| Konu: | Gıda, Tarım ve Orman Alanında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 07.10.2020 |
HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bugün günlerden Necdet Adalı. 1980 yılında, 7 Ekimi 8 Ekime bağlayan gece Necdet Adalı, 12 Eylül askerî darbesinin astığı ilk insan, ilk devrimci olarak tarihe geçti. "Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği, kahrolsun sömürgecilik!" sloganıyla kendi sehpasını kendi tekmeledi. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Değerli arkadaşlar, adım zikredildiği için, Van'da helikopterden atılan 2 köylü gerçeğine temas ederek konuşmama başlayacağım. Gerçi AKP sıralarının bu konuşmalara, tarım kanun teklifine ilişkin ilgisinin ne kadar yoğun olduğu şöyle sıralara bakınca görülüyor. Ancak ne güneş balçıkla sıvanabilir ne gerçeklerin üzeri örtülebilir.
Ben kendi tanıklığımdan bahsedeceğim; hiç kimsenin kızmasına, hoplamasına, zıplamasına gerek yok. Biz gittik ve köylülerle görüştük; gerçekliğin ne olduğunu bir değil, birden çok insanla görüşerek öğrendik. Bölgede gerçekleşen askerî operasyon sonucunda meydana gelen çatışmada hayatını kaybeden askerlerin sonrasında köye yakın alana helikopter iniyor ve köylülerden çapraz sorgu usulüyle bu 2 köylünün kim olduklarını öğreniyorlar. Osman Şiban ve Servet Turgut bu şekliyle köy meydanına getiriliyor. Ardından, çeşitli hakaretlerde bulunan güvenlik güçleri bu 2 köylüye yere diz çöktürüyor ve "Biz şimdi gidiyoruz, biz buradan gidene kadar -ben, bir beyanı anlatıyorum size- eğer kalkarsanız kafanıza sıkarız." deniliyor. Köyün hemen arkasındaki alandan kalkan helikopterle alanı terk ediyorlar. Ardından, birkaç saat sonra geldikten sonra, pek çok hakaretle birlikte bu 2 köylü gözaltına alınıyor. Ardından, aileler bu 2 kişi hakkında uzun süre bilgi alamıyorlar, en sonunda aradıklarında şöyle bir bilgiyle karşılaşıyorlar: Bu 2 kişi yoğun bakımda. Tabii, Osman ve Servet adındaki bu 2 köylünün ailesi derhâl hastaneye intikal ediyor. Hastaneye gittiklerinde 2 köylünün de yoğun bakımda olduğunu, bilinçlerinin konfü olduğunu, koopere ve oryante olmadıklarını, 2'si açısından da hayati riskin devam ettiğini öğreniyorlar. Ardından, biz gittiğimizde hastanelerin başhekimleriyle görüştük. Zaten, hastaneye getiriliş biçimleri "Helikopterden düştüler." biçimindeydi. Ben, sizin gönlünüze ve vicdanınıza bırakıyorum; o kadar asker arasında bir helikopterde gözaltına alınmış insanların helikopterden düşme ihtimali sahi nedir sizce? Ardından, görüştüğümüz hastane başhekimleri bu insanlardan birisinin ölü addedilebileceğini, respiratöre bağlı olduğunu, bilincinin kapalı olduğunu bize ifade etti, diğeri içinse durumun daha iyi olduğunu söyledi. Bu süreç içerisinde getiren asker, olaya tanıklık eden köylüler, hastane tutanakları ve sonuçta ortaya konmuş olan adli tıp yani otopsi tutanaklarının hepsi bir şeyi işaret ediyor.
