| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tespit Olunacak Şekilde, Türk Silahlı Kuvvetleri Unsurlarının NATO'nun Afganistan'da İcra Etmekte Olduğu Kararlı Destek Misyonu ve Devamı Kapsamında Yurtdışına Gönderilmesi, Aynı Amaçlara Yönelik Olmak Üzere Yabancı Silahlı Kuvvetlerin Anılan Misyona Katılmak Amacıyla Ülkemiz Üzerinden Afganistan'a İntikali ile Geri İntikali Kapsamında Türkiye'de Bulunması ve Bunlara İmkân Sağlayacak Düzenlemelerin Cumhurbaşkanı Tarafından Belirlenecek Esaslara Göre Yapılması İçin, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 6 Ocak 2015 Tarihli ve 1079 Sayılı Kararıyla Verilen ve Son Olarak 25 Aralık 2018 Tarihli ve 1206 Sayılı Kararlarıyla Uzatılan İzin Süresinin Anayasanın 92'nci Maddesi Uyarınca, 6 Ocak 2021 Tarihinden İtibaren On Sekiz Ay Uzatılmasına İlişkin Tezkeresi (3/1493) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 36 |
| Tarih: | 22.12.2020 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; NATO'nun Afganistan'da icra ettiği "ISAF" adlı Kararlı Destek Misyonuna Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının gönderilmesi, yine aynı amaçla yabancı silahlı kuvvetlerin anılan misyona katılmak amacıyla ülkemiz üzerinden Afganistan'a intikali ile geri intikali kapsamında Türkiye'de bulunması amacıyla düzenlenen Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerinde söz aldım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Bu Kararlı Destek Misyonu konusuna, ISAF'a asker gönderme konusuna geçmeden önce hikâyeyi biraz başa sarmakta yarar var. Peştunların çoğunlukta olduğu, ancak onlarca farklı dilin konuşulduğu Afganistan, bir kabileler ülkesi olarak tarih boyunca farklı medeniyetlerin ve imparatorlukların egemenliği altına girdi. Persler, Büyük İskender önderliğinde Helen devletleri, Çin Yüeçi Hanedanlığı, Hunlar, Arap orduları, Gazneliler, Hint Kuşan Hanedanlığı ve Moğol hanedanlıklarının buradaki egemenliğinden sonra 1800'lerden itibaren Rus ve İngiliz İmparatorluklarının istilasına uğradı. Afgan kabileler ile İngilizler arasında 1919'a kadar 3 büyük savaş yaşandı ve sonuç olarak İngilizler, 1919'da imzalanan Ravalpindi Anlaşması'yla Afganistan'ın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı ve Afganistan Emirliği 1919'da kurulmuş oldu. Kabileler arasında yaşanan iç savaşlar sonucunda 1926'da Emânullah Han tarafından kısmen seküler nitelikte bir Afgan Krallığı kuruldu. Soğuk savaşın etkilerinin en fazla hissedildiği dönemde Batılı güçlerin desteklediği sözüm ona İslamcı örgütler 1973'te krallığı yıktı ve Afganistan Cumhuriyeti'ni kurdu. Ancak bu da uzun sürmedi, Sovyetler'in desteklediği Afganistan komünistlerinin başlattığı isyanlar sonucunda Nisan 1978'de Afgan Komünist Partisi öncülüğünde Afganistan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu. Ancak cihatçı Afgan mücahitler, ABD'nin ve NATO'nun desteğiyle kırsal bölgeleri kontrol altına almaya başladı. Sovyet ordusu müdahale etse de gerilla savaşı yürüten cihatçılar karşısında başarı elde edemedi ve 1987'de Afganistan Demokratik Cumhuriyeti yıkıldı.
Mücahitlerin önderliğinde kurulan Afganistan İslam Devleti 1990'dan itibaren ülkeyi şeriat hukukuna göre yönetmeye, dizayn etmeye başladı. Mücahitler arasında en popüler güç olmaya başlayan Peştun ağırlıklı Taliban hareketi, 1996'dan itibaren Afganistan'daki tek egemen güç hâline geldi ve ülkenin adını da Afganistan İslam Emirliği olarak değiştirdi. Afganistan'ın yönetim kademelerinden dışlanan ve öncesinde Sovyetler'e karşı mücadele eden cihatçı örgütlerin bir kısmı aynı dönemde, 1996'da Kuzey İttifakı'nı kurdu. Birbiriyle de çatışan bu gruplar 2001'de ABD'nin müdahalesiyle Taliban'a karşı birleştiler. Taliban, Afganistan'da egemen olsa da Pakistan üzerinden dünyadaki cihatçı yapılarla da her geçen gün bağlarını güçlendirmekteydi. Bunlardan biri de küresel ölçekte etkin hâle gelen El Kaide'yle kurdukları iş birliğiydi.
