| Konu: | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Tümü münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 35 |
| Tarih: | 18.12.2020 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, siyasi partilerimizin Muhterem Genel Başkanları, kıymetli milletvekilleri ve televizyonlarının başında bizleri izleyen aziz Türk milleti; 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi'nin tümü üzerinde İYİ PARTİ Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Bu vesileyle hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Konuşmamın başında, bütçenin sahibinin Cumhurbaşkanı olduğunu ve sahibi olduğu bütçe görüşülürken bir kere bile Meclisi teşrif etmediğini ve bütçenin sahipsiz kaldığını ifade ederek eleştirimi dile getirecektim. Sayın Cumhurbaşkanı burada değil, Komisyon yerinde, Adalet ve Kalkınma Partisi sıraları yani iktidar partisi sıraları da boş. Ben bütçeyi sahipsiz zannediyordum oysa 2021 yılı bütçesi öksüz kalmış.
CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI FUAT OKTAY - Bütçenin sahibi burada.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Asıl sorun, bütçenin sahipsizliği sorunudur ve bu bütçe, bu mukaddes çatı altında sahipsiz bırakılmıştır. Bütçenin sahibi Cumhurbaşkanı, yapanı Cumhurbaşkanı, teknik olarak hazırlayanı Cumhurbaşkanı, bütçeyi kullanacak olan da Cumhurbaşkanı ama ne kendisi ne partisi Mecliste değil maalesef. Üzülerek söylüyorum ki ne Komisyon sürecinde ne de Genel Kurulda Türkiye Büyük Millet Meclisi, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütçesine tek bir kuruş bile ekleyecek veya çıkaracak iradeyi sergileyememiştir. Seçilmiş Gazi Meclisin muhatapları atanmış bürokratlar olmamalıydı. Geldiğimiz noktada, devlet yönetiminde yürütme erkinin vesayet odağı hâline geldiği de aşikârdır. Dolayısıyla bu bütçe vesayet odağı hâline gelmiş yürütme erkinin yasamaya dayattığı bir bütçe olmaktan öteye gidemeyecektir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; bütçenin asıl sahibi Mecliste olmayınca doğal olarak bütçe haricinde çeşitli konulara da değinilmiş, maksadı aşan tartışmalar da yaşanmıştır. Bu arada, atanmış bakanlarımız seçilmiş siyasetçilere taş çıkaran bir performans sergileyerek üsluplarıyla da dikkat çekmişlerdir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Sistemin adı Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi olunca muhalefet partilerinin eleştirileri de doğrudan doğruya Cumhurbaşkanının şahsı üzerinde gerçekleştirilmiştir, tek adamlık tartışmaları yaşanmıştır. İktidar kanadı bu tartışmaları kişiselleştirince de -kanaatim odur ki- beklenen murat hasıl olmamıştır. Aslında, biz, Sayın Cumhurbaşkanının karakteristik özelliklerinden kaynaklı birtakım davranışların saray goygoyculuğuyla birleşince tek adamlık algısı yarattığı ve bunun Türkiye'nin imajına zarar verdiğini anlatmaya çalışmıştık. "Padişahım çok yaşa." demenin tarihte ne büyük sancılara neden olduğunu, "Senden büyük Allah var." diyebilmenin hangi kötülükleri bertaraf edeceğini hatırlatmak istemiştik. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Yoksa sadece "tek adamlık" diyerek 5 müteahhidi görmezden gelip rejimin ruhuna zarar vermek değildi niyetimiz.
Sayın milletvekilleri, Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu sıkıntılardan bihaber değiliz. Emperyalizmin tuzaklarından, üzerimizde gözü olan güçlerin planlarından, şükürler olsun ki haberdarız. Bu coğrafyada tutunabilmenin asgari şartlarının da şuurundayız. Üretime dayalı ve rekabet gücü yüksek bir ekonomi ve de güçlü bir savunma sanayisi olmazsa olmazlarımızdandır. Bu nedenle, hem Savunma Bakanlığımızın hem de Savunma Sanayii Başkanlığımızın bütçelerine İYİ PARTİ olarak "evet" oyu verdik ancak tenceresini kaynatamayan ve açlık sınırının altında yaşamaya mahkûm edilmiş vatandaşlarımıza "Sana bir İHA, SİHA, ATMACA, o olmazsa ATAK vereyim." diyecek hâlimiz yoktur. Büyük Türk milleti hem güvenlik ve huzuru hem de refah ve zenginliği eş zamanlı olarak hak etmektedir. "Sana huzur ve mutluluk veremedim ama güvenlik vadediyorum." diyerek görevinizi yapmış olamazsınız.
