırıdır bu maddeler.

TÜİK verilerine göre Türkiye'de işsizlik oranı yani resmî, dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 12,8; bu, DİSK'in raporunda da yazıyor, TÜİK verilerinde de var. Ümidini yitirmiş, artık iş aramayanlar, çalışmaya hazır olup da henüz burada iş aradığı belli olmayanlar, mevsimlik işlerde çalışanlar; bunları da eklediğinizde 9 milyon 756 bin işsizden bahsediyoruz.

Öte yandan, kısa çalışma ödeneği alamayanların, kayıt dışı veya kendi hesabına çalışıp işsiz kalanların önemli bir bölümü de Covid-19 nedeniyle iş arama eğiliminde olmadığından iş gücü piyasası dışına çıktılar ve resmî anlamda işsiz sayılmıyorlar. Oysaki Covid-19 nedeniyle istihdamın dışında kaldılar. Bunun da eş değer tam zamanlı iş kaybı 9 milyon 364 bin işçiye denk geliyor ki Covid-19 etkisiyle geniş tanımlı işsizlik oranı -17 milyon 722 bin işsizin- yüzde 52,2.

Şimdi, burada ek iş kaybı ve işsizlik 10 milyon 759 bine ulaşmış durumda Covid-19 nedeniyle. Yani ülkemiz tarihinde en büyük istihdam daralmasının, iş kaybının yaşandığına şahit oluyoruz.

Şimdi, 3'üncü maddede, kısa çalışma ödeneğinden yararlanma süresinin bir bütün olarak ifadesi, başvuru tarihini ve/veya kısa çalışma ödeneği süresini, sektörel olarak ayrı ayrı veya bir bütün olarak şeklini değişen bir düzenleme var ki hangi kıstaslara göre sektörel ayrımı yapacaksınız ve hangi nesnel gerekçelerle bu ayrımı yapacaksınız, ortada değil. Ki zaten bu düzenleme başlı başına Anayasa'ya aykırı az önce söyledim.

4'üncü maddeyle, kısa çalışma ödeneğinden veya nakdî ücret desteğinden yararlanan iş yerlerinin normal çalışmaya dönmesi hâlinde iş verenlerin, işsizlik sigortasından yararlandırılması öngörülüyor. Yani şu, işsizlik sigortasına, bütçe dışı kaynağa el uzatmayı bırakın değerli arkadaşlar, artık bırakın, yeter. İşsizin hakkı. Yani belki şunu demek daha doğru olur, o kanunun da, fonun adını da değiştirelim; İşsizlik Sigortası Fonu'nu işveren sigorta fonuna dönüştürelim, çünkü o fon, işsizi değil, iş vereni güvence altına alan, sigortalayan bir fon hâline dönüşmüş durumda. "İşçinin ödeneklerinden kes, fona aktar, iş vereni destekle." Yapılan bu, değerli arkadaşlar. Bu fonun temel amacı, işsiz kalanlara ödeme yapılarak mağduriyetlerini gidermek ve ayrıca yeniden işe kazandırılması, oysa yapılan, bu amaca yönelik değil, tamamen amacının dışına çıkmış durumda.

Bakın, 2019 yılında bu Fonda, iş veren teşvik ve desteklerinin toplam gider içindeki payı yüzde 43,8 yani 2019 yılındaki bu fonun giderlerinin yüzde 43,9'unu işveren teşvikleri ve destek almış. Bu fon kimin işine yarıyor? Peki, işsizlik sigorta ödemelerinin toplam gider içindeki payı neymiş? Yüzde 28,3. İşsizlik için ödemeler, iş verenin yarısı neredeyse; bu, kabul edilemez.

Görünen o ki değerli arkadaşlar, iktidar, Covid-19'un yarattığı ekonomik, üretime dair ve tüm sektörel sıkıntıların mali yükünü tamamen ücretlinin sırtına yüklüyor. İşçinin hakkı olan Fon'a el atmış durumda. İşçinin cebine el atmış durumdasınız, boğazındaki lokmaya uzanmış durumdasınız, çok görüyorsunuz. İşsizlik Sigorta Fonu'nun bütçe dışı bir kaynak olduğunu söyledim. Bu Covid-19'un mali yükünü, iktidar olarak bütçe dışı fonlara uzanarak kotarmaya çalışıyorsunuz. İşçiye asgari ücreti garantilemek yerine, aylık 1.168 lira, günlük 39 lirayı reva görüyorsunuz. Ücretsiz izin ödeneğiyle yaşamını idame ettirmesini istiyorsunuz. Bu parayla ev kirasını mı ödeyecek, elektrik parasını mı, su parasını mı, doğal gazını mı, efendim, çocuğunun okul masraflarını mı? Ya, hepsini bıraktım, değerli arkadaşlar, bu parayla temel gıda ihtiyaçlarını mı karşılamasını bekliyorsunuz?

