| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin Milli Güvenliğine Yönelik Ayrılıkçı Hareketler, Terör Tehdidi ve Her Türlü Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Irak ve Suriye'deki Tüm Terör Örgütlerinden Ülkemize Bundan Sonra da Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek ve Kitlesel Göç Gibi Diğer Muhtemel Risklere Karşı Milli Güvenliğimizin İdame Ettirilmesini Sağlamak, Türkiye'nin Güney Kara Sınırlarına Mücavir Bölgelerde Yaşanan ve Hiçbir Meşruiyeti Olmayan Tek Taraflı Bölücü Girişimler ve Bunlarla İlgili Olabilecek Gelişmeler İstikametinde Türkiye'nin Menfaatlerini Etkili Bir Şekilde Korumak ve Kollamak, Gelişmelerin Seyrine Göre İleride Telafisi Güç Bir Durumla Karşılaşmamak İçin Süratli ve Dinamik Bir Politika İzlenmesine Yardımcı Olmak Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gerektiği Takdirde Sınır Ötesi Harekat ve Müdahalede Bulunmak Üzere Yabancı Ülkelere Gönderilmesi |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 07.10.2020 |
HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Cumhurbaşkanının Suriye ve Irak tezkerelerine dair partim HDP adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Daha önce de bu tezkereler bu Meclise gelmişti. Biz, HDP olarak daha önce yaptığımız gibi gönül rahatlığıyla bu tezkerelere "hayır" oyu vereceğiz. Bunun gerekçelerini birazdan anlatacağım.
Tabii, bu gerekçelere geçmeden önce sanırım şöyle küçük bir tartışmaya ihtiyaç var. Biz, HDP olarak Türkiye'nin hem içeride, yani ülke içinde hem de dışarıda, dış politikada ulusal çıkarlarını farklı tarifliyoruz. Bizim ulusal çıkar tarifimiz farklı olduğu için argümanlarımız ve oylarımız da farklı oluyor. Bundan kastım şudur: Örneğin, biz, Türkiye'nin Suriye'den Libya'ya çete ihraç etmesini ulusal çıkar görmüyoruz. Örneğin, Türkiye'nin Suriye'deki politikalarının Türkiye halklarının çıkarına, Suriye halklarının çıkarına olduğunu düşünmüyoruz. Bu, bir siyasi tercih, siyasi fark meselesidir. Başta, polemiklerin önüne geçmek için bunu ifade etmek istedim.
Kıymetli arkadaşlar, mevzu geniş fakat ben biraz daraltıp şu an bizim de gündemimizde olan Kobani protestoları ve bu çerçevede, yakın dönemde olan tutuklamalarla konuya girmek istiyorum, akabinde bunu biraz detaylandırmaya, bölgesel politikalar hakkında, tezkereler hakkında partimin görüşlerini ifade etmeye çalışacağım.
Geçen hafta, aralarında kıymetli Kars Belediye Eş Başkanımız Ayhan Bilgen'in de olduğu 17 HDP'li yönetici gerçi -aralarında HDP'li olmayanlar da var, bir hukuk garabeti, o ayrı bir mesele ama- yaka paça gözaltına alınıp sekiz günden sonra tutuklanıp gönderildiler. Gerekçe olarak da 6-8 Ekim 2014 yılında, Kobani protestolarında oradaki bütün ölümler, yaralanmalar, işte mala mülke zarar vermeler vesaire, bütün o olayların tek sorumlusu olarak HDP'yi, HDP'nin o zamanki yönetimini böyle hedefe koyup desturunu da evlendiği zaman hemen saraya koşup hediyeler alan bir savcı aracılığıyla yaptılar. Yapın, yapın, daha önce de çok yaptınız; yapmayın desek de zaten yapacaksınız. Daha önce de defalarca söyledim, bu kürsü, hiçbir zaman, HDP olarak böyle, iktidarın merhametini dilendiğimiz bir yer değildir. Biz çok kararlı, düzgün bir şekilde bu ülkeye, bu ülkede yaşayan halklara layık bir şekilde muhalefetimizi sonuna kadar yapmaya devam edeceğiz.