Saygıdeğer milletvekilleri, dış politikada da önemli sorunlarla boğuşmaya devam ediyoruz. Türkiye'nin önündeki engellerin aşılabilmesi noktasında azami katkıyı sürdürme kararlılığı sergilemeye devam edeceğiz. Bugün, Silahlı Kuvvetlerimiz sınırlarımızın ötesinde operasyonlar yapıyorsa bunu Türkiye Büyük Millet Meclisinin tezkereleriyle gerçekleştiriyor. Ülkemizin aleyhine alınmış kararları ortak bildirilerle hep birlikte kınıyor, zaferlerimizi de aynı biçimde kutluyoruz ama Sayın Cumhurbaşkanı Azerbaycan'a giderken yanına bir tek muhalefet temsilcisi almayacak kadar hasis davranıyor. Keza, Maraş'ın açılmasıyla ilgili programa yine muhalefetten birilerini davet etmeyi aklından bile geçirmiyor. Bu çifte standardı kınadığımızı da ifade etmekte yarar var. Siz davetle mükellefsiniz, icabet edip etmemek de bizim meselemizdir.
Türkiye'nin aleyhine alınmış kararlar ve uygulanmak istenen yaptırımları iktidar ve muhalefet olarak müştereken püskürtmek için ortak bir kararlılık sergilediğimizi ifade etmiştim, HDP bu yaklaşımın istisnasıdır. Her fırsatta emperyalizme diş gösteren ve ona karşı bilendiğini ifade eden HDP, ABD'yi kınamamakta, Fransa'ya cevap verememekte, Yunanistan'a laf söyleyememekte, esasen kimlerle müttefik olduğunu zımni olarak kabul etmektedir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) "Bölünmekten yana değiliz." derken bölücü örgüte ihanetleri münasebetiyle tek kelime laf edemeyenlerden farklı bir davranış bekleyecek değiliz. Güneydoğu Anadolu illerimizi "Kürt kentleri" olarak tanımlayanlara, Kürt kökenli kardeşlerimizin yüzde 60'ından fazlasının Ankara'nın batısında yaşadığını hatırlatmak isteriz. Etnik köken ve mezhep üzerinden siyaset üretmeye kalkışmanın hiç kimseye faydası yoktur.
Etnisite yetmedi, şimdi de mezhep üzerinden ve özellikle Alevilik üzerinden bir söylem geliştirmeye yeltenildiği anlaşılmaktadır. Bu milletin seviyesi, şeceresi, seciyesi bellidir; Türk milletinin nerede duracağı da biyografiden anlaşılmaktadır. Bir yanda Hazreti Muhammed, öbür yanda Ebu Süfyan; bir yanda Hazreti Ali, öbür yanda Muaviye; bir yanda Hasan, Hüseyin, diğer yanda Yezid. Siz ne söylerseniz söyleyin, milyonlarca Ali, milyonlarca Hasan, milyonlarca Hüseyin emperyalizmin yezitliğine izin vermeyecektir. (İYİ PARTİ ve MHP sıralarından alkışlar) Ama asla endişe etmeyin, sizi hiç kimse kapatamaz. Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olarak tanımlanmasına rağmen sadece ödenek kısıtlamalarıyla tecziye edilen bu iktidar, sizin olmadığınız bir Mecliste "Oh, oh!" diyerek hiç kimseye milliyetçilik tesciliyetinde de bulunamaz. O sebeple, varlığınıza ihtiyaç var. İsmiyle müsemma Milliyetçi Hareket Partisine, altı okundan biri milliyetçilik olan Cumhuriyet Halk Partisine; milliyetçi, demokrat ve kalkınmacı İYİ PARTİ'ye milliyetçilik dersi veremeyeceklerine göre, elbette kendilerine uygun bir çıkış yolu bulacaklardır. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Sizin varlığınız, tıraş köpüğüyle diş fırçalamaya kalkışan bu iktidarın ayaklar altına aldığını söyledikleri milliyetçilik üzerinden ayaklarını kaldırmasına da vesile oluyor. "Her şerde bir hayır var." demek, bu olsa gerektir.
