| Konu: | İşsizlik Sigortası Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 03.11.2020 |
HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın vekiller, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, biliyorsunuz bugün enflasyon oranları açıklandı ve beklentilerin biraz üzerinde, 11,89 tüketici enflasyonu açıklandı. Gerçek enflasyonun ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz çünkü TÜİK'in verdiği sayılara güvenimiz çok az, sadece biz değil bütün dünya neredeyse böyle bakıyor. O nedenle de alternatif, esasında, enflasyon hesaplamaları yapan gruplar var, onların bilgileri de TÜİK'in verdiği rakamların daha üstünde. Ama biz TÜİK'ten gidecek olursak ve esas -hani tırnak içinde- tüketici enflasyonu ki daha çok gıda mallarının fiyatlarındaki artış olarak değerlendiriliyor, öyle baktığımızda da yüzde 16 civarında yıllık enflasyon.
Şimdi bir bilgi daha vereyim: Üretici enflasyonu -ki onu da açıkladılar- yüzde 18 çıktı. Üretici enflasyonu ile tüketici enflasyonu arasındaki ilişki bir dönem sonra bir mesafeyle etkiler. Dolayısıyla da önümüzdeki dönem enflasyon oranının daha yüksek olma ihtimalinin çok güçlü olduğunu görüyoruz.
Şimdi bunları niye söylüyorum? Bunları şunun için söylüyorum: Bu yasa teklifi, 239 sıra sayılı Yasa Teklifi esas itibarıyla, tabii, torba ve bütün torbalar gibi içinde çok çeşitli şeyler var. Ama bu çok çeşitli olan şeylere baktığımızda çoğunda ekonomiyle ilgili bir bakış açısının yani iktidarın sahip olduğu perspektifin yansımalarını görüyoruz ve benim iddiam o ki bu perspektif sorunlu. Böyle bir perspektiften giderek Türkiye ekonomisinin sorunlarını çözemezsiniz demeye çalışıyorum.
Şimdi, gerçekten de teklife baktığımızda aşağı yukarı 50 küsur maddesi var. Bu maddelerin bir kısmı biliyorsunuz -daha önce buradan geri çekilen 4 madde- daha sonra tekrar Plan ve Bütçeye getirilerek şimdi bu teklifin içine konmuş oldu. Bir de en son yani bu teklif Plan ve Bütçede konuşulurken birdenbire 4 madde, 5 madde ek madde getirdiler, bunlar da genellikle borçların yeniden yapılanması çerçevesinde. Fakat ben şöyle bir taradığımda aşağı yukarı maddelerin yarısından fazlasının doğrudan doğruya ekonominin arz cephesiyle ilgisi var. Ne demek istiyorum ekonominin arz cephesiyle? Yani ekonominin bir arz bir talep cephesi olduğundan giderseniz arz cephesiyle ilgili, yani daha çok üretimle ilgili bazı tedbirler öneriyor ve bunların ne olduğuna baktığımızda da çok kabaca söylüyorum: Madde 1'le işverenlere prim desteği; madde 2'yle prim desteği 2023'e erteleniyor; madde 3 yine prim teşviki; madde 4'le gelir vergisi, stopaj teşviki, damga vergisi desteği 2023'e erteleniyor; madde 6 kısa çalışma uygulamasına esneklik getirmeye çalışıyor; madde 7 prim desteği; madde 8'le istihdamı karşılamak üzere maddi bir destek getiriliyor; madde 11'de vergi indirimi var, madde 14'te vergi indirimi var, 15'te işçi teşviki var, 16'da varlık barışı var, 22'de KDV indirimi var, 23'te KDV ötelemesi var, 27'de vergi ötelemesi var; 28'de işçilere esnek çalışma öneriliyor; 32'de prim yükünün azaltılmasıyla ilgili olarak yine işçilere esnek çalışmayı özendiren bir tedbir var; madde 33'te kurumlar vergisi Cumhurbaşkanının yetkisiyle yüzde 5'e kadar düşürülebiliyor; madde 39'da konaklama vergisi 2022'ye erteleniyor; böyle gidiyor.
