GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 8/10/2019 tarihli ve 1232 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2020 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin tezkeresi (3/1323) münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:2
Tarih:06.10.2020

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti misyonlarına katılım konusundaki Cumhurbaşkanlığı tezkeresiyle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Tarihsel perspektifle bakıldığında Afrika Kıtası'nın bizim açımızdan düşünülenin ötesinde öneme sahip olduğu gerçeğini görürüz. 1071 yılında Anadolu'yu fethetmemizle başlayıp 1453'te İstanbul'u ebedî Türk yurdu yapmamız, akabinde de Balkan coğrafyasıyla devam ederek Avrupa'nın içlerine kadar ilerleyişimiz sonrasında sadece askerî ve siyasi üstünlüğü ele geçirmedik, aynı zamanda küresel ticaretin de kontrolünü her yönüyle ele almış olduk. Zira, sahip olduğumuz, Kafkasya, Kırım, Balkanlar, Orta Doğu ve Kuzey Afrika'yı kapsayan kara hâkimiyetimiz yanında Hazar, Karadeniz, Akdeniz, Kızıldeniz ve Basra Körfezi'ndeki deniz hâkimiyetlerimiz dönemin en önemli ticaret sahaları olarak İpek ve Baharat Yollarının da kontrolünü sağlamamıza fırsat tanımıştır. Bu durum Türk cihan hâkimiyetinin her alandaki tescili anlamına gelmiş ve her çevre bu hâkimiyet karşısında özellikle ticari konularda Osmanlı'nın iznine müracaat etmek zorunda kalmıştır, aksi bir durumda Asya ve özellikle Hindistan ile Çin'e erişim olanağının bulunmadığını herkes görmüştür; bununla beraber, İngiltere, Hollanda ve Portekiz gibi ülkelerin Asya'ya erişim imkânına sahip olabilmek için kendisine yeni ulaşım ve ticaret hattı güzergâhları araması sonucu doğmuştur. Zaman içerisinde bunu diğer Avrupa ülkeleri de takip etmiştir. Böylelikle, 16'ncı yüzyıldan itibaren Avrupalı kimi ülkeler deniz gücü ve yollarına ağırlık vermek suretiyle Afrika Kıtası'nın etrafından dolanarak amacına ulaşabilme uğraşını gütmüşlerdir. Uzun bir mesafe olan bu güzergâh boyunca ve netice itibarıyla sadece yeni bir küresel ticaret güzergâhı doğmamış, batı ve Güney Afrika sahilleri de aynı ülkelerin ikmal ve lojistiğinin sağlanması maksadıyla zaman içerisinde işgal edilmiş ve kolonileştirilmiştir. Bu durum, Avrupa'da mülkiyet ve devlet sistemlerini etkilemiş, eğitim ve teknik donanım alanlarında yenilikleri beraberinde getirmiştir. Sömürgeci zihniyetin sahipleri Afrika'nın her kaynağını vahşice kullanırken; insanlarını köleleştirmiş yer altı ve yer üstü kaynaklarını ellerinden alarak kendi zenginliklerinin aracı olarak kullanmışlardır. Batı ve Güney Afrika'dan başlayan sömürgeci faaliyetler zaman içerisinde Afrika Kıtası'nın orta ve diğer bölgelerine doğru yayılmaya başlamıştır.