HÜSEYİN YAYMAN (Hatay) - Başkanım, siz ne diyorsunuz?
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Dediğimizi dedik.
HÜSEYİN YAYMAN (Hatay) - Buyurun.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu girizgâhtan sonra bütçeye tekrar dönmek istiyorum.
Bütçe yetkisi, bizzat parlamentoların varlık sebebini teşkil eder. Bir devletin bütçesini onaylama yetkisine sahip olmayan yasama erki, en temel işlevini de kaybetmiş demektir. Türkiye Büyük Millet Meclisinin milletine karşı en önemli mesuliyetlerinden biri, vatandaştan tahsil edilen vergilerin nereye sarf edildiği ve nereye sarf edileceği hususunun denetlemesidir. Tüm bu üzerinde konuştuğumuz, tartıştığımız bütçe görüşmeleri, bütçe onaylama yetkisi neredeyse alınmış bir Mecliste anlamını yitirir. Gazi Meclisimiz partili Cumhurbaşkanlığı tarafından dayatılan bütçe kanununu şayet kabul etmez ise Sayın Cumhurbaşkanının endişe duymasını gerektirecek bir durum söz konusu değildir zira kendisi öteki yılın bütçesini değerleme oranına göre artırarak vergilerini toplamaya ve harcamaları yapmaya devam etme hakkına sahiptir.
O hâlde, bugün, burada ifade edeceğimiz hususlar, memleketin 2021 yılı bütçesini ortak muhakeme zemininde tartışmak, milletimiz için en iyiyi, en güzeli bulmak ve icra etmek amacından iktidar sahipleri tarafından yoksun bırakılmıştır. Bunun temel sebebi şu dur: Parlamenter demokraside millete hesap verilirdi, bu ucube sistemde saraya hesap veriliyor. Parlamenter demokratik sistemde millet tarafından seçilen başbakan ve kabinesi millî iradenin tecelligâhı olan Gazi Meclise karşı sorumluydular; partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde ise Meclisin muhatapları yürütme erki ve mensupları değil, onun atadığı bürokratlardır.
Anayasa'nın 98'inci maddesi, Gazi Meclise denetleme yetkisi çerçevesinde soru sorma hakkı tanımıştır. 27'nci Dönem içinde lüzumu üzerine gerekli görülen ve cevaplanan soru önergesi oranı yüzde 8'de kalmıştır. Bu Anayasa, milletin Anayasa'sı değil midir? Millî iradenin ortaya koyulmuş hâli değil midir? Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu iradesi olan bu Gazi Meclisin ve onun değerli üyelerinin siyasi iktidar tarafından yok sayılması sizlerce doğru mudur ve kabul edilebilir midir? O zaman, milletvekilleri olarak bizim burada kıymetiharbiyemiz nedir? Siyasi iktidara yönelttiğimiz bir soruya dahi cevap alamayacaksak siz cevap veriniz: Türkiye Büyük Millet Meclisinin itibarı ne olacaktır? Partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemini getirirken millete söz verdiniz, dediniz ki: "Yeni sistemle birlikte yürütme organı kanun tasarısı hazırlayamayacak, kanunu milletvekilleri hazırlayacaktır." Ancak komisyonlarda ve Genel Kurulda çokça şahit olduğumuz üzere, milletvekili arkadaşlarımızın kanun tekliflerini sadece imzalıyor ve "torba yasa" adı altında önümüze koyuyor. Kanunlar, milletvekilleri tarafından hazırlanması gerekirken sarayın bürokratları tarafından hazırlanıyor, iktidar partisindeki milletvekili arkadaşlarımız özgür tercih ve iradelerini, maalesef, ortaya koyamıyorlar. İktidar partisinin temsilcileri, millet iradesinin tecelli ettirilmesi yerine önlerine koyulan kanun metninin tek bir noktasını, virgülünü değiştirtmemek için Türkiye Büyük Millet Meclisinde görev deruhte ediyorlar.
