| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 2'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 26 |
| Tarih: | 09.12.2020 |
MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 2019 Yılı Kesin Hesap ve 2021 yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle başta cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere şehitlerimizi, ebediyete intikal eden gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyor; hâlen yurt içinde ve yurt dışında görevli kahraman asker ve polisimizi, güvenlik korucularımızı, hayatta olan tüm gazilerimizi, vazife malullerini ve Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Konuşmamın önünde Paris'te meydana gelen Paris Saint-Germain ile Başakşehir Futbol Kulübümüz arasındaki maç esnasında Başakşehir teknik ekibindeki Pierre Webo'ya yapılan ahlaksız, ırkçı sataşmayı kınadığımızın altını özellikle çiziyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; geniş bir coğrafyada güvenlik kaygısı yıllardır sürmekte ve nesiller boyu devam edeceği tahmin edilmektedir. Küresel anlamda güvenliğin teminatı olması gereken Birleşmiş Milletler, NATO ve AGİT gibi kuruluşlar, bölgesel ve küresel barışın sağlanması ve anlaşmazlıkların çözümünde sınıfta kalmışlar, kendilerine olan güveni büyük ölçüde yitirdikleri için tartışılır hâle gelmişlerdir. Uluslararası kuruluşların hemen tamamının küresel oyun kurucu devletlerin uydusu, onların oyunlarının destekçisi ve pisliklerinin örtücüsü görevi gördüğü düşüncesi yaygın hâl almıştır. Küresel boyutta yürütülen hâkimiyet çabalarının sebep olduğu güvenlik krizi ülkemizi doğrudan etkilemekte, ülkemiz kimi zaman hedef ülke durumuna gelmektedir.
İnsanlığa refah ve güvenlik sağlaması gereken insan aklı, günümüzde belli güç odaklarınca insanlığı yok etmek üzere kullanılır hâle gelmiştir. Tek kutupluluğa geçişten itibaren küresel belirleyici aktör durumunda olan Amerika Birleşik Devletleri ve AB ülkeleri ile bunların himayelerindeki Yunanistan, Ermenistan, İsrail gibi şımarık uydu devletler, fütursuzlukta sınır tanımamakta, ülkeler arasında ikili anlaşmazlıkların yanında, bölgesel anlaşmazlıkları da tahrik etmektedirler. ABD ve bazı AB ülkeleri, İslam coğrafyasını yeniden paylaşma yarışına girmiş bulunmaktadır. Buna karşılık, Rusya'nın Kafkasya ve Karadeniz ile Baltık ülkeleri üzerinde ve Ön Asya'da yeniden söz sahibi olma gayretleri, Çin'in ise Orta Doğu ve Afrika'da etki alanı oluşturma girişimlerinden sonuç almaya başladıkları görülmektedir. Özellikle Rusya'nın Suriye ve Libya'da etkili olması, İran'la olan yakın ilişkileri, ABD'nin NATO'yu kullanarak Bulgaristan ve Romanya'dan sonra Ukrayna ve Gürcistan'la sağladığı yakınlaşma yanında, Çin'in İran'la gerçekleştirdiği stratejik anlaşma, orta ve uzun vadede bölgede bazı anlaşmazlıklara kuluçka görevi yapacak özellikler taşımaktadır.
Tüm bu olanlar, Türkiye'nin etrafında ve doğrudan ilgi ve menfaat alanı olması gereken coğrafyada meydana gelmektedir. Bunlar olurken Türkiye ise PKK/KCK gibi sözde etnik motifli, FETÖ gibi istismarcı-istihbaratçı, DAEŞ ve El Kaide gibi İslami motifli, DHKP-C gibi sözde sol ideolojideki örgütlerle meşgul edilmektedir. Yüksek heyetinizin dikkatini Türkiye Cumhuriyeti devletinin uğraşmak zorunda kaldığı terör örgütlerinin renkliliğine çekmek istiyorum. Dünya genelinde hâlihazırda Filistin-İsrail-İran, Libya, Irak, Suriye, Afganistan, İran, Keşmir, Yemen, Azerbaycan-Ermenistan, Güney Amerika-ABD, ABD-Kuzey Kore, ABD-Çin, Kongo, Ukrayna-Rusya, Etiyopya olmak üzere 15 mevcut ve muhtemel çatışma ve potansiyel risk alanı bulunmaktadır. Bunların yarısı, ya komşumuz ya da tarihî ve kültürel ilgi alanımız olan ülkelerdir, bölgelerdir dolayısıyla Türkiye'nin bu bölge ve ülkelerle olan gelişmelerden kendini soyutlaması mümkün değildir.