1960'lı yıllara kadar günümüz Afrika'sının çok sayıdaki bölgesinde aynı sömürge faaliyetleri devam etmiş, zaman içerisinde Afrika ülkeleri görünürde sömürgelerden kurtulmuş olsa da fiiliyatta ve ne yazık ki benzer amaçların bugün dahi devam ettiğini söyleyebilmek mümkündür. Dolayısıyla küresel Türk hakimiyetine karşı üstünlüğü ele geçirmek isteyen çevreler Afrika Kıtası'nda izledikleri insanlık dışı politikalarıyla yine bugün de aynı amaç yani küresel üstünlük mücadelesi için kirli faaliyetlerine devam etmektedirler. Belki sömürgecilik fiilî olarak bitmiş görülebilir, ama bu amacı taşıyan ülkeler arkalarında kendilerine hizmet edecek rejim ve isimleri bırakmışlar ve aynı kanallar vasıtasıyla da kendi hedeflerine bugün de ulaşmaya çalışıyorlar. Kendilerine hizmet etmeyi kabul etmeyenlere karşı ise oluşturulan yerel silahlı gruplar ve terör örgütleri eliyle yeni bir gündem yaratıp şartları yine istedikleri alana çekmeye zorluyorlar. Fakirlik ve yoksulluk kıskacında olan çoğu Afrika ülkesi işte bu zalimce emellerden henüz kurtulabilmiş değildir. Nüfus artışı itibarıyla dikkatleri üzerine çeken Afrika Kıtası'nın bugün dahi sahip olduğu zengin yer altı kaynakları kendisine pazar ve ham madde arayan niyeti kötü olan ülkelerin iştahını kabartmaya devam ediyor. Diğer yandan, Kızıldeniz üzerinden Akdeniz ve Hint Okyanusu'na açılma imkânı bulunan önemli geçiş güzergâhlarının varlığı sebebiyle Afrika Kıtası'nın doğu yakasında kalan bölgeler bugün hâlâ küresel üstünlük mücadelesinde yer almak isteyen ülkelerin öncelikli hedefleri arasında yer almaktadır. Sadece Cibuti'de aynı anda çok sayıda ülkenin askerî üssünün olması bu meselenin açık bir örneğidir. Dolasıyla gerek tarihsel perspektif gerekse günümüz koşulları dikkate alındığında Türkiye'nin Afrika'yla olan münasebetlerini büyük bir önem, insani temelli vizyon ve karşılıklı hak ve menfaatlerin gözetildiği kapsamlı bir politikayla ele alması zorunluluğu karşımızda bulunuyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tarih ve beşerî hafıza şahittir ki biz Türkler de uzun yıllar boyunca Afrika'da bulunduk. Kudretli Hakanımız Yavuz Sultan Selim Han'ın Mısır seferinden itibaren başlamak üzere Afrika Kıtası'nın büyük bir kısmında var olduk. Bugün "soykırım" olarak nitelenen insanlık suçlarıyla Afrika Kıtası ve sözde medeni çok sayıdaki Avrupalı devlet beraber anılırken bizler bugün dahi oralarda yüzyıllar önce yaptığımız hizmetlerle anılıyoruz. Ne mutlu ki bu insani yardımların bugün de devam ediyor oluşu Türkiye vizyonunu Afrika'da diğer ülkelerden ayıran en önemli etken olmaktadır. Dolayısıyla üzerinde müzakerede bulunduğumuz tezkereler gibi Afrika'da barış ve istikrara katkı sağlayacak uluslararası girişimlerdeki mevcudiyetimiz bizim açımızdan tarihe, bölge insanına ve gelecek vizyonumuza dair önemli ve değerli bir sorumluluk olarak görülmelidir.

Afrika Kıtası'nda var olan sorunları elbette biz yaratmadık ancak Afrikalıların kendi sorunlarını aşmalarında yardımcı olmak bu kapsamda örnek olacak bir siyasetin izlenmesi zorunluluğu da açıktır. Gerek Kuzey Afrika gerekse Güney Afrika'yla beraber Kıtanın iki uç noktasında yer alan ülkelerle geliştirdiğimiz olumlu ilişkilerin Kıta geneline yayılmasını sağlamamızın millî çıkarlarımıza da katkısı büyüktür. Ülkemizin sınırı aşan göçler ve terörle mücadele konularında sahip olduğu tecrübelere ilave olarak Covid-19 salgınında görüldüğü gibi, sağlık hizmetleri alanında da var olan büyük ve değerli potansiyelimizi Afrika'da bulunan ülkelerle paylaşmak insani sorumluluklarımızdan olduğu gibi, ülkemizin potansiyelini de artıracaktır.

2019 verilerini dikkate aldığımızda Afrika kıtasında var olan büyükelçilik sayımızın 42'ye ulaşmış olması, ticaret hacmimizin kıta genelinde 25 milyar doları aşması, Türk Hava Yollarının 38 ülkede toplam 58 destinasyona erişmesi ve TİKA faaliyetlerin de hâlihazırda 22 program koordinasyon ofisiyle faaliyet gösterilmesi elbette önemli ve değerlidir. Ancak bununla yetinilemeyeceği ise açıktır. Ulaşım, madencilik, enerji ve tarım alanındaki yetkinliklerimizle Afrikalı dostlarımızla müşterek çalışmalar gerçekleştirmek girişimci dış politikamızın pratiğini yansıtabilecektir.