Sayın Erdoğan, Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından "Türkiye'nin bildiği türden bir Cumhurbaşkanı olmayacağım." demişti, kendisi doğru ifade etmiş; Türkiye, Sayın Erdoğan'ın Cumhurbaşkanlığı döneminde kanunlarla değil, kararnamelerle yönetilen bir memleket hâline gelmiştir. Partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin ilk iki yılında 600 milletvekili 1.493 maddeyi görüşürken Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tek başına 2.229 maddeyi yürürlüğe koymuştur. Bu veri dahi tek başına göstermiştir ki ve göstermektedir ki Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi millet için değil, lider için hazırlanmış bir sistemdir. Meclis bilinçli olarak pasifize ediliyor, yasamanın etkinliği ve denetimi de azaltılıyor.
Partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde, yazılı soru önergelerine cevap alamayan, kanun tekliflerinde yalnızca imzacı olan, bütçe onay yetkisi elinden alınmış, sözlü soru soramayan, gensoru veremeyen, güven oylaması yapamayan, özetle tüm yasama ve denetleme yetkileri elinden alınmış bir Meclis var. Eğer milletvekillerinin yasama yetkisi elinden alınmışsa yüce Meclisimiz vergi tarhı ve sarfı yetkisini şeklen elinde tutmasına rağmen fiilen kaybetmişse, o takdirde bu Büyük Meclis yetkilerini yitirmiş ve bir kenara itilmiş durumdadır. Ancak şu unutulmasın: "Gazi Meclis" unvanına sahip tek Parlamento olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, kurulduğu ilk günden itibaren tarihin kendisine yüklediği sorumluluğun ve vasıfların bilinciyle hareket etmiştir. Millete ait egemenliğin hiçbir şart altında, hiçbir kişiye, kuruma, zümreye ya da sınıfa bırakılmamasını temin etmek ve millet iradesini millet çıkarları doğrultusunda tecelli ettirmek Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin namusu ve şerefi üzerine ettiği yeminin gereğidir.
Artık, Meclis, yürütme organı üzerinde anayasal araçlar yoluyla herhangi bir siyasi denetim yetkisine sahip değilse bunun çözümü iyileştirilmiş, güçlendirilmiş parlamenter demokratik sisteme dönüştür. Bugün Meclis, saray bürokrasisinden gelen kanun tekliflerini onaylayan alelade bir devlet kurumuna dönüştürülmeye çalışılıyor ise bunun çözümü iyileştirilmiş, güçlendirilmiş parlamenter demokratik sisteme dönüştür. Türkiye Büyük Millet Meclisi, en temel görevi olan vergi sarfında fiilî bir denetim yetkisine bile sahip değilse bunun çözümü de iyileştirilmiş, güçlendirilmiş parlamenter demokratik sisteme dönüştür.
Bu siyasal düzen, yalnızca Meclisin denetleme ve yasama işlevini akamete uğratmamıştır, aynı zamanda bu millete büyük ekonomik bedeller de ödetmiştir hatta ödetmeye de devam etmektedir. Partili Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiğinde, Temmuz 2018'de geniş işsizlik 5,6 milyondu, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle geçen iki senenin sonunda bu sayı 10 milyon kişiye yaklaştı ve artış neredeyse yüzde 80 oranındadır. Bildiğiniz üzere, normal işsizlik ile geniş tanımlı işsizlik arasında en çarpıcı kitle, iş aramaktan umudunu kaybedenlerdir. Yani bir sistem getirdiniz ve milyonlarca kişiyi ümitsizliğe sürüklediniz, hem de refah içinde yaşama ümidi dahi değil, sadece iş bulma ümidini kaybetmesine vesile oldunuz. Genç işsiz sayısındaki durum daha da vahimdir. Resmî kayıtlara göre genç işsizlik yüzde 24,3'tür yani her 4 gençten 1'isi işsizdir. 15-24 yaş arasında 1 milyon 200 bin üniversite mezunu genç kardeşimiz bulunmaktadır. Bunlardan 400 bini iş aramaktan umudunu kesmiş, artık iş aramıyor, iş gücüne de katılmaktan vazgeçmiş, geriye kalan 800 bin gencimizin yaklaşık 250 bini işsiz yani 1 milyon 200 bin üniversite mezunu kardeşimizin yarısından fazlası işsiz durumdadır. Bütün bir gençliği ebedî bir stajyerliğe mahkûm etmiş durumdasınız. Gençlerimizin yüzde 62'si yurt dışına yerleşip orada yaşamak ister hâle gelmiştir. Bir ülke kendi gençliğini kaybederse, bir ülkenin gençliği kendi memleketine dair istikbal tasavvurunu yitirirse beka sorununu sınırların dışında aramaya gerek yoktur, o memlekette asıl beka sorunu işte budur. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)