Türkiye'nin çevresindeki gelişmelere yönelik ilgisi ve müdahil olma girişimleri, bölgemiz üzerinde hesabı olanları rahatsız etmektedir. Nitekim Doğu Akdeniz'deki paylaşmaya seyirci kalmaması, Adalar Denizi'ndeki gelişmelere müdahalesi, Libya'da uluslararası kabul görmüş olan Libya Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle olan ilişkileri ve Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinden rahatsız olan çevrelerin Türkiye'ye karşı takındıkları tavır ortadadır. Akdeniz'de "tatbikat" adı altında deniz haydutluğu yapılmaktadır.
Son iki ay içerisinde Türkiye'den kalkan ya da Türkiye'yle ilişkisi olan 3 gemiye müdahalede bulunulmuştur. Bu olayların öncesinde ve sonrasındaki sanal âlemdeki yayınlardan, ihbar mektuplarından, "MİT tırları" olarak bilinen FETÖ operasyonundaki benzer bir kumpasın hedeflendiği görülmektedir.
Küresel askerî harcamaları, azaltım söylemlerine rağmen sürekli artarak 2020 yılı sonunda 2,3 trilyon dolar civarına yaklaşmıştır. Toplam askerî harcamaların yaklaşık üçte 1'ini ABD yapmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nin 2021 yılı savunma bütçesi 760 milyar doların üzerindedir. Bunun 72 milyar doları muhtemel deniz aşırı dış operasyonlar, 23,1 milyar doları Enerji Bakanlığı bünyesindeki kuruluşlar, 8,5 milyar dolarıysa PKK gibi bölgesel taşeron terör örgütlerini yemlemek içindir. Nitekim ABD, 2021 yılı için bu örgüte 500 milyon dolar civarında bir bütçe ayırmıştır.
Rusya'nın savunma bütçesi, her ne kadar bazı resmî kaynaklarda 70 milyar dolardan bahsedilse bile 245 milyar dolar, Çin'in savunma bütçesi 320 milyar dolar, Hindistan'ın 90 milyar dolar, İran'ın 20 milyar dolar, sınırları Rusya tarafından korunan Ermenistan'ın 4,3 milyar dolar, İsrail'in 24 milyar dolar, yaptığı tüm askerî harcamaların yüzde 80'ini Türkiye'ye yönelik düşmanca faaliyetler için ayıran Yunanistan'ın 18 milyar dolardır. Türkiye'nin millî güvenlik ve savunma programı kapsamında ayırmış olduğu ödenek 95,132 milyar liradır. Yani bugünkü kur üzerinden 12,18 milyar dolara karşılık gelmektedir. Yine Millî Savunma Bakanlığına doğrudan verilen 61,5 milyar Türk lirası ise 7,87 milyar dolara tekabül etmektedir. Bunu niye veriyorum? Çevremizdeki ülkelerin ve özellikle bölgemiz ve ülkemiz üzerinde hesap yürüten ülkelerin savunma bütçeleri ile bizim bütçemizi mukayese etmeniz açısından veriyorum. (MHP sıralarından alkışlar)
Özellikle buradan, bu kürsüden günlerdir dinlediğimiz "Güvenlik politikalarını Türkiye terk etsin." söylemlerinin arkasında yatan gerçek maksadın ne olduğunu, neye hizmet maksadıyla söylendiğine dikkat çekmek üzere söylüyorum. Çevremizdeki komşularımızın tamamından cesameti, ebadı, varlığı itibarıyla en düşük savunma bütçesi bizim bütçemizdir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Ön Asya, başka bir ifadeyle Orta Doğu, 20'nci yüzyılın ilk yıllarından bu yana iç karışıklıkların, gerginliklerin ve hatta bölgesel çatışmaların sonlandırılamadığı bir bölgedir, Kafkaslar da aynı şekildedir. Dolayısıyla bu bölgelerdeki ülkelerin savunma harcamaları sürekli artmaktadır. Londra merkezli bir araştırma merkezinin paylaştığı bilgiye göre, dünyanın en yüksek askerî harcama yapan 15 ülkesinden 9'u Ön Asya ülkesidir. Suudi Arabistan kamu bütçesinin yüzde 30'unu, Umman yüzde 20'sini askerî alanda harcarken, Irak, İran hatta İsrail'in rakamları da bunlardan geri değildir. İsrail, dünyanın en yüksek savunma harcamasını yapan 15'inci ülkesidir. Ön Asya ülkeleri askerî ihtiyaçlarının yüzde 53'ünü ABD'den, yüzde 12'sini Fransa'dan, yüzde 11'ini Rusya'dan aldıkları silah, araç gereç ve mühimmatla karşılamaktadırlar. Küresel anlamda en büyük 10 askerî firmanın 6'sı ABD, 1'i İngiliz, 3'ü Çin firmasıdır.
