GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:24
Tarih:07.12.2020

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizi izleyen çok değerli vatandaşlarımız; hepinizi saygıyla selamlarım.

Bugün Türkiye'nin 2021 yılı bütçesini görüşüyoruz. Türkiye'nin ekonomik, sosyal sorunları, dış politikaya ilişkin sorunları, siyasi sorunları giderek ağırlaşıyor. Öyle görünüyor ki artık, Türk milleti bu Hükûmeti daha fazla taşımak istemiyor. Dolayısıyla ben yeni bir siyasetçiyim, bu işlerden çok fazla anlamam ancak 2021 yılında büyük ihtimal bir seçim görülüyor ve bu seçimde bu Hükûmet gidecek. Dolayısıyla, büyük ihtimal, sizin son bütçeniz olacağı için on sekiz yılın biraz bilançosunu ortaya çıkarmanın, hasar tespiti yapmanın da ben yerinde olacağını düşünüyorum.

Şimdi, tabii, biz burada bütçe değerlendirmelerini yapacağız, makroekonomik değerlendirmelerde bulunacağız. Bütçenin sahibi, malum, Sayın Cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanı bu bütçe görüşmelerine katılmıyor Anayasa gereği, Cumhurbaşkanı Yardımcısı katılıyor; o da güzel. Fakat biz Sayın Oktay'ın bugüne kadar makroekonomik konularla ilgili olarak, bütçeyle ilgili olarak şuradaki bütçe sunumları dışında herhangi bir beyanatına denk gelmedik. Şimdi, biz eleştireceğiz, değerlendireceğiz de bunu kime söyleyeceğiz? Dolayısıyla makroekonomi yönetimiyle ilgili böyle bir aksaklığın olduğunu hemen başlangıçta bir vurgulamak gerekiyor. Hazine ve Maliye Bakanı ekonomiden sorumlu Bakan olarak bir rol oynuyor Türkiye'de son üç yılda ama bakıyorsunuz, Hazine ve Maliye Bakanı bu bütçe görüşmelerine, normal, diğer bakanlar gibi sadece kendi bütçesi görüşülürken gelecek. Bu aksaklığın giderilmesi lazım. Bu sistemin birçok yanında aksaklık olduğu gibi, bu sistemin getirdiği yeni bir aksaklıktır bu.

Şimdi, Sayın Tatlıoğlu az önce ifade etti, hakikaten bu bütçenin bir vizyonu yok, bu bütçenin bir amacı yok. Şimdi, seksen beş dakika Sayın Oktay'ı burada dinledik, Allah aşkına, aklımızda ne kaldı? Yani 2021 yılında Türkiye ne yapacak, Türkiye hangi sorununu çözecek? Bizim büyüme sorunumuz var, büyüme tıkanmış. Bakın -sadece corona değil- geçen yıl bu Türkiye 0,9 büyüdü, Türkiye bir fakirlik kapanına girdi. Potansiyel büyümesi düşmüş bir Türkiye var, buna bir çözüm var mı bütçede? Türkiye yoksullaşıyor, cari açık sorunlarımız artarak devam ediyor, dünyada enflasyonda 2'nci hâle geldik, teknoloji üretemiyoruz, işsizlikte rekorlar peşinde koşuyoruz, cumhuriyet tarihinin rekorlarını kırıyoruz; bunlara ilişkin herhangi bir şey, bu sorunların çözüleceğine ilişkin bu bütçede hiçbir şey yok arkadaşlar. Toplumun sorunları var. Çiftçi bugün çok sıkıntıda, tarlasını ekemiyor, ekim alanları yüzde 13 azalmış son on beş yılda. Efendim, EYT'liler sorunu var, işsizlik sorunu var, toplu esnaf sorunu var, 2 milyon esnaf kepenk kapatıyor; bunlara ilişkin bu bütçede hiçbir şey yok.

Az önce Sayın Oktay konuşmasını yaparken arkadaşlar, AK PARTİ Grubu en güçlü şekilde KÖİ'lerle ilgili kısımda alkışladı; fark ettiniz mi bilmiyorum. Hâlbuki KÖİ'ler bu bütçenin ve bu Hükûmetin en yumuşak karnıdır. Benim aklıma hemen şöyle bir hikâye geldi: Biliyorsunuz, IV. Murat devrinde Bekri Mustafa vardır. Şimdi, Bekri Mustafa, zamanında medrese tahsili görmüş bir delikanlı fakat sonradan bir kız meselesi oluyor, kendisini içkiye veriyor yani sürekli meyhanelerde olan bir vatandaş, o dönemdeki o yasaklara rağmen. Şimdi, bir gün mahallenin camisi boşalıyor, imamı yok, Bekri Mustafa'ya diyorlar ki: "Gel, sen burada imamlık yap." Bekri Mustafa da artık en sonunda kabul ediyor. Neyse... Cenazeler oluyor, her cenazede Bekri Mustafa gidip cenazenin kulağına bir şey söylüyor. Cemaat merak ediyor; en son, birisine öldü numarası yaptırıp tabuta koyuyorlar ne diyor diye. Bekri Mustafa cenazeye şunu söylüyor, diyor ki: "Size şimdi gittiğinizde öbür dünyada soracaklar 'Dünyada ne var, ne yok?' diyecekler, siz deyin ki: 'Bekri Mustafa filanca camiye imam oldu.' Onlar dünyanın hâlini anlarlar." (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Siz de bütçenin hâlini anlayın arkadaşlar. En fazla alkışlanan yer KÖİ'ler ve bu bütçenin en yumuşak karnıdır KÖİ. Az önce Sayın Tatlıoğlu bunu detaylı bir şekilde anlattı.

