| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönündeki 2539 (2020) sayılı Kararı çerçevesinde, hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının; 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla tespit edilen ilkeler kapsamında; Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde UNIFIL'e, 31/10/2020 tarihinden itibaren bir yıl daha iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca izin verilmesine dair tezkeresi (3/1325) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 06.10.2020 |
HDP GRUBU ADINA TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Meclis uzun bir aradan sonra gündeme tezkerelerle başlamamalıydı. Türkiye'nin o kadar acil ihtiyaçları var ki, önceliği o acil ihtiyaçlara vermeliydi. Artan işsizlik sorunu ve yoksulluk, on binlerce üniversitelinin işsiz kalması, pandeminin geldiği aşama ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik krize etkileri, yaşa takılan emeklilerin ahvaline bakmak gerekirdi. Kadın şiddetiyle mücadele programları üzerine yoğunlaşmalıydık. İktidarın siyaseten baş edemediklerini, yargı yoluyla nasıl hizaya getirmeye çalıştığını ve ne kadar büyük bir insan hakları ihlalinin yaşandığını bu ülkede konuşmamız gerekiyordu.
Kürt siyasetçilerine, solculara, sosyalistlere, mütedeyyin kesimlere, sağcı, hiç fark etmeksizin, kendileriyle uyumlu olmayan ve biat etmeyen herkesi nasıl cezaevi ve yargı yoluyla -tırnak içinde- biat ettirmeye çalıştığını konuşmalıydık. Kobane operasyonuyla hazırlanmış olan bir torba dosya üzerinden HDP başta olmak üzere bütün muhalefeti dizayn etme çabalarını, AYM'nin tartışmaya açılmasını, "TTB kapatılsın." diyen anlayışı ve ülkeyi 2023 vizyonuna bu iktidarın nasıl hazırladığını konuşmamız gerekiyordu.
IŞİD'i konuşmamız gerekiyordu. Hatay'ın da içinde olduğu Levant bölgesi dâhil olmak üzere "Irak Şam İslam Devleti adı altında nasıl karanlık bir ülke kurmayı hedeflediklerini konuşmalıydık. 21'inci yüzyılda kafa kesen, içinde Türk askerinin olduğu insanları bir film sahnesindeymiş gibi yakan, kadınları köle pazarlarında satan, tacizci, tecavüzcü, katil IŞİD çetelerini konuşmalıydık ve IŞİD çetelerinin Türkiye'deki katliamlarını konuşmalıydık.
Bakın, önümüzdeki birkaç gün sonra 10 Ekim Gar katliamı; IŞİD'in gerçekleştirdiği Gar katliamı Türkiye tarihinin en kanlı katliamlarından biridir. Ben burada bir kez daha Gar katliamında kaybettiğimiz barış güvercinlerini saygıyla anıyorum ve az önce konuşuldu ya Kobani dosyası, dönülüp bakılsın Antep Emniyetinin, Antep'teki MİT kadrolarının Gar katliamında nasıl rol aldıklarına. Tavsiye ediyorum buradaki bütün milletvekillerine, mutlaka Gar katliamı dosyasını incelesinler, Kobani'yle ilgili böyle konuşma cesareti gösterebilecekler mi, onu da çok merak ediyoruz.
Elbette dış siyaset konuşmalıyız ama dış siyaseti tezkere formatıyla konuşmamalıyız. Bugüne kadar bu ülkeyi yöneten iktidarın elbette ki hatalarını söylemek muhalefetin başlıca görevidir. Doğru bir şey yapılsaydı muhalefet bu doğruların yanında olacaktı, HDP de bu doğruların yanında olacaktı ama ne yazık ki birazdan sıralayacağımız değerlendirmemizde doğru adımlar atılmadığını -Türkiye de dünya kamuoyu karşısında her konuyla tartışmalı- ve önümüzdeki süreçte uluslararası yargı yolunun açılacağı suçların dahi işlendiği bir yönetim biçimi gördük sizlerden. Meclisi yok saydınız dış siyaseti belirlerken, sonra diyorsunuz ki: "Yanımızda olun, el âlem gibi davranmayın." Siz bu Meclisi zaten başından beri el âlem ilan ettiniz. Dış siyasette, iç siyasette hiçbir konuda siz bu Meclisi saymıyorsunuz ki. Bu Meclis müsamere yapsın istiyorsunuz, sonra diyorsunuz ki: "Niye yanımızda değilsiniz?" Evet, Libya'da hatırlayalım geçmiş dönemde ne olduğunu: Kaddafi'den sonra iki grup oluştu ülke yönetimine talip olan Tobruk merkezli Hafter güçleri ve Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükûmeti. Eğer Türkiye şöyle bir misyon oynasaydı, biz bunu onaylardık: "Her iki kesim, iki ayrı aşiret kavgasında biz barış yaptık." dediniz ya az önce, barış yapmadınız siz bu aşiretlerden birini taraf tuttunuz. Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle peş peşe aralık ayında iki mutabakat muhtırası imzaladınız, Akdeniz Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Muhtıra 5 Aralık 2019, Güvenlik ve Askerî İşbirliği Mutabakat Muhtırası 21 Aralık 2019.