Bunlar ne anlama geliyor? Arkadaşlar, bunların, bu karmaşık cümlelerin bir tek karşılığı var: Arz cephesinde, emek piyasasında esnekliğin sağlanması, böylelikle ücretlerin düşürülmesi, kısmi çalışma koşullarını vesaireyi işin içine katarak ücretlerin düşürülmesinin sağlanması ve asıl önemlisi -belki daha sonra konuşacak olan arkadaşlar olacaktır bu konuda- özellikle belirli süreli iş sözleşmesi biçimindeki öneriyle birlikte kıdem tazminatlarının artık uygulamadan çıkma ihtimalini dahi içeren maddelerden oluşuyor. Yani şöyle hayal edebilirsiniz: İş dünyasının maliyet unsurlarını kısmayı amaçlayan maddelerden oluşuyor bu paket, çokluk. Niye bu yapılıyor? Niye yapıyorsunuz bunu? Plan ve Bütçede konuşurken bu soruları sordum ama ben doğru bir cevap almadım, belki arkadaşlar daha sonra açıklarlar. Çok basit bir gerekçesi var arkadaşlar, şunun için yapıyorlar: Sanıyorlar ki ya da varsayıyorlar ki işçi ücretlerini düşürürseniz, işverenin mali yüklerini düşürürseniz işverenin kâr marjı artar, kârlılığı artar, dolayısıyla da işveren üretim ve yatırım yapar. Hani, şöyle bir şey söyleyeyim: Ben 90'lı yıllarda bir şekilde Hükûmetle ilişkili işler yaptığımda da gördüğüm şeydi bu; o zamanlar KİT sistemiyle ilgili, KİT'lerin ürettiği ürün fiyatlarını maliyetinin altında tutarak, işverenlere bir anlamda kâr transferi yaparak onların daha fazla üretim ve yatırım yapacağını varsayıyorlardı ama öyle olmadı, öyle olmadı arkadaşlar. Bu bakış açısı, tıpkı Sayın Cumhurbaşkanının faiz ve enflasyon konusundaki yanlış anlayışına çok benzer bir yanlış anlamanın sonucudur ve maalesef bu, buraya kadar bir anlamda bir kanun teklifi olarak önümüze geldi.
Arkadaşlar, üretim ve yatırım -altını çizerek söylüyorum- sadece taleple ilişkilidir. Eğer talep yoksa işverenin maliyetlerini ne kadar düşürürseniz düşürün, bu, işverenin üretimini artırması ve yatırım yapması anlamına gelecek bir etki sağlamaz. İktisat teorisi bunu defalarca denemiştir ve sonuçta vardığı şey bu anlayışın yanlışlığıdır ve dolayısıyla doğrusu da özellikle kriz zamanlarında, ekonomik daralma anlarında talebi artırmaya yönelik tedbirler almayı daha öne çıkarmaktır.
Şimdi, teori bunu böyle görüyor, pratikte de bu birçok vesilelerle denenmiş olduğu hâlde, önümüze bir kanun teklifi geliyor ve bizim bu teklifi onaylamamız isteniyor. Bunu doğrusunu isterseniz birkaç nedenle yapmamız mümkün değil. Bir kere, açıkçası şöyle bir gerçek var: Ekonominin krizden çıkması için gerekli talep artışını doğrudan gelir desteği vererek sağlayabilirsiniz; iki, reel ücretleri artırarak sağlayabilirsiniz. Hatta giderek söyleyeyim: Araştırma ve geliştirme harcamalarının artmasını istiyorsanız -ki Hükûmetiniz çok istiyor- bunun da bir aracı reel ücretlerin yükseltilmesidir. İşverenin yeni teknolojiler bulmak zorunda hissetmesini sağlamak anlamında bir etki üretecektir çünkü.
