GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 1'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:25
Tarih:08.12.2020

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlar, yürütmenin çok saygın temsilcileri; hepinizi konuşmamın başında en kalbî duygularımla, saygıyla sevgiyle selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, konuyla ilgili olması hasebiyle bir iki şeye işaret edip daha sonra ilgili kurumlarla ilgili gerçek konuşmamı ifade etmeye çalışacağım.

Malumunuz, şahsım adına ifade etmem gerekirse, beş yıllık bir milletvekilliği tecrübem süresince maalesef, otuz yıllık akademik bilgi ve birikimimi altüst eden, "millet" "devlet" "kültür" "dil" gibi sosyolojik kavramların katledildiğine tanıklık ettik. Çünkü gerçekten sosyolojik kavramların gelişim sürecine, tekamül sürecine baktığınızda, hep ileriye dönük, aynen bir canlı organizma gibi doğup, büyüyüp, gelişip olgunlaşması gibi, kavramların da böyle bir süreçten geçtiğini biliyoruz. Yani bunu spesifik örneklerle açıklamak gerekirse "millet" kavramı böyledir. En küçük sosyolojik birliktelik aileyle başlar; bu aile sülaleye dönüşür, aşirete dönüşür, klana dönüşür, daha sonra etnik gruplara dönüşür ve en nihayetinde doruk noktası, zirve dediğimiz millet olma olgusuna erişir. Bunu kültür için de söyleyebiliriz. Kültür yerelle başlar, yerel kültürel değerler kendi içerisinde varlık bulur, gelişir ve diğerleriyle etkileşime geçer, ulusal kültürü oluşturan çok önemli bir unsur olur, daha sonra, oluşan bu "millî kültür" dediğimiz varlık, sosyolojik varlık, evrensele taşınınca artık medeniyetin çok önemli bir parçası olmaya başlar. Peki, burada dil nerededir? Dil de bunları eklemleyen, bunların ikamesini sağlayan çok önemli çimentodur.

Şimdi, niye bunları söyledik? Burada 2 türlü tavır söz konusu. Bir, bu sosyolojik tekâmül sürecini geriye doğru işletmeye çalıştıran bir yaklaşım söz konusu, bir de tam tersine, bu tekâmül sürecini artık olgunluğa erişmiş, zirve noktasında bulunan yani milletleşme, devletleşme, ulusal kültürleşme sürecini artık bundan sonra daha ileriye taşıma, uluslararasına taşıma sürecine sahip çıkan bir düşünce söz konusu. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak açık ve net söylüyoruz, biz 2'ncinin yanındayız yani "Birlikte rahmet, ayrılıkta azap var." diyen bir sosyolojik yaklaşımın taraftarıyız. Ama bunun aksini iddia etmek, Allah korusun, ormanın bütünlüğünü görmeyip, ormanın kardeşliğini görmeyip, birlikteliğini, direncini, mukavemetini dikkate almayıp, sadece bir ağaca takılıp bir ağacın özgürlüğü üzerinden yok olmaya doğru yelken açmak bizim kabullenebileceğimiz bir şey değil. Ya da aile içerisinde, ailenin herhangi bir bireyi üzerinden aile olmayı iddia etmek gibi sosyolojik düşünceye aykırı bir davranıştır; yani bölücüdür, ayrıştırıcıdır, ötekileştiricidir kısaca ifade etmek gerekirse.

Saygıdeğer milletvekilleri, bunları niye söyledim? Bir milletin ve onun kurumsal yapısı devletin ilanihaye hayatiyetini sürdürebilmesi için içeride ve dışarıda yeknesak bir siyasi söyleme ve duruşa sahip olması gerekir. Bu da kısaca, içeride ve dışarıda, efendim, dünden bugüne, yarına, yaşayıp yaşatarak kuşaktan kuşağa aktardığımız siyasi, edebî, tarihî, hukuki, örfi tüm değerler manzumesine katkı sağlayıcı nitelikte tanıtımın yapılmasını öngörmektir. Bu değerler manzumesi içerisinde, özellikle Türk milletinin birlik ve bekasının güçlenmesini ve ebet müddet bir yapıya bürünmesini sağlayan önemli unsurların başında dil birliği yani ortak dil bilinci ve tarih şuuru gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, bizi biz yapan vazgeçilmez kültürel değerlerimizin en önemlisi, ses bayrağımız dediğimiz güzel Türkçemiz ve maziden atiye başı dik ve saygın bir biçimde ulaşmamızı sağlayan o şanlı, şerefli tarihimiz ve o tarihimizi yazan kahraman ecdadımızdır.