Kriz bölgeleri ve krizi bizzat yaşayan ülkeler, kriz senaryosunu yazan ülkelerin sadık müşterileri durumuna gelmiştir. Bu durum, NATO ülkesi olmayan bölge ülkeleriyle de sınırlı değildir. "2016'dan 2020'ye kadar NATO üyeleri, savunma bütçelerini 130 milyar dolara artırmak zorunda kalmışlardır." Bunu, görevi bırakmak üzere olan ABD'nin Savunma Bakanı Mark Esper diyor. Bu bölgede silah satmak için kan akıtılmaktadır. Buna son örnek Türkiye-Yunanistan arasında yaşanan gerginliğin Fransa tarafından fırsata dönüştürülmesi ve Yunanistan'a 18 savaş uçağıyla önemli sayıda deniz aracının satılması olayında görülmüştür. Watson Enstitüsü ve Brown Üniversitesi araştırmalarına göre, ABD, 11 Eylül 2001 tarihinden bu yana hemen hemen tamamı İslam coğrafyasında kullanılan savaş ve çatışmalara 6,4 trilyon lira harcamıştır. Bunu, 2020 yılı bütçemizde hesaplanan, tahmin edilen gelirlerin 973 milyar 129 milyon olduğu gerçeğinden hareketle mukayese ederseniz, bu coğrafyaya yatırılan paranın büyüklüğünü görmüş olursunuz. ABD harcaması içerisinde Suriye ve Irak'taki PKK uzantılarına verdiği silah, mühimmat ve araç gereç de bulunmaktadır. PKK ve türevleri, terörist özel şirket hâlini almış ve sipariş üzerine, emperyalistlerin bölgedeki paralı savaş köpekliğini üstlenmiş bulunmaktadırlar.
11 Eylül 2001'den sonra İslam coğrafyasında yaşanan iç çatışma ve dış müdahaleler sonucu, bazı kaynaklara göre 8 bin, bazı kaynaklara göreyse 800 bin, bazı kaynaklara göreyse 1 milyon 300 bin kişi hayatını kaybetmiştir. 9 milyon civarında insan yurdundan, yuvasından edilmiştir. Ülkelerin şehirleri, altyapıları, sanayileri, ekonomileri, eğitim ve sağlık kuruluşları yerle bir edilmiş, insanların ve ülkelerin arasına on yıllarca düzeltilmeyecek nifak sokulmuştur. Bunlar yapılırken hep, barış, kardeşlik, demokrasi, insan hakları gibi reddi zor birtakım kavramlar kullanılmıştır. Ne yazık ki bu kavramların muhatabı olan ülkelerdeki mahallî yazar çizer ya da topluma akıl satanların da onlara ortalık ettiği, araçlık ettiğini görmekteyiz. Bu yolla, yapılan bütün katliamlar, dökülen kanlar, harap edilen ülkelerin yaşadığı gerçekler örtbas edilmiş bulunmaktadır.