Şimdi, tabii, burada hiçbir iddia ortaya koyamadı Sayın Oktay ama böyle, muhalefetin olmadığı yerlerde, sosyal medyada veya böyle tek taraflı konuşmalarda Hükûmeti -Sayın Cumhurbaşkanından başlayarak- ve iktidar partisi milletvekillerini takip ettiğinizde zannediyorsunuz ki AK PARTİ'den önce Türkiye'de hiçbir şey yoktu. Hatta bir milletvekili sordu, "Araba mı vardı AK PARTİ'den önce?" dedi. Ben onu biraz daha ileriye götürüyorum; ateş yoktu Türkiye'de, ateş bulunmamıştı, tekerlek de icat edilmemişti, sizinle birlikte oldu bunların hepsi(!) (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Bakalım böyle mi oldu? Şimdi -ama gerçeklerle yüzleşmeye başladınız- dikkat edin, daha önceden hep birtakım şeyleri söylüyordu, şimdi hep mazeret uyduruluyor. "Evet, Türkiye büyümüyor ama şöyle bir sorun var..." "Enflasyon... Ama şöyle oldu, böyle oldu..." Hep mazeretler uyduruluyor. Birazdan bakacağız, hakikaten AK PARTİ'den önce Türkiye'de bir şey yok muydu.

Arkadaşlar, tabii, büyüme performansı, en önemli şey ekonomide büyüme. Büyüme performansımızı, AK PARTİ'li dönemleri bir mukayese edelim. Kiminle mukayese edeceğiz? Kendi sınıfımızdaki ülkelerle yani gelişmekte olan ülkelerle mukayese ettiğimizde ilk şurayı söylüyorum: Oradaki mavi ve turuncu AK PARTİ'den önceki on sekiz yıl. Orada neyi veriyoruz biz? AK PARTİ'den önceki on sekiz yılda, mavi olanlar gelişmekte olan ülkeler, turuncu olan da Türkiye. Dikkat ederseniz, Türkiye 90'lı yılların bütün zorluklarına rağmen gelişmekte olan ülkelerden ortalama daha fazla bir performans göstermiş, büyüme performansı. Yani gelişmekte olan ülkeler 3,9 büyürken on sekiz yıllık dönemde, Türkiye yüzde 4 büyümüş. AK PARTİ hükûmetleri döneminde, daha doğrusu 2000 sonrasında, bütün dünyada gelişmekte olan ülkelerde büyüme performansı arttı. Küresellik... Bunları defalarca konuştuk, çok fazla izaha girmeyeceğim. AK PARTİ hükûmetleri dönemine bakıyoruz: Gelişmekte olan ülkeler yüzde 5,2 büyüyor, Türkiye ise yüzde 4,8 büyüyor ortalama, on sekiz yılda. Burada, son yılı, Hükûmetin rakamını alırsak bu 4,9-5'e kadar çıkabilir belki. Yani AK PARTİ'den önce, bütün o zorluklara rağmen, gelişmekte olan ülkeler ortalamasının üzerinde büyüyen bir Türkiye varken AK PARTİ hükûmetleri döneminde, gelişmekte olan ülkeler ortalama olarak Türkiye'den daha fazla büyüyor. Bu çok önemli bir husus.

Daha önemlisi nedir? Önümüzdeki beş yıl için Uluslararası Para Fonu rakamlarına göre, gelişmekte olan ülkeler yüzde 5 büyüyecekken ortalama, Türkiye'nin büyüme tahmini 3,9'dur çünkü Türkiye potansiyel büyümesini kaybetmiştir.

Değerli arkadaşlar, şimdi bir de pay olarak bakalım; gelişmekte olan ekonomiler içerisinde Türkiye'nin payı ne olmuştur? Şu ilk blokta mavi olanlar 2002 yılını gösteriyor. Türkiye'nin gelişmekte olan ülkeler millî geliri açısından payı yüzde 3,4'ken şimdi bakıyoruz, Türkiye'nin 2019 yılında payı yüzde 2,1'e düşmüştür yani gelişmekte olan ülkelerin performansı bizim kat kat üzerimizde gerçekleşmiştir. Satın alma gücü paritesine göre baktığımızda -ki bununla böyle bakılmaz çünkü her rakamı dolar üzerinden konuşuyoruz- yine performansın orada hemen hemen aynı olduğunu görüyoruz ancak 1'inci bloktaki kısımda Türkiye'nin gelişmekte olan ülkelerin çok altında bir performans gösterdiğini görmemiz gerekiyor.