11 Eylül 2001'de ABD'de İkiz Kuleler'e yapılan saldırılar neticesinde El Kaide'yle birlikte zamanında ABD'nin desteklediği Taliban yönetimi de ABD'nin hedefi oldu. 7 Ekim 2001'de ABD öncülüğünde NATO güçlerinin Afganistan'ı işgali başladı ve Kuzey İttifakı'nın desteğiyle Taliban güçleri Afgan kentlerinden birer birer çıkarıldı. Ancak, Afganistan'ın dağlık bölgelerinde Taliban ve El Kaide güçlerinin hâkimiyeti sürdü ve hâlâ sürmeye devam ediyor.
2001'de Taliban'a ve El Kaide'ye karşı ABD'nin başlattığı Afganistan işgali Ağustos 2003'ten bu yana NATO'ya bağlı, çok uluslu ISAF tarafından devam ettiriliyor. 5 Aralık 2001 tarihli Bonn Anlaşması ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 20 Aralık 2001 tarihli ve 1386 sayılı Kararı'yla Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti kuruldu ve 16 Ocak 2002 tarihinde Birleşik Krallık'ın komutasında göreve başladı. Ağırlıklı olarak ABD askerî güçlerinden oluşan bu uluslararası askerî operasyon gücü yıllar içerisinde tüm NATO ülkeleri dâhil olmak üzere 50'den fazla ülkenin katılımıyla bugüne kadar geldi. Ancak, bu ülkeler arasında Taliban'la askerî mücadele amacıyla muharip güç gönderen ülkeler çok sınırlı.
ABD'den sonra Afganistan'a en fazla askerî güç yığan ülke Birleşik Krallık. Onu Kanada, Almanya, Avustralya ve İtalya takip ediyor. 2020 itibarıyla 38 ülkeden toplam 15.937 ISAF askeri Afganistan'da bulunuyor. Bu askerlerden yaklaşık 8 bin tanesi ABD ordusuna ait, 1.300'ü Almanya, 950'si Birleşik Krallık, 895'i ise İtalya ordusu mensubudur. Türkiye'den, bildiğimiz kadarıyla, 600 kişilik bir birlik Afganistan'da bulunmaktadır. Ancak, bu birliğin tamamı başkent Kâbil şehir merkezinde muharip olmayan alanlarda görev yapmaktadır.
Ekim 2001'den bu yana devam eden savaşta Amerika Birleşik Devletleri'nin şimdiye kadar 2.420, Birleşik Krallık'ın 456, Kanada'nın 159, Fransa'nın 89, Almanya'nın 57, İtalya'nın 53, diğer ülkelerin 321 kayıp verdiği bildiriliyor. Batılı güçler arasında yaralı sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte, 35 binin üzerinde yaralı olduğu tahmin ediliyor ve kamuoyuna yansıyan bilgiler de bu doğrultuda. NATO'nun desteklediği ve Taliban'a karşı savaşan güçlerden ise bu savaşta şimdiye kadar en az 70 bin kişinin ve bunun yanında 100 binin üzerinde sivilin yaşamını kaybettiği belirtiliyor. Bu savaşta, 70 binin üzerinde Taliban savaşçısının öldürüldüğü kesin olmayan bilgiler arasında. Ancak, buna rağmen Taliban, Afganistan'ın kırsal bölgelerinden ve Pakistan'dan savaşçı temin etmeye devam ediyor.
Yine, hem Taliban'ın hem de El Kaide'nin Pakistan üzerinden askerî teçhizat tedarikinin kesintisiz devam ettiği biliniyor. El Kaide lideri Usame Bin Ladin'in yıllar sonra bulunup öldürülmesi bile El Kaide'yi zayıflatmadı. Tam tersine, küresel çapta hareketliliğini artırmaya devam etti.
