| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 7'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 31 |
| Tarih: | 14.12.2020 |
MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri, bugün bütçelerini görüşmek üzere bir araya geldiğimiz 3 Bakanlığımızın Kıymetli Bakanları ve bürokratları; sözlerime başlarken hepinizi en kalbî duygularımla selamlıyorum.
Evet, sözlerime ünlü bir sosyal antropolog Martin Bernal'in 2 ciltlik "Kara Atena" kitabından, Batı sosyolojisini altüst eden bir cümlesiyle başlamak istiyorum. Göbeklitepe'deki kazılar da zaten onun söylediklerini bire bir ispatlamaktadır. İnsanlığın ve insanlıkla beraber medeniyetin, ışığın -ya da üstat Cemil Meriç'in ifade ettiği gibi- doğup beslendiği kaynak, yön Doğu'dur. Yine, bu anlamda bir başka sosyolojik gerçek de şunu ifade eder ki tarih süresince, insanlık yaşamı boyunca göçler de, yürüyüşler de, fütuhatlar da -adına ne derseniz deyin- Batı'ya doğru olmuştur. Bunu niye ifade etmeye çalışıyorum? Özellikle uluslararası ilişkilerde, dış ilişkilerde tek yönlü bakmama adına, cumhuriyetimizin banisinin de çok veciz bir şekilde ifade ettiği gibi "Yurtta barış, cihanda barış."ı ete kemiğe büründürmenin diğer bir ifadesidir.
Soğuk savaş dönemlerindeki o iki kutupluluğun artık 21'inci yüzyılda çok da geçerli olmadığını ifade etme adına bunları söyledim ama yani bir taraftan Doğu Bloku-Batı Bloku gibi değil ya da bugün birilerinin zorlamayla ifade etmeye çalıştığı bir Avrasyacı blok, bir de Transatlantik blok gibi sıkıştırılmış bir düşünce söz konusu olamaz uluslararası ilişkilerde geldiğimiz nokta itibarıyla.
Dolayısıyla, bizim burada aslolan şiarımız ne olacak? Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ifade ettiği gibi bağımsızlığı karakter edinip özellikle egemenliği en ufak bir şekilde sekteye uğratmadan bir uluslararası ilişkiler duruşu sergilemektir. Bu, hem iç siyasette hem dış siyasette çok etkin bir şekilde öncelenmesi gereken bir duruşun adıdır. Dolayısıyla, aynen, Genel Başkanımızın çift başlı kartalla, güzel bir sembolle ifade ettiği gibi, bir yönüyle, bir başımızla Doğu'yu yani değerlerimizi unutmadan, insanlığın, ışığın buradan kaynaklandığını unutmadan, unutturmadan; diğer yönümüzle, diğer başımızla da muasır medeniyetler ötesinin işaret edildiği noktasında Batı'ya yönelimimiz söz konusudur.
Ama burada aslolan şudur: Birine teslim olma değildir. Yani şu ana kadar konuşmaları dinledik. Şimdi, bu "Yurtta sulh, cihanda sulh." kavramını gerçekten iyi algılayıp iyi anlamak lazım. Burada bilakayduşart bir teslimiyet söz konusu değildir ya da her şeyi masada, zorunlu olarak masada halletme gibi bir yaptırım, bir mecburiyet de değildir. Burada, biraz önce söylediğimiz gibi, hürriyet ve bağımsızlığımızdan, istiklalimizden en ufak bir taviz vermeden haklarımızı açık, net bir şekilde, zaman zaman sahada, zaman zaman da alanda geçerli olan enstrümanlarla savunmaktır.