Değerli milletvekilleri, tabii, bu büyümeleri elde ediyoruz. Biliyorsunuz, büyüme ile cari açık arasında çok ciddi bir ilişki vardır; hele bizim gibi finansman sıkıntısı çeken ülkelerin büyümek için finansmana ihtiyacı vardır, finansman da dışarıdan gelen kaynaklardır, dış tasarruflardır, biz ona cari açık diyoruz. Türkiye AK PARTİ'den önce, az önce bahsettiğim gelişmekte olan ülkelerin performansının üzerindeki büyümeyi ne kadar cari açık yaratarak yapmıştır, AK PARTİ ne kadar cari açık yaratarak yapmıştır, şimdi ona bakalım. Şurası, bu ilk kısım, AK PARTİ'den önceki on sekiz yılda Türkiye'nin cari açığının millî gelire oranı. Görüyor musunuz rakamı? 0,5. Yıllık ortalama cari açık vererek Türkiye, gelişmekte olan ülkelerin üzerinde bir performans göstermiş, ortalama da yüzde 4 büyümüş. AK PARTİ hükûmetleri döneminde nasıl olmuş? Küresellik, iddia bu; aldık paraları getirdik, konuta gömdük, inşaata gömdük, tüketime gömdük. AK PARTİ hükûmetleri döneminde cari açık yüzde 4,1'e çıkmış, yıllık ortalama. İsterseniz bir de bunun rakamsal değerlerini söyleyeyim; sizden önceki on sekiz yılda o yüksek büyümeyi, gelişmekte olan ülkelere göre o yüksek büyümeyi toplamda sadece 21 milyar dolar dış tasarruf kullanarak elde eden Türkiye sizin döneminizde 562 milyar dolar cari açık verdi yani dış kaynak kullandı, yine de gelişmekte olan ülkelerin altında bir performans gösterdi. Dolayısıyla, bu anlamda baktığımızda karnenizin çok kötü olduğunu görmemiz gerekir.

Şimdi, dış ticaret kısmı da aynı. Zaten cari açığın şimdi güncel rakamlarına filan girmiyorum; Yeni Ekonomi Program'ında 24,4 milyar dolar denildi 2020 cari açığı. Ya, bir gün sonra, bir rakam geçersiz hâle gelebilir mi? Bu 16'ncı Orta Vadeli Program'dır, hiçbir orta vadeli program, iddia ediyorum, bu kadar itibarsızlaşmamıştı. Yani birinci günde itibarsızlaşmış bir orta vadeli program; şu anda, eylül sonunda 28 milyar dolara gelmiş bir cari açığımız var, dış ticaret için de aynı problem var ama yıl sonunda muhtemelen 34 milyar doları veya işte, muhtemelen, 2,2 daha gelse 4,6 daha gelir, 28,34 milyar dolar... "24" diyorsunuz yüzde 50 sapıyor bir ay içerisinde; böyle bir şey olmaz.

Şimdi, Sayın Ticaret Bakanı birkaç gün önce diyor ki: "Hedeflerimize tek tek ulaşıyoruz." Bakıyorsunuz, hangi hedefe ulaşıyor? Cari açığı az önce söyledim, hedefi aştılar bile; dış ticarette nasıl? Orta vadeli program, 38 milyar dolar dış ticaret açığı diyor 2020 yılı için, Ocak-Kasımda 45 milyar doları bulmuş. Ben de "tweet" attım, dedim ki Sayın Bakan, lütfen kendinize haksızlık etmeyin, "ulaşıyoruz" ne demek, aştınız bile hedeflerinizi ama bu ülkedeki bir hastalıktır bu. Bu ticaretten sorumlu Bakanlar hep ihracata bakarlar, ithalata hiç kimse bakmaz. Tabii, şimdi, "500 milyar dolarlık, 2023 yılındaki ihracat hedefiniz ne oldu?" diye sormak bile artık abes olmaya başladı çünkü oradaki hedefiniz, şu anda yenilediğiniz hedef 500 milyar dolar karşılığında 214 milyar dolardır.

Tabii, büyüme olmayınca işsizlikte de tavan yapıyorsunuz. Şimdi de işsizlik rakamlarına bakalım: Burada Türkiye'nin işsizlik oranlarını gösteriyoruz. Maviler, AK PARTİ'den önceki on sekiz yılın ortalama işsizlik oranı. Yani AK PARTİ'den önce yüzde 7,6 -ki yüksektir- ortalama işsizlik varmış Türkiye'de. AK PARTİ'li on sekiz yılda ne olmuş? Yüzde 10,5'a çıkmış işsizlik oranı arkadaşlar, ortalamada. Devraldığınız tek yıl olarak bakarsak, yeşil kısma bakalım şimdi de: 2002 yılında devraldığınızda iktidarı yüzde 9,8 işsizlik varmış, 2020 yılında sizin tahminlerinize göre -orta vadeli programdaki rakamı söylüyorum- yüzde 13,8. 4 puan, aldığınız dönemde işsizliği artırmışsınız. Bu mu performans? İşte, o yüzden, onun ezikliği içerisinde, az önce Sayın Oktay, hiçbir şekilde heyecanlanmadan bize bir bütçe anlatmak durumunda kaldı maalesef. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Tabii, biz bununla sevinmiyoruz, biz bunlara bakınca üzülüyoruz. Bu, dar tanımlı işsizlik oranıdır arkadaşlar. Şu anda Türkiye'de 12 milyon işsiz var ve bunların önemli bir kısmı da gençler ve eğitimliler. Bunu da görmemiz gerekiyor.

Şimdi, bir enflasyon hikâyesi var Türkiye'de -çok affedersiniz, bu kelimeyi kullanmak istemiyorum ama- bir enflasyon yalanı var. Biz diyoruz ki bazen: "Bakın, arkadaşlar, enflasyon çok hızlı gidiyor. Türkiye enflasyondan çekti. Lütfen bu enflasyonu küçümsemeyin." Mesela, Nihat Zeybekci diye bir Bakanımız vardı, onun ben bir kısım sözlerini hatırlıyorum: "Ya, enflasyon 2 puan yüksek gelse ne olur?" gibi böyle sözleri olmuştu. Yani enflasyon küçümsendi. Bazen, enflasyon -şu anda 14 oldu da, şu anda demiyorlar- yüzde 8-10 olduğu zamanlar deniliyordu ki: "Ya, kardeşim, Türkiye yüzde 70 enflasyonlardan geliyor. Yüzde 10 enflasyonu çok mu görüyorsunuz da şimdi eleştiriyorsunuz? Eleştirecek başka şey bulamadınız." Ama tabii, bugüne kadar hiç kimse algıyı AK PARTİ kadar yönetemediği için bu ülkede, hiçbir iktidar bunları anlatamadığı için biz zannettik ki o yüzde 70 enflasyonlar Türkiye'nin problemiydi sadece, dünyada başka bir yerde problem yoktu. Şimdi bakalım öyle miymiş?