Değerli arkadaşlar, dolayısıyla da bu politika tercihleri doğru tercihler değil. Altını çizerek söylüyorum, bu politika tercihlerinin bir tek anlamı var: Vergilerimiz, işverenlerin kârına entegre ediliyor ve bu olurken işçilerin de yaşam standartları düşürülüyor, ücretleri düşürülüyor; olan şey bu. Yani dediğim gibi, belki böyle ifade ettiğimde siz de çok anlamlı bulmayacaksınız bu teoriyi veya bu perspektifi çünkü sonuç olarak beklentinizin gerçekleşmeyeceğini söylüyorum ben size. Çünkü arzla ilgili yapacağınız her türlü işlem, talepte bir şey yapmadan ekonomiyi düze çıkarma imkânı sağlamayacaktır size. O sebeple de çok basit iki politika tercihi var bugün iktidarın önünde: Biri, sıkı politikasıyla faizleri yükselterek dolar üzerinde, kurlar üzerinde baskı üretmek; böylelikle üretim ve yatırımın artmasını sağlamak. İkincisi de karşılıksız gelir transferi yapmak; yoksullara, çalışanlara, işini kaybetmişlere, özellikle pandemiden en fazla yara almış olan kesimlere yönelik olmak üzere gelir transferi politikası benimsemeniz lazım. Ancak bu koşullar sağlanırsa ekonomi düze gider.
Şimdi, ben bakıyorum, Sayın Bakan özellikle bu konular açıldığında çok özgüvenle, işte "V tipi bir iyileşme olacak." diyor. Peki, nasıl olacak bu? Nereden anlıyorsunuz bunu? E, biz de bakıyoruz aynı verilere. Nasıl bunu söylüyorsunuz? Ben size söyleyeyim: "Sayın Bakan nereye bakıyor?" derseniz, benim gördüğüm kadarıyla endekslere bakıyor bir kere, güven endekslerine bakıyor. Hakikaten, baktığımızda, ekonomi endeksi ekim ayında bir miktar iyileşme gösteriyor. Evet, güzel ama arkadaşlar, Tüketici Güven Endeksi de bunun tersini gösteriyor; daralma var, azalma var. Biz, diyoruz ki: Ya, peki, aynı yere baktığımıza göre... Mesela ben bakıyorum, diyorum ki: Üretimin nereye gittiğini anlamak için bir öncü gösterge olarak kullanılan elektrik tüketimine bakıyorum ekim ayında, düşmüş, düşmüş; ciddi bir şekilde düşmüş. E "PMI" denilen -çok ünlü oldu bir anlamda, bütün dünyada ölçülüyor bu- perakende satışların eğilimini gösteren değişkenler, endeksler; oradan da baktığımızda yine düşmüş. Yani 1,5 puan düşmüş mesela eylüle göre ama biz bunlara bakıyoruz, Sayın Bakan da bakıyor, Sayın Bakan buradan bir "V" tipi iyileşme çıkacağını söylüyor. Biz de bunun tam aksine "L" tipi devam edeceğini söylüyoruz ve bu tedbirlerle gerçekten, böyle bir sorunu aşmak mümkün değil arkadaşlar.
Şimdi, ben, bu teklifler içinde birkaç tane önemli konu var. Ben, doğrusunu isterseniz onların altını çizmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi, özellikle Plan ve Bütçede tartışılırken de 3 sendika konfederasyonu temsilcisi karşı görüşte olduklarını açıkça beyan ettiler ama tahmin edebileceğiniz gibi Plan ve Bütçede çoğunluk Adalet ve Kalkınma Partisinde olduğu için geçti. Nedir o? 25 yaş altı, 50 yaş üstü çalışanlara bir teklifte bulunuluyor, deniyor ki: "Sözleşmenizi belirli bir süre için yapın." Bir bilgi vereyim, yani hepinizin bildiği bir şeydir herhâlde ama bizde işçi-işveren arasındaki sözleşmeler belirsiz süreyle yapılır. Neden böyle yapılır? Çünkü eğer bozulursa işçinin kıdem tazminatı ve diğer haklarını alma talebini ortaya çıkarır ki sosyal amaç bakımından da tercih edilen şey budur. Şimdi, böyle baktığımızda siz ne diyorsunuz bize? Bu kaçıncı maddeydi hatırlamıyorum ama hepiniz biliyorsunuz bu maddeyi, diyorsunuz ki: "Hayır, belirli süreyle yani iki seneyi geçmemek üzere bir sözleşme yapalım."