Şimdi, gerçekten uluslararası ilişkiler bağlamında, şu ana kadarki konuşmalarda ya da bugüne kadarki bazı şeylere tanıklık ettik. Özellikle, efendim, nasıl olur... "Hey Macron!" "Hey Miçotakis!" "Hey Paşinyan!" "Hey Trump!" demekle neyi hedefliyoruz? Niye bunu söylüyoruz? Ya, şimdi arkadaşlar, uluslararası ilişkilerde bir mütekabiliyet söz konusudur yani Türkiye'nin durduğu yerde, böyle bir anda efelenme gibi durumu bir durumu söz konusu değil, burada karşılıklılık esastır. Yani ben bekliyorum ki biri de acaba "Hey Erdoğan!" diyen zihniyeti sorgulamaya tabi tutsun. Acaba ne var bunun arkasında? (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bir çözümlemeye tabi tutalım, niye? Çünkü "Yurtta sulh, cihanda sulh." böyle içe çekilme, pasif durma, eziklik hissiyatına boğma bir yapı değil artık. Artık haklarımızı...
Bakın, 1949'dan itibaren üyesi olduğumuz uluslararası birliktelikler içerisinde bugüne kadar hayal edip, düşünüp, efendim, içten içe pazarlayıp ama bir türlü aktive edemeyip, itiraz edemeyip ya da zaman zaman edip karşılığında ambargolar, şunlar bunlar yediğimiz dönemlerin vermiş olduğu o psikolojik rahatsızlık, bizi bu anlamda tamamen bir içe kapanıklılığa itti.
Peki "Hey Erdoğan!" ne dedi, niye dediler? Yani Macron durup dururken niye bize efelendi? Çünkü biz Akdeniz'deyiz artık, çünkü ilk defa orada hidrokarbon arayışı başlattık, Karadeniz'de sondaj yaptık, Kıbrıs'la ilgili meseleleri artık buzdolabından çıkardık, kırk altı yıllık bir meseleyi bir günde çözdük, açtık Maraş'ı. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Yani bunları niye görmüyoruz? Yirmi sekiz yıllık, otuz yıllık bir Karabağ meselesinde ilk defa açık, net malla, canla, bütün varlıkla destek olunacağı söylendi. Ve inanın, bu elde edilen başarıları gerçekten hasımların birçoğu görüp itiraf ettiler, şimdi ben okuyacağım birinci kaynaktan. İngiliz Dışişleri Bakanı diyor ki: "Türkiye'nin uluslararası büyük silah üretim noktalarından uzak tutulması, maalesef Türkiye'yi kendi kendine silahlarını üretmeye götürdü." Yani amiyane ifadeyle "Biz kötü komşuluk yaptık, kötü müttefiklik yaptık ama onu da ev sahibi yaptık maalesef." dedi. İki gün önceki açıklaması, bakın, Sayın Wallace'un ifadeleri. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Şimdi, bunları çoğaltabiliriz. Yine, bir zamanlar boğazın iki yakasında birileriyle Türkiye'de rejim projelerine katkıda bulunan sözüm ona "Stratejist" de benzer ifadelerde bulunuyor, iki gün önce o da basına düştü. Diyor ki: "Türkiye artık eski bir Türkiye, o bizim talimat verdiğimiz, yönlendirdiğimiz, efendim, yardıma muhtaç, bir parça havuç, bir sopa reva gördüğümüz yapıda değil. Artık Avrupa Birliği ülkeleri de Amerika da bunu algılayıp, anlayıp buna göre pozisyon almak zorunda." Şimdi, bunu söyleyenlerin gerçekten hiç dikkatleri çekilmiyor. Ama nedense "Niye Fransa'ya, Macron'a itiraz ettik?" Ee, niye etmeyeyim? Şimdi söyleyeyim. Yani biz gerçekten bağımsızlığı karakter edinmiş yapıda insanlar olarak, biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak dün de söyledik, bugün de söyleyeceğiz: Bizim kimseden korkacağımız, çekineceğimiz herhangi bir şey yoktur. "Bizim dalımızı koparanın kökünü dibinden koparırız." şiarıyla hareket eden bir hareketiz biz. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, Fransa da benim dinimi reforma tabi tutacak, "Fransız İslam'ı, Alman İslam'ı" deyip efendim, camilerimi kapatacak, oradaki vatandaşlarımıza binbir eziyeti reva görecek, ben "Hey Macron!" diyemeyeceğim. Yunanistan'da bir tane mabedim olmayacak, Batı Trakya'da Türklüğün sömürüldüğü bir dönemde, feryat ettiği bir dönemde sesimizi çıkarmayacak, "Ey, Miçotakis ne yapıyorsun? Haddini bil!" demeyecek miyiz? Paşinyan'a, yirmi sekiz yıllık zulmü bitirme adına, o Boraltan Köprüsü utancını silme adına "Hey Paşinyan, haddini bil!" demeyecek miyiz? Bunu milletçe diyeceğiz, bunu hep beraber diyeceğiz.