Arkadaşlar, bakın, bu gerçeklikle yüzleşmek zorundasınız. İktidarınız, bütünü için söylemiyorum ama bu gelinen noktada, işkenceye sıfır tolerans noktasından karakollarda düzenli ve sistematik bir biçimde işkencenin uygulandığı ve fakat sizler tarafından bunun cezasızlıkla ödüllendirildiği bir noktaya ne yazık ki Türkiye'yi taşıdı. Diyorsunuz ki "Biz bunlara müsaade etmeyiz. Mutlaka arkasında oluruz, hesabını sorarız." Kemal Kurkut Diyarbakır'da "Nevroz" günü, herkesin gözü önünde vuruldu, vuruldu. Vuran sabit, nasıl olduğu sabit, kamera görüntüleri var ve o güvenlik güçlerinden birisi şu anda tutuklu değil biliyor musunuz? O yüzden, böyle hamasi nutuklar atarken olayı sizden daha iyi bilen birilerinin olabileceğini, bu meselenin tarihsel ve siyasal boyutuna sizlerden daha hâkim birilerinin olabileceğini aklınızdan çıkarmayın. Gittik, gördük ve bu bir iddia değildir arkadaşlar, bu bir iddia değil. Bu, sizin Hükûmetinizin alnında çok büyük bir kara leke.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bir tarım yasa teklifini konuşacağız. Bu yasa teklifi, bütün dünyanın coronavirüs salgınıyla mücadele ettiği, süreçlerin bu kadar sıkıntılı hâle geldiği bir yerde gerçekten ihtiyaç mı ve öncelik mi? Bakın, herkes yeni bir tarım politikası tartışıyor. Dünyanın her tarafında üretenden tüketene, tarladan tabağa direkt rabıtaların kurulabileceği, kooperatif sisteminin başat hâle getirilebileceği bir tarım politikası bütün dünyada tartışılıyor. Sizde ise Allah'a şükür, eski ezberden bugüne değişen bir şey yok. Neoliberal tarım politikalarından, kapitalizme biat etmiş uluslararası tarım tekellerinin egemen olduğu, üreticinin ezildiği, tüketicininse ürünlere ulaşmak noktasında devasa sorunlarla karşılaştığı bir şey anlatıyorsunuz. Ya, acaba bu dünya bu sorunla bu kadar yüzleşirken, kendi suretini aynada görüp kapitalizmin yarattığı bu devasa eşitsizliğin artık sürdürülemez olduğunu düşünürken sizin tarım politikalarınızda zerreyimiskal kadar bir değişikliğin olmaması kabul edilebilir bir şey mi arkadaşlar? Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün mü? Bakın, herkes kendisini değiştiriyor. Bu konuda ısrar etmekse, var olanı devam ettirmeye çalışmaksa aslında, Türkiye'de siyasetin nasıl tükendiğini, nasıl yok olduğunu hepimize gösteriyor.
Oysa yeni bir şey konuşmalıydık, bizim yeni tarım kanunlarına ihtiyacımız yok, bizim bütünlüklü bir tarım politikasına ihtiyacımız var. Ne o tarım politikası? Gıda egemenliği, gıda güvenliği ve gıda güvencesi sacayakları üzerine oturtulmuş, üreticiyi destekleyen, tüketicinin gıdaya ulaşımı önündeki her türlü baskıyı ve zorlukları ortadan kaldıran yeni bir tarım politikasına ihtiyacımız vardı bizim. Ama siz -şimdi birazdan konuşacağız onları- öyle şeyleri getirmiş koymuşsunuz ki gerçekten insan bazen şüphe ediyor; acaba hangi Türkiye'de yaşıyoruz ve hangi önceliklere sahibiz ya da sahipsiniz?
Şimdi, mesela bu teklifte tarım alanlarını konuşacağız; korunmalı, korunmamalı, buna ilişkin bazı şeyler var. Ya, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Muğla'da 1 milyon 100 bin metrekare hazine arazisi imara açıldı değerli arkadaşlar. Hangi tarım alanının korunmasından bahsedeceğiz? Yine Salihli Çapaklı'da jeotermal tesislere karşı köylünün direnişiyle elde edilemeyen şey... Cumhurbaşkanı çıktı, kararnameyle el koydu oraya ya. Hangi toprağın korunmasından bahsedeceğiz? Bunlar gerçeklik değil ve bunları konuşurken bakın değerli arkadaşlar, son on sekiz senede yüzde 12,3 daralmış Türkiye tarım alanlarından bahsedeceğiz. Bunları bahsetmeden öyle tarım politikası konuşamayız.
Sebze bahçelerinin yüzde 15 azaldığından bahsedeceğiz, öyle yağma yok! Bak bunları konuşmadan "Yok tarım alanlarını koruyalım, onu böyle yapmayalım..." Bunlar yok, bunları konuşmak zorundayız. Ve yine, 2002'de 7 milyondan fazla tarımsal istihdam söz konusuyken şu anda, 2020'nin Şubat ayında bunun 4 milyona indiğinden bahsedeceğiz. Bunları konuşmadan tarım politikası konuşulamaz. Ve tarım alanlarının sürekli azalmasına rağmen sürekli artan çiftçi borçlarından bahsedeceğiz. Şimdi, siz hadi pandemiyi pas geçtiniz. Ya, bu gerçeklikler ortadayken, üreten geçinemiyor, tüketen alamıyorken hangi derde deva bir tarım politikasından bahsetmeyi düşünüyorsunuz? Şu anda 160 milyar lirayı aşan bir çiftçi borcu var. Bunları konuşmadan hangi tarım politikasını konuşacağız?