2017 yılında Türkiye, gayrisafi yurt içi hasılada dünya sıralamasında 17'nci sıradayken Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin 2'nci yılında 2 sıra geriye düşerek 19'uncu sıraya geriledi, Türkiye 1990 yılında da zaten 19'uncu sıradaydı, bu yılın sonunda 20'nci sıraya düşmemiz bekleniyor. 1990 yılında Türkiye, kişi başına düşen millî gelirde dünyada 49'uncu sıradaydı, 2019 yılında 74'üncü sıraya düşmüşüz. Bunlar bizim söylediklerimiz değil, sizin TÜİK'in verileri de değil, bunlar IMF verileri. Tablo ortada; yeni Türkiye eski Türkiye'yi aratır durumdadır.
2018'in ikinci çeyreğinde yaklaşık 880 milyar dolar olan millî gelirimizin 2020 sonunda 700 milyar doların altına düşeceği görülüyor. Türkiye millî geliri iki buçuk yıl içinde yaklaşık 200 milyar dolar erimiştir. Bu demektir ki Türkiye'nin gayrisafi yurt içi hasılası, Yunanistan'ın gayrisafi yurt içi hasılası kadar buharlaşmıştır. "Bu sistem ülkeyi uçuracak." derken millî gelirimizi buhar edip uçurdunuz, eserinizle övünebilirsiniz.
Huzur ve refah içinde yaşatma vaadiyle getirdiğiniz partili Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle Türk milletini fukaralığa mahkûm ettiniz. Eskiden yoksulluk toplumun bir kesiminin yaşadığı sorun iken bugün toplumun neredeyse yarısının yaşam biçimi hâline gelmiştir. Yarattığınız fukaralığı düzene çevirdiniz. Temmuz 2018 ile bugün arasındaki dış borcun dolar cinsinden neredeyse bir farkı yok, 430 milyar ile 450 milyar arasında gidip gelmekte. Aynı dönemde dolar kuru 4,61'di, şimdi ise 7,84. Böylece dış borcumuz TL cinsinden 2 trilyon liradan 3,5 trilyon liraya çıkmıştır.
Öyle bir sistemi konuşuyoruz ki "Ülkeyi şaha kaldıracak." diye beklerken borçlarımız şaha kalkmıştır. Sistem değişikliği gerçekleştirildiğinde bütçe açığımız 32 milyar Türk lirası iken bu yıl sonunda 240 milyar Türk lirası olması beklenmektedir yani 8 katına çıkmıştır. Yeni sistemden önceki son yılda yani 2017'de faiz giderlerine 57 milyar lira harcanırken önümüzdeki yıl 180 milyar lira harcanması beklenmektedir. Faiz gideri de 3 katına çıkmıştır. Anlıyoruz ki "Bu kardeşinize yetkiyi verin." diyerek devlet idaresini ele alanlar, milletle kardeşlik bağını koparmış, uluslararası faiz lobisinin tahakkümü altına girmiştir. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Birkaç tane gösterge dışında bozulmamış rakam kalmamıştır. Siz de mecburen o rakamları dile getirip, bu çöküşü perdelemeye çalışıyorsunuz. Boş yere çalışmayın, o rakamları bir tarafa bırakın ve dönüp millete bakın. Milletin cüzdanı boşaldı, mutfakta yangın büyüdü; esnaf, çiftçi, işçi kan ağlıyor, kâr edemiyor ama kira ödüyor, para kazanamıyor, mücadele ediyor, iş bulamıyor, hayata tutunmaya çalışıyor. Kâğıt üzerinde düşürdüğünüz enflasyon, çarşıda da pazarda da düşmüyor; vatandaş gerçek enflasyonun ateşiyle yanıp tutuşuyor. Market rafları borsa tahtalarına döndü, fiyatlar o kadar hızlı değişiyor ki personeller artık etiket değiştirmeye yetişemiyor. Vatandaş bir kez aldığı ürünü bir ay değil, bir hafta sonra bile aynı fiyata alamıyor. Yağ fiyatları, kuru gıda fiyatları raflarda âdeta ralli yapıyor. TÜİK ise "Yanılıyorsunuz, fiyatlar artmadı." diyerek neredeyse vatandaşın aklıyla alay ediyor.