Yine yemediniz içmediniz yılbaşının hemen ertesi günü yani 2 Ocakta Meclisi olağanüstü topladınız. Bu kadar problem varken ülkede, muhalefet "Meclis bazen olağanüstü toplansın." tekliflerini yaptığı hâlde hiç oralı olmadınız ama Libya tezkeresi için alelacele Meclis toplandı ve tezkereyi buradan oy çokluğuyla çıkardınız. Bu, Türkiye halklarına ve bölge barışına verdiğiniz hediyedir, öyle addetmek lazım, bir yılbaşı hediyesiydi.
AHMET BERAT ÇONKAR (İstanbul) - Nerede vicdanınız?
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Dışişleri Bakanı yakın zamanda bir "tweet" atıyor ve diyor ki: "Libya'yla yaptığımız deniz yetki sınırı anlaşması Birleşmiş Milletler tarafından tescil edildi."
Gerçekten insan hicap duyuyor, utanıyor. Bir Dışişleri Bakanı "alındı belgesi" niteliğinde mühürlenmiş olan bir belgeye çıkıp "Birleşmiş Milletler bunu onayladı." diyebiliyor ve sonra siz dış siyasette bir ciddiyet ve ciddiye alınmayı bekliyorsunuz; hiç kimse sizi ciddiye almaz. Böylesi büyük ve bariz bir hatayı, belgeli bir yalanı bu Meclis niye ciddiye alsın, muhalefetin bunun arkasında dizilmesini nasıl bekleyebilirsiniz? Evet, bunların hepsini sorumlu gördük ve burada muhalefet bu kürsüden bu sorunları defaatle dile getirdi, siz ise sağır kulağı çevirerek duymazlıktan geldiniz. Bizim çözüm için önerdiğimiz somut önermeler vardı, hiçbirini ciddiye almadınız. Kıbrıs ve Libya'da mutlaka taraflar bir araya getirilmeli ve Akdeniz'le kıyıdaş olan ülkeler toplanmalı, Doğu Akdeniz sorunu böyle konuşulmalıydı. Oysaki siz ne yaptınız? Önce sondaj gemileri, sondaj gemilerinin arkasından savaş gemilerini gönderdiniz iyice suları köpürttünüz, ondan sonra "Biz önce sahada olmalıyız." dediniz, daha sonra "Masada kazanacağız." dediniz.