Bir de ormanı konuşacağız tabii, değil mi? Ormanlık alanların geliştirilmesine ilişkin bazı hükümler de var sözüm ona ama Cudi'de, Gabar'da yakılan ormanların niye söndürülmediğini; halkın, bu ormanları söndürmek için seferber olduğunda bu insanların niye engellendiğini konuşmadan yeni ormanlık alanların çoğaltılmasını konuşamayacağız, öyle yağma yok. Derler ya "Hafızayıbeşer nisyan ile maluldür." diye, elhamdülillah, Allah'a şükür, bizim hafızamız hiç nisyan ile malul değil, bu yaptıklarınızın ve bu yapılanların hepsini biliyoruz, hepsini kaydetmiş durumdayız.
Şimdi, tarım politikası konuşacağız. Kardeşim, YEP açıklandı yahu, YEP açıklandı, bir kara leke. Onuncu Kalkınma Planı'nda 2 trilyon dolar gayrisafi millî hasıladan bahsederken, şu anda 875 milyar dolar gayrisafi millî hasıladan bahsediliyor. Yeni YEP diyor ki: "Sizi daha çok açlığa, daha çok işsizliğe, daha çok yoksulluğa mahkûm edeceğim." Açıkladı ya damat Bakan. Şimdi, bunun tarım alanı üzerindeki etkilerini konuşmadan ve tarım alanının bir bütün olarak bu ekonomik fukaralaşma, istihdam kaybı üzerindeki etkilerini konuşmadan hangi tarım politikasını konuşmayı düşünüyorsunuz? Uzayda falan mı yaşıyorsunuz acaba? Gerçi kimse de yok ya, en azından ekranlara konuşuyoruz.
Bakın, değerli arkadaşlar, Sayıştay raporu açıklandı. Sayıştay raporunda Tarım Bakanlığının elle tutulacak hiçbir tarafının olmadığını gördük, lime lime dökülen bir Bakanlıkla karşı karşıyayız. Bunları konuşmadan neyi konuşacağız?
Ve sulama konuşacağız değil mi? DEDAŞ'ın Kürt illerinde özellikle insanlara zulmettiğini, muazzam bir baskı uyguladığını, çiftçilerin desteklemelerine el koyduğunu, haksız ve hukuksuz bir biçimde insanların elektriğini kestiğini konuşmadan neyi konuşacağız Allah aşkına? Bunları geçin değerli arkadaşlar.
Bakın, bu sıralarda çok konuşulan bir şey var. Öncelikle şunu vurgulayayım tabii: Mevsimlik tarım işçileri, ırkçı faşist saldırılar; birçok yerde bunları görüyoruz, en son Sakarya'da da gördük. Bunları konuşmadan, bu mevsimlik tarım işçilerinin içinde olduğu açmazı, yoksulluğu, eğitimsizliği, fukaralığı konuşmadan ne konuşulacak sizce? Hiçbir şeyin konuşulması mümkün değil ve sonuçta her konuştuğumuz şeyde karşımıza dikilen "millî menfaat."
Değerli arkadaşlarım, "millî menfaat" ne? Millî menfaat sizin ülke dışındaki halüsinasyonlarınızı kabul etmemizi gerektiren bir şey mi? Yani şimdi, sizin gördüğünüz halüsinasyonlar niye millî çıkar olsun? Örnek; Birinci Dünya Savaşı'nda yedi düvel birbirine girdi, hepsi millî çıkar için birbirine girdi; sonra Goeben ve Breslau gitti Sivastopol'u bombardıman etti. O zaman biri sorsa, Enver Paşa ve şürekâsına "Bu savaşa girmek millî çıkarımız değil." dese herhâlde idam edilirdi. Bunun sonucunda 3 milyondan fazla Osmanlı askeri ve en az o kadar da kilometrekare toprak yok oldu. Hangi millî çıkar değerli arkadaşlar? Şimdi sizin Akdeniz'de, Azerbaycan'da çizdiğiniz ve çıpayı oraya attığınız, bu suretle de ülke içerisindeki siyaseti ve muhalefeti dizayn etmeye çalıştığınız şey niye millî çıkar olsun? Bakın bunların hepsi tartışılacak ileriki yıllarda ve bunların hepsi tarihsel ve sınıfsal mücadelelerde yerlerine oturacaklar.