Diğer yandan, 2014'ten itibaren IŞİD'in de Afganistan'da "Horasan Emirliği" adı altında farklı bir örgütlenme içinde olduğu biliniyor. ISAF'ın önceliklerinden biri olan Afganistan ordusunun eğitimi ve kendisini Taliban'a karşı koruyacak kapasiteye ulaşması hedefi ise neredeyse yirmi yıldır sağlanamadı. Peştun kabilelerin -ki nüfusun büyük bir bölümünü oluşturuyor Peştunlar- önemli bir kısmının Afganistan ordusuna katılmaması ve Afganistan Merkezî Hükûmetine mesafeli olmaları, bölgedeki güvensizliğin bir işareti olarak değerlendirilmektedir.
Afgan devlet kurumları içindeki yolsuzlukların Afgan ordusuna da sirayet etmiş olması mevcut istikrarsızlıkların ana kaynaklarından biri olarak görülmektedir. Özellikle Peştun kabilelerin üyesi olan Afgan askerlerinin sadece kâğıt üzerinde varlık göstermesi ve bunlara maaş ödenmeye devam edilmesi Afgan ordusu içinde "hayalet askerler" meselesini gündeme getirmiştir. Dolayısıyla, Taliban'la olası bir savaş durumunda Afgan ordusunun kısa süre içerisinde dağılmasından korkulmaktadır. Bu nedenle ISAF'ın her dönem operasyonel güç azaltmasına bağlı olarak Taliban'ın da aynı oranda bölgede nüfuzunu hızla artırdığı gözlemlenmektedir.
Afganistan'da okuryazarlık oranı yüzde 15, kadınlar hâlâ Afganistan'da büyük bir tehdit altında. İç savaş dışında işsizlik, ekonomik çöküş, yolsuzluklar ve kabileler arası çatışmalar Afganistan'dan kitlesel göçleri artırmaktadır. Ayrıca Afganistan merkezli uyuşturucu üretimi ve küresel dağıtım ağı bazı kabilelerin ana geçim kaynağı hâline gelmiştir. Taliban ve onunla iş birliği yapan kabile reisleri hem insan kaçakçılığını hem uyuşturucu trafiğini denetleyerek ciddi bir fon elde etmektedir.
Afganistan'ın komşu olduğu ülkelerin çeşitliliği dikkate alındığında jeopolitik önemi giderek artmaktadır. Batıda İran, doğuda ise Çin'le komşu olan Afganistan'ın Batılı ülkeler açısından tekrar bir tehdit merkezi olmamasının formülleri aranmaktadır. Bu sebeple, NATO başta olmak üzere uluslararası güçler, bazı Peştun kabileleri, Tacikleri, Hazara ve Özbek halklarını, birbiriyle rekabet etmek yerine Kuzey İttifakı'nda olduğu gibi ortak düşmana karşı birleşmeye teşvik etmektedir ancak Taliban'a karşı mücadele düzeyi azaldıkça ittifak da dağılma eğilimine girmektedir.
Bu gelişmeler ve realite karşısında Birleşmiş Milletlerin inisiyatif alarak Afganistan için yeni bir yol haritası hazırlaması gerektiği açıktır. Amerika Birleşik Devletleri'nin başta olduğu NATO pratiğinin Afganistan'ı Taliban'a karşı koruyamadığı ve bunun tam tersine, Taliban'ı Afganistan'da kalıcı biçimde yeniden konumlandıracak hatalı hamleler içinde olduğu gözlemlenmektedir.
NATO'nun en uzun süreli harekâtı Afganistan'da devam etmektedir ancak ISAF bünyesinde görev alan farklı ülkelerden birçok askerî birliğin Afganistanlı sivillerin ölümüyle sonuçlanan birçok operasyondan da sorumlu olduğu bilinmektedir. Bakın, yalnız bir tane örnek: Avustralya ordusunun soruşturması sonucunda 25 Avustralya askerinin Afganistan'da farklı tarihlerde 39 sivilin öldürülmesine karıştığı ortaya çıktı; Avustralya Hükûmeti bu nedenle resmen özür dilemeyi ve kurbanların yakınlarına tazminat ödemeyi kabul etti. Buna benzer pek çok sayıda savaş suçunun ISAF bünyesindeki askerler tarafından gerçekleştirildiği tahmin ediliyor. Afganistan'ın kırsal bölgelerinde düğün ya da cenaze törenlerinin havadan bombalanarak yüzlerce sivilin katledildiğine ilişkin birçok haber uluslararası kamuoyuna yansıdı, bu konuda pek çok kahramanlık menkıbesi içeren filmler çevrildi ancak bu katliamlara karşın, bu katliamlara ilişkin soruşturmaların sonuçları bugüne kadar kamuoyuyla paylaşılmadı.