Burada, yüksek "yüksek enflasyon" dönemi diye... Bu biraz analitik bir şey; dönemler, yıllar bire bir, aynı tutmuyor. Gelişmekte olan ülkelerin de yüksek enflasyon dönemleri oldu, bizim de yüksek enflasyon dönemlerimiz oldu, şimdi bizim düşük enflasyon dönemlerimiz var çok düşük olmasa da. Bunun detaylarını ben Plan ve Bütçe Komisyonunda zaten anlattım, arkadaşlara da verebiliriz.

Yüksek enflasyon dönemlerine baktığımızda, arkadaşlar, gelişmekte olan ülkelerin ortalama enflasyonu yüzde 74,6. Yani "Türkiye'de yüzde 70'li enflasyonlar" deyip hep karalanan o dönemlerde, diğer ülkelerde enflasyon yüzde 74,6, Türkiye'de ise yüzde 70,9. Yüksek mi? Evet, yüksek ama bu, o dönemin yapısal bir sorunu. Niye? Çünkü o dönemde gelişmekte olan ülkelere hiçbir fon akımı olmuyor, ülkeler büyüyemiyorlar ve yüksek enflasyon sorunuyla karşı karşıyalar. Ama bakıyoruz, o ülkeler bu enflasyon sorununu hızla aşıyorlar.

Şimdi, bu da düşük enflasyon dönemi. İlk bar grafik gelişmekte olan ülkeler. Bakıyorsunuz, gelişmekte olan ülkelerin düşük enflasyon döneminde ortalama enflasyonu yüzde 7,4. Yani şu anda 4,4 civarında da ama dönem ortalaması olduğu için aşağı doğru giden bir grafik var, yüzde 7,4. Bizde ne kadar? Yüzde 10,4. Yani kabaca bu düşük enflasyon dönemlerine AK PARTİ dönemleri olarak bakarsak aslında Türkiye geçmişte -AK PARTİ'den önce- benzer sınıftaki ülkelere göre daha düşük bir enflasyonu varken, şimdi benzer sınıftaki ülkelere göre çok daha yüksek enflasyonu olan bir ülke hâline gelmiştir. Bunun tabii daha da kötüsü -artık enflasyon Türkiye'de katılaştı- önümüzdeki dönemdir.

Yine, Uluslararası Para Fonunun verilerini aldığımızda, 2021-2025 döneminde, gelişmekte olan ülkeler için yüzde 4,3'lük bir enflasyon öngörülürken -ki bugünkü oranlar da hemen hemen o seviyededir- Türkiye için gelecek beş yıl için öngörülen enflasyon yüzde 11,3'tür arkadaşlar. Yani şunu söylemeye çalışıyoruz enflasyon konusunda: AK PARTİ hükûmetleri döneminde elbette enflasyon düşmüştür ama buna dönemine göre ve benzer sınıftaki ülkelere göre bakmamız lazım. Bir trend başladı, enflasyon düşüş trendi, biz de o trendi bir miktar yakaladık. Ancak şunu söylememiz lazım gerekir ki AK PARTİ hükûmetlerinden önce enflasyon benzer sınıftaki ülkelerin çok altındayken AK PARTİ hükûmetleri döneminde benzer ülkelerin çok üzerinde bir enflasyonla Türkiye karşı karşıya kaldı.

Şimdi, Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; tabii, makroekonomik performansın bu kadar kötü olmasının birtakım -başka göstergelere de yansıyor- sonuçları var. Şimdi, bakıyorsunuz...