Afrika'da yer alan çoğu ülkenin kalkınmada geri kaldığı dikkate alındığında Türkiye'nin bu ülkelerin gerçekleştirmek istediği altyapı yatırımlarına odaklanması faydalı olacaktır. Bu yatırımlar vasıtasıyla izlenecek yol sadece yatırımı yapıp, karşılığını alıp akabinde gitmek değil, aksine, tecrübe ve bilgi aktarımını da temin edip, dostane ilişkiler kurduğumuz Afrika ülkelerine kimsenin sağlayamadığı imkânı sunabilmektir. Zira, Afrika ülkeleri bugün hem kendi imkânsızlıklarını değerlendirmek üzere fırsat bekleyen ve dayatmacı yaklaşımlar sergileyen çevrelerden hem de yapılan yatırım karşılığında kendilerine mahkûm bırakan yeni yüzyıl tarzı sömürgeci anlayıştan rahatsızdır.

Diğer bir husus da kıta var olan istikrarsızlığın ana kaynağı olan terörizm belasından Afrikalı ülkeleri kurtarabilmek için icap eden yardımları sunmanın yanında, yine terörle mücadelede üstünlük sağlayan Türk savunma sanayisinin ürünleri olan askerî teçhizat ve araçların da Afrikalı ülkelere satılması için makul kanallar oluşturulmalıdır. Bu anlamda sadece Afrika Kıtası'na hitap edecek bir askerî fuar ve güvenlik forumunun tesis edilmesinin önemli olacağı ortadadır. Gerek teknolojinin gelişmiş olması ve özellikle uzay sahasındaki yeniliklere duyulan ihtiyaç, gerek ülkemizin küresel vizyonda yer alan uzay hedeflerimiz ve gerekse de Afrikalı ülkelerin bu anlamdaki yoksunluğu kıtadaki rekabette yeni koşullar yaratabileceğimiz bir başka alanı daha karşımıza çıkarmaktadır. Türkiye'nin uzayla ilgili millî hedeflerini tesis ederken bunu Afrika ülkelerinin de dahil edildiği bir ortaklıkla yapabilmesi, karşılıklı kazanımların yeni yüzyıldaki bir başka önemli ayağını oluşturulabilir. Mesele sadece Afrika Kıtası'nda ticaret hacmimizi artırmak, millî güvenliğimizle beraber hak ve menfaatlerimiz için yeni askerî üsler edinebilmek yahut bizde olmayan kaynaklara erişme imkânını bulmak olmamalı. Bunun ötesine ulaşan stratejiyle, çok daha geniş bir sahada Afrika'yla ilişkilerin geliştirilebileceği iyi anlaşılmalıdır. Bunu başarmamız hâlinde bahse konu olan meselelerin bizler için bir zorluk olmayacağı pek tabii görülecektir. İnsana insanca bir yaşam sunma ülküsünün ne anlama geldiği, Türk milletinin büyük devlet felsefesindeki yansımasının karşılığının ne olduğu Afrika'da gösterilmelidir. Özellikle 21'inci yüzyılda olması gereken hâliyle mevcut küresel düzene karşı iddialı bir alternatif sunarken, bunu başarabilmek için Afrika ülkeleriyle dayanışma hâlinde olmanın öncelikli olduğunu iyi kavramalıyız. Çeşitli fırsatlarda mevcut küresel sistemin vasatlığı gündeme geldiğinde ifade edilen ve Türkiye'nin resmî söylemi hâline gelen "Dünya 5'ten büyüktür." ifadesinin daha çok Afrika'da yankılanıyor oluşunun anlamı açıktır. Ölçümüzde insanlığın huzurunu tesis etmek esas olmalıdır. Türkiye, dün Afrika'da sömürgeci değildi, asla da olmadı. Bugün ve yarınlar için beraber büyümeyi ve kalkınmayı hedeflediğini her yönüyle gösterdiği takdirde, hiç kimsenin kuşkusu olmasın, Afrika'daki kapılar bize daha fazla açılacaktır. Bu kapsamda, Türkiye'nin prestijini Afrika kıtasında yansıtan ve Türk milletinin feraset, muhabbet, şefkat ve dostluk elinin Afrikalı kardeşlerimize uzatılmasında sorumluluk üstlenen TİKA, Türk Hava Yolları ve diğer sivil toplum kuruluşlarına da teşekkür ediyoruz.