Şimdi ben size soruyorum: Sahada akıbetiniz belli, masada ne yaptınız? Bunu belgeli olarak başta bu Meclis olmak üzere Türkiye kamuoyuna açıklamak zorundasınız. Bugün Libya süreciyle ilgili Serrac Hükûmetinin ve Hafter'in nasıl yan yana getirildiğini Mısır ve Fas görüşmelerinde sanırım benim buradan aktarmama gerek yok. Ve yine AKP iktidarına yakınlığıyla bilinen Libya İçişleri Bakanı, daha doğrusu Serrac tarafındaki hükûmetin Bakanı Fethi Başağa'yla Serrac artık çalışmak istemiyor, Serrac kendi de çekilecek. Peki, o zaman bugüne kadar yaptığınız anlaşmalar, yaptığınız savaş yatırımları ne olacak, bunun hesabını kim verecek? Türkiyeli askerleri, Suriye'den devşirdiğiniz savaşçıları oraya gönderdiniz, milyonlarca dolar para harcadınız. Bunun oturup bu Mecliste hesabını dahi kamuoyuna ve vekillere sunma tenezzülünde bulunmuyorsunuz. Bunun hesabını kim verecek? Devlet, hükûmet belgeyle çalışır; Türkiye Büyük Millet Meclisi belgeyle çalışır. Oysaki iktidar ne yapıyor? Hamaset yapıyor, iktidar ajitasyon çekiyor ve "Biz kazandık." diyor. Nerede kazandınız? Kaybediyorsunuz. Libya sürecinde net olan, net olarak kazananlar belli. Mısır'ın ve Fas'ın inisiyatifi sizde yok. Türkiye'de bu inisiyatif kalmadı. Ama Türkiye "Barış anlamında ve kıyıdaş ülkeleri biz bir araya getireceğiz." deseydi ne Doğu Akdeniz'de bu kadar gerilim yaşanırdı ne de şu an Libya'da bu hâle düşmüş olurdunuz.
Evet, Suriye'ye de bakmak durumundayız, çünkü Suriye'de çok büyük laflar söylediniz. Suriye'de savaş 2011'de başladığı zaman doğrudan bu savaşın tarafı oldunuz. El Kaide, El Nusra ve uzantısı olan çeteler, IŞİD... Adına bazen "ÖSO" dediniz, bazen başka bir şey dediniz; başta sınır illerimiz olmak üzere onlara siyasetlerini yürütecekleri merkezler ve odaklar sundunuz. Emin olun, çoğu zaman orada "mülteci kampı" ya da düzeltiyorum, "sığınmacı kampı" adı altında savaşçıları ikame ettiniz. Biz İnsan Hakları Derneği, uluslararası insan hakları kuruluşlarıyla o kampları ziyaret etmek istediğimizde kapattınız, şeffaf da davranmadınız çünkü orada IŞİD'ci, El Nusracı, El Kaideciler vardı.
Bugün gelinen noktada şunu hatırlatmak istiyorum: 17 Ekim 2017'de Astana Anlaşması'nda İdlib'de bir çatışmasız bölge oluşturulması konusunda karar alındı ve diğer ülkelerin, Rusya'nın, İran'ın garantörlüğünde Türkiye'ye dendi ki: "Sen gözlem noktaları oluşturabilirsin." Sayısı neydi? 12'ydi. Şu an kaç tane gözlem noktası var? 140 tane gözlem noktası var. Şu anda gelinen noktada... Çünkü İdlib çözüldüğü zaman Suriye'de bir siyasal süreç başlayacak. Rusya diyor ki Türkiye'ye: "Tamam, artık sizin birçok yerde göreviniz bitti. Sizin zaten amacınız eğer gerçekten IŞİD, El Nusra, El Kaide gibi örgütlerle savaşmaktıysa şimdi Suriye kendi topraklarını İdlib'de tahkim etti. Bu bölgelerden çıkın, ağır silahlarınızı çekin, gözlem noktalarınızı azaltın, askerinizi azaltın." Türkiye'nin verdiği cevap ne oldu, daha doğrusu sizin iktidarınızın verdiği cevap ne oldu? Ben bunu Türkiye gibi tarif etmek de istemiyorum. Ne yaptınız? Sınırdan habire son bir haftadır askerî konvoylar Suriye'ye intikal ediyor. Peki, burada şunu sormamız lazım ayrıca... Şunu da eklemem gerekiyor: Türkiye'nin bunun karşılığında verdiği cevap: "Münbiç, Kobani ve Tel Rıfat'ı bize verin, biz İdlib'den çekilelim." Böyle bir anlayış olabilir mi? Sizin o zaman İdlib'de bulunmanızın amacı buymuş demek ki; Menbiç'i, Kobani'yi, Tel Rıfat'ı ve elinize fırsat geçerse başka bölgeleri almak. Burada ne yapmak istiyorsunuz? Kobani'yle hesabınız nedir mesela, bunu çok merak ediyorum. Ortak düşman IŞİD değil miydi? Kamuoyuna öyle anlatmadınız mı? Peki, Kobani'de IŞİD yenildiği zaman... Kırk haramiler gibi önce köylere korku salan... Korkudan dolayı köyleri boşaltıyordu köylüler ve IŞİD oraları istimlak ediyordu, IŞİD yenilmez bir örgüt gibi bir hava estirdiği dönemde Kobani'de uluslararası güçlerin de koalisyon güçlerinin de desteğiyle IŞİD yenilmiş oldu. Peki, bu gerçekten çok soruldu bu kürsüde, bir kere daha sormak istiyorum: Niye zorunuza gitti IŞİD yenilince? Neden zorunuza gitti?