Ayhan Bey sizin de yakından tanıdığınız birisi, şurada, şu sıralarda oturuyordu. Ondan önce, hatırlıyorsunuz, İdris Baluken oturuyordu. Ondan önce başkaları vardı, diğer arkadaşlarımız ama belli ki bir konsept dâhilinde, Kürt meselesi başta olmak üzere Türkiye'de sizin hoşunuza gitmeyen meseleler hakkında, sizin hoşunuza gitmeyecek şekilde konuşan herkesi niyetiniz var, içeri atacaksınız. Hodri meydan, deneyin! Beş yıldır yapıyorsunuz, 5 binden fazla arkadaşımız şu an cezaevlerinde. Kıymetli Eş Başkanlarımız Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ orada, diğerleri var; belediye başkanlarımız var, Selçuk Başkan var, Gültan Başkan var, var, var, var... Bütün bunlardan sonra, hiç kimse bizim kusurumuza bakmasın, iktidarın "ulusal çıkar" dediğine biz kesinlikle "ulusal çıkar" demeyeceğiz, aynı geminin içinde filan da değiliz. Bu milliyetçi hamasetleri bir köşeye bırakmanın vakti çoktan gelmiş ve geçiyor. O gemiden çoktan attınız, beş yıldır, altı yıldır HDP'yi atmaya çalışıyorsunuz o gemiden. Eğer bugün HDP hâlâ gemide ısrar edip hâlâ "barış" diyorsa bence Hükûmet gerçekten HDP'nin ayaklarına kapanıp teşekkür etmeliydi, hâlâ ısrar ediyorsa.
Bakın, şahsi anekdotlar vermek çok hoş değil. Ne bu Meclisin bu sandalyesine ne de maaşına ihtiyacı olan insanlar filan değiliz. Altı yıldır -ben bir arkadaşınızım burada- sizden yemediğimiz küfür, hakaret kalmadı, anamızdan, babamızdan yemediğimiz lafları yedik. Bizim HDP'de siyaset yapmak mevki, koltuk meselesi değildir ki. Var mı öyle bir şey? Çok şükür, hepimizin, bir çoğumuzun siyasete girmeden önce mevkimiz, konumumuz da çok daha iyiydi yani öyle mevkilik, konumluk bir durum söz konusu değil. Şu sandalyelere oturmuş filan da değiliz. Ayhan Bey buradaydı, Grup Başkan Vekiliydi, Kars'a gitti; Kars Belediye Başkanı oldu, Kars'taki herkesin Belediye Başkanı olmaya çalıştı. Ayhan Bilgen müebbetle yargılanacak, cezaevine gidecek, biz de oturacağız Türkiye'nin ulusal çıkar teranelerini dinleyeceğiz! Peki.
Kıymetli arkadaşlar, Kobani meselesi üç şeydir; şahsi görüşüm, sanırım partili arkadaşlarım da katılır: Kobani bir sembol, Kobani bir siyasal, toplumsal düzen ve bence Kobani çok büyük bir tarihsel fırsattı, Orta Doğu'da Türk-Kürt ilişkilerini yeniden organize edebilmek için muazzam bir fırsattı barış süreci içerisinde. Burada öyle suçlamalar üzerinden gitmeyeceğim ama o tarihsel fırsat berhava edildi, paramparça edildi ve Kobani'den sonraki, Kobani protestolarından sonraki Millî Güvenlik Kurulu toplantısından bu yana memleket bir girdabın içerisine girmiş, o gün bu gündür debelenip duruyor ve o gün bu gündür bu ülkede istikrar tutmamıştır ve tutmayacaktır. Nihayetinde, bütün o gerilimli süreçler içerisinde "başkanlık sistemi" diyorsunuz, başkanlık sistemi değil ucube bir sistem ortaya koydunuz. O zaman seçim meydanlarında söyledik. Bakın, ben kendim Bingöl'de, o zaman milletvekiliydim, referandum olursa dolar 4 lira, euro 5 lira olur dedim; millet bize gülüyordu. Bakın, bir siyasal sistem üretmişsiniz içinde bir sürü iç ve dış mihrak algısının olduğu; 2020, dolar olmuş bugün 7,8; euro olmuş 9,2; maliyenin başına da bir damat daha koymuşlar -damat diplomasisi çok oluyor bu ara memlekette- "Dolara ben bakmıyorum." diyor. Bakma, millet bakıyor. Her şeyimizi dolarla alıyoruz; enerjiyi dolarla alıyoruz, kâğıdı dolarla alıyoruz. Bakın, çok basit bir şey, çok basit ya: Bir insanın -dünya vatandaşı olacağız ya- maaşının bir karşılığının olması lazım değil mi? Asgari ücretin karşılığı 300 dolar olmuş ya! Bakın, ulusal çıkar budur işte. Bizce gerçek yurtseverlik, bu halkın asgari ücretinin bin, 2 bin dolar olmasıdır. Biz buradan bakıyoruz meseleye. Halkın gerçek bir gündemi var ama milliyetçi hamaset içerisinde biz halkın gerçek gündemine bir türlü gelemiyoruz.
