GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması Hükümlerinden Kaynaklanan Taahhütlerimizi Yerine Getirmek, Ateşkesin Tesisi, İhlallerin Önlenmesi, Bölgede Barış ve İstikrarın Sağlanması Amacıyla Türkiye'nin Yüksek Menfaatlerini Etkili Şekilde Korumak ve Kollamak Üzere, Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ortak Merkezin Görevlerinin İfası Yönünde Hareket Etmek Üzere Yabancı Ülkelere Gönderilmesi, Bu Kuvvetlerin Cumhurbaşkanının Belirleyeceği Esaslara Göre Kullanılması ile Risk ve Tehditlerin Giderilmesi İçin Her Türlü Tedbirin Alınması ve Bunlara İmkân Sağlayacak Düzenlemelerin Cumhurbaşkanı Tarafından Belirlenecek Esaslara Göre Yapılması İçin Anayasa'nın 92'nci Maddesi Uyarınca Bir Yıl Süreyle İzin Verilmesine İlişkin Tezkeresi (3/1394) münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:16
Tarih:17.11.2020

HDP GRUBU ADINA TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; savaşla ilgili söylenen çok söz, anlatılan çok hikâye var. Ülkenin en yoksulları ne yazık ki en zenginleri için savaşır. Savaş acı, gözyaşı, yıkım, tecavüz, göç demek. Geçen gün İzmir depreminde binaların nasıl yıkıldığına hepimiz tanıklık ettik ve o manzarayı televizyondan izlerken hepimizin gözyaşı aktı. İşte, savaş o depremin yarattığının katbekat üstünde yıkım yaratıyor, insanların duygularını parçalıyor, insanları birbirinden ayrıştırıyor ve ne yazık ki mevcut olan iktidar hâlâ -dış siyasette- savaş konusunda ısrarını devam ettiriyor. İnsanın insana silah doğrulttuğu, insanın insan üzerinde patlayıcı kullandığı, yıkılan kentler, yakılan ormanlar ve eğer sağ kalma şansına sahip olan birileri varsa asla ve asla o travmayı üzerinden atamıyor, atamayacak.

Eminim ki bugün Ermenistan-Azerbaycan savaşında hem Ermeni kardeşlerimiz hem Azeri kardeşlerimiz çok büyük bir travma yaşadı, hem de çok ağır bir travma. Bu dönemde yaşadıkları bu savaşın bedelini ne yazık ki iki kardeş halk ödemektedir. Peki, bu savaş neden çıktı? Ermenistan-Azerbaycan çatışmaları yeni değil, bir tarihî arka planı var, evet ve özellikle son otuz sene içerisinde sürekli çatışmalara mahal olmuş iki coğrafya.

Rus Çarlığı yaşadığı yenilgiden sonra Kafkasya'daki etkisini elbette kaybediyor ve 1918'de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti adıyla Azeri devleti kuruluyor. Dağlık Karabağ bu sınırların içindeydi ve Dağlık Karabağ'da hem Ermeniler hem Azeriler yaşıyordu. O dönemde yapılan Paris Barış Konferansı'nda Dağlık Karabağ'da yaşayan Ermeniler İngilizlerin verdiği güvenceyle bu bölgenin Azerilere verilmesine ikna oluyor ancak ortak yaşam yeterince kurulamıyor, gerilimler ve çatışmalar bir türlü bitmek bilmiyor. Kafkasya'nın kaderini değiştiren ve dünyayı etkileyen gelişmeler yaşandı o dönemde. Rusya'da Bolşevikler devrim yaptı ve Rusya'da Bolşevik Devrimi'nden sonra Ermenistan, Azerbaycan, Gürcistan devlet oldu. Tabii, devlet olma hâli uzun bir süre devam etmedi. Azerbaycan ve Ermenistan, 1920'den itibaren, Sovyetler Birliği yıkılana kadar yani 91'e kadar özerk kalmış, çatışmasız bir süreci bu dönemde yaşamışlardır.