Değerli arkadaşlar, iş bulmak kolay değil. Yani Sayın Cemal Bey bu konuyu açıklarken Plan ve Bütçede dedi ki bize: "Canım, karşılıklı gelmişler, sözleşme yapacaklar, ne var bunda? Eşit iki taraf." Hayır, eşit değiller Cemal Bey, eşit değiller çünkü biri işsiz, para kazanamıyor ve işe muhtaç. Dolayısıyla da burada eşitsiz bir ilişki var zaten. Dolayısıyla bu eşitsiz ilişki belirli süreli iş sözleşmelerinin artmasına sebep olabilir ve bunun sonucunda da zincirleme olarak kullanılması imkânını yaratır ve böylelikle de kıdem tazminatını tümüyle yok eder. Yani önerdiğiniz şeylerden bir tanesi bu ve gerçekten bunu anlamamız ve içimize sindirmemiz bizim için mümkün değil. Çünkü bu, diğer başka görüşlerinizin yanı sıra "emek piyasasını esnetmek" dediğiniz şey, tedbirler dizisi... Aslında o da enteresan, o da hakikaten tartışılabilecek bir şey. Ya, neoliberal dediğimiz teoriniz önerilerden biriydi. Yani zaten deminki söylediğim de öyle yani "trickle-down economics" diye bir kavram var yani "Zenginler kazanırsa fakirler de kazanır." anlamına gelecek bir perspektif var.
Arkadaşlar, geçen hafta Davos'ta bu işlerin babası sayılacak olan Klaus Schwab "Neoliberalizm bitti." dedi; bitti. Ya, bitmiş olan bir fikriyatın üzerinden bunu getiriyorsunuz aslında, beni en çok rahatsız eden şeylerden biri bu. Eğer siz gerçekten Türkiye'de siyasetin nabzını tutuyorsanız dünyadaki gelişmeleri de görmek zorundasınız ve dünyadaki gelişmeler sizin bu önerdiğiniz biçimdeki bir anlayışı asla desteklemiyor arkadaşlar. Schwab'ın söylediği şeyi söyleyeyim size: "Bundan sonra 2 şey önemlidir; ülke içinde ve ülkeler arasındaki gelir dağılımı önemlidir, bundan sonra buna dikkat etmemiz lazım; ikincisi de kamu." Arkadaşlar, katılımcı bir kamu fikri eskisinden daha farklı olarak yeniden gündeme geliyor.
Şimdi, bütün bunlar ortadayken, benim Sayın Cumhurbaşkanının söylediklerinden ve sizlerin de zaman zaman bize söylediklerinizden anladığım kadarıyla, gerçekten yanlış bir şey var ortada. Yani her şeyin Cumhurbaşkanına bağlı olmasıyla Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin hızlı çalışan, çok yetenekli bir sistem olduğunu varsayıyorsunuz. Böyle bir şey yok arkadaşlar, böyle bir şey olamaz zaten. Bakın, bütün kanunların en son maddesi olan yürütme maddesinde "...Cumhurbaşkanı yürütür." diyoruz. Öyle değil mi? Bütün gelen kanunların hepsinde öyle. Niye onu yazıyoruz oraya? Çünkü bir tek hükûmet var arkadaşlar, Recep Tayyip Erdoğan Hükûmeti. Bana göre ya da mevcut yasaya göre diyelim, sizler de o Hükûmetin parçası değilsiniz aslında. Dolayısıyla da burada her türlü kararın merkezîleştirilmesiyle, her türlü kararın Cumhurbaşkanlığı nezdinde alınmasını sağlamaya yönelik bir perspektifle yaptığınız şey -ben size söyleyeyim- katılıktır, dinamizmin yok olmasıdır, emir-komuta zinciri ilişkilerin gelişmesidir ve tabii, en önemlisi de devletin imkânlarını haksız yere kullanmaktır. Bunların hepsi var mıdır? Benim gördüğüm kadarıyla birçoğu var bunların ve dolayısıyla da siz böyle bir yerde, böyle bir noktada enflasyonun... Bir de şunu söylemeyi unuttum, şimdi hatırladım: Tüketici enflasyonu 11,89 çıktı ama biliyorsunuz Yeni Ekonomi Programı'nda Sayın Bakanın bu yıl için 10,5'tu enflasyon oranı, tüketici enflasyon oranını "10,5" diye söylemişti, dolar kurunu da "8,10" gibi söylemişti. Bakın, ne oldu? Dolar bugün oldu 8,5, efendim, euro oldu 10 lira.