Şimdi, bu yasa tasarısı içerisinde de millî çıkara ilişkin çok şey var tabii ki. Mesela ne var? Ormanlık alanların çoğaltılmasına ilişkin vurgular var ama aslına bakılırsa ormanlık alanların çoğaltılması falan değil söz konusu olan, tam tersine orman varlığımızdan giden şeyler söz konusu, ormanlık alanlarda sanayi tesislerinin kurulması, imalathanelerin kurulması söz konusu. Oysa biliyoruz ki ormanlık alanlarda kurulacak tıbbi ve aromatik bitkiler üretimi, orman dışı üretimler, bu ve buna benzer pek çok şey hem köylü kooperatiflerini baypas etmeye sebep olacak hem ormanlık alanların tasfiye olmasına sebep olacak. Aynı zamanda ormanlık alanlar sanayi tesislerine dönüşecek.
Bir de bir kavram çıkmış "bozuk orman" diye; kardeşim, bozuk orman diye bir şey yok. Orman Bakanlığının görevi bozuk olan ormanı Anayasa'nın ona verdiği vazife çerçevesinde düzenlemektir, organize etmektir ve yeniden orman hâline getirmektir. Şimdi, bir fırsat bulunmuş "bozuk ormanlık alan" diye, buradan gir, oraya sermayeyi çek, oraya tarım alanları aç. Bakın, ormanlık alanlarda kurulacak olan tıbbi ve aromatik bitkiler başta olmak üzere, her türlü kültür esaslı bitkinin sonucu nedir biliyor musunuz? Ormanlık alanların yok olmasıdır. Niye böyledir? Çünkü kültür bitkisi yetiştirmek, var olan zararlılar sebebiyle ilaca, gübreye ihtiyaç gösterir. Bu, ormandaki zararlıları yok eden "predatör" böceklerin yok edilmesi anlamına gelir. Türkiye'de her yıl, yangınlardan daha fazla zararlı böcekler sebebiyle orman kaybı olmaktadır. AKP bu önerisiyle, "bozuk orman alanı" dedikleri alanlara açacakları tesislerle birlikte ormanların yok edilmesine imkân sağlayacak.
Çok önemli mevzulardan bir tanesi şu Akyatan Lagünü meselesi. Ya arkadaşlar, millî menfaat o değil; bakın, Akyatan Lagünü kalsın, çoluğumuz çocuğumuz onu görsün. Sizin gözünüzü nasıl bir para bürümüş ya? Ya üç kuruş fazla para elde etmek için Hasankeyf gibi on iki bin yıldır duran bir şeyi -ki elektrik arzımızın fazla olduğunu bildiğiniz hâlde- betona gömdünüz. Ya bundan utanan hiç yok mu ya? Bir biz mi utanıyoruz bu görüntüden? Kaz Dağları'nda -şu gözlerimle gittim gördüm, demeyin ki böyle bir şey yok- 200 binden fazla ağacı kestirdiniz emperyalist bir şirkete. Çocuklarımızın bunu görmesinden daha büyük bir ulusal menfaat olabilir mi ya? Cebinize koyacağınız yeşil dolarlardan daha kıymetli değil mi hayat?
Değerli vekiller, bakın, tarih karşısında sorumlusunuz bu konuda. Akyatan Lagünü'nde gerçekleştirilecek olan şeyin Türkiye ekonomisine sağlayacağı yarardan çok götüreceği şeyler var. O lagünün yanındaki alana açacağınız organize sanayi bölgesi ve balık çiftliklerini yapmak için o lagünün suyunu boşaltmak zorundasınız, inşaatı kurmak için bunu yapmak zorundasınız. Ramsar Sözleşmesi'yle teminat altına alınmış olan olağanüstü bir flora ve faunayı yok ediyorsunuz. Bakın, size son çağrı, daha önce defalarca yaptınız: Bu lagünü OSB'ye çevirmek bir ihanettir; tarihe, doğaya ve halka ihanettir, bunu böyle bilmeniz lazım.
