| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 8'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 32 |
| Tarih: | 15.12.2020 |
HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli vekiller ve ekranları başında bizleri seyretmekte olan kıymetli halkımız; hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.
Aynı zamanda, zindanlarda tutsak edilmiş olan Halkların Demokratik Partisinin bütün üyelerine, milletvekillerine, eş başkanlarına, belediye başkanlarına, belediye meclis üyelerine, il başkanlarına, ilçe başkanlarına, hülasa partinin tüm emekçilerine; saygılarımı, sevgilerimi iletiyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, geçen hafta Halkların Demokratik Partisinin İstanbul il örgütünde şu gördüğünüz böcekler ortaya çıktı. Bakın, bunlara iyi bakın, hatta şöyle birazcık dursun bunlar. O kadar zavallı bir durum ki "Kürt meselesi benim meselem."den başlayan güzergâh, "Avrupa Birliğinin yolu Diyarbakır'dan geçer." siyasi söylem, en sonunda Erdoğan'ın "Bu meseleyi mutlaka çözeceğim." iradesinin gelip dayandığı nokta Halkların Demokratik Partisinin İstanbul il örgütüne böcek yerleştirmek. Çok zavallı bir durum, halkımız adına çok utanılası bir durum.
Siz burada teknik bazı malzemeler görüyorsunuz muhtemelen, biz burada bir halkın gasbedilmiş haklarını görüyoruz değerli arkadaşlar; bir tarihsel haklılığı, bir siyasi sürekliliği, bir direnişi görüyoruz. Sizin gördüğünüz şey, yalnızca bunu buraya yerleştiren büyük olasılıkla MİT ya da Emniyet istihbaratının belki de övünülecek bir faaliyetiyken, biz, burada bir halkın mahrum edilmiş, verilmemiş tarihsel haklarını, siyasal haklılığını ve bugün de süren bu mücadeleyi görüyoruz. Bunda ne zaman ki baktığımızda aynı şeyi görmeye başlarsak işte, o zaman gerçekten bu ülkenin en kadim meselesi olan Kürt meselesinin belki de çözümü için en büyük adımı atmış olacağız.
Değerli arkadaşlar, MİT üzerine söz aldım. Kuşkusuz, MİT üzerine söz söyleyebilmek, özelde MİT, genelde de istihbarat örgütlerinin faaliyetlerine yön veren esas efkâr nedir, bunlardan söz etmeyi zorunlu kılıyor. Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti devletinin konfigürasyonu, dizilişi, temel mantığı, kurumsal mimarisi güvenlik temeli üzerine kurulmuş. Güvenlikçi siyaset, bütün kamu yaşantımızı, bütün insani ilişkilerimizi, kamunun örgütlenişini, devletin bütün genetiğini belirler bir hâl hâline gelmiş durumda. Kuşkusuz, bunun birtakım tarihsel sebepleri, birtakım siyasi sebepleri var. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşuna gidecek olursak, bir Osmanlı bakiyesi olarak kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ulus devlet projesi olarak örgütlendirilmiş olması, Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran askerî ve sivil bürokrasinin tercihleri bugünkü güvenlik anlayışını da şekillendiriyor. Ne o? Diyoruz ya "Osmanlı'nın bakiyesidir Türkiye Cumhuriyeti." diye, o kadar bakiyesidir ki Osmanlı Meclis-i Mebusanının son görüştüğü yasa tasarılarından bir tanesi aynı zamanda Cumhuriyet Meclisinin ilk görüştüğü tasarılardan bir tanesidir. Bu kadar kopuş değil, bir tarihsel ve siyasal sürekliliktir söz konusu olan ve bu tarihsel ve siyasal süreklilik değerli arkadaşlar, aynı zamanda güvenliğe, güvenlik bürokrasisine ve bir bütün olarak güvenlik algısına bakışı da şekillendirmiş. Osmanlı, bir halklar mozaiğiydi ve Osmanlı bölünmeye başladığında ortaya çıkan şey, bundan bir ulus devlet yaratma projesi söz konusu olduğunda birtakım zorluklardı ve Türk olmayan bütün kesimlerin varlığına şüpheyle, hatta yer yer düşmanca bakma siyasi sonuçlarını doğurdu. Bu zor bir projeydi, bir halklar mozaiğinden bir ulus devlet çıkarma yaklaşımı. Bunun sonucunda Ermeniler, Rumlar çeşitli tarihsel dönemlerde toplumsal, siyasal ve ekonomik olarak tasfiyeye uğradılar, bir Kürtler kaldı biliyor musunuz? Yani şimdi bu bölücülük teraneleri çok anlatılıyor, oysa bir Türk olarak söylüyorum: Kürtler kurtuluş mücadelesinin ya da Millî Mücadele'nin başladığı ve en zorlu olduğu dönemde dahi kendi kaderlerini Türkiye'yle, Türk halkıyla beraber gördüler ve yan yana oldular. Şimdi birileri diyor ya: "Bunların kökü dışarda, bunlar dış mihrak." Eğer böyle bir tercih olsaydı, Kürtler zamanında bizleri yalnız bırakırlardı. Bu tercih, bu süreklilik, hâlâ bir biçimiyle devam ediyor olduğu hâlde, ne yazık ki güvenlik bürokrasisi önce Ermeni'yi, Rum'u, ardından da şu an geldiğimiz noktada Kürt'ü, Kürt'ün taleplerini bir "öteki" olarak nitelendirmek suretiyle derdest etmeye çalışıyor, yok etmeye çalışıyor.
