GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin Millî Çıkarlarına Yönelik Her Türlü Tehdit ve Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Libya'daki Gayrimeşru Silahlı Gruplar ile Terör Örgütleri Tarafından Türkiye'nin Libya'daki Menfaatlerine Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek, Kitlesel Göç Gibi Diğer Muhtemel Risklere Karşı Millî Güvenliğimizin İdame Ettirilmesini Sağlamak, Libya Halkının İhtiyacı Olan İnsani Yardımları Ulaştırmak, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Tarafından Talep Edilen Desteği Sürdürmek, Bu Süreç Sonrasında Meydana Gelebilecek Gelişmeler İstikametinde Türkiye'nin Yüksek Menfaatlerini Etkili Bir Şekilde Korumak ve Kollamak, Gelişmelerin Seyrine Göre İleride Telafisi Güç Bir Durumla Karşılaşmamak İçin Süratli ve Dinamik Bir Politika İzlenmesine Yardımcı Olmak Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Gerektiği Takdirde Türkiye Sınırları Dışında Harekât ve Müdah
Yasama Yılı:4
Birleşim:36
Tarih:22.12.2020

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlamadan evvel, yüz altı yıl önce Sarıkamış'ta şehit düşen kahraman askerlerimizi rahmet ve minnetle yâd ediyorum.

Libya'ya asker gönderilmesinin on sekiz ay daha uzatılmasına dair Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

2011 yılının Şubat ayında Libya'da başlayan ve Arap Baharı olarak adlandırılan sürecin kıvılcımları ilerleyen aşamada ülkede Kaddafi rejiminin devrilmesiyle sonuçlanmıştır. Ancak rejimin devrilmesinden sonra silahlı çatışmalar yoğunlaşmış, parçalanmış bir yapı ortaya çıkmıştır. 2015 yılına gelindiğinde Birleşmiş Milletler himayesinde tarafların bir araya getirildiği diyalog süreci sonunda 17 Aralık 2015'te Libya Siyasi Anlaşması imzalanmış, Ulusal Mutabakat Hükûmeti Libya'nın tek ve meşru temsilcisi olarak tanınmıştır. Ancak çok geniş kesimden destek alan Halife Hafter komutasındaki sözde Libya ordusu 4 Nisan 2019 tarihinde tesis edilen barışı bozmuş ve Trablus'u kuşatmaya başlamıştır. 27 Kasım 2019'da ülkemizi ziyaret eden Ulusal Mutabakat Hükûmeti Başkanlık Konseyiyle, 2012 yılında Libya'yla imzalanan Askerî Eğitim İş Birliği Mutabakat Muhtırası üzerine bina edilen Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası imzalanmıştır. Böylelikle, ülkelerimiz arasında güvenlik kurumları nezdinde eğitim programlarının düzenlenmesi, teknik bilgi ve tecrübe paylaşımı, terörizm ve yasa dışı göçlerle mücadele konularındaki iş birliğinin hukuki zemini tesis edilmiştir.

2019 Aralık ayına gelindiğinde ise Libya Ulusal Mutabakat Hükûmeti Başkanlık Konseyi Başkanı Serrac, ülkesinin birlik ve bütünlüğünü tehdit eden yasa dışı silahlı gruplarca düzenlenen saldırılara karşı koyabilmek, ülkedeki barışı korumak ve istikrarı temin etmek amacıyla Türkiye'den yardım talep etmiştir. Bu gelişme üzerine, Libya'ya asker gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi Meclisimize gönderilmiş ve 2 Ocak 2020'de kabul edilmiştir. Böylelikle, Libya'nın güvenlik ve istikrarına katkı sağlamak amacıyla Türk Silahlı Kuvvetleri personeli talep edilen eğitim ve danışmanlık yardımını sağlamış, verilen bu yardım sayesinde Ulusal Mutabakat Hükûmeti ülkenin bütünlüğüne kasteden saldırıları durdurmuştur. Netice itibarıyla, Libya'nın ülkemiz ve Kuzey Afrika ile Akdeniz Bölgesi için de güvenlik riski doğurabilecek kaosa sürüklenmesinin önüne geçilmiştir.