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Siz ne diyorsunuz ya! Sizin zorunuza gitti, sizin.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Burada şunu bilmeniz gerekiyor ki Menbiç dediğiniz, Kobani dediğiniz, Tel Rıfat dediğiniz yerler tıpkı Ankara'nın herhangi bir mahallesi gibi; büyükler işe gidiyor, çocuklar okuluna gidiyor, insanlar tarlalarını sürüyor, iş yerlerine gidiyorlar, normal bir ev yaşamı var. Oysa siz buraları öyle bir anlatıyorsunuz ki sanki eli kolu silah tutmuş olan militanlar durmuş, sadece savaşmak istiyor. Sizin bu talep ettiğiniz bölgeler, Kobani dediğimiz bölge, İdlib, bütün bunlar insanların yaşam alanları. Siz insanların yaşam alanları üzerinde nasıl bu kadar kolay bir tasarruf hakkında bulunabiliyorsunuz ki? Tersi Türkiye'ye yapılsa hep birlikte biz karşı durmayacak mıyız?
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Yok, siz durmazsınız.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - ...Özellikle Sayın Erdoğan Vahdettin Köşkü'nden Hatay'daki çoklu bir açılışta bir konuşma yapıyor ve diyor ki: "Suriye güvende ve huzur içinde olmadığı sürece Türkiye'nin huzur ve barış içinde olma ihtimali yok." Çok doğru bir tespit, yok. O yüzden biz Suriye'de barışa hizmet etmeliyiz, o yüzden biz Suriye'de savaş ve çatışma dilini ve politikasını... Bugüne kadar sürdürdüğümüz yanlışlıktan derhâl vazgeçmeliyiz. Bakın, yapılacak şeyler çok basit: Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygı duymak, Suriye'nin Anayasa yazım sürecine katkı vermek, Cenevre sürecinde olumlu rol oynamak. Afrin'den, İdlib'den hızlıca çekilmek; Kobani halkıyla, Kürt halkıyla barışmak, Kürt halkının Suriye'deki kazanımlarının yanında olmak, Türkiye'de Kürt sorununu barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözmek ve yine, Suriye Hükûmetiyle oturup görüşmek. Barışın sağlanmış olduğu bölgelerde Suriye Hükûmetinin kontrolündeki bölgelerde, güvenliği sağlanmış olan yerlerde Suriye'de şu an bulunan sığınmacıların topraklarına kavuşması için bir proje üzerinde çalışılması gerekiyor. O insanların yaşam garantilerini her manada, hem askerî hem ekonomik hem sosyal manada bunun garantisini almak... İşte siz, Suriye'de barışa hizmet edip Türkiye sınırlarının güvenli olmasını istiyorsanız böyle bir siyaset izlemelisiniz.