30 Ağustos 1991'de diğer Sovyet cumhuriyetleri gibi bağımsızlığını ilan eden Azerbaycan Cumhuriyeti ile Türkiye arasında siyasal, ekonomik ve askerî temelde çeşitli gelişmeler oluyor, ilişkiler gelişiyor. Bunu iktidar etnik soydaşlık ve ümmetçilik üzerinden tarif ediyor.

Peki, bu dönemde Türkiye-Azerbaycan ilişkileri nasıl ilerledi, ona bakmamız lazım. Hatırlayın Türkiye'nin 90'lı yıllarını, mafya-devlet ilişkisi iç içe girmiş, JİTEM gibi paramiliter gruplar Türkiye'de cinayetler işliyor, gazeteciler, aydınlar, yazarlar, insan hakları savunucuları suikastlarla katlediliyorlar ve ne yazık ki üzülerek ifade ediyoruz, Azerbaycan bu örgütün çalışmasını yürüttüğü, eğitimini aldığı bir saha hâlindeydi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından kurulan Susurluk Araştırma Komisyonu tutanaklarına bakarsanız, derin devlet, mafya, paramiliter güçler ilişkisinde ne yazık ki bu ülkedeki sınırlar içerisinde nasıl detaylı bir örgütlenme içinde olduklarını göreceğiz. Uğur Mumcu suikastıyla ilgili yürütülen soruşturmanın dosyasına da baktığımızda bu ilişkileri görebiliriz.

Evet, bu tarihsel arka planı Azerbaycan tarafından değerlendirdiğimizde, şüphesiz bir ülkede insan haklarından, demokrasiden, ifade özgürlüğünden bahsedemiyoruz. Sonuç olarak, Türkiye ve Azerbaycan arasında devam eden ekonomik, askerî, kültürel ve siyasal ilişkiler geçmişten bugüne kadar belli bir odağın çıkarları çerçevesinde seyretti. Aliyev ailesinin de bu çıkar çerçevesi içinde kattığı pay azımsanmayacak düzeydedir. Burada Azeri halkımıza düşen hiçbir pay yoktur. AKP iktidarı 2000'li yılların ilk yarısında Dağlık Karabağ sorununun çözülmesi için Minsk Grubunda yer aldı ve burada Ermeni devletiyle yakın ilişkiler kuruldu, diyaloglar gelişti fakat bu grubun, Minsk Grubunun bu süreci siyasal yöntemlerle, diyalogla çözmesi bir biçimiyle engellendi ve ne yazık ki Türkiye'de AKP iktidarı fabrika ayarlarına geri dönerek 90'lı yılların siyasetini izledi ve Minsk Grubu, şu anda zaten fiilî olarak devre dışı kalmış durumdadır.

HDP olarak, hangi gerekçeyle olursa olsun, halkların birbirine kırdırtılmasına, bölgesel çatışmaların derinleştirilmesine, komşu halklarımızın birbiriyle çatışmasına dün "evet" demediğimiz gibi bugün de "evet" demiyoruz ve HDP bu Mecliste faaliyet yürüttüğü günden bugüne kadar da hiçbir askerî tezkereye "evet" demedi, hepsine ret verdik çünkü biz dış siyasette diyalog, barış ve siyasi yöntemlerle çözüm konusundaki ısrarın ikinci plana atılmaması konusundaki kararlılığımızı hep ifade ettik bu kürsülerden.

