GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:6
Tarih:15.10.2020

HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, ben de 228 sıra sayılı Teklif'in birinci bölümünün geneli üzerinde konuşmak üzere kürsüye çıktım.

Bu yasa teklifi birçok bakımdan önemli bildiğiniz gibi fakat bu birinci bölümle ilgili baktığımızda üç önemli konu var: Birincisi -ki ilk 5 madde o anlamda- 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu'nda değişiklik öneriler, teklifleri var; ikinci olarak tıp fakültesi açmak isteyen vakıf üniversitelerine en az 200 yataklı hastane açması zorunluluğu getirilmekte ve bir de "Cumhurbaşkanlığı raportörü" denilen yeni bir meslek ihdas edilmeye çalışılmakta. Şimdi, dolayısıyla, ben bu üç madde üzerinde konuşacağım ve üç maddenin tabii ki en önemlisi, ilk 5 maddedeki 5018 sayılı Yasa'yla ilgili bazı değişiklik teklifleri.

Şimdi, ne teklif ediliyor diye baktığımızda, 5018 sayılı Yasa'yla ilgili olarak bu 5 tane maddede, genel olarak sanırım -ayrıntısına girmeden söyleyeyim- şöyle bir şey yapmaya çalışılıyor: 5018 sayılı Yasa, esasında performans bazlı veya performans esaslı bir bütçeleme anlayışı taşıyan bir yasa; burada "program bütçeleme" adı verilen, bir tık daha yukarıda bir iyileşme öneriliyor esasında.

Şimdi, bir iki şey söyleyeyim: Bu 5018 sayılı Yasa, biliyorsunuz 2003 yılında geldi ve geldiği zaman da doğrusu benim de hatırladığım ve bildiğim kadarıyla kamu yönetiminde önemli bir değişiklik olarak algılandı, hatta devrim niteliğinde olduğu söylendi. Gerçekten de klasik veya geleneksel dediğimiz bütçeleme tekniği, daha çok, var olan kıt kaynakların nasıl dağıtılacağıyla ilgili bir perspektif içinde hazırlanırdı, dolayısıyla da daha çok girdilere kendini "focus" ederdi yani "Var olan kaynaklarımız nedir, bunları hangi hizmetlere yönlendirelim?" biçiminde bir anlayış üzerinden oluşurdu. Fakat, 5018 sayılı Yasa'yla birlikte, buradan bir adım daha öteye gidildi yani herhangi bir hizmetin kalitesi, seviyesi daha çok öne çıkarılarak bunun hangi kaynaklarla ve nasıl sağlanacağıyla ilgili bir anlayışa doğru evrildi. Dolayısıyla da hakikaten -zaten sonuçlarını da gördük- diyebilirim ki Adalet ve Kalkınma Partisinin ilk yıllarında mali disiplinin sağlanmasında büyük ölçüde etkisi olan bir yasadan söz ediyoruz.

Şimdi, diyorlar ki arkadaşlar: "Bu 5018 sayılı Yasa'yı biraz daha ilerletelim, bir tık daha yukarı çıkaralım. Efendim, harcamaları programlar olarak tanımlayarak yeni bir bütçeleme anlayışı oluşturalım."

Şimdi, insanın aklına tabii sorular geliyor ve niçin bunu yapıyorsunuz diye sorsak -arkadaşlar burada mı bilmiyorum ama- verilecek cevap çok klasik bir cevap, tabii ki, ne diyorlar? "Efendim kamu hizmetlerinin etkinliğini sağlayacağız böylelikle ve asıl önemlisi de galiba şeffaflık ve hesap verilebilirliği sağlayacağız." Tabii, buradan şöyle bir sonuç çıkarabilirsiniz: Bunu sağlamayı amaçlayan bu teklif 2020 yılında geliyor, demek ki 2003 yılından bu yana baktığımızda bu söylenen verimlilik artışı, şeffaflık vesaire tam olarak gerçekleşmemiş olmalı ki böyle yeni bir adım öneriyorlar.

Evet, şöyle bir şey de söyleyeyim: Esasında program bütçe Bütün dünyada ve özellikle Anglosakson dünyada kullanılan bir yöntem yani yerli ve millî bir yaklaşım değil bu. Yani, bu 80'li yıllarda işte, başta Amerika'da olmak üzere ortaya çıkmış bir anlayış ve bu anlayış giderek bütün Batı dünyasına yaygınlaştı ve biz de hasbelkader bunu kullanmaya çalışıyoruz. Program bütçe esasında ne anlama geliyor diye baktığımızda program bütçe, demin söylediğim gibi, performans bütçenin alternatifi olarak gelmiyor; onunla birlikte gelen bir yaklaşım ve bu yaklaşım, esas itibarıyla kamu hizmetlerini de özel sektör işletmeleri mantığına getiren bir anlayış içeriyor.

Evet, olabilir... Tabii, özel sektörle ilgili, özel sektörün etkinliğiyle ilgili konu ayrıca tartışılabilir ama yapılan bu. Fakat benim aklıma burada şöyle sorular geliyor. Bir kere şunu da belirteyim ki 5018 sayılı Yasa'daki yani performansa dayalı bütçeleme tekniği, esasında, özünde ademimerkeziyetçiliği ve katılımcılığı içeren bir anlayışla oluşması gereken bir bütçe anlayışını taşıyor. Dolayısıyla da ben bu çerçeveden baktığımda, bizim bütçe sürecine baktığımızda, arkadaşlar yani hakikaten bu yasa teklifini niye getirdiğinizi anlamam neredeyse mümkün değil.