Bir şey daha söyleyeyim: G20 değil mi? Sayın Cumhurbaşkanı G20'nin bir süre çok fazla adını anıyordu. Hatta şöyle bir algı oluşturdu Türkiye'de: "Türkiye, AK PARTİ hükûmetleri döneminde G20 ülkesi oldu." gibi bir algı oluşturuldu. Bu da tabii ki doğru değil. AK PARTİ hükûmetleri döneminden önce Türkiye G20 ülkesi olmuştu. Hatta 90'lı yıllarda, Türkiye, örneğin 1993 yılında en büyük ülkeler sıralamasında 18'inci sıradadır arkadaşlar, 18'inci sırada. Bugün kaçıncı sırada? 2019'da 19'uncu sırada, 2020'de IMF'ye göre 20'nci, Türkiye tahminlerine göre de 19'uncu sırada. Yani daha önceki durumumuza göre, evet, aldığınız 2002'ye göre bir miktar ilerleme kaydedildi ancak 90'lı yıllarda bundan çok daha iyi performans göstermiş bir Türkiye var. Ama daha vahimini söyleyeyim: 2021 yılı için Uluslararası Para Fonu tahminlerine göre Türkiye 21'inci sıraya düşecektir. Yani Türkiye'nin performansı giderek kötüleşiyor. Tabii, bu, toplam büyüklük açısındandı; kişi başı gelir açısından da baktığımızda durum çok daha vahim. O nasılmış? 93 yılında örneğin... Yani burada 90'ı da söyleyebilirim de uzatmamak için... 90'da 49'uncu sırada Türkiye kişi başı gelir açısından dünyada, 91 yılında 51'inci sırada, 93 yılında 50'nci sırada. AK PARTİ hükûmetleri döneminin ilk yıllarında da 60'ıncı sıralara kadar Türkiye -kötü olmakla birlikte- aldığı döneme göre bir iyileşme kaydediyor, onu da teslim etmemiz lazım. Ancak, son dönemde o kadar bozuluyor ki, 2019 yılında kişi başı gelir açısından Türkiye dünyada 75'inci sıradadır arkadaşlar. Yani 90'lı yıllarda 50'nci sırada olan Türkiye 75'inci sıradadır. Daha vahimi, 2021 yılında Uluslararası Para Fonu tahminine göre, 85'inci sıraya gerileyecektir. Türkiye bunları hak etmiyor arkadaşlar, Türkiye bunları hak etmiyor çünkü Türkiye kötü yönetiliyor. Niye kötü yönetiliyor? İşte, ben yine, Strateji ve Bütçe Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı rakamlarından söyleyeyim size: "Toplam Faktör Verimliliği" diye bir hesap var, hesabın detayına girmeyeceğim, herkes iktisatçı değil. Ama mesele şudur: Yani yatırımların ve istihdamın dışında büyümeyi etkileyen her türlü faktörün geldiği yer bu toplam faktör verimliliği dediğimiz meseledir. Burada hukuk sistemi vardır, burada demokrasi vardır, burada iş ortamı vardır, eğitim vardır, sağlık vardır, işgücü niteliği, her şey burada konularak yapılmış bir hesaptır bu, eski Devlet Planlama Teşkilatının yaptığı bir hesap, uluslararası, kredibıl bir hesaptır bu. Şimdi, bakıyorsunuz, 1998-2018 döneminde Türkiye, toplam faktör verimliliğinden büyümesine her yıl ortalama 0,7 katkı gelmiş. Yani diğer faktörlerden -örnek olsun diye söylüyorum- 4 büyüdüyse 0,7'de buradan gelmiş, ortalama büyümesi Türkiye'nin 4,7 olmuş, üzerine direkt ekleyeceğiz. Şimdi, AK PARTİ hükûmetleri dönemine bakıyorsunuz, 2002-2007 dönemi, toplam faktör verimliliğinden büyümeye gelen katkı 2,7 arkadaşlar, yıllık olarak. Çünkü hakikaten Türkiye'nin iyi yönetildiği yıllardı; 2,7 yıllık ortalama katkı geliyor. Sonraki 2010-2018 dönemine bakıyorsunuz -daha yenisi yayınlanmadığı için bu benim yapabileceğim bir hesap değil, bir modelden çıkan bir hesap- orada 0,6'ya düşmüş, Bakın, ivme kaybını görüyorsunuz. Ama daha vahimini söyleyeyim ben size: Hükûmetin kendisi 2020-2022 yılı için "Ben kötü yönetmeye devam edeceğim, ben bu ülkeye verimlilikten bir büyüme getirmeyeceğim." diye kendisi ilan ediyor. O dönem için, önümüzdeki üç yıl için toplam faktör verimliliğinden büyümeye gelecek katkıyı sadece 0,4 olarak tahmin eden bir Hükûmet var karşımızda.