27 Eylül 2020'de Dağlık Karabağ'da Azerbaycan ve Ermenistan arasında başlayan çatışmalar konvansiyonel bir savaşa dönüştü ve Azerbaycan-Ermenistan savaşında Türkiye de Rusya da gerekli rolleri oynamış olsaydı süreç bugüne kadar bu şekilde gelmezdi, bu kadar insan yaşamını kaybetmezdi. Şu an yapılan şey, bir savaşın çıkması izlendi çünkü şu bilinen bir gerçektir: Rusya uzunca bir süredir Ermenistan üzerindeki etkisini yitirmiş ve Ermenistan-Azerbaycan çatışmasının çıkmasından bir fayda sağlamayı amaçlayarak, her iki ülkeyi kendine muhtaç eden bir çizginin ilerletilmesi için âdeta bu savaş ve bu çatışmayı izlemiş durumdadır.

Rusya açısından baktığımızda, Kuzey Amerika ve Avrupa Ermeni diasporalarının desteklediği Ermenistan Hükûmeti Başkanı Paşinyan'ın Putin'le mesafesinin az önce bahsettiğimiz gelişmelerde payı büyüktür. Ermenistan ordusu bu savaşta ciddi kayıplar verdi. Paşinyan Hükûmeti, 9 Kasım gecesi, Rusya'nın barış gücü olacağı, tampon bölge oluşturulacak bir ateşkes imzaladı. Orta vadede bu bir çözüm değildir ilk elde çözüm gibi gözüksede. Bu anlaşmaya göre Dağlık Karabağ ihtilaf bölgesinde tüm askerî eylemler Moskova saatiyle gece 24.00'ten itibaren duracak ve tam ateşkes sağlanacak. Ermenistan'ın kontrolündeki Ağdam ve Gaza bölgesindeki alanlar 20 Kasım 2020 tarihine kadar Azerbaycan'a iade edilecek. Dağlık Karabağ'daki temas hattı boyunca, Laçın Koridoru boyunca, Rusya Federasyonu ordusuna bağlı Barışı Koruma Birliği 1.960 hafif silahlı asker, 90 zırhlı araç, 380 adet araç, özel teçhizat konuşlandıracak bu bölgede. Rusya Federasyonu Barışı Koruma Birliği Ermenistan Silahlı Kuvvetlerinin çekilmesine paralel olarak konuşlandırılacak, Rusya Fedarasyonu Barış Gücü beş yıl süreyle burada kalacak ve bu süre beş yıl daha uzatılabilir. Taraf olan ülkeler isterse bu süreyi altı ay önce bildirerek Rusya'nın oradan çekilmesini talep edebilecek. Anlaşmanın taraflarca uygulanmasını kontrol etmenin etkinliğini artırmak için Ateşkes İzleme Merkezi kurulacak.

Şimdi, bahsettiğimiz bütün bu maddeler içerisinde Türkiye'ye düşen pay sadece şimdi bahsettiğimiz maddede -bunu da birazdan daha fazla açacağız- Ermenistan Cumhuriyeti, Kelbecer ilçesini 15 Kasım 2020'ye, Laçın ilçesini 1 Aralık 2020'ye kadar Azerbaycan Hükûmetine iade edecek. Dağlık Karabağ ve Ermenistan'ın bağlantısını sağlayacak, aynı zamanda Şuşa şehrini etkilemeyecek olan Laçın Koridoru -5 kilometre genişliğindeki koridor- Rusya Federasyonu gücünün kontrolünde olacak. Dağlık Karabağ'da yerinden edilen herkes -Ermeniler ve Azeriler için geçerli- bölgeye Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin kontrolü altında dönebilecekler. Savaş esirleri ve diğer tutuklular, cenazelerinin değişimini gerçekleştirebilecekler. Bölgedeki tüm ticari kara yolu ulaşım bağlantıları açılacak. Ermenistan-Azerbaycan savaşı sonrası sivillerin ve ticari araçların her iki yönde engelsiz ulaşımını organize etmek için Azerbaycan'ın batı bölgeleri ile Nahçıvan Özerk Cumhuriyeti arasında ulaşım koridoru sağlanacak, Rusya Federal Güvenlik Servisi yetkilileri bu koridoru kontrol edecek.