Tabii, 4'üncü maddede bir de hüküm konuyor ki işçinin, sigortalının hissesine karşılık gelen işverene destek tutarını işverenden talep edemeyecek işçi. Ya, kimin parasını kimden kaçırıyorsunuz? İşsizlik Sigorta Fonu'ndan işverene destek yapacaksınız, işçinin oradaki sigorta prim hakkını talep etmesini kanunla engelliyorsunuz. Yani halkından kopmuş, işçisinin yoksulluğundan, esnafının gerçeklerinden, çiftçisinin yok oluşundan bihaber olan iktidar, doğal olarak kendisini iktidarda tutacak yandaş sermayesiyle ve halkımızın manevi değerlerini de sömürmeye dayamış saraylarında Lale Devri'ni yaşama gayretinde; olmaz değerli arkadaşlar, böyle olmaz. Olmayacağı için gideceksiniz bu iktidardan ve bu halk size bir daha "Yeter." diyecek, vize vermeyecek.

Aslında Soma konusuna girmek istemiyordum, Sayın Özel konuyu detaylı ifade etti. Dolayısıyla benim detaylı girmemin bir anlamı kalmadı. Ancak şunu söyleyeyim: "İşletmeye devletin kasasından yapılacak ödemenin rücu hakkı saklıdır." derken, devletin kasasından para ödüyorsunuz "Rücu hakkı saklıdır." diyorsunuz. İster alırım, ister almam, saklı tutuyorum ben onu, böyle bir keyfilik olamaz, olmamalıdır.

Ödenmemiş ihbar tazminatlarının, ücretlerin, faiz haklarının, malul tazminatlarının, iş kazası tazminatlarının da mutlaka ödenmesi gerekiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

KAMİL OKYAY SINDIR (Devamla) - Değerli arkadaşlar, engelliler hakkındaki 7'nci madde 5378 sayılı Kanun'un -2005 yılında çıkmış bir kanun- geçici 3'üncü maddesi, 5 kez değiştirilmiş, bu 6'ncı. Daha önce yedi yıl süre verilmiş, 2012 yılında sekiz yıla uzatılmış, sonra 7/7/2018 tarihine kadar. Şimdi, iki yıllık süre biteceği için o ek süre iznini üç yıla çıkarıyorsunuz. Yani, bu yasa, maalesef arapsaçına dönmüş durumda. Engelli haklarını verin, ötelemeyin, itelemeyin, engellilere sahip çıkın, değer verin, kıymet verin. Yani, engellilerin önündeki en büyük engel olmayın. AK PARTİ ve onun Cumhurbaşkanı nezdindeki iktidarına sesleniyorum: Lütfen engellilerin bu tür ötelemeler, itelemelerle önlerine engel olmayın.

Karayollarıyla ilgili yabancı plakalı araçlara yönelik bir süre eki var.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen Sayın Sındır.

KAMİL OKYAY SINDIR (Devamla) - Bununla ilgili, yabancı plakalı araçlara ilişkin on beş günlük bir süre veriliyor ceza ödemesi için. Peki, ceza tebligatını nereye yapacaksınız? Yabancı plakalı araç, adresi belli değil, nerede olduğu belli değil. Tebligatı nereye yapacaksınız? O tebligat, on beş günden önce o kişiye ulaşmış olabilecek mi; bunu da belirsizlik olarak ifade etmek istiyorum.

Şimdi, tabii, iş güvenliği uzmanıyla ilgili uzatılma. Gene bir uzatma, yani gene... Bir kere, zaten, bu İş Güvenliği Yasası'nda kamu ve özel sektör ayrımı yapmak yanlış. İşçi, bir insandır. Burada temel insan hakkı olarak yaklaşmak gerekir. Kamu çalışanı ile özel sektör çalışanını ayrı tutmak kadar abes bir durum da olamaz.

Sonuç olarak değerli arkadaşlar, birçok maddesiyle Anayasa'ya aykırı, Meclis İçtüzüğü'ne aykırı; kendi içinde belirsizlikler, çelişkiler, yanlışlar barındıran; halkımızın huzur ve refahına, ülke ekonomimizin geleceğine katkısı olmayan; kamu yararı olmayan bu torba kanunun bu şekilde yasalaşmasını doğru bulmadığımızı ve karşı olduğumuzu bildirmek isterim.

Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)