Değerli arkadaşlar, şimdi, Türkiye 562 milyar dolar bir cari açık yarattı dedik, değil mi yani AK PARTİ hükûmetleri döneminde? Tabii, bu, ekonomide ciddi bir kırılganlık oluşturdu. Şimdi, buna başka kaynaklardan başka şekillerde bakacak olursak... Türkiye'nin uluslararası yatırım pozisyonuna bakıyoruz yani Türkiye'nin toplam döviz cinsinden varlıkları ve toplam döviz cinsinden yükümlülükleri... Şimdi, bu konunun üzerine bu kadar eğilmemiz şundan dolayı: Bu kadar çok üzerine varıyorum çünkü Türkiye ekonomisi çok kırılgan hâle geldi, Türkiye ciddi bir döviz sıkıntısı yaşayan bir ülke hâline geldi ve bu kırılganlık bizim dış politikada da elimizi bağlıyor, iç siyasette de elimizi bağlıyor ve ekonominin büyümemesinin de temel sorunlarından bir tanesi bu. Bu bir beka sorunudur, o yüzden bunun üzerinde duruyorum. Uluslararası yatırım pozisyonunda 2020 üçüncü çeyrek rakamları var elimizde; 368,5 milyar dolar net açık pozisyonu var Türkiye'nin. Yani döviz varlıklarından döviz yükümlülüklerini çıkardığımızda bir pozitif kalmıyor, eksi 368,5 milyar dolar... Bu, çok yüksek bir rakam ve bu, ciddi kırılganlık yaratıyor. Hani arkadaşlar bazen -şimdi yapamıyorlar da hoş- 2002'yle mukayese etmeye bayılıyorlar ya, bir 2002 rakamı verelim, bu sadece 85 milyar dolarmış. 85 milyar dolardan, nihayet 2002'yi konuşamaz hâle geldiniz, aslında çoktan konuşmamanız lazımdı ama ancak idrak ettiniz bazı şeyleri. Şimdi, 85 milyar dolar olarak aldığınız açık pozisyonu, 368,5 milyar dolara getirdiniz. Şimdi, daha da kötüsü, finansal kesim dışındaki kesimin yani bizim reel sektörümüzün, insanların dişinden tırnağından artırarak... İşte şu da OSTİM'deki sanayicilerin veya bir başka yerdeki, Siteler'deki esnafımızın veya işte daha üst, büyük boyuttaki firmalarımızın açık pozisyonu ne durumdadır diye baktığımızda, varlıkları -2020 Eylül ayı itibarıyla söylüyorum- 130 milyar dolar, yükümlülükleri 293 milyar dolar, döviz yükümlülüğü arkadaşlar ve net pozisyonu 162 milyar dolar. Siz, şimdi, hesap edin, dolardaki her 1 kuruş artmanın bu kesim üzerine getirdiği mali yükü hesap edelim. Hadi onun da ötesinde -mali yük de icabında kaldırılır- likidite sıkıntısına düşmeleri durumunda bu firmalar veya zarar etmeleri durumunda bu firmalar el değiştirmek durumunda kalacaktır arkadaşlar, zaten el değiştiriyor, her gün bir haberle karşılaşıyoruz, daha doğrusu bunun haber yapılması da yasak. Ama konuştuğunuzda sanayicilerle, orta ölçekli firmalar sürekli yabancılaşıyor yani kelepir fiyatına Türkiye'nin varlıkları yabancılara peşkeş çekiliyor bir anlamda. Dolayısıyla, firmalar açısından çok ciddi bir sıkıntıdır. Firmalarımızın ISO'nun tanımlamasına göre... Çok önemli bir husus ama vaktim olmadığı için üzerinde durmayacağım ama sadece bir not olarak düşelim: Firmalarımız bir orta ölçek tuzağına yakalanmış durumdadır. Ölçek ile verimlilik ilişkisinin de çok fazla olduğunu ben burada daha önce konuştuğumu hatırlıyorum yani ölçek düşük oldukça verimliliğin düşük olduğunu biz görüyoruz. Firmaları büyütmemiz gerekirken bugün firmalar ayakta durmakta zorlanıyor ve yabancıların eline geçiyor.

Şimdi, "Türkiye'nin vadesi bir yılın altında olan yükümlülükleri ne kadardır?" diye baktığımızda, 182,5 milyar dolar olduğunu görüyoruz. Yani Türkiye, önümüzdeki bir yıl içerisinde 182,5 milyar dolar dış finansmanı bulmak durumunda. Rezervlerimizin eksi olduğunu az önce İsmail Bey söyledi, ben birazdan o detayı da vereceğim, ona göre siz kalanını düşünün. Tabii, bütün bunlar olunca ne oluyor? Bir zamanlar "yatırım yapılır" seviyesinde 3 reyting kuruluşundan da not alan, yatırım yapılabilir ülke olan Türkiye -AK PARTİ hükûmetleri döneminde olmuştur, müteşekkiriz- bugün baktığımızda bu kötü yönetimin bir sonucu olarak Moodys'e göre yatırım yapılabilir seviyenin 5 kademe altındadır, Fitch'in 3 kademe altındadır, S&P'nde 4 kademe alttadır yani bunları "çöp not" diye tarif ediyorlar. Ben burada 2018 bütçesinde çok detaylı konuştuğumu hatırlıyorum, ekonomik güvenlik konusunda o zaman biz bu ikazları yapmıştık, bugün maalesef aynı şeylerle karşılaşıyoruz. Ekonomik güvenlik konusu Türkiye açısından önemlidir, Türkiye'nin bekası açısından önemlidir. Türkiye'nin kırılganlığını azaltmak durumundayız, Türkiye'yi üretir Türkiye hâline getirmek durumundayız. Üretim yapmadıktan sonra bu sorunların hiçbiri, onu oraya al, bunu buraya ver, birazdan kamu bankalarını anlatacağım, bu şeylerle bu şekilde bu sorunların hiçbiri aşılamaz. Ekonomik güvenlik konusunda eğer bizden bir destek istenirse biz destek vermeye her zaman hazırız ama ekonomik güvenlik konusu son derece önemli bir konudur.

Şimdi, tabii, eleştiri yapıyoruz, öneriler de yapıyoruz. Bizim sizden bir umudumuz kalmadı Sayın Oktay, sizden ve Hükûmetinizden yani siz artık Türkiye'nin hiçbir sorununu çözemeyeceksiniz çünkü bir siyasi irade yok ortada, güveni kaybettiniz güveni. Güven, bir daha gidince geri gelmiyor. Kurumları yıprattınız, bakanlıklarla sürekli oynadınız. Kökü olan her şeye karşısınız siz bu ülkede, okul isimlerinden kurumlarına kadar her şeye karşısınız. Böyle bir şey olabilir mi? (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Her şeyin ismini değiştirdiniz, yeniden yeniden yapılandırdınız. Adı "yapılandırma" bozuyorsunuz, bir daha yapıyorsunuz. Ya, kurumlar lego değil, çocukların oyuncağı değil. Yani şu ülkede Devlet Planlama Teşkilatını kaldırdınız, Maliye Teftiş Kurulunu kaldırdınız, Hesap Uzmanları Kurulunu kaldırdınız. Kökü olan her şeye karşısınız. Bu nasıl bir anlayıştır, bunu anlamak mümkün değil. Tabii, bu da neyi getiriyor? En sonunda kurumları olmayan, kurumlarının itibarı kalmamış, Merkez Bankası bağımsızlığını yitirmiş, BDDK'nin eli kolu bağlanmış, EPDK'nin eli kolu bağlanmış, Bilgi İletişim Kurumunun eli kolu bağlanmış bir Türkiye'yle karşı karşıyayız. Getirdik, her işi de tek bir adama bağladık, ondan sonra Türkiye'nin meseleleri çözülsün diye bekliyoruz.