ISAF'ın sivillere yönelik sorumsuz tutumu nedeniyle Taliban, Afganistan kırsalında destek kaybetmedi ve bu nedenle sahadaki gücünü korumaya devam etti. ISAF'ın sahadaki başarısızlıkları ve bundan sorumlu olan NATO ülkelerinin liderlerinin Afganistan konusunda mevcut kritik durumu daha da kötüye götüren yaklaşımları nedeniyle Taliban, uluslararası alanda ağırlığını artırmaya devam ediyor. Trump Afganistan'dan çekilmek uğruna Taliban'la masaya oturmayı kabul etti ve sahada psikolojik üstünlük yeniden Taliban'a geçmiş oldu.
Biliyorsunuz, uluslararası kuruluşlar her yıl çeşitli endeksler yayınlıyor; bizler de zaman zaman, Türkiye'nin yerini göstermesi açısından bunları paylaşıyoruz. İşte, bu İnsani Kalkınmışlık Endeksi'nde, Yoksulluk Endeksi'nde, kadın istihdamını gösteren endekslerde, çocuk-bebek ölüm oranları gibi endekslerde; bunların tamamında en kötü durumda olan birkaç ülkeden biri Afganistan'dır yani âdeta, Afganistan, insanlığın bittiği, tükendiği ülkelerin başında gelmektedir. Öyle, basın özgürlüğünden, düşünce özgürlüğünden, ifade özgürlüğünden Afganistan için hiç bahsetmeye bile gerek yok.
Peki, bu on dokuz yıllık süre içerisinde, on dokuz yıl boyunca dünyanın dört bir yanından dünyanın en güçlü, en zengin ülkeleri "Afganistan'ın sorunlarını çözeceğiz." diyerek asker gönderdi. Bunlardan hangisine çözüm bulundu? Elbette hiçbirine. Peki, Afganistan'da sizce kim yaşamak ister? İçimizden herhangi birisi için Afganistan'ın en küçük bir cazibesi var mıdır? Elbette yok. Bu savaş ve operasyon nedeniyle on dokuz yıldır -yaklaşık rakamlar bunlar, resmî rakamlarını kimse tam olarak bilmiyor- en az 5 milyon 700 bin Afgan'ın ülkesini terk ettiği tahmin ediliyor. Bunların çok büyük bir bölümü Pakistan'da ve İran'da yaşıyor. Pakistan'ın, İran'ın; o yoksul Pakistan'ın, o yoksul İran'ın en yoksul varoşlarında yaşıyor ya da üçüncü ülkelere, Avrupa'ya, dünyanın başka ülkelerine gitmek istiyor. Daha önceki konuşmalarımda da dile getirdim, bunlardan en az 170 bininin bugüne kadar Türkiye'ye gelip Birleşmiş Milletlere başvurduğu söyleniyor. Yani gelen kişi sayısı bundan çok çok fazla fakat Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin Türkiye Temsilciliğine başvuran kişi sayısının 170 bin olduğu söyleniyor. Peki, biz bu 170 bin kişiye ne yapıyoruz, biliyor musunuz? Bunlar Birleşmiş Milletlere başvuran kişiler, üçüncü ülkelere gitmek istiyorlar, Türkiye'de kalmak için de gelmiyorlar. Biz bunlara mülteci statüsü tanımıyoruz. Türkiye Batı'dan gelenlere mültecilik hakkı tanıyor yani Almanlar, Fransızlar, İngilizler sanki sıraya girmiş de Türkiye'ye geliyorlar, yok öyle bir şey. Biz Türkiye olarak onlara "Mültecilik hakkı tanırız." diyoruz fakat Türkiye'nin doğusundan gelen hiçbir ülkenin yurttaşına mültecilik hakkı vermiyoruz, tanımıyoruz. Bu konuda, Türkiye'nin imzaladığı uluslararası sözleşmelerin 2'sinde de çekincesi var. Peki, iktidar olarak Adalet ve Kalkınma Partisi ne yapıyor? Üçüncü bir ülkeye gitmek için kolaylık göstermek bir yana, bunları kendi ülkelerine göndermeye çalışıyor. Uluslararası Af Örgütü raporlarında her yıl binlerce Afganistanlının ülkesine iade edildiği söyleniyor ve ülkesine, Afganistan'a iade edenlerin başında da neredeyse Türkiye geliyor.