Ulusal Mutabakat Hükûmetinin elde ettiği başarılar, Libya krizinde siyasi sürecin yeniden canlanmasını sağlamıştır. Ülkemiz Libya'da ihtilafın başlangıcından beri askerî bir çözümün mümkün olmadığı görüşünü her daim vurgulamış, kalıcı askerî ateşkesin tesisi ve siyasi çözüm sağlanması amacıyla yürütülen tüm uluslararası çabalara destek olmuştur. Bu bağlamda, 19 Ocak 2020'de Berlin'de düzenlenen konferansa katılan Türkiye, sorumlu davranışıyla Libya'da barış ve istikrarın hâkim olmasına yönelik siyasi katkısını da sunmuştur. Gelinen noktada, Libya'da darbeyle Ulusal Mutabakat Hükûmetini devirme amacıı5 taşıyan Hafter güçlerinin saldırıları önemli ölçüde engellenmiş olsa da ihtilafa çözüm bulunması amacıyla tertiplenen Berlin Konferansı'nın ardından Birleşmiş Milletler himayesinde yürütülen kalıcı ve sürdürülebilir ateşkes ve siyasi diyalog sürecinin sonuçlandırılması ve kurumların birleştirilmesi ne yazık ki henüz mümkün olmamıştır.

Sözde Libya Ulusal Ordusunun, dış güçlerin yoğun desteğiyle Libya'nın orta ve doğu bölgelerindeki askerî tahkimatını sürdürdüğü belirtilmektedir. Hafter'e bağlı sözde Libya ordusunun siyasi süreci baltalaması ve askerî yöntemlere başvurarak meşru Hükûmete yönelik yeniden saldırılar düzenlemesinin ihtimal dâhilinde olduğu da ifade edilmektedir. Nitekim bu yönde sadece saha bulgusu olmayıp medyaya da yansımış olan çok sayıda haberler mevcuttur, Birleşmiş Milletler dahi bu tespiti yapmaktadır. Bu kapsamda Libya'daki durumun ülkemiz dâhil olmak üzere tüm bölge için risk ve tehditler barındırmayı sürdürdüğü açıktır. Sözde Libya Ulusal Ordusunun saldırılarının yeniden başlaması ve meşru Hükûmetin sıkıntıya düşmesi hâlinde Türkiye'nin gerek Libya'da gerek Akdeniz havzasında gerekse Kuzey Afrika'daki çıkarları hiç kuşku yok ki olumsuz etkilenebilecektir. Kaldı ki bunun için pusuda hazır bekleyenler de vardır. Libya ve bilhassa Akdeniz üzerinden ülkemize yöneltilmeye çalışılan beka tehditlerinin mevcudiyeti her hâliyle kendisini göstermektedir. Bu nedenlerle, Libya'da askerî yöntemlere başvurulması ve saldırıları yeniden başlatma girişimlerinin caydırılması ve engellenmesi önem taşımaktadır.