Plan ve Bütçe Komisyonunda söyledim; bu ülkenin iki buçuk yıldır yeni sisteme göre bir protokol listesi yok arkadaşlar. Gerek de yok belki; tabii, bir kişinin yeri belli, kalanın hiçbir önemi yok, belki ondan dolayı. Dışişleri Bakanlığına sorduk biz "Bu protokol listesi nedir?" diye. Dediler ki: "Sayın Cumhurbaşkanının önünde imzada bekliyor." Türkiye'nin protokol listesi... Kalanını siz düşünün.

Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetimini yapamadığını biliyoruz. Şurada yani bir saatle şu konuşmaların sınırlandırılması bile... Ben buraya bürokrat olarak çok geldim. Yani Erbakanlar, Demireller iki saat konuşurdu. Bir saatlik bir sınırlandırma bile Türkiye Büyük Millet Meclisinin denetim yetkisini yapamadığını gösteriyor.

Şimdi, yeni sistemde dedik ki biz: Cumhurbaşkanı kararnamelerinde bir yanlışlık olursa Meclis çıkaracağı bir kanunla bu kararnameyi düzeltecek. İki buçuk yıl geçti, Cumhurbaşkanı kararnamesini düzelten bir tane kanun çıktı mı burada? Bu sistemin çalıştığını söyleyebilir miyiz? Hiç mi hata yapmadılar? Sürekli hata yapıyorlar. Yani çıkan kararnamelerin üçte 1'i orijinal kararname, üçte 2'si o kararnameleri düzelten bir kararname ama bu Meclis o kararnameleri düzeltme iradesini gösterememiş bir Meclistir.

Atamalarda zaten liyakate önem vermediniz. Kurumlar arası itibarı yok ettiniz.

Şimdi, partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin bir karnesine bakmamız gerekiyor -tabii, vaktim de çok azaldı- ancak karneye bakmaya da gerek yok. Yani iki buçuk yıl içerisinde Türkiye büyümemiş, yüzde 0,5 küçülmüş. TÜFE'ler yüzde 25'e varmış bu dönemde, ÜFE yüzde 46'ya varmış. Yüzde 46 enflasyonu siz bu dönemde bize yaşattınız. Şimdi, 2020 sonu itibarıyla zaten yüzde 14 olduğunu biliyoruz, ÜFE'yse yüzde 23. Yani enflasyon çok kötü. Kuru 4,55'le bu sistem almış, şu anda 7,80'e gelmiş, yüzde 71 Türk parası değer kaybetmiş. Bu sistemin başladığı Ocak-Temmuz 2018 döneminde Türkiye vergi gelirlerinin yüzde 10'unu sadece faize verirken şu anda yüzde 20'sini veriyor, rasyo olarak 2 katına çıkmış. Merkezi yönetimin borç stoku 2'ye katlamış, rakamları vermiyorum. Yanlış borçlanma stratejisi yüzünden son iki yılda arkadaşlar -bakın burası çok önemli, Çokomelli burası- Türkiye 135 milyar TL'lik maliyete katlandı, döviz ve altına dayalı borçlanmadan. Hani esnafa gelince "Para yok." deniliyor ya. Yani, toplam, pandemi sürecinde harcadığımız 8 milyar liranın 17 katını sadece borçlanma stratejisindeki yanlışlıktan dolayı bir avuç faiz lobisine vermiş bir iktidarla karşı karşıyayız. Artık, yıllık faiz ödememiz, dış faiz ödemelerimiz 15 milyar dolara gelmiş, istihdam son iki yılda 1,8 milyon kişi azalmış -istihdam azalmış, bakın, işsizlik artmış falan demiyorum, istihdam azalmış- geniş tanımlı işsiz sayısıysa son iki yılda 3,2 milyon kişi artmış. Dış borç stoku, millî gelire oran olarak baktığımız zaman bile son iki yılda 5 puan yükselmiş. Türkiye Cumhuriyeti'nin rezervleri eksi 42 milyar dolara düşmüş, 72 milyar dolarlık rezerv kaybı var bu dönemde. Eğer buna uluslararası rezervler açısından bakarsak 125 milyar dolar. Tabii, burada, bu soruyu herkes soruyor, bir kez de ben soruyorum: Bu ucuz dolarları kime verdik? Bu ucuz dolarları kime sattık? Bir hesaba göre "Ortalama 6,20'den satıldı." deniliyor. Eğer 125 milyar dolar üzerinden hesap edersek 200 milyar TL'yi bu Hükûmet, bu beceriksiz Merkez Bankası ve beceriksiz bakanlar kimin cebine koydu, gelip burada, bunun hesabını versinler. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)

Türkiye'nin borç yükü de artıyor bu dönemde arkadaşlar. 30 Eylül 2017'de yüzde 141'ken -ülkenin tamamının borçluluğundan bahsediyorum bu sefer- 30 Eylül 2020'de millî gelirin yüzde 168'ine gelmiş bir... Dış borcu zaten söylemeye gerek yok, Türkiye'nin toplam borcu artıyor. 2002-2020 döneminde Türkiye'nin toplam borcu 19 kat artmış.