Uluslararası Af Örgütünün açıkladığı -sanırım 2018 yılı sonları, 2019 başı olmalı- şöyle bir rakam var: Gözaltında tutulan 2 bin Afganistanlı olduğu söyleniyor -2 bin Afganistanlı- bunlar da ülkesindeki savaştan, ülkesindeki yoksulluktan, öldürülme korkusundan kaçıp başka ülkelere gitmek isteyen insanlar. Onları da bu iktidar geri göndermeye çalışıyor.
Bir adım daha ileri gidelim: İktidar ne yapmaya çalışıyor, biliyor musunuz? Türkçe bilmeyen bu insanlara çevirmen olmadan belge imzalatıyor -bu belgeler uluslararası raporlarda yer aldığı için bu kadar rahat söylüyorum- Türkçe bilmeyen bu kişilere, bu Afganistanlılara yurt dışına çıkmaları için belge imzalatılıyor. Bakın, korkunç bir dram yaşayan bu insanlar bizim ülkemize sığınıyorlar. 3 milyon Suriyeliyi barındırıyoruz diye övünüyorsunuz ya, 2 bin Afganistanlıyı gözaltında tutup iade etmeye çalışıyorsunuz, 5 binini bugüne kadar geri gönderdiniz. Bu ülke -hadi tamamı için söyleyelim- 170 bin Afganistanlıyı barındıracak güçte bir ülkedir. Bu konuda yapılabilecek pek çok şey olduğunu düşünüyorum ama Hükûmet, bu 2 bin Afganistanlıyı, bu 170 bin Afgan'ı ülkesine geri göndermeye çalışıyor.
Şimdi biz bu tezkereye bütün bu anlattıklarım ışığında "hayır" diyeceğiz. Bu tezkereye "hayır" dememizin nedeni şu: Bu anlattığım utanç tablosuna eğer "evet" dersek bu anlattığım utanç tablosuna "evet" demiş olacağız yani bu tezkereye "evet" dersek bu utanç tablosuna bir parça da olsa katkı sunmuş olacağız. Ama gerçekten Afgan halkıyla dayanışmak istiyorsak yapabileceğimiz başka şeyler var; bu askerleri göndermek yerine, bu harcadığımız paralar yerine -çünkü Afganistan için bu ülke, bu yönetim gerçekten yabana atılmayacak paralar harcıyor- bunu 170 bin Afgan için, Afganistanlı için harcayabiliriz; onların insani sorunlarının, Afganistan'daki insani sorunların çözümü için harcayabiliriz, yeter ki bu drama katkı sunmak istemeyelim. Meclisin bu nedenle bu tezkereye "hayır" demesini istiyoruz ve umuyoruz. Bu tezkere, Afganistan'a kan ve gözyaşı dışında hiçbir şey getirmeyecek. Evet, biz bu tezkereye "hayır" desek de NATO ve ABD oraya asker göndermeye devam edecek. Biz, bunu bitirecek ülke değiliz, bu müdahaleyi bitirecek ülke değiliz fakat bu günaha ortak olmayabiliriz.
Şimdi, ünlü Fransız siyasetçi Talleyrand'ın, 1815 Viyana Kongresi'nin de mimarlarından biri -ben çok diplomasi bilmem ama 1815 Viyana Kongresi'nin uluslararası diplomasinin temellerinin atıldığı kongre olduğunu biliyorum- ünlü bir sözü var, der ki: "Süngülerle çok şey başarabilirsiniz ama üstünde oturmak o kadar da rahat değildir" On dokuz yıllık pratik bize Afganistan'da bu süngüler üzerinde oturmanın hiç de rahat olmadığını göstermiştir. Biz Afganistan'da "demokrasi" adı altında ya bu işgale onay vereceğiz ya da Afgan halkının özgürlüğünü destekleyeceğiz diyorum, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)