GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönündeki 2539 (2020) sayılı Kararı çerçevesinde, hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının; 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla tespit edilen ilkeler kapsamında; Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde UNIFIL'e, 31/10/2020 tarihinden itibaren bir yıl daha iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair tezkeresi (3/1325) münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:2
Tarih:06.10.2020

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin Lübnan Geçici Görev Gücü'nün görev süresinin uzatılmasına ilişkin 2539 sayılı Kararı'na istinaden Cumhurbaşkanlığının, Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının 31/10/2020 tarihinden itibaren bir yıl daha UNIFIL'e iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanlığınca yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca talep ettiği karar hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına görüşlerimi arz etmek üzere huzurlarınızdayım.

Sözlerimin başında, dört yıl on ay yirmi üç gün düşman işgalinde kalan İstanbul'umuzun bugün kurtuluş yıl dönümü, onu hatırlatıyor ve kutluyorum.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 2006 yılında 1701 sayılı Kararı'na istinaden 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla Türk Silahlı Kuvvetleri Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü'nde görev almıştır. Bu konuda görev uzatma talebi 13'üncü defa yüce Meclisimize gelmektedir. Türkiye, UNIFIL Harekâtı'na 15 Ekim 2006 tarihinden itibaren katılmaktadır. UNIFIL Deniz Görev Kuvvetine Deniz Kuvvetleri Komutanlığımıza ait bir fırkateyn görevlendirilmiş, Türk İstihkâm ve İnşaat Bölüğü 20 Ekim 2006-2 Eylül 2013 tarihleri arasında yedi yıl görev yapmıştır. Lübnan Türk İstihkâm ve İnşaat Bölüğü Karargâh Binası inşası, atık su hattı inşası, çevre yolu inşası, helikopter pisti inşası, elektrik hattı inşası, bakım onarım tesisleri, ofis binası inşası ve muhabere hatlarının yer altına alınması yanında, çevredeki okul, cami, hastane gibi halka hizmet veren kurumların bakım, onarım işlerini de gerçekleştirmiştir. Bunun yanında, UNIFIL Harekâtı'na katılan ülkelerin Mersin Limanı'nı kullanmalarına da müsaade edilmiş bulunmaktadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Lübnan, Osmanlı'dan koparıldığı tarihten bugüne kadar sulh ve sükûnu bulamamış devletlerden biridir. Bunun yakın sebeplerinin başında İsrail'in, ABD'nin ve Suriye'nin bölgeye yönelik uyguladığı politikalar yer almakta iken bu defa, 2006 yılından bu yana İran güdümündeki Hizbullah faktörü de ülkede önemli rol oynamaya başlamıştır. Hizbullah örneğinde görüldüğü gibi, İslam ülkelerinden bazıları hedef aldığı diğer İslam ülkesi içindeki bazı unsurları destekler hâle gelmiştir, bizim içimizdeki PKK'yı destekleyen İslam ülkelerinin olduğu gibi.

12 Temmuz-14 Ağustos 2006 tarihleri arasında yaşanan İsrail-Lübnan Savaşı sonrasındaki gelişmelere şöyle bir bakacak olursak... Başbakan Hariri'nin Suudi Arabistan'da rehin tutulması ve zorla istifa ettirilmesi, Suudi Arabistan'ın bölgeye ve Lübnan'a müdahil olmaya çalışmasının çirkin yüzünü ortaya çıkarmıştır. Bu olayla Suudi-İran kavgası Lübnan'a da taşınmıştır. Bölge halkları ve devletleri üzerinde sadece Batılı emperyalist devletler değil, İslam ülkeleri de etkili olma arayışı içindedirler. Lübnan hassas bir ülkedir ve hassas dengelerin korunmaması hâlinde barut fıçısına dönecek bir demografik yapıya sahiptir. Suriye'den sonra Lübnan'da oluşabilecek bir iç çatışma ya da özellikle dışarıdan yapılacak herhangi bir müdahale sadece Lübnan'la sınırlı kalmayacak ve çevre ülkeleri de kapsayacak bir etki doğuracaktır. Bu nedenle, Lübnan da dâhil olmak üzere yakın coğrafyamızdaki barış, istikrar ve güvenliği zedeleyecek her gelişmeye karşı Türkiye uyanık olmak zorundadır.