Evet, Azerbaycan'la ilgili de bu kürsüden çok konuşuldu. Ben şöyle düşünüyorum: Doğu Akdeniz'de, Libya'da ve Suriye'de batan siyasetin karşısında "Oh be! İyi ki böyle bir şey oldu da biz siyaseten kendimizi kurtaralım." havası içindesiniz ve yandaş medya yirmi dört saat savaş pompalıyor, savaş haberi pompalıyor. Şunu belirtmeliyim ki Türkiye'deki Ermeni Patriğinin önünde gösteriler yapılıyor. Milletvekilimiz Garo Paylan kimliğinden dolayı çarşaf çarşaf gazetelerde manşet hâlinde çıkarılıyor, barış istediği için. Bizim bu konudaki tutumumuz çok net. Yeni bir Hrant Dink vakası yaşamak istemiyoruz, böyle bir vaka yaşanırsa bunun altında hepimiz kalırız, hepimiz kalırız. Ve burada şunu ifade etmemiz gerekir ki Azerbaycan süreci içerisinde Azerbaycan ve Ermenistan savaşı içinde rol alması gereken başta Minsk Grubu olmak üzere burada Türkiye'nin de oynayacağı rol, iki tarafı diyaloğa zorlamak, iki tarafı barıştırmaktır. Evet, Azeriler bizim kardeşimizdir, doğru. Ermeniler de kardeşimiz, yerliler de kardeşimiz, Kürt de Arap da, herkes bizim kardeşimiz. Biz kardeşiz diyorsak o zaman kardeşliğe uygun bir siyaset izlemeliyiz. Savaş turizmi ve savaş ticareti yapamazsınız. Bakın, bugün Sultan Murat Tugayları, Türkmenlerden oluşan... Buradan Azerbaycan'a savaşçı gönderildiği söyleniyor. İşte, SADAT gibi özel güvenlik şirketleri savaş ihalelerine âdeta çıkmış durumda. Askerî sınai kompleks damadın, yandaşın vesaire. Şu an ülkeyi sürüklediğiniz nokta ne yazık ki budur.
Evet, Lübnan'la ilgili de birkaç şey söylemek isterim. 4 Ağustos 2020'de Lübnan'da, limanda çok büyük bir patlama gerçekleşti, yüzlerce insan yaşamını kaybetti. Maddi, manevi, can anlamında çok büyük bir yıkım yaşandı, doğrudur. Bugüne kadar UNIFIL Birleşmiş Milletlerin bünyesinde orada asker bulundurdu, bulundurma sebebi İsrail-Lübnan savaşlarını engellemekti ama ne yazık ki ne 2006'da bu engellenebildi ne 2013'te bu engellenebildi ve şu anda Lübnan'ın acil olarak ihtiyacı olan gerçekten insani yardımdır. Bugün Lübnan'ın acil olarak ihtiyacı olan tezkere değildir, bugün Lübnan'ın acil olarak ihtiyacı olan bir parça barış ve bir parça huzurdur. Buna bu manada eğer Türkiye bir katkı vermek istiyorsa uluslararası güçleri Lübnan'a destek manasında, insani destek manasında bir çalışma grubu oluşturmaya davet eder, bununla ilgili bütün ülkeler elini taşın altına koyar ve Lübnan halkının yanında dayanışma içinde olduğunu elbette gösterebilir.
Şunu da belirtmeliyim ki gerçekten Arap sokaklarında... Bu bahsettiğimiz belki yeterince de derinlemesine giremediğimiz konuların hepsinden dolayı Arap sokakları şu anda ne yazık ki Türkiye'ye çok tepkili. Arap liginin yaptığı açıklamalara da bakmak lazım.
Dolayısıyla diyoruz ki: Gerçekten toplumsal barış ve istikrarın sağlanması için bu siyasetten, savaş siyasetinden, savaş ticaretinden, savaş turizminden derhâl vazgeçilmesi gerekiyor ve Lübnan'ın, Beyrut'un hâlipürmelalini sanıyorum ki orayı en iyi bilen, en iyi hisseden, en iyi yaşayan Feyruz bilir ve Feyruz'un nameleri bunları en iyi anlatır ve Feyruz der ki: "..."(x)
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Anlamıyoruz ki.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Ve burada Feyruz demiş oluyor ki: "Yediğimiz ekmeğin tadı ateş ve duman..."
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayınız sözlerinizi.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - "...Halkımızın yaraları sürekli taze kalıyor. Ağlayan anaların gözyaşları da hiç dinmiyor. Şehrim üzgün, şehrim ışıklarını kapatmış, şehrim şu an gökyüzüyle baş başa kalmış."
İşte, savaşlar ve acılar yorgunu Lübnan'ın ruh hâli budur. İhtiyacı olan asker değil, tıpkı Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında olduğu gibi, tıpkı Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da olduğu gibi; tıpkı her Arap, her Türk, her Kürt, her Azeri, her Ermeni ve bu coğrafyada yaşayan bütün halklar gibi bir parça barış, bir parça huzur, bir parça gerçek kardeşlik talep ediliyor.
Teşekkür ederim.(HDP sıralarından alkışlar)