Bu anlaşmadan çıkan sonuçlara bir bakalım: Karabağ fiilen ikiye bölünüyor, güneyi Azerbaycan'da, kuzey bölgesi Ermenistan'da kalıyor. Sadece Ermenistan'ın tanıdığı, Karabağ'daki Ermenilerin kurduğu Artsah Cumhuriyeti'nin geleceği belirsiz ve bu bir savaş potansiyeli taşımaya devam ediyor.

Azerbaycan'ın iç siyaseti bağlamında yolsuzluk ve ekonomik istikrarsızlıkla anılan Aliyev saltanatı Azerbaycan'da bir süre daha devam edecek bu Karabağ zaferi üzerinden. Azerbaycan kamuoyunda iktidara yönelik muhalefet cephesi zayıflayacak, Aliyev'in ailesinin popülaritesi ve militarist politikalar artacak.

Ermenistan'da Paşinyan Hükûmetine karşı sağcılar aşırı bir şekilde güçlenecek.

Sekiz yıl önce Azerbaycan'dan çekilmiş olan Rusya -ki bu kısmı gerçekten çok önemli- hem Ermenistan'ı hem Azerbaycan'ı denetleyecek şekilde şu an sahalara geri döndü. Karabağ savaşı sayesinde bu kez sınır hatlarında en önemli hatları Rusya kontrol edecek.

Bu savaşın kazananı kim oldu? Türkiye, bu savaşta sağlanan anlaşmanın neresinde? Varın, bu soruyu siz yanıtlayın. Varsın, bu soruyu kamuoyu yanıtlasın. Türkiye, varılan anlaşmanın hiçbir yerinde değil.

Karabağ sorununun barışçıl çözümü amacıyla AGİT tarafından kurulan Minsk Grubu üyesi olan başta ABD ve Fransa olmak üzere Batılı devletler bu sürecin şimdilik dışında kalmış durumdalar. Zaten savaş sürecinde kendilerinden beklenen misyonu ve rolü de oynamamışlardır.

Rusya'nın Ermenistan'ı kendisine muhtaç hâle getiren politikaları Azerbaycan için de şu an devreye girmiş durumdadır.

Peki, bu gelişmelere Türkiye açısından nasıl bir yorum getirmemiz gerekiyor? Az önce söyledim, bu anlaşmanın hiçbir yerinde yok Türkiye. Sadece büyük olasılıkla Bakü'de kurulacak olan gözlem merkezinde dijital gözlem yapmak üzere Türkiye asker görevlendirebilecek. Bütün bu kargaşadan, bütün bu sorun yumağından Türkiye'nin payına düşen bu olmuş oldu.

Şimdi, Türkiye, yine bu savaşta Libya sürecinde de ortaya çıkan ve kamuoyunun çok tartışmış olduğu, dünya kamuoyunun çok tartışmış olduğu bir mevzu var. Suriyeli cihatçıları, selefistleri Karabağ cephesine taşıdığı iddiaları var, Libya, Suriye'nin farklı bölgelerine taşıdığı gibi. Suriye savaşından devşirilen selefist grupların iktidarın elinde gayriresmî olarak tutulan bir savaşçı gruba dönüşmüş olması, ürkütücü bir düzeye gelmiş durumdadır. Savaşçı ihracı yapan Hükûmet, savaş suçları kapsamında uluslararası mahkemelerde yargılanacak düzeyde ileri gitmiş durumdadır.

Türkiye cenahından Rusya'nın inisiyatifiyle yapılan anlaşmanın detaylarına bakacak olursak gerçekten Türkiye'nin payına düşen hiçbir şey olmadığını bir kere daha görmüş oluyoruz. Peki, 7/24 savaş haberleri yaptıran iktidar bu süreçte neyi amaçladı? Yani gelişmelerin bu şekilde olacağından, yani Rusya'nın bu şekilde inisiyatif alacağından bihaber miydi? Hayır, değil. Belki mevcut olan iktidarı şaşırtan tek şey olabilir. Çözümün bu kadar hızlı olacağını beklemiyorlardı ya da bu anlaşmanın bu kadar hızlı bir şekilde devreye gireceğini beklemiyorlardı ama onun dışında az buçuk Suriye deneyiminden bunu kestirmiş olmalılar. Kestiremediler ve göremedilerse bu, iyice dış siyasetteki körlüğün göstergesidir, ötesi değildir.