Çağlar Keyder'e atıfla söyleyeyim: "Millî Mücadele 1912'de başlar, 1920'ye kadar sürer." diyor. Balkan Savaşı, ardından "Birinci Paylaşım Savaşı" ardından Millî Mücadele. Onu tahsis etmek haddime düşmez ama ben birtakım zihinlerde bu Millî Mücadele anlayışının Kürtlere karşı ve Halkların Demokratik Partisine karşı hâlâ sürdüğünü düşünüyorum; hâlâ arınmacı, nasyonal sosyalizminden ya da Franco faşizminden ya da Mussolini İtalyasından referansla hâlâ arınmacı, hâlâ saf Türk'ü iktidar etmek isteyen, bunu yaparken de ne yazık ki toplumsal ve siyasal farklılıklarımızı, zenginliklerimizi ortadan kaldıran bir yaklaşım ne yazık ki bu Parlamentonun çatısı altında da oldukça güçlü biçimde devam ediyor.
Şimdi, MİT faaliyetleri, işte, bu bölünme, parçalanma paranoyasından bağımsız olarak ele alınabilecek şeyler değil. O tarihsel dönemde cumhuriyetin kuruluşunun zorlukları ve güvenlik riskleri ne ise, 1920 model bir güvenlik anlayışıyla şu anda ülkemizin güvenlik ve istihbarat kurumları, Millî İstihbarat Kurumu başta olmak üzere, işine devam ediyor. Bunu niye söylüyorum? Şundan söylüyorum: Bakın, ben aynı zamanda bu Komisyonun üyesiyim de. Şimdi, Millî İstihbarat Teşkilatı ya da diğer örgütler, bir defa kamuya eşit mesafede değil ve -tırnak içinde- ürettikleri kamusal hizmet yalnızca bir azınlığın beka sorununu çözmeye dönük; iktidarı ve sarayı kastettiğim anlaşıyor. Böyle olmasaydı, örneğin, yıllardır sündürülen Hrant Dink davasında bir sonuç çıkardı, Tahir Elçi davasında bir sonuca yaklaşılabilirdi. Diyarbakır katliamı, Gar katliamı herkesin gözü önünde oldu, herkes bunun tanığı ve iktidar bunun sanığı. Millî İstihbarat Teşkilatı -şimdi, bizden, bütçesini görüştüğümüz Millî İstihbarat Teşkilatı- acaba neden bu istihbaratları, önleyici hizmetleri zamanında, bütün halkı kendi halkı olarak görerek, bu mantıkla, bu perspektifle bu hizmetleri üretmedi? Burada çok açık bir şey: Bir taraf makbul olan, diğer taraf makbul olmayan.
Halkların Demokratik Partisinin anayasal güvence altına alınmış olan hakları, bir istihbari mesele olarak görülüyorsa değerli arkadaşlar, boş verin gerisini konuşmayı ya! Otomatik olarak bu memleketin 20 milyonunu "terörist" olarak görüyor, niteliyor ve istihbar ediyorsa bir örgüt, boş verin gerçekten başka şeyleri konuşmayı, bizim, çok ciddi meselemiz var demektir. Bundan daha büyük bir mesele yok. Her şeyin üstünde işte, bu mesele var demektir. Bu kafa değişmedikten sonra, bu istihbari anlayış, bu güvenlik anlayışı değişmedikten sonra, belki de 1921 mantalitesine tekrar dönmedikten sonra, orada Kürdistan eyaletinden gelen vekillerin kendilerini bir eşit özne olarak gördükleri gibi bir tarihsel ve siyasal vasat oluşturulmadıktan sonra, böyle, MİT'i konuşmak "Şu kadar önleme yaptık, bu kadar dinleme yaptık; bak ne güzel HDP'nin binasına dinleme aleti koyduk."la bu işler olacak biçimde değil. İnsan Hakları Derneği rapor yazmış, diyor ki: "Bu yıl 160 kişi kaçırıldı." Bunların önemlice bir kısmı MİT kimliğini göstererek bu kaçırmayı yaptı. Bir kısmı bizim üyelerimiz, bir kısmı gençlik meclisi yöneticilerimiz. Bunlar ajanlaştırılmaya kalkılıyor. Ya, kardeşim, ajan ihtiyacınız varsa gidin başka yollardan nasıl çözüyorsanız çözün. (HDP sıralarından alkışlar) Bizim partimizin üyelerini ne tasallut altında bırakıyorsunuz. Yani uzun lafın kısası şu: MİT zaten istihdamını bizim üzerimizden sağlıyor bir de bizden ekstra para istemesin, biz bu bütçeye razı değiliz değerli arkadaşlar. (HDP sıralarından alkışlar)