| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 7'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 31 |
| Tarih: | 14.12.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, Sayın Bakan; dış politika bir ülkenin ön savunma hattıdır; güvenliğidir, ekonomik coğrafyaya hükmetme yeteneğidir, çatışmaların silahsız olarak çözümlenmesine imkân verecek gücüdür, yurt dışındaki vatandaşa götürülen hizmettir, devletin prestijidir, sadece düşmanlara karşı değil, dost ve müttefiklere karşı da ülkenin hak ve hukukunun karada, havada, denizde, denizin altında ve dibinde, zamanı geldiğinde uzayda da korunmasının aracıdır, egemenliğinin garantisi ve sonucunda her bir vatandaşımız için aş ve iştir. Ben size dış politikanın temel hedeflerinin neler olması gerektiğini ana hatlarıyla sıraladım. Oysa, günümüzde, bu iktidarın yönetimindeki Türkiye Cumhuriyeti'nin -burada "değerli yalnızlığı" diyecektim ama Sayın Ahmet Yıldız hoşlanmadığını ifade etti- değerli yalnızlığı yoktur, onurlu izolasyonu vardır. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Dışişleri Bakanlığının harcamalarının yüzde 80'inden fazlası yurt dışında harcanır. Geçen sene bu bütçe 812 milyon dolardı, bu sene küçülerek 735 milyon dolara düştü yani 77 milyon dolar azaldı. 24 Kasım tarihinde bu bütçeyi biz Komisyonda konuşurken azalan miktar olarak 66 milyon dolardan bahsetmiştim, şunu ifade etmek istiyorum, demek ki Dışişleri Bakanlığının bütçesi son üç hafta içinde 11 milyon dolar daha azaldı. On beş dakika konuşacağım, on beşinci dakikaya geldiğimde, büyük ihtimalle, bütçe birkaç bin dolar daha azalmış olacak. Şunu diyebilirsiniz: "Maaşlarını dolarla mı alıyorlar?" Evet, dolarla alıyorlar hatta euroyla alıyorlar. Dolayısıyla, kurdaki oynamalar her geçen gün Dışişleri Bakanlığının TL bütçesinde ve dolayısıyla yurt dışındaki ödemeler açısından eksiye yol açıyor. Ne kadar bu bütçe? Topu topu yüzde 0,44 ve bakanlar, kurumlar sıralamasına girerseniz 18'inci sırada. Bu sıra, bu rakamlar sadece devleti yönetenlerin dış politikaya atfettikleri önemin göstergesi değil, aynı zamanda talep ettiği ödenekleri alamayan Bakanın siyasi sıkletinin de ölçüsüdür.
Küresel anlamda aktör olan ülkeleri bir yana bırakın, komşularıyla bir ilişkisi kalmayan bir Türkiye'yle karşı karşıyayız. Aynı apartmanda tüm komşularıyla kavgalı, huysuz bir adama çevrildi ülke; sıra şimdi İran'a geldi galiba. Bugün Türkiye'nin Amerika ile Rusya ile Almanya ile Fransa ile Çin'le ilişkileri yok ama Sayın Erdoğan'ın Trump'la -şimdilik Trump'la- Putin'le, Merkel'le, Macron'la, Şi'yle kişisel ilişkileri var ve bu ilişkiler maalesef Sayın Erdoğan'ın ruh hâllerine bağlı olarak istikrarsız bir şekilde dalgalanmakta. Oyun bozucu olmaktan öteye gidemeyen iktidarın, başkalarının kurduğu Büyük Ortadoğu Projesi gibi oyunlarda satrancın piyonu durumuna gelmiş olması da üzücüdür. Uluslararası ilişkilerde dost veya düşman nitelendirmeleri mutlak değildir; ülkelerin olsa olsa millî çıkarlarına uygun, öngörüyle atacakları akılcı adımlar vardır.