Kobani'de ne oldu? Dün arkadaşlarımız burada önerge verdiler. Suçlama geliyor bize sürekli. Bakın, o kadar basit, o kadar rahat bir yöntemi var ki bunun. Türkiye'de şu an adalete güvenen kimse var mı arkadaşlar? Muhalefetin hepsine soruyorum, iktidara yakın olarak politik pozisyon alanlara da soruyorum. Türkiye'de en az güvenilen kurumların başında medya ve adalet sistemi geliyor, hiç kimse güvenmiyor.
ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Yargı mensupları da güvenmiyor.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Kendileri de güvenmiyor, vallahi billahi AK PARTİ de güvenmiyor; şahsi konuşmalarımızda söylüyorlar. Böyle bir yargının eline vereceksiniz HDP'yi.
Biz, burada, parlamenterler olarak oturalım, gelin bu meseleyi araştıralım, gelin bu hakikati açığa çıkaralım çünkü Kobani sonrası protestolar ve oradaki ulusal millî güvenlik toplantısı ve akabindeki çöktürme planları... Kobani, basitçe bir kasabanın direnmesi değil, bir sürecin başlangıcıydı. O gün bugündür, geliyoruz, diyoruz ki o ekim ayı içerisinde yani Kobani DAEŞ'in saldırısı altındayken, Millî Güvenlik Kurulu toplantısına kadar o bir ayla ilgili Mecliste sizin çoğunluk olacağınız bir komisyon kuralım; dinlesinler, baksınlar. Biz yargı kurumu değiliz, biz parlamenter denetim yaparız arkadaşlar, bizim işimiz bu. Bu denetimi yaptırtmıyorsunuz. Bakın, çok basit bir şey...
Yasin Börü'nün ailesine tekrar sabır diliyorum, Allah rahmet eylesin. Benim de şahsen tanıdığım, anne babasını bilmiyorum ama geniş ailesini tanıyorum, Bingöllü -aslen Bingöllüyüm, şu an Diyarbakır Vekili olmakla birlikte- yakından tanıdığım, bildiğim bir aile. Allah kimseye, hiç kimseye evlat acısı vermesin. Cumhurbaşkanı defalarca bu ismi zikrederek -bana sorarsanız- bir Cumhurbaşkanına, hiçbir siyasetçiye yakışmayacak şekilde bunu seçim meydanlarında manipüle etti. Biz şunu diyoruz: Yasin Börü'yle ilgili bir dava devam ediyor, etsin, sonuna kadar gitsin, bu vahşeti yapanlar yargılansın istiyoruz. HDP olarak da sonuna kadar desteğimiz vardır. O dönemde hâlâ tam sayısını bilmediğimiz -43 ile 53 arası gidip geliyor- vatandaş öldü, aralarında polisler de var. Bu ülkede Yasin Börü dışında takibi yapılan tek bir dava yok o ölümlerle ilgili olarak. 52 ya da 42 diğer vatandaş, vatandaş değil mi? Kim öldürdü? Nasıl öldü? Kamera kaydı yok mu? Şahidi yok mu? İktidar olarak, adalet sistemi olarak sizin onları çıkarmanız lazım ortaya. Siz çıkarmıyorsunuz, biz denetim yapalım diyoruz, "Hayır, biz onu da istemiyoruz." Ne? Öldürülen insanların yüzde 70'i HDP üyesi insanlar. Yani bizim üyelerimizi katledecekler, günahını da getirip HDP'nin boynuna koyacaksınız. Nedir? HDP bir "tweet" atmış. "Tweet"e baktınız mı? Kaç kişi baktı o "tweet"e?