Değerli milletvekilleri, Libya'yla vardığımız Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası her iki ülkenin Doğu Akdeniz'deki hak ve menfaatlerinin tescili konusunda önemli bir başlangıç olmuştur. Kıbrıs Türklüğünün haklarının korunması hususunda sergilediğimiz kararlılık da aynı kapsamda anlamlı bir hâl almıştır. Libya'yla imzalanan muhtırayla beraber yetki alanlarımızın batı hududu kesinlik kazanmış, Türkiye'yi Doğu Akdeniz'deki hesap ve girişimlerden uzak tutmak isteyen, dahası, egemenliğimize kasteden girişimler rafa kaldırılmıştır. Bölgedeki gündem hızlı şekilde lehimize değişiklik göstermiştir. Libya'da darbeci Hafter'i destekleyen ya da Türkiye'nin deniz yetki alanlarında gözü olanlarsa hemen ortaklı ve hukuksuz girişimlere koyulmuşlardır. Özellikle Fransa, Ulusal Mutabakat Hükûmetinin başkent Trablus'u saran kuşatmayı yararak ilerleme kaydetmesinin hemen ardından Türkiye'yi daha fazla hedef alan bir tutum takınmaya başlamıştır. Ulusal Mutabakat Hükûmetinin kazanımları karşısında şaşkınlık ve paniğe kapılan Fransa, ülkemize yönelik yalan ve iftiralara da başvurmuştur. Geride bıraktığımız haziran ayında, Fransa Savunma Bakanlığı, Türk Deniz Kuvvetlerine bağlı savaş gemilerinin Akdeniz'deki NATO misyonuna katılan bir Fransız savaş gemisine radar kilidi attığını iddia etmiştir. Oysa aynı Fransız gemilerinin iddia edilen olayın hemen öncesinde Türk donanması tarafından yakıt ihtiyacının karşılandığı ve radar kayıtları dâhil olmak üzere diğer teknik bilgilerin haklılığımızı ispat ettiği de görülmüştü. Fransız Savunma Bakanının durumu NATO gündemine taşıması sonrasında, Türkiye karşıtı bir cephenin oluşturulmaya çalışıldığı gerçeği belirginleşmiştir. Nitekim, NATO'dan umduğunu bulamayan Paris yönetimi, müteakip dönemlerde, bu kez yanına aldığı Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesimiyle beraber Avrupa Birliğini etkilemeye çalışmıştır. Bu çabalar hâlâ devam etmektedir; Avrupa Birliği, Libya'da insani krize sebebiyet veren ve Hafter eliyle gerçekleşen insanlık suçlarına sağladığı silah desteğiyle ortak olan Fransa ile hukuksuz ve gayrimeşru çabalar güden Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum kesiminin temelsiz gündemlerine hapsolmuş durumdadır. 23 Kasım 2020 günü Avrupa Birliği tarafından icra edilen ve her yönüyle tartışmalı olan İrini Harekâtı kapsamında Libya'ya seyreden ve insani yardım malzemesi taşıyan "RoselineA" adlı, ülkemizin bayrağını taşıyan bir ticaret gemisine Türkiye'nin izni olmaksızın müdahale edilmesi ve hukuk dışı denetlemede bulunulması yaşanan akıl tutulmasının açık bir dışa vurumudur. İrini Harekâtı'nın sadece Akdeniz'de gerçekleştiği dikkate alındığında, Libya'da yaşanan krizde yanlı bir tutumun sergilendiği kendisini her hâliyle göstermektedir. Niyet samimi değildir. İstenilen, Ulusal Mutabakat Hükûmetinin elinin kolunun bağlanması, Hafter güçlerinin ise ilerleme kazanmasının teminidir. Sirte ve Cufra bölgelerine doğru yoğun bir yığınak sevkiyatı yaptığı Birleşmiş Milletler tarafından tespit edilen Hafter güçlerine alan açarak Avrupa Birliği kendi değerleriyle çelişmektedir. Daha önemlisi, farkına belki geç varacaklar ama çıkarlarıyla da uyumlu olmayan, neticede son turda kendi ellerinde patlayacak silahla ortada dolanan karanlık bir oyunun içerisine sıkışmışlardır.

Kıymetli milletvekilleri, Türkiye'nin Libya'yla vardığı mutabakat muhtırası, deniz yetki alanlarının hakça ve adilce paylaşılmasını öngören bir anlayışın sonucudur. Doğu Akdeniz konusundaki bu yaklaşımımız hukuki, vicdani ve ahlakidir. Diğer yandan, Doğu Akdeniz'deki egemenlik haklarımızın korunmasında Libya'nın stratejik ve yadsınamaz derecede büyük bir önemi vardır. Bu çerçevede, Ulusal Mutabakat Hükûmetinin yanında olarak siyasi sürecin barış çerçevesinde nihayete ermesinde her türlü katkıyı sunmamız gerekir. Gelinen aşamada, ülkemizin şimdiye kadar müttefik gördüğümüz diğer ülke ve uluslararası oluşumlarla süren ilişkisinde Doğu Akdeniz'in önemli ve özel bir anlamı barındırdığı her hâliyle ortadadır. Böylesi bir dönem içerisinde, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliğinin Türkiye'ye karşı yaptırım içeren gündemleri, konuşmaları veya kararları, hiç kuşku yok ki ilişkilerimizde tamiri zor tahribatlar yaratacak ancak sadece bizim açımızdan kayıp olmayacaktır.

Bugün, yaptırımlar bahsinde iki temel meselenin dikkatlerden kaçmadığını ifade etmek gerekir. Bunlardan ilki, Türkiye'nin kendi millî güvenliğini tesis etmek üzere geliştirdiği savunma sanayisi altyapısından duyulan rahatsızlıktır. Nitekim, yerlilik oranının yüzde 70'ler seviyesinin üzerine çıktığı savunma sanayisi ürünleri sayesinde Türkiye'nin Irak, Suriye ve Doğu Akdeniz'deki çaba ve gayretleri millî güvenliğimize yönelen tehdit ve tehlikelerin bertaraf edilmesinde büyük katkı sağlamıştır. Ayrıca, Libya'nın kendi toprak bütünlüğü ve istikrarını koruması ile Azerbaycan'ın işgal edilen topraklarını kurtarmaya yönelik başlattığı askerî harekâtlarda Türk savunma ürünlerinin üstlendiği öncü ve büyük rol tüm dünyanın malumudur. Türkiye'yi dost ve müttefik görenler, 21'inci yüzyılda Türkiye'nin harbin taktik ve tarihini yeniden yazdırmaya aday askerî teknolojisinden elbette memnundur. Aksi düşünceye sahip olanlarsa korku ve endişeyle savunma sanayimizde var olan ilerleyiş ve hatta sıçrayışın durdurulamasa bile yavaşlatılmasına gayret etmektedirler.