Aklıma gelen birkaç şeyi söyleyeyim. Bir: Biz Plan ve Bütçe Komisyonuna -başka komisyonlarda da muhtemelen öyledir, bilmiyorum tam olarak ama- herhangi bir STK yetkilisini getirmekte zorlanıyoruz, kabul etmiyorlar. Yani onları da ilgilendiren bir konuda diyelim sivil toplum kuruluşu olan bir kuruluşun temsilcilerinin oraya gelip görüşlerini söylemesini istiyoruz ama ona da "Hayır." diyorlar. Şimdi, nasıl bir ademimerkezi arayış bu Allah aşkınıza?

İkinci olarak "şeffaflık, şeffaflık" deniyor. Arkadaşlar, biz geçen seneden beri kamu-özel iş birliğiyle yapılan bazı yatırımların sözleşmelerini istedik bakanlardan veya yetkililerden, bize verilen cevap şu: "Devlet sırrı." Şimdi, bir yandan "şeffaflık" diyeceksiniz, bir yandan da "devlet sırrı" diye yapılan ve çok açıkça -en azından gördüğümüz- toplumun aleyhine olmak üzere çalışan, toplumun vergilerine bir anlamda el koyan bir uygulamanın ayrıntısını öğrenme şansına sahip değiliz ve siz bize diyorsunuz ki: "Şeffaf bir bütçe olsun." İyi de şeffaflık nerede Allah aşkınıza?

Hele hele onu da bırakın, Kamu İhale Yasası'na bakın Allah aşkınıza. Geçen gün gördüm, yüz seksen yedi ayda 186 defa değişmiş. Yani siz neden söz ediyorsunuz Allah aşkınıza? Yani bu yasa teklifiyle amaçlanan şeyler gerçekten afaki şeyler.

Ben size şunu söyleyeyim çok açık: Herkes biliyor ki 5018 sayılı Yasa aşağı yukarı 2003'ten beri uygulanıyor, belli başarılar elde edildi ama bir sürü sorunu var. Bu sorunları konuşmak ve bu sorunları gidermek yerine; efendim, 5018 sayılı Yasa'nın kapsamını, çalışma tarzını ve kültürünü geliştirmek yerine, benim anladığım kadarıyla, bir, fonksiyonel bütçe sıralamasından vazgeçtiğiniz için bazı harcamaları takip etme şansından yoksun kalacağız; ikincisi, muhtemelen belirli harcamaları, programların alt programlarına koyarak gözden uzak tutmayı sağlayabileceksiniz ve asıl önemlisi de galiba mahallî idarelerin ve yine merkezî bütçe içine alınmış olan denetleyici kurulların yani bağımsız kurulların da üzerinde bir anlamda bir bütçe baskısı yaratmış olacaksınız.

Özetle, ben 1 ila 5'inci maddelerde ifadesini bulan bu yaklaşımı gerçekten de anlayamadım ve anlayabildiğim kadarıyla da gerçekten bütçe yapım sürecini gözden kaçırmak ve bütçe sürecini de anlaşılır olmaktan çıkarmak gibi bir amacınız olduğunu düşündüm.

Çok hızlı geçiyor zaman, onun için de biraz hızlı hareket etmem lazım.

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Hayat böyle bir şey.

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Evet, hayat da böyle bir şey, doğru.

Efendim, vakıf üniversiteleri tıp fakültesi açmak isteyince 200 yataklı bir hastane koşulu getiriyoruz. Arkadaşlar, Allah aşkınıza, bu ne demektir? Bu, şu demektir: Bugün pandemiden dolayı sağlık hizmetlerinin, eğitim hizmetlerinin kamusal olması gerekliliği dünyada konuşulurken biz hâlâ sağlık hizmetlerini verecek olan özel vakıf üniversitelerine 200 yataklı hastane kurma yükümlülüğünü vermeye çalışıyoruz. Üstelik de arkadaşlar -bir şeyi unuttunuz siz bence- biliyorsunuz, vakıf üniversiteleri vergi vermiyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Katırcıoğlu, tamamlayalım.

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Yani dolayısıyla da zaten sorunlu olan bu üniversite yapısını tartışmak yerine, biz bunlara anlamsız bir şekilde destek vermeyi tercih ediyoruz.

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Zorlaştırma var burada, kolaylaştırma yok, zorlaştırma var.

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Yok, öyle değil, öyle değil. Sonuç olarak, 200 yataklı hastane kuran adam, onu çalıştıracak ve elde ettiği gelirden de vergi vermeyecek; bu kadar basit çünkü vakıf.

Son olarak, "Cumhurbaşkanlığı raportörlüğü" adında bir kurum ihdas etmeye çalışıyorsunuz, bu da anlaşılır gibi değil.

Bakın, ben size bir şey söyleyeyim: Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi yeni bir sistem, eyvallah "İşte bu oluşuyor." vesaire diyorsunuz, bunları da anlıyorum fakat bu arada bakanlıkların yok olması lazım. Bakanlar zaten sekretarya düzeyinde. Peki, niçin bakanlıklardaki bürokrasiyi alıp Cumhurbaşkanlığına taşımıyorsunuz da ayrı bir Cumhurbaşkanlığı kadrosu oluşturmaya çalışıyorsunuz? Maksadınız ne? Biriniz açıklarsa sevinirim.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)