Tüm yetkilerin tek kişide toplandığı, hukukun üstünlüğü ve yargının bağımsızlığı kavramlarının yok edildiği, bağımsız kurumlarımızın iktidarın emrine girdiği, demokrasinin rafa kaldırıldığı bu sistemle, ekonomik kalkınma ve istikrarın mümkün olamayacağı artık görülmüştür. Tüm makamlar, mevkiler ve sistemler Türk milletine hizmet edebilmek için vardır. Merkezinde millet olmayan anayasal düzen ve siyasal sistemler değişmeye mahkûmdur. Anadolumuzun ücra köşelerinde vatandaşlarımız yastığa başını aç koyuyorsa; anneler, babalar en basit ihtiyaçları karşılayamadıkları için evlatlarına karşı mahcup durumdaysa; vatandaşlar yokluktan, yoksulluktan, umutsuzluktan kendi hayatına son verecek noktaya gelmişse geriye söyleyecek tek bir söz kalmıştır: Türkiye bu ucube sistemden mutlaka kurtulmalı ve kurtarılmalıdır. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
Değerli milletvekilleri, kamu-özel iş birliğiyle alakalı birtakım bilgileri sizlerle paylaşmak istiyordum ama hem bütçenin açılış konuşmasında Grup Başkanımız hem de Sayın Erhan Usta bu konuya oldukça kapsamlı bir biçimde katkı sağladılar. Ben, bu bahsettiğiniz kamu-özel iş birliği konusuyla alakalı olarak da geçen bütçe konuşmamda gerekenleri söylemiştim ve hatta son Başbakanımız "Bütün bunları ben yaptım. Gel, bu konuda seni bir aydınlatayım." demişti. Ben bu davetine icabet edemedim ama en kısa zamanda o davete icabet edip bu konuyla alakalı bilgi sahibi olmaya gayret sarf edeceğim.
Benim size ezcümle dediğim şudur: Vergi yükü ve kredi yükü altında ezilen milletimizin çektiği bu cefayı duymak mecburiyetindesiniz. Ya duyacaksınız ya da milletin iradesiyle bu iktidardan gideceksiniz. Zira, bu milletin, yandaşlarınızı da daha fazla ihya edecek takati, size de daha fazla tahammül edecek sabrı kalmamıştır.
Eğer 21'inci yüzyılın Türkiyesi baskıcı bir dönemi yaşıyorsa ve biz hâlâ "Adalet ve demokrasi nerede?" diye bir arayışın içine girmişsek, eğer on sekiz yıldan beri devleti yöneten iktidar partisi bugün hâlâ adalet reformlarını konuşuyorsa bir sorunumuz var demektir. Bu sorun, hepimizin, 83 milyonun ortak sorunudur. Bu sorun, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle birlikte yargı erkinin tamamen kuşatılması, adaletin askıya alınması sorunudur. Demokrasilerin olmazsa olmaz kaidesi yargı bağımsızlığıdır; gelişmiş devlet modellerinin tamamı, kuvvetlerin gücünü paylaştırmayı ve bu yolla denge ve denetim mekanizmasını sağlamayı ve güçlendirmeyi hedefler. Siyasilerin müdahil olduğu, bir telefonla hukuka aykırı tutuklamaların yapıldığı veyahut hukuka aykırı tahliyelerin gerçekleştiği bir ülkede yargı bağımsızlığından söz edilemez. Sokaktaki vatandaşın artık yargı erkine güven duymadığı, adaletin sembolü olan heykelin göz bağının çözüldüğü ve terazinin sürekli olarak iktidar yandaşlarından yana ağır bastığı bir yargı düzeniyle adalet tesis edilemez. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi, tek bir kişinin yasamayı ve yargıyı tahakküm altına aldığı rejimin adıdır. Eğer yargıyı tahakküm altına alırsanız hâkim, hâkim olmaktan çıkar; savcı, savcı olmaktan çıkar ve tüm yargı mensupları siyasal iktidarın bir uzantısı hâline gelir. Hitler'in adalet müşaviri Hans Frank Alman yargıçlarına şöyle söylerdi: "Vereceğiniz her kararda önce kendinize şunu sorunuz: 'Benim yerimde Führer olsaydı acaba nasıl karar verirdi?'" 21'inci yüzyılın Türkiyesinde hukuk düzeni maalesef, 1940'lı yılların Almanyasını akıllara getiriyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Müsaade eder misiniz?