İlave olarak, FETÖ'nün kendisine yer edinmek için gözüne kestirdiği alanların başında geldiğinden dolayı Afrika'nın güvenlik diplomasisi anlamında bizim açımızdan sahip olduğu bir başka önem daha dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Bu terör örgütünün şimdiye kadar bazı finans kaynaklarını Afrika'daki kimi ülkelere taşıdığı malumdur. Ayrıca, FETÖ okullarının da yine aynı coğrafyada kendini gösterdiği bilinmektedir. Gerek bahse konu olan terör örgütünün her türlü faaliyetlerinin engellenmesi ve yok edilmesi gerekse bundan sonrası için bir daha Afrika'da yer bulamamaları adına Türkiye yakın diplomasi faaliyetlerini hızlandırmalıdır; zafiyet oluşan alanlar varsa bunlar bir an evvel ortadan kaldırılmalıdır. Türkiye büyük bir küresel vizyonla 21'inci yüzyılda yoluna devam ederken, iletişimin sahip olduğu önemin farkına varılarak Afrika'da Türkçe eğitim veren kursların daha da yaygınlaştırılması konusunda var olan gayretlerin değeri mutlaka karşılık görmeli, kapsamı genişletilmelidir. Hâlihazırda, çoğu, kıtanın kuzey bölgesinde yaşıyor olmakla beraber, önemli sayıda Türk nüfusun Afrika kıtasında yaşam sürdüğü de asla akıllardan çıkarılmamalıdır.

Değerli milletvekilleri, tezkereye konu olan ülkelerden Mali, 1960 yılında Fransa'nın sömürgesinden çıkmış, 1 milyon 241 bin kilometrekarelik yüzölçümüyle geniş bir alana sahip olan Batı Afrika ülkesidir. 2013 yılında gerçekleştirilen silahlı grupların saldırısı ülkedeki kimi şehirlerin ele geçirilmesi sonucunu doğurmuş, bu durum Fransa'nın müdahalesini beraberinde getirmiştir. Aynı yıl Birleşmiş Milletler bünyesinde MINUSMA başlatılmıştır. Devam eden yıllarda gerçekleştirilen seçimlerde katılım oranının düşük olması ve şaibe iddiaları ülkeyi derin bir siyasi krize sürüklemiştir. Bununla beraber, Mali'deki fakirliğin artması ve kapsamı genişleyen iş bırakma eylemleri ile protestolar toplumsal sorunları en üst seviyeye taşımıştır.

Nihayetinde 18 Ağustos 2020 tarihinde ülkede gerçekleşen askerî darbe ise yeni bir dönemin kapılarını aralamıştır. Mevcut durumda Birleşmiş Milletler ECOWAS ve Afrika Birliği Mali'deki durumu yakinen takip etmektedir. Dikkat çekici olansa, bu tarihe kadar İbrahim Boubacar Keita'yı koşulsuz olarak destekleyen Fransa'nın birdenbire sessizliğe bürünmesidir. Mali'nin Fransa için taşıdığı önemin, bu ülkenin sadece eski bir sömürgesi olmasından kaynaklanmadığı, ayrıca Libya'ya Mali'de bulunan bazı silahlı grupların gönderilmeye çalışıldığı da iddialar arasındadır. Dolayısıyla bugünlerde Mali'de yaşanan gelişmelerin sadece bu ülkenin ve Batı Afrika'nın geleceğini değil, kıtanın kuzey bölgesini ve Libya'yı da ilgilendirdiği gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Mali'nin bundan sonraki dönemde izleyeceği yol, diğer bazı Afrika ülkeleri için de model olma riski yahut fırsatını aynı anda, beraber taşımaktadır.