Bakın, konuşulacak çok mevzu var tabii ama bir başka mesele de şu, şimdi deniliyor ki: "Ya bu taklit ve tağşiş meselesi de çok kötü bir mesele." Ee, kardeşim ne yapalım? İşte "Buna ilişkin önlemler alalım." Bu konuda alınmış önlemler var. Adam oradaki dükkânı kapatmış, öte tarafta açmış. Bunların daha ciddi, paraya çevrilmeyen bir biçimde hapis cezasıyla cezalandırılması var ama en az onun kadar önemli başka bir mevzu var değerli arkadaşlar, bakın o da şu: Şimdi gıda güvenilirliği konusunda yanıltıcı yayına ceza getirmek istiyorsunuz. Neymiş bu ceza? Ticari reklam kapsamına girmemesi koşuluyla -girerse sayılmıyor- tüketicide endişe, korku, güvensizlik yaratan, tüketim alışkanlıklarını olumsuz etkileyen gerçeğe aykırı nitelikte yayın olmasının gerektiği vurgulanmış ve deniyor ki: "Böyle olursa buna ceza verilecek."
Peki, Çernobil faciası memlekette nelere yol açtı biliniyor, o günü yaşayanlar hatırlayacaktır. O zaman, Özal iktidarı ve Cahit Aral çıkıp demişti ki: "Bunda radyasyon yok; çayda, fındıkta, sütte radyasyon yok." O sebeple binlerce insanımız kanser oldu. Şimdi aynı onun gibi gelinen noktada, bir bilim insanı Bülent Şık araştırma yapmış, gıda maddelerindeki kanserojenleri ortaya koymuş. Yasa diyor ki : "Eğer halkın tüketim alışkanlıklarını değiştirecek yayın yaparsanız bunun cezası olacak." Bir dakika ya! Bunun cezasını daha önce vermeye çalışan çok oldu. Bilimi cezalandıramazsınız. Bu insanların sorumluluğudur bu, bilimsel sorumluluğudur, bilimsel nosyonudur. Dolayısıyla "yanıltıcı yayın" derken yanıltıcı yayın ne? Ben size söyleyeyim: AKP'nin uygun görmediği her türlü yayın. Yani karşımızda ifade özgürlüğünü, düşünce özgürlüğünü ve halkın haber alma özgürlüğünü ihlal eden devasa bir metin var.
Değerli arkadaşlar, yine önemli mevzulardan bir tanesi şu: Bakın, Merkez Av Komisyonunu düzenleyecekler. Ne olacak Merkez Av Komisyonu? İşte içerisine STK'lerden birileri katılacak, yok fakültelerin biyoloji bölümlerinden başka birileri katılacak. Ne olacak böylece? Daha böyle hayvanlar için, öldürülecek hayvanlar için, ümüğü sıkılacak hayvanlar için bir Merkez Av Komisyonu oluşturulacak.
Arkadaşlar, ben hiç öyle mi, böyle mi, şöyle mi, şu da mı katılsın, bu da mı katılsın demiyorum. Yalnız bir şey söylüyorum: "Avcılık katilliktir." diyorum, "Katile arka çıkan da katildir." diyorum.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Turan tamamlayın sözlerinizi.
RIDVAN TURAN (Devamla) - Zaten bir avuç kalmış mazlumu Dersim dağlarında, şimdi benim seçim bölgem olan Mersin dağlarında, Ceylânpınar'da üç beş kuruşa öldürtmek hangi millî menfaat arkadaşlar? Çocuklarımızın onları görmesinden daha büyük bir millî menfaat var mı? Bak, siz millî menfaat retoriğini çok kullandığınız için bunu söylüyorum.
Dolayısıyla, Merkez Av Komisyonunun tahkim edilmesi falan değil, tam tersine kara avcılığının, aynen Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi'nde ifade edildiği gibi, Türkiye'de tamamen yasaklanması lazım, buna izin vermemek lazım. Hayvanları öldürerek, başkasına zulmederek bir spor söz konusu değildir; buna insaniyet elvermez.
Şimdi, buna ilişkin, tabii, çok şey var. Ezcümle, AKP kendi suretinde bir teklif hazırlamış; dünyayı nasıl görüyorsa dolardan, eurodan ibaret; insan ilişkilerini nasıl görüyor ve anlıyorsa ona uygun bir teklif yazmış. Biz bu teklifin başından sonuna kadar karşısındayız değerli arkadaşlar.
Yüce heyetinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)