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Sadece "tweet" bile Sayın Özsoy, sadece "tweet" bile... Siz organizasyon kısmında varsınız.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - "Tweet"e bakan var mı?
Bitireyim lütfen Sayın Muş.
SALİH CORA (Trabzon) - Halkı sokağa davet ediyorsunuz.
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Kimseyi kandırmayın!
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Evet. "tweet"te şöyle diyor: "İnsanlar protesto hakkını kullansın. Kobani DAEŞ'in saldırısı altında, insanlar kullansın."
MEHMET MUŞ (İstanbul) - İsyan hareketi...
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Şimdi, bakın "tweet"in içeriğine baktığınız zaman -herkese sorduk, hukukçulara da sorduk- "'tweet'in içerisinde suç teşkil eden bir durum yok." diyorlar. Akabinde gelişmiş olan olaylar üzerinden sorumluluk biçiyorlar. Dün Saruhan Bey anlattı, ben detayına girmeyeceğim. O dönemki olaylar yatışsın diye dönemin İçişleri Bakanı ve sanırım kamu idaresinden ilgili kişiler ile vekillerimiz iki gün mesai yürütmüşler. Hiç buraya girmeyeceğim. Bu devleti yönetenler o dönem ne olduğunu çok iyi biliyor; çıkıp konuşurlarsa kendi şerefleridir, susmayı tercih ediyorlarsa çok zorlamayacağız. Fakat 53 vatandaşın öldüğü bir yerde Yasin Börü ismini sürekli zikredip "HDP'nin bütün Merkez Yürütme Kurulu üyelerini götürüp hapse atacağız, üzerine oturacağız." Yok. Biz, hesap soracak durumdayız bu konuda, bu konuda zerre geri adım atmayacağız. O dönem sokaklara çıkan vatandaşların protesto hakkını güvenceye almakla sorumludur Hükûmet. Yani ben dışarı çıkıp protesto ettiğim zaman bu devletin Hükûmeti, İçişleri Bakanı, polisi benim...
SALİH CORA (Trabzon) - Hedefin olacak, öyle mi?
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - ...demokratik protesto hakkımı koruyacak, onun işi bu. Oturup...
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Anayasa'da var o.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Ben şu an milletvekili olarak sokağa çıktığım zaman konuşturmuyorlar, geçelim biz bunları, bizim bunlara karnımız tok.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar, bu kısmı biraz uzattım biliyorum ama çok önemli çünkü bu bir başlangıç noktası. Kobani şöyle bir durumdu: DAİŞ Kobani'ye saldırıyor. Siz belki onu hissedemediniz, görmediniz, kısmen de sebebi şudur... Sizi temin ediyorum, dünyanın neresinde olursa olsun bütün Kürtler teyakkuzdaydı ne olacak diye. Kürt dediğim de aydan değil ha, 20 milyon Kürt bu ülkede yaşıyor; Türkiye, yüzde 55 oranla en fazla Kürtlerin vatandaş olduğu ülke Ortadoğu'da. Türkiye'de, Irak'ta, Suriye'de, Kirmanşah'ta, diasporada -ben o dönem Amerika'daydım- Amerika'da insanlar uyumadan izliyorlar ne olacak diye. Ve inanın bana beklenti şuydu, talep de vardı. Türkiye Cumhuriyeti devleti güçlü devlet değil mi? Bakın, diyorsunuz "Biz şu an DAİŞ'le mücadele ediyoruz." DAİŞ'le mücadele ne zaman başladı? Hatırlıyor musunuz arkadaşlar? Cerablus'a girdiler o zaman başladı, değil mi? Cerablus'tu ilk. Sayın Muş dün "İşte, biz kapılarımızı açtık." falan filan diyordunuz, değil mi? Ya, ondan önce, DAİŞ Şengal'de binlerce Kürt'ü kıyımdan geçirmiş, Ezidi kadınlarını kaçırmış, pazarlarda satıyor...
MEHMET MUŞ (İstanbul) - PYD kaç kişiyi kaçırdı?
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Müsaade edin...
MEHMET MUŞ (İstanbul) - E, onu da söyleyin.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Bir müsaade edin...