Hâlihazırda, ülkemizi rahatsız eden ya da edebilecek seviyedeki potansiyel birkaç konuya da değinmek istiyorum. ABD'nin PKK/YPG'ye verdiği destek; terör örgütlerinin korumasında yapılan petrol ticareti; Doğu Akdeniz'de yaşanan gerilim ve Türkiye Cumhuriyeti'nin bu bölgedeki hak ve menfaatlerinin gasbedilmesine yönelik tecavüzler; Doğu Akdeniz'le hiçbir bağı olmamasına rağmen, ABD, Fransa ve Yunanistan'ın bölgede etkili olma gayretleri; Yunanistan'ın, Adalar Denizi üzerindeki hak iddiaları, adaları silahlandırması, kıta sahanlığı, FIR hattı gibi konulardaki haksız, hukuksuz hatta, hadsiz davranışları; Fransa'nın, Adalar Denizi, Libya ve Ermenistan-Azerbaycan anlaşmasındaki rol kapma çabaları; Fransa'nın Yukarı Karabağ'ın hukuki statüsüne aykırı olarak aldığı tanıma kararı, ABD'nin FETÖ konusundaki takındığı tavır, Türkiye'nin güvenliği için elzem olup satın almak zorunda kaldığı S-400'lerin durumu, proje ortağı olduğumuz F-35 uçaklarının verilmemesi, ABD'nin ekonomik yaptırım tehditleri, Türk ekonomisine ve bankacılık sistemine yönelik yaptığı uygulamalar ve düşmanca bir uygulamayla CAATSA yaptırım yasasını Türkiye'ye uygulamak istemesi, İran'ın -bu hususa dikkatlerinizi çekmek istiyorum- nükleer silaha kavuşmasının bölgesel ve İslam dünyası üzerindeki etkisi ve bundan Türkiye'nin etkilenme durumu, İran'ın nükleer çalışmalarının engellenmesine yönelik cinayetler ve bu cinayetlerin meşru gösterilme gayretleri. Türkiye Cumhuriyeti devleti, bağımsızlığını, egemenliğini, toprak ve toplum bütünlüğünü, ahdi hukukundan kaynaklanan hak ve menfaatleri ile hayati çıkarlarını korumak ve muhafaza edebilmek için birlik beraberlik içinde güçlü ve caydırıcı olmak zorundadır.
Türkiye, bölgesel bir güç ve denge unsuru olarak varlığını devam ettirmeyi, çevresinde bir barış ve güvenlik kuşağı oluşturmayı, bulunduğumuz bölgeye ve ötesine yönelik strateji ve güvenlik üreten, sağlayan ülke olmayı, tehdidi sınırlarımızın dışında bertaraf etmeyi sağlamalıdır. Türkiye "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesinden taviz vermeden bölgesel ve küresel barışı destekleyen tüm faaliyetlerin içerisinde yer almalı ve destek vermelidir.
Türk Silahlı Kuvvetleri kara, deniz ve hava unsurlarıyla daima güçlü ve caydırıcı olmalıdır. Türkiye, NATO dışı millî ordusu olan jandarmanın gerektiğinde askerî görev yapabilecek nitelikleri kaybetmemesine özel önem vermelidir. Türk Silahlı Kuvvetleri, arkasında bugün görmüş olduğu kararlı siyasi otoritenin varlığını sürekli olarak hissedebilmelidir. İçerideki ve dışarıdaki düşmanlarımız, Türkiye Cumhuriyeti'nin kararlılığından asla şüphe etmemeli ve gücünü test etmeyi akıllarından bile geçirmemelidir.
Askerimizin özlük hakları, sorumluluk ve maruz kaldıkları risklerle uyumlu hâle getirilmelidir. Ayrıca Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekli olan her rütbedeki personelin özlük haklarını iyileştirecek reform mahiyetinde özel bir çalışma yapılması ihtiyacı bulunmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan binbaşı ve kıdemli binbaşılar, meri mevzuata göre "üstsubay" olarak tanımlanmış olmalarına rağmen aynı kategoride bulundukları albay ve yarbaylara tanınan haklardan yararlanamamaktadırlar. Dolayısıyla başta makam tazminatı olmak üzere bu hakların verilmesi ve emekliliklerine yansıtılması gerekmektedir.
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde 2003 yılından itibaren görev yapmakta olan sözleşmeli subay ve astsubayların kadroya geçirilerek muvazzaflık statüsüne ve güvencesine kavuşturulması gerekmektedir. Astsubayların mesleğe başlangıç derece ve kademelerinin dokuzuncu derece ikinci kademe olacak şekilde yeniden düzenlenmesi ve emekliliklerinde maruz kaldıkları ekonomik kayıpları giderecek düzenlemelerin ivedilikle yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Sayın Bakanım, özellikle özlük haklarıyla ilgili konularda emekli askerî personelin ciddi mağduriyet çektiği ve istismara maruz kalabilecek özellikler taşıdığını bilginize arz etmek istiyorum. Yani, bu konuda Bakanlık olarak bir an önce adım atılmasına ihtiyaç olduğunu düşünüyoruz. Uzman erbaşların 6000 sayılı Yasa'dan kaynaklanan birtakım hak mahrumiyetleri ve emeklilikle ilgili özlük haklarını iyileştirecek düzenlemelerin yapılmasına ihtiyaç bulunmaktadır.
Konuşmamın sonunda Millî Savunma Bakanından Genelkurmay Başkanına, kuvvet komutanlarından rütbesiz ere kadar ülkemizin savunmasında emeği geçen herkese başarılar diliyorum, başarılar diliyorum, başarılar diliyorum.
Yüce Meclisi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)