Bakın, bireysel bir anımı paylaşayım. 90'lı yılların başında rahmetli İnönü Başbakan Yardımcısıyken Londra'ya bir toplantıya geldiğinde, inanın -beslendiğim kaynak olarak sol bir kaynaktan gelmiyorum, herkesçe malum ama- oradaki Erdal İnönü Türkiye'yi temsilen vardı. İnanın, işte bizim, işte Türk milliyetçilerinin ebet müddet bakışı budur. Orada benim ülkem adına gelmiş, ülkemi temsil ediyor. Ermeni ve özellikle Rum lobilerinin, o grupların yuhalaması karşısında biz dik duruş sergiledik.
Dahasını söyleyeyim, o da basına düştü: Eski bir Büyükelçi, Suriye Temsilcisi -şimdi "Ey Erdoğan!" "Ey Bahçeli!" demeye de başladılar çünkü Cumhur İttifakı'nın gerçekten iradesinin özellikle uluslararası ilişkilerde sahaya çok net yansımasını artık görüyorlar- "Hangisini koparırsak ancak öyle bir başarı elde etme imkânımız doğabilir?" deyip diyor ki: "Efendim, SDG'liler iyi çocuklar. Aslında Milliyetçi Hareket Partisi bunu, Suriye'deki bizim düşündüğümüz şeylerin yapılmasını, gerçeklemesini engelliyor." Şimdi ben o adamı bir deşifre edeyim: O Büyükelçi, Genel Başkanımızla bir randevu sonucu görüşme sırasında, dönemin Başbakanı Sayın Cumhurbaşkanımızla ilgili özel bir soruyla mevzuya girmeye çalışınca Genel Başkanımız kalkıp nezaketini bozmadan "Bu görüşme burada bitmiştir Sayın Büyükelçi, buyurun..." diyor. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) "Biz, sizin burada jurnalciniz; sizin burada, ülkemizin herhangi bir... Muhalefet olabiliriz, iktidar olabiliriz ama biz iç siyasetimizle ilgili meseleleri sizlere peşkeş çekecek bir durumda değiliz." İşte, bu duruşu özlüyoruz, bu duruşu hâkim kılmaya çalışıyoruz inşallah.
ERKAN AKÇAY (Manisa) - Yıl 2020.
KAMİL AYDIN (Devamla) - Şimdi, efendim, Amerikan Kara Kuvvetlerinde... Biraz reel politik konuşalım ya; hep on yıl, yirmi yıl önce... Yani, insana, bir kürsüdeki akademisyene diyorsunuz ki: "Rönesans'ı anlatın bana." O, kürsüye geliyor, diyor ki: "Ben önce Orta Çağ'ı size bir anlatayım." Ya, kardeşim, bana Rönesans'ı anlat; bana bugünkü gerçek siyaseti anlat, günü anlat. On yıl öncesinden -sekiz, on, on beş- başlıyorlar mugalatalar yapmaya; buna gerek yok.
Şimdi, ben size reel bir şey anlatayım: Amerika Birleşik Devletleri'nin Kara Kuvvetlerinin Teksas'taki bir askerî üssünde, inanın bir taciz, tecavüz şikâyeti sonrası 70 intihar, 7 cinayet; 150 asker -2016'dan 2020'ye kadar- öldü. Şimdi, ülkemizde böyle bir şeyin olduğunu düşünsenize. Olmayan şeyler abartılarak mercek altına alınırken bunları görmezlikten gelmeyi, ben vicdanlı bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kabullenemiyorum.