BAŞKAN - Buyurun Sayın Dervişoğlu.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Bugün, Türkiye'de bağımsız olması gereken hâkimler ve savcılar kendilerine şu soruyu sormaya mecbur hissediyor: "Eğer Cumhurbaşkanımız benim yerimde olsaydı acaba nasıl karar verirdi?" Bu soruyu soran hâkimlerin ve savcıların olduğu bir memlekette hangi reformu yaparsanız yapın adaleti tesis edemezsiniz. Mahkemelerin Adalet ve Kalkınma Partisinin hukuk komisyonları gibi çalıştığı bir yargı düzenini bu millet hak etmemektedir. Şimdi, siz diyorsunuz ki: "Yargıda reform yapalım." Şu hâliyle yargıda reform yapmak yoğun bakımdaki hastaya ağrı kesici vermeye benzer. Türkiye'nin sorunu sistematik bir sorundur ve çözümü de ancak sistemin değişmesiyle mümkün olur. Aksi hâlde bırakın reform yapmayı, devrim de yapsanız bu ülkede adaleti temin ve tesis edemezsiniz. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun Sayın Dervişoğlu.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Sayın milletvekilleri, bugün bütçe kanun teklifi yasalaşıyor. Bu bütçe, biliyorum, göstermelik bir bütçe; "İş olsun, torba dolsun." şeklinde bir bütçe tıpkı çıkardığımız torba kanunlar gibi yani neticede zorlama bir kanun. Bu bütçe vatandaştan yana değil, bu bütçe kalkınma yaratmıyor, bu bütçe gelir dağılımını düzeltmiyor, yatırım öngörmüyor. 2020'de borç bulma veya dışarıdan yatırımcı gelebilme ihtimali yok. Türkiye Cumhuriyeti'ne en büyük bütçe açığını verdirecek olan bir bütçedir bu bütçe. Planlanan açık bile 250 milyar ve bu rakamın 400 milyar liranın üzerine çıkması da kötü bir beklentidir. Aynı anda ve yılda cari açık 40 milyar dolar artarak tarihî bir rekora koşuyor. Yine, aynı anda ve yılda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası döviz rezervi 50 milyar dolar açık verdi çünkü fazladan swapla borçlandı.
Son cümlelerim efendim.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (Devamla) - Dolayısıyla yukarıdaki maddede geçen çifte açık, artı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasında rezervsizlik, ihtiyat akçesiz ve aşırı swap borcuyla karşı karşıyayız. Bu bütçe işsizliğe çare olmayacak, hatta bu konu bu bütçenin umurunda bile değil. Bu bütçe vatandaşa sosyal yardım bütçesi de değil. Bu bütçede kamunun tasarruf yapmadığını ve hatta israfın bitmediğini görüyoruz. Bu bütçe kaynakları tüketme bütçesi olarak kendini gösteriyor. Bu bütçenin vizyonu yok ki misyonu olsun. Bu bütçede vatandaş lehine hiçbir maddeye rastlamadık.
İçinde millet yararına hayırlı hiçbir şey bulamadığımız bu bütçeye "hayır" oyu vereceğimizi ifade ediyor, yüce Meclisi saygıyla selamlıyor, sabrınız ve nezaketiniz için şükranlarımı sunuyorum.
Sağ olun efendim. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)