İşte bu millî duygu ve dünya görüşüyle hareket eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu kültürel değerlerin farkında olarak akamete uğramış millet olma potansiyelini harekete geçirerek Millî Mücadele'yi başlatmış ve genç cumhuriyeti kurmayı başarmıştır. Dahası, bu kültürel değerlerin muhafaza ve müdafaası ile aynı zamanda uluslararası boyuta taşınması konusunda büyük bir hassasiyet ve öngörüde bulunarak Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumunu kurmuştur. 2 ayrı kurum olarak varlık bulan yapı, daha sonra bünyesine Atatürk Kültür Merkezi ve Atatürk Araştırma Merkezini de alarak bugün Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumuna dönüşmüştür. Bugün bünyesindeki, kültürümüzün ana aksını oluşturan ve hayat tarzımızı biçimlendiren dil ve tarihle birlikte onların ürettiği değerlerimizi koruyup taşıyan kurulların görev ve sorumluluklarına bakıldığında ortak nokta, dilimizin, örfümüzün, tarih, sanat ve edebiyatımızın anlaşılıp anlatılması, aynı zamanda uluslararası boyutta hak ettiği yere ulaşmasını sağlamak öngörülmektedir. Türk milletinin en kalıcı hazine ve sermayesi olan kültürel değerlerin yaşanıp yaşatılması, aynı zamanda "tek millet, çok devlet" sürecine girilen siyasi bir gerçeğin de Türk dünyası ve akraba toplulukları başta olmak üzere dünyanın her tarafına taşınması gereken bir misyonun varlığından da söz etmekteyiz.

Evet, bütün bunları deruhte ederken hassasiyetle üzerinde duracağımız çok önemli sorumluluklarımız bulunmaktadır. Bunu, biraz önce ifade ettiğimiz Bakanlığımıza bağlı kurumlar hâlihazırda misyon ve vizyonları çerçevesinde yapmaya gayret ediyorlar. Ama bu yeterli mi? Yetmez. Bunlara ek, ilaveten, gerçekten, diğer kurumlarla büyük bir iş birliği olması da gerekmektedir. Bunlar nedir? Maarif Vakfıdır, Yunus Emre Vakfıdır, YTB'dir ve diğer benzeri yapılardır. O zaman tabii ki, bir taraftan elbette ki birlik bütünlük içerisinde, millet olma şuuruyla, kültürümüzün ortak değerimiz olduğunu ve kendi içerisindeki birtakım zenginliklerin çatıştırılmasına müsaade etmeden, tam tersine, her birinin kendi içerisinde de bir değer olduğunu ifade ederek bunu uluslararası boyuta taşımak diğer kurumların da asli görevleri arasındadır diye düşünüyoruz. Bunu niye söylüyoruz? Güçlü devletlere baktığımızda, çok kıymetli milletvekili arkadaşlar, inanın, onların hayatiyetini sürdürmesi sadece ekonomik ya da savunma mekanizmalarına bağlı değildir. Bugün, eğer somutlaştırmak gerekirse, eğer bir Çin, Rusya ve İngiltere gibi bir devlet ve millet olma geleneğinin önemli temsilcilerinden bahsedersek, bunları ayakta tutan, sahip oldukları uzun menzilli balistik füzeleri değil ya da ekonomik güçleri değil, geçmişten, atiden maziye dönük o kültürel değerlerini, bir millet olma, bir bütünlük içerisinde yaşayıp, yaşatıp aktarmasından geçmektedir. İşte, biz de çok şükür, zor bir coğrafyada, zor jeopolitik önceliklere rağmen; üzerimizdeki her türlü fitne fesat, iç ve dış mihrakların, bedhahların plan ve projelerine rağmen bu coğrafyada hâlâ binlerce yıllık varlıktan söz ediyorsak bunun da nedeni bizim de olmazsa olmazımız o güçlü kültürel dokusal yapımızdır. Bundan vazgeçemeyiz, hiçbir şeye feda edemeyiz. Hiçbir şeyi ayrıştıramayız, daha doğrusu -metaforu biraz da öyle, kültürel, spesifik bir alana çekerek söylüyorum- biz İspir'in kuru fasulyesi ile -biraz mutfak kültürüne dalarak söyleyeyim- Karadeniz'in kara lahanasını tartıştıramayız, çatıştıramayız; biz Gaziantep'in baklavası ile efendim, kadayıf dolmasını çatıştıramayız. Biz Adana'nın kebabı, Urfa'nın kebabı ile efendim, Tekirdağ'ın köftesini her zaman bir birlik bütünlük içerisinde mutfağımızın, kültürel dokumuzun çok önemli bir zenginliği olarak görür, öyle bakarız; insanı da yaratılanların en şereflisi olarak sever, öyle saygı duyarız. İşte Milliyetçi Hareket Partili olmanın gerçekten anlamı da önemi de budur.

Ben yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)