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Onu da söyleyin.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Çıkar konuşursun, hadi bu kadar nezaketin olsun Mehmet Muş, zaten değilsin.
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Akademide mukayese vardır, mukayese; onu da söyle, ikisi de terör örgütü.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - İnsanlar bakıyorlar, DAİŞ gelmiş, Kobani'nin kapılarına dayanmış; büyük devlet, Türkiye Cumhuriyeti devleti sınırın bu tarafından ne yapıyor, ne yapıyor? İzliyor. Dünya basını haber yapıyor, uluslararası güçler devreye girmişler, Türkiye'ye baskı yapıyorlar -Selahattin Demirtaş bunları açıkladı- Hükûmet oyalıyor, ne yapacak? Şu: DAİŞ, Kobani'yi düşürecek, sınıra gelecek. Sorun olur mu? Olmaz çünkü DAİŞ sınıra ne zaman geldiyse sınır ticaretine başladı Türkiye; delilli, belgeleri var bunların, şu Meclisin kayıtlarında var Bakanlığın kabul ettiği. Sonra ne oldu? Ben şunu soruyorum ya: Gerçekten, bak, çok samimi, Sayın Muş, sürekli kesiyorsunuz...
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Mukayese yapın o zaman, onu da söyleyin.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Mahmur'a atacak bombanız var, yetişiyor, Türkiye'nin menzilli füzeleri var. Bak, Afrin'e attınız, Şengal'e de bazen atıyorsunuz. DAİŞ Kobani'nin dibinde "Müslüman" dediğiniz Kürtleri katlederken kolunuzu tutan mı vardı 2 tane fişek de buradan çaksaydınız karşı tarafa? Deseydiniz ki...
SALİH CORA (Trabzon) - DAİŞ'e gereğini yaptık.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Yani "Bakın, dünya ayağa kalkmış, ben de Türkiye olarak kapımın önünde böyle bir zulme müsaade etmem." diyebilirdiniz. Ha, şu var: "Yahu, Suriye başka ülke, biz oraya nasıl müdahale edeceğiz?" diyeceksiniz -o zaman argümanınız buydu- Suriye'de girmediğiniz yer kalmadı.
Mesele şudur: DAİŞ, Kobani'yi düşüremedi. Uluslararası koalisyon geldi araya, Amerika 10 bin kilometre öteden gelip buraya müdahil oldu; Türkiye, Kürt kardeşlerini seven Türkiye Kobani'ye müdahil olmadı; olmak bir tarafa, buradan geçsin diye destek... Protestolar onun içindi. Bunu ayın sonuna kadar yapmadı, ancak Obama şahsi olarak baskı kurduğu zaman kapıları açtılar, geldiler, geçtiler; gerisi hikâye, biliyorsunuz.
Bakın, ben şunu söyledim: Bir suçlama üzerinden gitmiyorum...
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Siz taraflısınız, kusura bakma.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Kobani tarihî bir fırsattı, Kürt-Türk ilişkilerinin Orta Doğu'da yeniden dizayn edilebileceği bir fırsattı, barış süreçlerine ivme kazandırılabilecek bir fırsattı; bu fırsatı şu veyahut da bu gerekçeyle -tercih sizin- kullanmadınız. Gerisi zaten o günden bu yana devam eden böyle bir saldırı politikası. Ne oldu ondan sonra, ben size söyleyeyim. Bakın, öyle diyorsunuz "DAİŞ, DAİŞ." Cerablus'un kontrolünü aldınız, 2017 başıydı değil mi? Üç yıl kadar Bağdadi, Türkiye sınırının 5 kilometre ötesinde yaşadı ya ve dünyaya bunu nasıl açıkladınız? Açıklayamadınız, 5 kilometre ötede. 1 kilometre ötede bütün IŞİD liderleri çıktı ya! Amerika geldi, Türkiye'ye söylemeden tak tak tak vurdu gitti.