4 Ağustos 2020 günü Beyrut'ta yaşanan patlamayı hatırlatmak isterim. 2.750 ton amonyum nitrat rastgele depolanıyor, Hiroşima'ya atılan atom bombasının yirmide 1'i gücünde, bir başka ifadeyle 1.100 ton TNT yani dinamit gücündeki bir patlayıcı patlatılıyor. Bu patlama tesadüf değildir. Üreticisi meçhul ancak Gürcistan'dan yüklendiği ifade edilen bu patlayıcıyı taşıyan geminin son yükü olduğu dışında bir bilgi bulunmamakta ve sahibi de şaibelidir. Kimin ya da hangi örgütün ne maksatla nereden temin ettiği, nerede kullanmayı planladığı, Lübnan yetkililerinin neden bu kadar yüksek miktardaki patlayıcıdan habersiz olabildikleri hakkında hâlen somut bir bilgi bulunmamaktadır ama patlamadan sonra Lübnan'da hükûmet istifa etmek zorunda kalmıştır yani hükûmet değişmiştir ve yakın bir zamanda bin tonun üzerinde yeni bir amonyum nitrat bulunmuş ancak olayın sevindirici tarafı, bu sefer patlamadan o depoya ulaşılabilmiştir.

Barışın, güvenin ve istikrarın bozulduğu ülkenin mutlaka sınır komşumuz olmasına gerek bulunmamaktadır. Afrika'dan Afganistan'a Pakistan'a; Yemen'den Irak, Suriye'ye; Yugoslavya'dan Gürcistan'a kadar coğrafyada yaşanan her tür krizin bir şekilde Türkiye'yi etkilediğini görmekteyiz. Özellikle ülkemizin maruz kaldığı kontrolsüz göçün doğurduğu sorunların hatırlanması, bu konunun daha kolay anlaşılmasını sağlayacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemizin bulunduğu bölge ne yazık ki hemen her kavganın yaşanabileceği uygun şartlara sahip hâle getirilmiştir. Bu bölgede, bilek güreşi bitmediği gibi hemen, her an birbirinin gırtlağına sarılacak şekilde motive edilmiş gruplar ve devletçikler bulunmaktadır. Onun içindir ki güçlü ve caydırıcı bir ordumuzun olması kaçınılmazdır. Bölgemizde, doğumuzdaki Ermenistan, batımızdaki Yunanistan, güneyimizdeki İsrail küresel senaryo yazanların piyonu, şımarık, besleme, terör ve sipariş eylem yapabilen taşeron örgütlerdir. Bu devletler, bölgemiz üzerindeki tüm oyunlarda zamanı ve sırası geldiğinde ülkemize karşı devreye sokulabilmektedir. Doğu Akdeniz'de hak ve menfaatlerimizin gasbedilmesine yönelik fiilî girişimlere "Dur." dediğimizde, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge belirlemek üzere adım attığımızda, adalar denizinde yer alan ve uluslararası tescil edilmiş anlaşmalara aykırı olarak silahlandırılan hatta gasbedilmeye çalışılan adalar ve kara parçalarının hukuki durumlarına döndürülmesini talep ettiğimizde, kısaca Türkiye'nin hak ve menfaatlerini dile getirdiğimizde birilerinin arkasında, bizim ise karşımızda Batı'nın birçok devleti -örnek, Fransa gibi- bölgeyle alakasız ülkeler çıkabilmektedir. Ülkemizin takındığı kararlı tavır ve aldığı tedbirlerden dönmesi için aynı ülke tarafından Yunanistan'a donanma desteği verilmesi gündeme gelebilmekte ve uçak gemisi gibi çocukça Türkiye'yi korkutacaklarını zannederek oyuncak alana sürülmektedir. Tabii ki Türkiye'den hak ettikleri şekilde en ağır cevabı da almaktadırlar.

Bu gelişmeler devam ederken, Ermenistan'ın, kardeş ülke Azerbaycan askerine ve sivil halkına yönelik acımasızca saldırılarına şahit olmaktayız. Ermenistan, işgal ettiği Azerbaycan topraklarından Birleşmiş Milletlerin aldığı kararlar ve otuz yıllık iyi niyetli girişimlere rağmen çıkmadığı gibi, arsızca yayılmacı emellerini ve taciz eylemlerini sürdürebilmektedir. Batı'nın Kafkaslardaki şımarık çocuğunun hedefi dün olduğu gibi bugün de Türklerdir. Hocalı'da bir gecede 106'sı kadın, 83'ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azerbaycan Türkünü katleden canilerden otuz yıldır hesap sorulmaz ise alışkanlıkları gereği saldırılarını sürdürmeye devam edeceklerdir. Hocalı katliamının sorumlusu 2 kişiden birisi olan Sarkisyan -daha sonra Devlet Başkanı olmuştur bu şahıs, dikkatlerinizi çekiyorum- "Azerbaycanlılar Ermenilerin sivil halka karşı katliam yapmayacağını düşünüyorlardı. Biz bunu Azerbaycanlılara şaka yapmadığımızı göstermek amacıyla, ibret olsun diye yaptık." diyebiliyordu. Etyen Mahçupyan -bu ismi tanıyorsunuz- "Öldürülenlerin hepsinin Azerbaycan Türkleri olduğu, bu kimliği taşıdıkları için böyle bir sonla karşılaştıkları, ateş edenlerin ise bunu bilerek ve bir karar doğrultusunda yaptıkları bellidir." ifadesinde olduğu gibi resmen soykırım suçunun unsurlarını tanımlıyor ve bu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Ermeni. Ama buna karşılık, Ermenistan'ın hâlâ Fransa, ABD ve el altından Rusya ve bunlara ilave olarak İran gibi ülkelerden destek görüyor olması insanlık için en azından utanç vesilesidir. AGİT Minsk Grubu gibi yıllardır hiçbir işe yaramayan ve Ermenilerin cesaretlendirilmesine hizmet eden kuruluşlar da maalesef fiyaskoyla çalışmalarını sonlandırmışlardır fiiliyatta.