Karabağ'da askerî varlığı olmasa da Azerbaycan'a büyük çapta askerî malzeme ve SİHA satışı yaparak bu savaştan sonra da daha fazla para imkânı kazanmanın önü açılmış oldu. Bu yandaş medyanın yaptırdığı haberlerle de bunun önü açılmış oldu. Elinde tuttuğu Suriye merkezli devşirilen savaşçıları aktif olarak kullanarak bu projenin dinamik bir şekilde devam etmesini sağlamış oldu.

Türkiye'nin Azerbaycan'da askerî ve siyasi varlık gösterebilmesinin Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilere göre şekillenecek denkleme bağlı olduğunu bilmeyen yoktur. Rusya ya da Avrasya Paktı diyelim, Avrasya Paktı ve NATO arasındaki gelgitlere bağlı olarak Türkiye'nin Rusya'yla ilişkilerini geliştireceği de aşikârdır. Dolayısıyla Azerbaycan'daki varlığı, genel manada Türkiye'de Hükûmetin izleyeceği ana çizgiye bağlı olarak belirlenecektir. Burada zafer naraları atıldı, gerçekten buradaki asıl zafer Rusya'nın. Rusya, bölgedeki enerji nakil hatlarında da denetim konusunda ağırlığını artıracak. İktidarın savunduğu "İki devlet, tek millet." tezi orta vadede siyasi, ekonomik, hatta askerî manada tamamen Rusya'nın inisiyatifine geçmiş durumdadır.

Ayrıca, iç siyasette milliyetçi seçmen konsolide etmeye çalışıldı yapılan yandaş medyanın haberleriyle. Ne yazık ki iktidarın son dokuz senesi böyle geçti; sürekli savaş haberleri, sürekli çatışma haberleri pompaladılar. İç siyasette yaşanan sıkıntıların, mesela ekonomik krizin, mesela işsizliğin, mesela yoksulluğun, mesela kadına yönelik artan şiddetin, mesela artan hukuksuzluğun, mesela yargının tamamen iktidarın bir koltuk değneği hâline gelmesinin, bütün bunların üstünü örtmek için bu milliyetçi hezeyanlar ne yazık ki kullanılıyor. Kürt sorunu ve dış siyasetteki çatışmaların, iç siyaseti de belirlemek ve konsolide etmek bakımından bu şekilde de buraya tahvil edildiği bilinen bir gerçektir.

Tabii ki sadece bu değil, bütün bu yönelimde bir amaç daha vardır ki iyice gerilemiş durumda olan AKP "Aman muhalefet yan yana gelir, aman muhalefet bize karşı birleşirse..." diyerek "Vatan, millet, Sakarya." deyip muhalefeti arkasına dizerek bu şekilde önemli yol aldığını da belirtmemiz gerekiyor. Burada biz muhalefete düşen en temel görev, dış politikadaki siyasetin iç siyasete tahvili konusundaki eleştirilerimizi açık, ayan beyan bir şekilde yapmak zorundayız, yapmak durumundayız. Yoksa Türkiye, gerçekten dış siyaset, uluslararası ilişkiler ve iç siyaset bağlamında uçurumun kenarında değil, uçurumdan şu an yuvarlanıyor ve bu ülkeyi hep birlikte kurtarmaya ihtiyaç var.