Şimdi, dolayısıyla da arkadaşlar, yani ben partimizin görüşü olarak şunu söyleyebilirim ki... Bir de varlık barışı meselesi var, evet, ona da değinmek lazım. Bu varlık barışını çok yaptınız, bunu da anlıyorum çünkü Türkiye ekonomisi ve toplum öyle bir yere geldi ki hukuk devleti olamamanın bir sonucudur bu. İnsanlar servetlerini kaçırdılar, kaçırıyorlar. Ben geçen sene Plan ve Bütçe Komisyonunda Sayın Bakana sormuştum: Ya, bu borçlar nasıl ödenecek, bu özel sektör borçları diye. Bana verdiği cevap şuydu: "Canım, bunların çoğu 'back to back' kredidir." dedi. Yani ne demek bu? "Adamların kendi parası, zaten kendi paralarını kredi olarak alıyorlar." dedi. Bu böyle midir bilmiyorum ama bildiğim bir şey var, bu şeylerle -varlık barışına 2008'de başlamışsınız, 2013'te yapmışsınız, 2016'da, 2018'de, 2019'da ve şimdi yine bir varlık barışı getiriyorsunuz- gelen paranın da miktarının çok fazla olmadığını söyleyebilirim, beklenenin çok altında kalmış yani hâlâ bir güven sorunumuz var ve güven sorununu aşamıyorsunuz.
Son olarak, Sayın Başkan, bir dakika daha verirseniz hemen, mevzu geliyor zaten...
Efendim, bir de bu maddeler içinde benim dikkatimi çeken en önemli şeylerden biri, yüzde 20'ye düşürülmüş olan kurumlar vergisinin Sayın Cumhurbaşkanının yetkisi dâhilinde yüzde 5'e kadar düşürülebileceği şeklinde bir madde koymuşsunuz. Şimdi, değerli arkadaşlar, bu, Meclisin bütçe hakkını ihlal eden bir karardır, Cumhurbaşkanı böyle bir yetki kullanamaz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Çünkü vergi, vergi oranları, doğrudan doğruya, büyük bir ölçüde, bu tür kararları Meclisin alması gereken durumdadır fakat siz Cumhurbaşkanına böyle bir yetkiyi vermektesiniz ve başka konularda da yetki vermişsiniz. Cumhurbaşkanı bunu nasıl kullanacak bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim: Cumhurbaşkanı siyasi bir partinin lideri aynı zamanda arkadaşlar. Böyle saçmalık olur mu Allah aşkına? Yani, Cumhurbaşkanının hangi sektöre, hangi şirkete kurumlar vergisini yüzde 5, yüzde 7, yüzde 8, yüzde 10 kullanıp kullanmayacağını biz nereden bileceğiz; dolayısıyla, kayırmacılık yapmayacağından nasıl emin olabileceğiz; bağımsız bir Cumhurbaşkanı olmadığı bir gerçek olduğuna göre?
Dolayısıyla değerli arkadaşlar, biz bu teklife karşıyız.
Hepinize saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)