Uluslararası siyasette aktif ve de başarılı olabilmenin 3 değişmez şartı vardır: Güçlü ve üretken bir ekonomi, güçlü ve yetenekli bir ordu, akılcı ve millî çıkarların gözetilmesini düstur edinmiş bir diplomasi. Ordumuz çok şükür güçlüdür ama iktidarın caydırıcı olmaktan uzak siyasi yaklaşımları nedeniyle uğranılan kayıplar saymakla bitmeyecektir. Tek bir örnek vermekle yetineyim: "Bir gece ansızın gelebilirim." teranelerinden ancak iki buçuk sene sonra Suriye'de terörle mücadele operasyonu başlatılabilmiştir. Geçen sürede neler kaybedilmiştir bunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Fırat'ın doğusunda -adını isterseniz siz koyun- komşu Irak'takine benzer ve onu anımsatan özerk bir entite yeşermiştir. Fırat'ın doğusundaki Barış Pınarı Operasyonu ise daha başından itibaren ABD ve Rusya'nın çizdikleri yol haritasına ve zaman çizelgesine göre gerçekleşmiştir. Biz İYİ PARTİ olarak "Suriye'nin tamamı güvenli bölge olmak durumdadır." derken siz Fırat'ın doğusundaki 450 kilometrelik hattın ancak 120 kilometresine hâkim olabildiniz ve âdeta yine başkalarının senaryosuna uygun olarak Suriye'yi kantonlaştırdınız. Bunlar olup biterken ülkemiz âdeta istilaya uğradı. Türkiye'ye sığınan savaş kaçkını 5 milyona yakın kişi günümüzde ekonomik kaçkına dönüştü. Vatandaşa pandemi ortamında veremediğiniz sosyal desteği on senedir yabancılara veriyorsunuz. Bu durumun bir toplumsal tümöre dönüşmekte ve bir iç güvenlik sorunu hâline gelmekte olduğunun hiç farkında değil misiniz?
İktidarın dayatmacı politikalarının değerli yalnızlık ortamındaki maddi ve siyasi maliyetleri giderek artmakta, ekonomimizin kırılganlığının farkında olan muhataplarımız Türkiye'nin dış baskılara dayanma direncinin de zayıfladığını görerek cepheleşerek hareket etmektedirler. Ayrıca, dış politikadaki pek çok tercihin iç politik gündemi gölgelemeye matuf olduğu da kimse için artık bir sır değildir. Sayın Erdoğan'ın siyasi anlamda yerel seçimlerden bu yana topal ördek konumu da dışarıdaki kayıplarımızın bir diğer nedenidir. İktidar ekonomide olduğu gibi, dış politikada da günü kurtarmaya çabalamakta, dış politikada da harikalar diyarında olunduğunu sokağa yansıtmaya çalışmaktadır. Sergilenen ise orta oyunundan öteye gidememektedir. Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında yer alma hedefimiz ise buharlaşmış, G20 ülkesi olan Türkiye bugün G21 olmak durumuna düşmüştür. Oysa bizler iktidarlar değişse de içinde ekonomik ve sosyal yapımızın da korunduğu, bütünleştirici, istikrarlı bir dış politika ekseninde yürümek durumundayız.
Bu ülke hepimizin. Demokrasi varsa bu ülkede yaşayan herkesin söz hakkı var ve yanlışları dillendirmek, kandırılmalara "Dur!" demek görevimiz. Derdimiz sadece eleştirmek değil, dış politikamızı doğru rayına oturtmak. Gelişmelerin akılcı tahlillerini yapmak ve yeri geldiğinde yanlış yolda olduğunuzu söylemek de bizim muhalefet olarak görevimiz.
Dış politikada İYİ PARTİ olarak bugüne kadar muhataplarımızla, örneğin Sayın Dışişleri Bakanı ve Sayın Millî Savunma Bakanıyla yaptığımız görüşmelerde gündeme getirdiğimiz sorulara tatminkâr cevapları hiçbir zaman alamadık. Benim ve milletvekili arkadaşlarımızın TBMM kürsüsünde veya basın toplantılarında gündeme taşıdığımız uyarılara kulak asan olmadı. Maalesef söylediklerimiz de acı sonuçlarıyla doğru çıktı. Bizi her seferinde acılara gark eden kaybettiğimiz vatan evlatlarını da bu vesileyle bir kere daha rahmetle anar; ailelerine sabır, gazilerimize de acil şifalar dileriz.