Böylesi bir dönemde Dışişleri Bakanımızın 9 Eylül 2020 tarihinde Mali'yi ziyaret ederek ülkemizin desteğinin kardeş Malililerle beraber olduğunu yerinde ifade etmesi müspet bir gelişme olmuştur. Ancak askerî darbe sonrasında ülke idaresinin bir an önce sivil yönetime devredilmesi konusunda Türkiye'nin hassasiyetlerinin muhataplarına iletilmesi memnuniyet verici bir gelişme olacaktır. Mali'nin normalleşmesi ve istikrarlı bir yapıya sahip olması için ülkemizin bu zamana kadar verdiği desteğin bundan sonraki dönemde de esirgenmemesinin büyük bir öneme sahip olduğunu düşünüyoruz. Aynı şekilde, henüz istikrar ve barış iklimini yakalayamamış olan Orta Afrika açısından, ülkemizin Birleşmiş Milletler kapsamında sürdürülen çabalara destek olmasının önemi büyüktür. "Orta Afrika" adının hakkını vererek kıtanın merkezi konumunda yer alan jeostratejik potansiyeline ilave olarak, zulme uğrayan çok sayıda Müslüman'ın bu ülkede yer alması, ülkemizin doğrudan ilgi göstermesi gereken bir ehemmiyeti daha beraberinde getirmektedir. Günümüzde Orta Afrika Cumhuriyeti'nde yaşanan sorunların büyük bölümü, çevre ülkelerden kaynaklı nüfus ve tarihî özellikleri bulundurmakla beraber, bunun tersi olacak şekilde, sorunların aşılmaması durumuysa var olan kaotik gelişmelerin diğer komşu ülkelere de sıçrama potansiyelini taşımaktadır. Bu durum dikkate alındığında, Orta Afrika Cumhuriyeti'nin normalleşmesinin sağlanmasına katkıda bulunmak, kıtanın kalan bölümünde sağlanacak önemli bir destek olarak değerlendirilmelidir. Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Meclisimize gönderilmiş olan tezkerenin bir yıl daha uzatılmasına bu sebeplerden dolayı olumlu yönde oy vereceğimizi ifade etmek isterim. Arzumuz, Afrika'da bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan insani ve siyasi krizlerin aşılmasına ülkemizin katkıda bulunması, böylelikle Afrika Kıtası'nda Türkiye'nin izlediği dış politikamızın güzel bir örneği olarak kabul edilmesidir.

Saygıdeğer milletvekilleri, sözlerime son vermeden önce, Ermenistan'ın Dağlık Karabağ bölgesindeki işgalini, işlediği insanlık suçlarını ve saldırganlığını kınıyor, kendi topraklarını kurtarmak, kendisine yönelen saldırıları bertaraf etmek ve güvenliğini sağlamak üzere meşru hakları çerçevesinde gayret sarf eden dost ve kardeş ülke Azerbaycan'a, Azerbaycanlı Türk askerlerine Cenab-ı Allah'tan muvaffakiyetler diliyorum. Temennimiz ve inancımız, can Azerbaycan'ın bir an evvel işgal altındaki topraklarını kurtarması, böylelikle bölgesel barış ve istikrarın sağlanmasıdır.

Ermenistan'ın saldırganlığını Tovuz ve Gence gibi Dağlık Karabağ dışındaki bölgelere yayma girişimi ise rezil fakat maksadına ulaşamayacak bir hesabın ürünüdür. Dağlık Karabağ ait olduğu yere dönmeden meselenin kapanacağını düşünenler büyük bir yanılgı içerisine girerler. Otuz yıldır bu meselenin çözümü için başta Minsk Grubu olmak üzere adım atmayanların bugünlerde yaptığı çatışmaların durdurulması" çağrısı Türklüğün Kafkasya'daki mevcudiyeti için büyük bir tuzak, kabul edilemeyecek, samimiyetsiz bir çıkıştır. Millî şairlerimizden merhum Ziya Gökalp'in "Düşman öz yurduna el attı/ Mezarından Ata'n kılıç uzattı/Yürü diyor, hakkı zulüm kanattı/Atillâ'nın oğlusun sen, unutma!/Medeniyet deme, duymaz, o sağır/Taş üstünde taş kalmasın, durma kır/Kafalarla düz yol olsun her yer bayır/Atillâ'nın oğlusun sen, unutma!" seslenişinde olduğu gibi Azerbaycan'ın kendi iradesini ortaya koyduğu, Türklüğün zilleti kabul etmeyip karşısında diz çökmeye mahkûm bırakacağı gün işte bugündür. Dağlık Karabağ'da kimin işgalci, kimin hak sahibi olduğu açıktır, Birleşmiş Milletler kararlarıyla da sabittir. Bu şartlarda bize göre Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti'nin Azerbaycan Cumhuriyeti'ne katılması şarttır, tarihî zorunluluktur, çok acil bir ihtiyaçtır, deyim yerindeyse hayat memat konusudur.

Bu vesilelerle sözlerime son verirken, tezkerenin hayırlara vesile olması temennisiyle Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK Parti sıralarından alkışlar)