Fransa'da, inanın, 8 kadından 1'isi tecavüze uğruyor, istatistiksel bilgiler elimizde. Bu, yüzde 12'ye tekabül ediyor, korkunç bir şey. Ama inanın, katıldığımız -işte, burada çok kıymetli arkadaşlar var delegasyona ait diğer partilerden- Avrupa Karma Parlamentosunda olsun, NATO Parlamenterler Meclisinde olsun, AGİT'te olsun... Ya, Türkiye'de bir FETÖ olayı yaşandıktan sonra, aman Yarabbi, kıyametler koptu, bütün raporlar Türkiye aleyhine sırasıyla. Hatta daha da ileri giderek "Ya, Ayasofya'yı niye açtınız?" diyorlar ya, düşünebiliyor musunuz? Egemenlik hakkımıza dil uzatmaya varıncaya kadar, hâlâ Türkiye'yi böyle müstemleke mantığıyla görmeye çalışanlar var.
Hatta bir Danimarkalı hızını alamayıp "Türkiye'yi NATO'dan atalım." dedi. Stoltenberg gülerek "Ya, Türkiye'de Danimarka'nın nüfusu kadar mülteci var." dedi yani "Etin ne, budun ne?" der gibi. Allah'tan kork ya, Allah'tan kork ya! (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) NATO'nun güney kanadının en güçlü ordusu Türkiye; Türkiye olmasa kırk yılda bu coğrafya tamamen teslim edilmişti soğuk savaş döneminde. Şimdi bunları söylüyor: "Türkiye olmasa IŞİD'le mücadele mümkün değildi." Örnek veriyor, 4 bin küsur IŞİD'li teröristin elimine edildiğini, Sayın NATO Genel Sekreteri söyledi bunu, resmî ağız. Şimdi, biz söyleyince sıkıntı oluyor, hâlbuki o söyledi. Ya, onu da bırakın, Adana'da bir IŞİD mensubu yakalandı, planları açıklandı. Bilgisayarında çıkan bilgilerde "Ayasofya'yı bombalayacağız, 10 yürekli adama ihtiyacım var. Adana'da 3 canlı bomba... İstanbul'da milletvekilleri başta olmak üzere ünlü insanları kaçırıp kaos yaratacağız." Bunlar kayıtlarda çıktı. Avusturya'ya yakalayıp gönderdiğimiz IŞİD teröristi, iki sene Türkiye'de takip edildi, belgelendirildi ve Avusturya makamlarına sınır dışı edilirken de hakkındaki bilgiler verildi ama inanmadılar, inanmadılar ve Viyana'da o şahsı serbest bıraktılar ve patlattığı bombayla ya da neden olduğu şeyle 3 Avusturyalı vatandaş can kaybına uğradı.
Şimdi, arkadaşlar, bunları niye söylüyoruz? Gerçekten, hiç değilse uluslararası bağlamda birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için olmayı artık sahaya sürüp bunu uygulamak zorundayız. Allah korusun, çünkü gerçekten bizim bizden başka dostumuz yok. Bizi biz eden değerlere sağlam bir şekilde bağlanalım diyorum.
Vaktim de bitmek üzere, yine böyle bir dörtlükle veda edeyim istiyorum ben.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
KAMİL AYDIN (Devamla) -
"Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin, eve dönsek de!
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte!
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir!
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir!"
(MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi ben bu dörtlüğü niye okudum? Bu dörtlüğü "Necip Fazıl'ı bile bilmezler." diyen şom ağızlılara renkli ofset bir baskı olsun diye; bir de yüreklerini avucuna alıp tankın üstüne binip Kızılelma'ya giden yiğit Mehmetlere hediye olsun diye söylüyorum.
Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)