Yaptırımlar bahsinde öne çıkan diğer bir meseleyse Doğu Akdeniz bölgesinde yaşanan gelişmelerle beraber değerlendirildiğidir. Avrupa Birliğinin son liderler zirvesinde Yunanistan'ın bölgeyle ilgili yanlış, sorunlu ve diyalog yerine gerginliği sürekli tırmandırıcı çabalarının ülkemizle olan ilişkileri zehirlediği malumunuz olmuştur. Yunanistan Başbakanının kendi ülkesinde yayın yapan bir televizyon kuruluşuna verdiği demeçte, Türkiye'yle yaşanılan sorunu Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yaşanan soruna taşımayı başardıklarını itiraf etmesi, çarpıklığın en açık göstergesi olmuştur. Henüz bu itirafın etkileri sürerken bu kez ABD'nin uygulamaya koyduğu ve savunma sanayimizi hedef alan yaptırımlarla ilgili Yunanistan Dışişleri Bakanından başka bir itiraf daha gelmiştir. Yunanistan Dışişleri Bakanı, kendi ülkesinde yayın yapan bazı gazetelere verdiği demeçte, küstahça, ABD'nin Türkiye'ye yaptırım uygulamasından memnuniyet duyduğunu dile getirirken bu kararlarda ülkesinin de rol oynadığını iddia etmiştir. Hızını alamayan Yunan Bakan, ABD'yle vardıkları savunma iş birliği anlaşması kapsamında, Girit'teki ABD'ye ait Suda Üssü'nün genişletilmesi ve Dedeağaç Limanı'nın da yine ABD'ye imtiyazlar verilmesi karşılığında yaptırım kararları için gerekli altyapıyı hazırladıklarını belirtmiştir.

Amerika Birleşik Devletleri yönetiminin, şayet Yunanistan'ın ipiyle kuyuya indiyse o kuyunun dipsiz olduğunu anlaması uzun sürmeyecektir. Yunanistan, Dedeağaç bölgesinden başlayarak Bulgaristan ve Romanya düzleminden hareketle Karadeniz'de rahatça at koşturabileceğini zannettiyse de, ne derecede büyük bir stratejik körlüğe yakalandığını anlaması uzun sürmeyecektir.

Her çevrenin bilmesi gerekir ki uzun menzilli bölgesel hava savunma sistemi tedariki Türkiye için hayati bir gereklilikti. Bu anlamda önceliğimiz, NATO müttefiklerimizden millî güvenlik açığımızı gidermekti. Fakat hiçbir NATO üyesi ülke, dahası ABD, bu sistemleri Türkiye'ye satmak istemedi. Neticede, tedarik sürecinde en uygun teklifi veren Rusya menşeli sistemlerin alınması kararlaştırıldı. Türkiye bağımsız bir ülkedir. Egemenliğimizi doğrudan ilgilendiren bir meselede başka ülkelerden akıl ve icazet almayız. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Yine, egemenlik haklarımızın gereğini yerine getiriyoruz diye aldığımız kararlardan da geri adım atacak değiliz. Aynı durum Doğu Akdeniz için de geçerlidir. Türkiye, gerginliği azaltmak için bütün samimiyetini ortaya koymuşken yanlış ve yakışıksız politikalarla haklarımızdan geri adım atabileceğimizi zannedenler boşa oyalanmasın. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar) Bütün iyi niyetimize rağmen bölgenin barış iklimini bozmayı göze alanlar varsa ya da bunu hesap edenler bulunuyorsa Türkiye'nin güçlü, etkin ve caydırıcı kudretini icap ettiğinde ortaya koyma kararlılığını sonuna kadar göstereceğini iyi bilmeleri gerekir. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)