Günümüz savaşlarının çirkin ve kuralsız hâle geldiği, vekâlet savaşlarının acımasız, kuralsız hiçbir insani değerle ya da inanç kuralıyla bağdaşmayan nitelik kazandığı, hedefinin sivil halk olduğu, askerden çok sivilin hayatını kaybettiği, sivil halkın hayatını idamesi için gerekli olan su, gıda, sağlık, eğitim tesisleri gibi dokunulmaması gereken alanlara dokunulduğu dikkatlerden kaçırılmamalıdır.

Küresel ve bölgesel plan yapan ülkeler, askerî imkânlarını sadece savunma maksatlı caydırıcı güç olarak kullanmamaktadırlar. Askerî güç, hatta bu gücü belirleyen, somutlaştıran teknoloji ve silahlara sahiplik, ülkelerin planlarını, hedeflerini tahakkuk ettirmede belirleyici unsur olarak kullanılmaya başlanmışlardır. Günümüzde askerî güç diplomatik, ekonomik, siyasi, kültürel vesaire, etki alanı oluşturma çabalarına zemin hazırlayan ve pekiştiren ana faktör olarak kullanılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti'nin herhangi bir yayılmacı, kontrol etme maksadı ya da hedefi olmamasına rağmen Ön Asya, Türkiye'nin tarihî, geçmişi itibarıyla ilgi alanı olmak zorundadır. Hatta güvenlik sınırları millî sınırlarımızın ötesinde düşünülmeli, ona göre adımlar atılmalıdır.

Ülkemiz yurt dışına ilk muharip birliği 1950 yılında Kore'ye göndermiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri hâlen Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Gücü dâhil 6 değişik ülkede barışı destekleme harekâtlarına destek sağlamaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri geçmişte Somali, Bosna Hersek, Yugoslavya, Arnavutluk, Makedonya, Kongo, Sudan, Irak, Darfur, Somali- Aden Körfezi, Afganistan gibi çok sayıdaki ülke ve coğrafyada barış ve istikrarı sağlamaya yönelik görev yapmıştır. Tüm bu görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin verdiği hizmetle sınırlı kalmaması gerekmektedir. Bu hizmetlerden doğan yakınlaşma diplomatik, ticari, siyasi, kültür, sanat gibi çabalarla pekiştirilmeli, kalıcı ve Türkiye Cumhuriyeti'nin hak ve menfaatlerine uzun süreli hizmet eder hâle getirilmesi gerekmektedir.

Bu konudaki bağlantı ve görev sadece Türk Silahlı Kuvvetlerinin Lübnan Geçici Görev Gücü'nde görevli unsurlarıyla sınırlı kalmamalıdır. Size tarihten bir örnek vermek istiyorum: 1937 yılında Atatürk Romanya Dışişleri Bakanıyla görüşüyor, ona şunu söylüyor, diyor ki: "İnsanlığın hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir organı saymak icap eder -hani yaratılanı Yaradan'dan ötürü seviyoruz ya- bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir. Dünyanın herhangi bir yerinde bir rahatsızlık var ise 'Bundan bana ne?' dememeliyiz. Böyle bir rahatsızlık varsa tıpkı kendi aramızda olmuş gibi onunla meşgul olmalıyız."

Türk milleti, tarihî misyonunu kaybetmemeli "Orada ne işimiz var?" "Burada ne yapıyoruz?" "Yaptığımız masrafa değer mi?" diyenlere kulağını tıkayıp insanlığa hizmet nasıl yapılır göstermeye devam etmelidir.

Sonuç olarak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü'nde icra ettiği görevin 31/10/2020 tarihinden itibaren bir yıl daha uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkere karar talebini Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu değerlendirdiğimizi Genel Kurulun bilgilerine sunuyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)