Türkiye'nin dış politikası bir çözümsüzlükler ve mecburiyetler yumağına dönüşmüştür. İktidar ise iç politikadaki açmazlardan dolayı bunları çözmek değil tırmandırmaktan medet ummaktadır. Kendi kurguladığınız algılamalarla kamuoyunu yönlendiriyor ve sonunda yönlendirdiğiniz kamuoyunun rehinesi durumuna geliyorsunuz. Biz sizin zikzaklarınıza alıştık ama yurt dışından Türkiye'ye bakıldığında Türkiye'ye önem atfedenler bile "Ne oluyor bunlara? Türkiye nereye gidiyor?" sorusunu sormaktadırlar. İktidarınızın dış politikadaki tek başarısı, bizim sorunlarımızı onların sorunları hâline getirebilmiş olmanızdır. O dış güçler çaresizlik içinde kendi dertlerine çözüm üretmek arayışına düşmüş bulunmaktadırlar.
Dış politikada iktidarın aldığı pek çok karar karşısında "Bu da yapılır mı?" "Bu hataya nasıl düşülür?" "Hiç mi aklınız yok!" gibi nidalar yükselttiğimiz olmuştur. Bu gelişmelerin bir analizini yaptığımızda, hata gibi gözüken pek çok şeyin mecburiyet, aidiyet veya sabitelerden kaynaklanan bilinçli tercihler olduğunu gözlemlemek bizi kahretti. Bizi bugün çaresizlik içinde yerli ve millî olarak değerlendirenlerin davranışlarına ve geriye doğru aldıkları kararlara baktığımızda kendilerinin yerli ve millîlikten ne kadar uzak olduklarını ve aldıkları hatalı kararların sonuçlarının bu millet tarafından üstlenildiğini de üzüntüyle gördük. Ekonomide olduğu gibi dış politikada da devralacağımız enkazın her geçen gün büyümesi bizi rahatsız etmektedir.
İktidarın dış politikasının birçok kayıt dışı cephesinin bulunduğunu da bilmekteyiz. Bu bağlamda, özellikle liderler arasındaki telefon görüşmelerini kastediyorum tabii ki. Günün birinde bizim muhataplarımız herhâlde bize çıkacaklar "Ya, biz bunu Sayın Erdoğan'la bu şekilde anlaştık. Sizin haberiniz yok muydu?" diyecekler. Büyük ihtimalle biz bunun kayıtlarını bir yerlerde bulamayacağız.
İzninizle birkaç güncel konuya değineyim. Yukarı Karabağ meselesiyle ilgili olarak Azerbaycan topraklarında kurulacak Türk-Rus ortak merkezi konusunda nihayet mutabakat sağlandığını öğrendik. Bundan memnuniyet duyduğumuzu söyleyemeyeceğim, zira bu ortak merkezle birlikte, Rusya Barış Gücü, operasyonlarını yürüttüğü bölgenin dışında, başka bir noktaya da Türkiye'nin tavassutuyla ayak basacaktır. Geçmiş bir konuşmamda bu konudaki hassasiyetimizin altını çizerek "Niye biz bu işi, ikili düzeyde Azerbaycan'la yapmadık?" diye sormuştum. Bu soru hâlâ bugün de gerçek. Bu "ortak merkez" denilen şey nerededir, işlevi ne olacaktır, gözlem için hangi teknik imkânlarla donatılacaktır? İmzalanan metin bir uluslararası anlaşma niteliğinde midir, süresi nedir? Bu merkezde kaç Türk, kaç Rus askeri bulunacaktır? Azerbaycan bu mutabakatın neresindedir? Binası bile olmayan bu ortak merkeze ilişkin sorunların muhatabı Sayın Çavuşoğlu ve Sayın Akar'dır. Bu sorularımızdan en azından birisine sizlerden değil, Aliyev'den yanıt geldi ve ortak merkezin sizin söylediğiniz gibi Yukarı Karabağ'da değil, Ağdam bölgesinde olacağını nihayet öğrendik.