Kendi çapına ve boyuna güvenmeyenlerin başka çevrelerin arkasına sığınıp tilki misali şikâr almayı ummaları hüsrandan başka bir şey getirmeyecektir. Türkiye, ısrarla, Doğu Akdeniz meselesinde uluslararası hukukta var olan kabul ve kararlar ne ise, hepsinden doğan hakları ölçüsünde egemenliğini koruyacağını, diyaloğa ise açık olduğunu ilan etmektedir. Buna karşın, Yunanistan hukuksuz eylemlerini sürdürmekte, ikili görüşmelerden ısrarla kaçmakta, bölgenin barış ve istikrarını ortadan kaldıracak çabalarına devam etmektedir. Bu durum, Yunanistan açısından kaldırılabilir bir yük, Atina'yı tatmin etmeye uğraşırken kendinden çok ciddi taviz ve açıklar veren Avrupa Birliği açısındansa sürdürülebilir değildir. Türkiye'ye, Türkiye'nin kendi deniz yetki alanlarında faaliyet gösteren Oruç Reis sismik araştırma gemisinin bölgedeki çalışmalarını durdurma çağrısı yapanların, Yunanistan'ın neredeyse her gün Akdeniz ve Ege'deki askersiz olması gereken adaları silahlandırması karşısında sessiz kalması, gerçekte kimin, hangi niyette olduğunu göstermektedir.

Saygıdeğer milletvekilleri, Libya'nın istiklalinin ve toprak bütünlüğünün korunması hususunu bizim açımızdan önemli kılan bir başka durum da Kuzey Afrika bölgesindeki çıkarlarımızla ilgilidir. Libya gibi Kuzey Afrika'da bulunan ülkelerin tamamı yüzyıllar boyunca beraberce yaşadığımız aynı hudutların içerisindeydi. Bugün bile Kuzey Afrika ülkelerinin her birinde hatırı sayılı mevcutta Türk nüfusunun yaşadığı gerçeği malumdur. Ayrıca, aynı bölgede bulunan ülkelerde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğunun ülkemizle var olan güçlü gönül bağları hâlâ koparılamamıştır. Yapılan bir çalışmaya göre, 16'ncı yüzyıldan 19'uncu yüzyılın başına kadar geçen süre boyunca Anadolu'dan gelen 1 milyona yakın Türk, asker olarak bölgeye yerleşmiştir. Dahası, bölgeye yerleşen Türklerin çocukları olan Koloğulları, bugün hâlâ bu isimle bölgedeki mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Kuzey Afrika bölgesi, Akdeniz'in güney sahillerini tuttuğu gibi, yine, Akdeniz'in Atlas Okyanusu ve Hint Okyanusu'na açılan stratejik geçiş noktalarını da bünyesinde barındırmaktadır. Enerji kaynaklarının transferi ve Afrika'dan Avrupa'ya yönelen göçlerde en stratejik nokta olmaları da önem arz eden bir başka özelliğidir. Bilhassa Libya, Avrupa için acil gündem olan enerji ve sığınmacılar meselesinde işte bu yüzden önemlidir çünkü Avrupa'nın ihtiyacı olan petrolün büyük bir kısmı Libya'dan temin edilirken, Avrupa'ya Afrika'dan göç eden insanların neredeyse tamamına yakını Libya üzerinden bir kıtadan diğerine geçmenin arayışı içerisinde olmaktadırlar. Bu şartlarda Kuzey Afrika bölgesiyle geliştireceğimiz ilişki, sadece bu alanla sınırlı olmayan, aynı zamanda Avrupa ve Afrika Kıtalarına yönelik takip edeceğimiz bölgesel ve küresel siyasetimiz açısından da değerlidir. Bu kapsamda, Cezayir ve Tunus'la beraber son yıllarda hız kazanan ve giderek daha ileri bir noktaya taşınan ilişkilerimiz de memnuniyet vericidir.

Libya'nın istikrarının önündeki bütün engeller, gelinen ve bundan sonraki aşamalarda kaldırılmalı, verdiğimiz destek, huzur ve güvene erişinceye kadar devam etmelidir. Mehmetçik, Libya'da eğitim ve danışmanlık faaliyetleriyle tarihî bir sorumluluğu yerine getirirken ülkemizin hak ve menfaatlerinin çok geniş bir alanda korunmasına da katkı sağlamaktadır. Temennimiz, şimdiye kadar sürdürülen çabaların devam etmesidir.

Bu kapsamda, şanlı askerimizin Libya'daki görev süresinin on sekiz ay daha uzatılmasına dair gündemimizde bulunan Cumhurbaşkanlığı tezkeresine Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu yönde oy vereceğimizi belirtiyor, Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)