Burada şunu belirtmem gerekiyor: Yine ana akım medyanın, yandaş medyanın pompaladığı haberlerle Türkiye'de yaşayan Ermeni halkımız çok ciddi bir tedirginlik yaşadı ve burada Hrant Dink'i hemen hatırlayacağız hep beraber. Hrant Dink "Ben kendi ülkemde bir güvercin ürkekliğiyle yaşamak istemiyorum ve güvercinlere dokunmazlar, güvercinler kentlerin iç bölümlerinde yaşar." dedi ama kıydılar Hrant Dink'e, kıydılar barış güvercinine. Buradan şunu söylemek isterim ki: Ermeni halkımızın kendini tedirgin hissetmesine sebebiyet verecek, herhangi bir girişimden, herhangi bir haberin yaptırılmasından kaçınmak zorundayız. Biz, Türkiye'de 72 milletten insan olarak barış, huzur ve kardeşlik içinde yaşamayı tesis etmeyi başarmak zorundayız, başka seçeneğimiz yoktur.

Evet, burada Libya'daki gelişmeler hakkında kısaca bir şeyler ifade etmek isterim. Azerbaycan'da yaşanan hezeyanların benzerini Libya'da yaşadık. Bakın, bugün Mısır, Fas, Tunus'ta Libya'yla ilgili -hatta Libya ile Türkiye Hükûmetinin anlaşma yapmış olduğu Serrac tarafı dâhil olmak üzere- bütün tarafların bir araya getirildiği konferanslar, toplantılar düzenleniyor. Masada, masanın etrafında, çok sayıda ülke var ama -Türkiye şu an bu kadar anlaşma imzalamasına ve tezkereyi bu Meclisten çoğunluk oyuyla çıkarmasına rağmen- ortada Türkiye'den bahsetmek mümkün değil.

Kafkasya'da halklar ve inançlar arasındaki ayrışmanın bu savaşlarla daha çok geliştirilmesi, gerçekten çok üzücü. Bu savaştan geriye kalan, tekçi devlet anlayışıdır, bu savaştan geriye kalan, sermaye gruplarının kazanımıdır. Kaybedense Ermeni halkıdır, Azeri halkıdır.

Bakın, yeni bir haber düştü, Azerbaycan'la yapılan anlaşma gereği Ermenistan'ın boşaltması gereken topraklar için Erivan'a on günlük süre verilmiş ve Kelbecer'de bazı Ermeniler, toprağı kazıyarak ölmüş olan insanları, akrabalarını yani ölülerini taşımak durumunda kalıyorlar. Savaşın halklara yaşattığı vahşet için bundan daha güzel bir örnek olabilir mi, bilemiyorum.

Bu savaş trajedilerinin, tabii, başka süreçlerde de bundan aşağı kalır yanı yoktur. Mesela Diyarbakır'da yaşayan bir annenin evladının kemikleri PTT kargoyla gönderildi, mezarlar tahrip edildi.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun lütfen.

TULAY HATIMOĞLLARI ORUÇ (Devamla) - Savunma önemlidir; savunma, devlet için önemli olduğu gibi bireyler ve toplumlar için de önemlidir. Ama savunmayı tank, top, tüfek gibi algılayanlar, savaş gibi algılayanlar şunu bilmeli ki: En iyi savunma biçimi, barışı tesis edebilecek bir güce, bir iradeye sahip olabilmektir. Komşuda huzur varsa ülkede de huzur vardır. Ne zaman savaşla ilgili konuşsak şair Aram Tigran'ın şu dizeleri gelir aklıma: "Dünyaya bir daha gelirsem, ne kadar tank, tüfek ve silah varsa hepsini eritip saz, cümbüş ve zurna yapacağım." Evet, bu halkın çektiği acılar yeter, bu coğrafyada dökülen kanlar yeter. Bizler gerçekten silahları eriterek saz ve cümbüş yapmalıyız, böyle bir siyasi iradeyi Türkiye Büyük Millet Meclisi ortaya koyabilmelidir.

Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)