Doğu Akdeniz'de ise son yıllarda keşfedilen hidrokarbon kaynaklarının cazibesi sadece bölge ülkelerinin değil, bölge dışındaki ülkelerin de ilgisini çekmiş ve bölge bir çıkar çatışması alanına dönüşmüştür. 2003 yılında başlayan paylaşımlar karşısında sessiz kalan iktidarın ve "Yedi yıl bekledik." diyen Sayın Cumhurbaşkanının neyi ve niye beklediğini de sormak durumundayız.
Türkiye derin bir uykudan uyandıktan sonra 2011 yılında KKTC'yle bir deniz yetki alanı anlaşması imzalamıştır. Oysa uyuyan güzel bile bir kere öpüldükten sonra uyanmaktadır. Öpüldükçe sevenlerinizin arttığını da sakın ha düşünmeyin. Aradan sekiz yıl geçtikten sonra geçen yıl, 2019 yılında Libya'yla bir deniz yetki alanı mutabakat muhtırası imzaladınız. İşin garabeti, bu yaptığınız anlaşma Yunanistan'ın Mısır'la yaptığı anlaşmayla çatıştı. Oysa bu coğrafyayı kıyıları itibarıyla paylaşan Kıbrıs ve Libya'yı bir tarafa bırakacak olursak Mısır, Filistin, Suriye, İsrail ve Yunanistan'la, bunların hepsiyle ilişkilerimiz sorunlu. Dolayısıyla ileriye doğru baktığımızda biz daha iki sene evvel bunun çok taraflı bir zeminde görüşülmesi gerektiğini, ikili formüllerle çözülemeyeceğini ifade etmiştik.
İktidar bugün yapamıyorsa emin olun, biz bunu iktidara geldiğimizde, önümüzdeki sene yapacağız. Önümüzdeki sene yapacağız derken ne demek istediğimi birazdan açıklayacağım. Bu arada İsrail dediğim için İsrail'e atanan -Sayın Büyükelçi diyemiyorum, büyükelçi değil çünkü gidecek olan- maslahatgüzara da değinmek ihtiyacı duyuyorum. İyi ki maslahatgüzar çünkü büyükelçi olarak atamaya kalksaydınız o arkadaşımız agreman alamazdı çünkü İsrail'le ilgili beyanlarının geçmişi çok kirli. Dolayısıyla o arkadaşı olsa olsa zaten büyükelçi değil, maslahatgüzar olarak gönderebilecektiniz, sonunda maslahatgüzar olarak gidiyor.
Avrupa Birliği ve ABD'nin önümüzdeki dönemde işbirliği içinde karşımıza geçecekleri de bir vakadır. Ha, bir yandan seviniyorsunuz tabii, diyorsunuz ki: "Avrupa Birliği bize yaptırım uygulayamadı." Ama siz yazılanlara bakıyorsunuz, yazılmayanları hiç düşünen yok. Ben size yazılmayanlardan örnek göstereceğim. AB bildirisi bunu yazmıyor ama söylüyor. Şunları söylüyor: Görelim bakalım geleceğiniz ne kadar Avrupa Birliğinde? Ortaya koyun bunu diyecekler. Görelim bakalım nasıl ve ne reformlar yapacaksınız? Görelim bakalım Oruç Reis'i denize çıkarabilecek misiniz? Görelim bakalım tartışmalı bölgelerde donanmanız tatbikat yapacak mı? Görelim bakalım NAVTEX ilan etmeye devam edecek misiniz? Bunların hepsi sorulmuş sorular, yazmıyor ama bu sorular gündemde. Bunu şunun için söylüyorum: Bugün bir yaptırım olmadı ama herhâlde Türkiye'nin ekonomik durumunu dikkate alarak taksitli ve vadeli bir yaptırım serisi gündemde. Yani bir anlamda Türkiye'ye bir hodri meydan denilmiştir. Bunu da yani ihtiyaten söylüyorum, zamanı geldiğinde, Allah, inşallah, bize tekrarlatmaz bugünkü söylediklerimizi.