Şimdi, Hakan Kara, Merkez Bankasının eski başekonomisti, şöyle diyor: "Merkez Bankası faizinin kısıtlanması son on senede ülkeye bütün jeopolitik ve küresel risklerden daha fazla zarar vermiştir." Kurumları çalıştırmazsanız böyle olur. Yüzde 15 faiz oranımızın dünyada ilk sıralarda yer aldığını söylemeye gerek yok. Polonya, gelişmekte olan bir ülke, 0,1 faizi varken bizde yüzde 15. Hindistan'da, Afrika'da faiz oranları benzer şekilde, buraları atlayacağım.

Şimdi, pandemiyle mücadele kısmını kısaca söylemek istiyorum. Pandemiyle mücadele, son derece başarısız olmuştur Türkiye açısından. İrrasyonel kararlarla başlanmıştır; uçak biletlerinde KDV indirildi, konut kredileri verildi yani meseleyi okuyamayan bir Hükûmetle karşı karşıya olduk. Gelir kaybına uğrayan vatandaşlara bu dönemde hiçbir şekilde yardım yapılmadı arkadaşlar. Kısa çalışma ödeneği, evet, onlar yapıldı; onlar zaten işsizin parası, İşsizlik Sigortası Fonu'ndan yapıldı. Bütçeden yapılan yardım sadece 8 milyar TL'dir. Biz bunlarla ilgili esnaf için önerge verdik. "Hiç olmazsa altı ay boyunca 2 bin lira verelim esnafımıza" diye o önerge reddoldu. Esnafa buradan ben bu Hükûmeti şikâyet ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Bir kuruş para koyulmadı esnaf için bu bütçeye. Yani 100 milyarlarca lira para kamu özel iş birliği için müteahhitlere konulurken bir kuruş esnafa para konulmadı, bir kuruş EYT'liye para konulmadı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun Sayın Usta.

ERHAN USTA (Devamla) - Çiftçinin parası dâhil doğrudan ödemeleri... Çiftçiye geçen yılın altında bir para verdi.

Kamu bankaları konusunu artık ileriye bırakacağım ancak tarım konusuna da burada gelmek istiyorum. Çiftçi perişan durumdadır. Bakın, AK PARTİ hükûmetleri döneminde tarımsal hasıla 8,6 katına çıkıyor, güzel ama çiftçi borcu 51 katına çıkıyor. Çiftçilerin borcunun hasılaya oranı da yüzde 47'ye çıkıyor. Yani çiftçi ürettiğinin tamamını borcuna yatırırsa ancak borcunu ödeyebilecek bir duruma gelmiş. Ekim alanları yüzde 13 azalmış son on beş yılda. Şimdi Sayın Erdoğan "Pandemiyle mücadelede tarımın önemini anladık." diyor. Bunlar öyle lafla olmuyor, kusura bakmasınlar. Bütçeye para koyarsan ben bunun önemini anladığını bilirim. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) 22 milyar lirayı yüzde 14 enflasyona rağmen sabit tutarsanız siz bu bütçede çiftçiye hiçbir şey vermiyorsunuz anlamına gelir. Şimdi bakıyorsunuz çiftçi...

SALİH CORA (Trabzon) - O zamanların rekor desteğini biz sağladık.

ERHAN USTA (Devamla) - Ben bundan çok hoşlanırım da şimdi benim vaktim yok Sayın Cora, daha sonra bir ara sizinle bunu hallederiz. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

2002 yılında 91 ton buğdayla 1 traktör alan bir çiftçi, şu anda, 2019 yılı için söylüyorum...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

ERHAN USTA (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

...2019 yılında 116 ton buğdayla ancak 1 traktör alabiliyor, 91 tondan 116 tona çıkmış. 1 ton buğdayla 220 litre mazot alan çiftçi 2002 yılında, 2019 yılında 1 ton buğdayla sadece 188 litre mazot alabiliyor. Yine, 1 ton buğdayla yaklaşık 1 ton gübre alan çiftçi, 2019 yılında ancak 1,5 ton buğday satarsa gübre alabiliyor. Ondan sonra diyorsunuz ki "Biz tarımın önemini anladık." Bu şekilde tarımın önemini anlamak olmaz.

Değerli arkadaşlar, bütçe, kamu maliyesi son derece bozuluyor, bunları artık Hazine ve Maliye Bakanlığı bütçesinde konuşacağız ama bu kamu bankaları meselesi çok önemli, orada ben detaylı bir analiz yapacağım. Bu Varlık Fonunu mutlaka tasfiye etmeniz lazım, kamu-özel iş birliği projelerine bir çözüm bulmak gerekiyor, kamu ihalelerinde şeffaf olmanız lazım.

Hukukun üstünlüğünün olmadığı, şeffaf ve hesap veren bir yönetim anlayışının olmadığı, etkin bir denetim mekanizmasının olmadığı bir ülkede sürdürülebilir kalkınmadan bahsetmek mümkün değildir ama milletimiz müsterih olsun, aklı ve vicdanı kullanarak biz bu sorunların hepsini çözeriz. Doğruyu bulmak feraset işidir, o yolda yürümek cesaret işidir, o cesaret de İYİ PARTİ Grubunda vardır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)

Ben, bütçenin her şeye rağmen hayırlı ve uğurlu olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum, Genel Kurulu ve vatandaşlarımızı saygıyla selamlıyorum.

Çok teşekkür ederim. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)