Şimdi, bunu şöyle söylüyorum, bitireyim, toparlayayım. Bakın, şu "IŞİD, Kürtleri dövsün; Kürtler Suriye'de Kuzey Irak'taki gibi yeni bir yönetim oluşturmasınlar." takıntınız var ya neye getirdi sizi: Suriye'de ne kadar çirkef grup varsa herkesle ortak oldunuz pratikte. Bakın var, son bir örnek vereyim: Eskiden IŞİD'le sınır ticareti, petrol ticareti... Rusya o dosyaları kaldırdı rafa yarın önünüze koyacak sizin, hele bir devran değişsin, tak tak tak koyacaklar önünüze sizin.
MEHMET MUŞ (İstanbul) - Ya, geç o tehditleri ya!
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Bakın en son, geçen gün Mevlüt Çavuşoğlu'na ben bir önerge verdim; önergem reddedilmiş, geri gönderilmiş bana; siyaset millî, yerli ya. İdlib'de kurtuluş hükûmeti Heyet Tahrir el-Şam, Hükûmetinizin resmen terör örgütü ilan ettiği İdlib'deki hükûmet Türk lirasını resmen kullanmaya başladı ve balya balya TL'ler gitti İdlib'e, Amerika Suriye'ye ambargo koyduğu zaman. Ben sordum Sayın Bakana, dedim ki: "Sayın Bakan, Türk lirasını HTŞ kullanıyor, siz bunun ne olduğunun farkında mısınız? Yani bu bağın mali ilhak anlamına gelebileceğini..." Birtakım sorular sormuşum, sorularıma "şahsi görüşünüz" diye koymuş ve bana iade etmiş, basınla paylaşacağız.
Bakın, arkadaşlar az önce İYİ PARTİ'den sayın hatip bir şey söyledi, dedi ki: "Polisi, jandarmayı oraya görevlendiriyorlar." Doğru, orası artık Türkiye toprağı gibi düşünülüyor. Hep diyorlar ya: "Biz uluslararası hukuku tanıyoruz." Kaymakam göndermişsin, eğitimi Türkçeleştirmişsin, parayı da göndermişsin, asker orada, polis orada, mahkeme orada; eksik ne? Bayrak da orada. Diyebilirsin ki: "Ben burayı Türk toprağı yapacağım." Bu ayrı bir şey ama ikide bir oturup şu uluslararası hukuk teranelerini siz bize anlatmayın ya. Ya şu Karabağ meselesinde uluslararası hukuk diyorsunuz ya, komik. Kıbrıs meselesi var ya, Libya'daki durumunuz var sizin.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Ya Kıbrıs'la alakası yok.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - İşinize gelince uluslararası hukuk. Irak diyor ki: "Uluslararası hukuku ihlal ediyorsun, benim ülkemde ne işin var?"
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Son cümlelerinizi alayım.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Toparlıyorum.
1983 yılında Saddam'la, Saddam gibi birisiyle, 1998'de de Esad'la yapılan anlaşmalar sonucunda bu tezkereler sürekli bizim gündemimize geliyor ve orada söylenen çok basit: "Sıcak takip yaparak gidersiniz 10 kilometre falan." Ya ne 10 kilometresi ya? Yani Ruslarla yaptığınız pazarlık da at pazarlığına dönmüş, "Kobani'yi ver, orayı da ver, Tel Rıfat'ı da ver, İdlib'i de vereceğim." Kürt karşıtlığı sizi bütün bu çirkef, çirkin durumların içerisine getirmiş; şu an Türkiye'nin kısmi bir askerî gücünün dışında ekonomik, finansal, diplomatik, ideolojik, kültürel bütün gücü Orta Doğu'da tükenmiştir; bir tek ya asker ya paramiliter güç ihraç edebilecek durumdadır. Bunun müsebbibi de sizsiniz. Biz bu tezkereye de...
Bir de sayın muhalefet, öyle sürekli "Yurtta sulh, cihanda sulh." demekle barış siyaseti olmuyor. Türkiye'nin de Orta Doğu'da yaşayan bütün halkların da çıkarı, Orta Doğu'daki bütün savaşların bitmesi, bunun için irade ortaya konması ve Türkiye'nin de bu konuda rol alması... Yangına körükle gitmek değil, her gördüğü çatışmayı militarize etmek değil ama eğer gerçekten bölgesel güç olacaksan bu sorunların çözümü için uğraşacaksın.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Özsoy.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Çünkü büyük devlet nizam kurar. Öyle iticilik, bozuculukla büyük devlet olunmuyor.
Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)