Rusya'yla ilişkilerimizin neresinden başlayayım bilmiyorum. Rusya'yla diplomatik ilişkilerimizin kuruluş tarihi 1492'dir. Dünya küresi üzerinde bırakın ABD'yi, Amerikan kıtası dahi yoktu. Asırlara varan bu ilişkilerin zor dönemleri olmuşsa da genel tabloya bakıldığında, Osmanlı Dönemi'nde de Cumhuriyet Dönemi'nde de karşılıklı saygı, anlayış ve çıkar genelde ilişkilerimize hâkim olmuştur. Ancak bu denge, maalesef, AKP iktidarı döneminde değişmiştir. Dış ticaret açığımız artmış, Rusya asırlardır stratejik hedef olarak gördüğü Akdeniz'e yerleşerek Orta Doğu'da artık güney komşumuz hâline gelmiştir. Garip bir cümlesi var Putin'in. Diyor ki: "Erdoğan sert mizacına rağmen esnek ve güvenilir bir ortaktır." Ben şimdi sormak durumundayım, hangi konuda "esnek" acaba Sayın Cumhurbaşkanı? Yani bu Suriye mi? Libya mı? Yukarı Karabağ mı? Doğu Akdeniz mi veyahut "güvenilir bir ortak" diyorsa hangi alanda Sayın Putin'e göre Sayın Cumhurbaşkanınız güvenilir bir ortak? Güvenlik mi, enerji mi, savunma sanayi mi? Enerji alanında da dengesiz bir ilişkimiz var yani bu Akkuyu Santrali diyoruz, o da Rusya'yla ilişkilerimizin bir parçası ama Akkuyu Santrali'nin, maalesef, arsası dışında hiçbir şeyi bizim değil. Bir tek arsası bizim, toprağı bizim, üstündeki her şey Rusların, işletmesi de Rusların. Hangi fiyata? Kilovatı 12,35 sente yani 12,35 sentlik bir kilovat fiyatıyla, bunun yapılan tüneller, hastaneler, köprülerden farkı yok. Yani bir enerji satın alma garantisiyle ve 12,35 sent; böyle bir fiyat yok dünyada ama biz bunu yıllarca alacağız, on beş yıl alacağız.
İSMET YILMAZ (Sivas) - Yap-işlet-devret.
AHMET KAMİL EROZAN - (Devamla) - Kime devrettiğini göreceğiz yakında.
Ayrıca, bu S-400 meselesi de var, biliyorsunuz. Bu S-400, ikincisini almaya teşebbüs ettiğinizi duyuyoruz, sizden duymuyoruz ama Ruslardan duyuyoruz, maalesef, burada da bir açmazla karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz gözüküyor.
Ben, ayın 17'sinde 15'inci maddeyi görüşürken devam edeceğim, -şimdi, burada bitireceğim konuşmalarımı yani on dakikam daha var- bütün konuları burada kapsayamadığımın ben de farkındayım ama Sayın Bakana bir çağrım olacak: Bir defa "Bu bütçeyi tasarruflu kullanın." deyin çünkü yılın 2'nci yarısında biz devralacağız bu bütçeyi. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Bütçeyi biz devraldığımızda tamtakır kuru bakır bir bütçeyle karşılaşmak istemiyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ÖZKAN YALIM (Uşak) - Ne kaldı ki, ne kaldı ki?
BAŞKAN - Buyurunuz efendim.
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - İkincisi, biraz evvel, bardağın ne kadar dolu ne kadar boş olduğu sorusu konuşuldu. Dışişleri Bakanlığı açısından bardağın dolusu boşu yoktur çünkü bardak kırılmıştır.
Saygılarımı sunarım. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)