| Konu: | Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 39 |
| Tarih: | 25.12.2020 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun Teklifi'nin tümü üzerinde Grubumuzun -Halkların Demokratik Partisinin- görüşlerini sizlerle paylaşacağım, öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Değerlendirmemi iki bölüm hâlinde yapacağım: Birinci bölümde, ülkemizin FATF üyelik sürecini, bu süreç içerisinde FATF kararlarına uyulup uyulmadığını, ülkemizin herhangi bir yaptırıma tabi tutulup tutulmadığını, bu düzenlemeyle FATF tarafından gri listeye girişimizin engellenip engellenemeyeceğini; ikinci bölümde de bu düzenlemenin FATF'ın taleplerini mi yerine getirdiğini, yoksa dernek kurma özgürlüğünün, yardım toplamanın ve savunma hakkının sınırlandırılması yoluyla yeni bir OHAL rejimi kurup kurmadığını özetle anlatmaya çalışacağım.
Evet, FATF yani Mali Eylem Görev Gücü, OECD bünyesinde, ancak OECD'den bağımsız olarak G7 ülkeleri tarafından 1989 yılında kuruldu. Kuruluş amacı ilk başta kara paranın aklanmasıyla mücadele, bu amaçla ülkelerin mevzuatlarının ve bankacılık sisteminin standart hâle getirilmesiydi. Türkiye de 1991 yılında FATF'a üye oldu. Türkiye, bu konudaki ilk yasal düzenlemeyi tam on beş yıl sonra, 2006 yılında 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'la gerçekleştirdi. Bu arada FATF, 2001 yılında gerçekleştirdiği genel kurulda terörizmin finansmanıyla mücadele edilmesini de FATF'ın görev alanına ilave etti. Türkiye bu konudaki düzenlemeyi de tam on iki yıl sonra, 2013 yılında, 6415 sayılı Terörün Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun'la gerçekleştirdi.
FATF'a üye ülkeler tarafından uygulanması için 40 tane temel tavsiye kararı var, ayrıca 9 özel tavsiye kararı alınmış durumda. FATF üye ülkelerin bu kararlara uyup uymadığını, gösterdiği gelişmeleri ve uluslararası sözleşmelere uyumunu periyodik olarak kontrol ediyor, gelişmeleri raporluyor. Türkiye 2009 yılında, eylül ayında gerçekleştirilen genel kurulda detaylı incelemeye tabii tutuldu. İnceleme sürecinde, Şubat 2010'da gerçekleştirilen genel kurul toplantısında Türkiye'ye bir eylem planı sunuldu ve Türkiye gri listeye alındı, kara listede ise İran ve Kuzey Kore vardı. FATF, 2012'de gerçekleştirdiği genel kurulda, şubat 2013'e kadar gerekli adımlar atılmazsa, gerekli yasal düzenlemeler yapılmazsa Türkiye'nin üyeliğinin askıya alınacağını söyledi ve bunun yanında İran ve Kuzey Kore'yle birlikte Türkiye'nin kara listeye alınacağını duyurdu. İşte Şubat 2013'te tam süre dolarken 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun yürürlüğe girdi ve Türkiye bu düzenlemeyle kara listeye girmekten kurtuldu ve ardından gri listeden çıkarıldı. Şimdi üçüncü kez aynı şeyi yaşıyoruz. FATF Türkiye'yle ilgili 14 ay süren bir inceleme yaptı, bu süre içerisinde iki hafta süren bir de saha çalışması yaptı, Türkiye'de pek çok kişiyle görüştü. Saha çalışması sonucunda 2019 yılında 238 sayfalık bir rapor yayınlandı. Ben "yayınlandı" diyorum ama Financial Times'ın iddiasına göre, aslında Türkiye bu raporun yayınlanmasını engellemek için bile lobi faaliyeti yürütmüş ama buradaki tartışma konusu bu değil; her neyse...
FATF'ın bu raporundan sonra Türkiye'ye, düzenleme yapması için Aralık 2020'ye kadar -hatta bunun 18 Aralık 2020 olduğu söyleniyor- süre verildi, eğer düzenleme yapılmazsa gri listeye alınacağı bir kez daha söylendi. Tam 18 Aralık günü Adalet Komisyonunda bu teklif görüşülmeye başlandı. Bakalım, bu teklif birkaç gün içinde yasalaşacak, Türkiye gri listeye girecek mi, girmeyecek mi hep beraber göreceğiz. Ben Türkiye'nin gri listeye girmekten kurtulamayacağını düşünenlerdenim.
Bu arada, bir şeyin altını özellikle çizmek istiyorum: Bakın, bu teklif sahipleri "Mecliste grubu bulunan siyasi partilerin görüşünü alıyoruz." diye bizi 17 Aralık günü bir görüşmeye davet ettiler, saat 1'de. Ve bu görüşmeler devam ederken "Siyasi partilerin görüşünü alıyoruz." derken "Bu görüşlerinizi yasa teklifine yansıtacağız." derken aynı saatlerde yasa teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunmuşlar. Gerçekten, yaptıkları her şey "istikşafi" adı altında, işlem yapılmaması amacı taşıyor, bu teklifle bir kez daha gördüm.
Şimdi, bir düşünelim: Adalet ve Kalkınma Partisi Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'u çıkarmak için neden 2006 yılına kadar bekledi? Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun'u çıkarmak için neden 2013 yılı Şubat ayına, son aya kadar bekledi? Ve kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanının engellenmesi hakkındaki kanunu çıkarmak için 18 Aralığa kadar neden bekledi? Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi suç gelirlerinin aklanmasıyla, uluslararası terörizmin finansmanıyla ve kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanının engellenmesi için mücadele etmekte samimi değil. Bunu yalnızca biz söylemiyoruz, FATF Türkiye'yle ilgili her yazışmasında bunu açıkça söylüyor.
Şimdi, FATF'ın kuruluşu, Türkiye'nin üyeliği, kodifikasyon çalışmaları ve bugüne kadar yaşadıklarımızı kısaca özetledikten sonra, şimdi gelelim, Adalet ve Kalkınma Partili milletvekillerinin Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu, Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesi Hakkında -görüştüğümüz- Kanun Teklifi'ne. Aslında bu kanun teklifi, biri geçici, biri yürütme, biri yürürlük olmak üzere 9 maddeden oluşması gereken bir kanun teklifi. Ama bunun dışında, bu kanun teklifi; 2860 sayılı Yardım Toplama Kanunu'nu değiştiren 4 madde, 5253 sayılı Dernekler Kanunu'nu değiştiren 7 madde, 5549 sayılı Suç Gelirlerinin Aklanmasının Önlenmesi Hakkında Kanun'u değiştiren 6 madde, Türk Ticaret Kanunu'nu değiştiren 8 madde, Terörün Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanun'u değiştiren 8 madde, CMK'yi değiştiren 1 madde ve Kabahatler Kanunu'nu değiştiren 1 maddeyi içeriyor. Ve bunlardan özellikle, Yardım Toplama Kanunu, Dernekler Kanunu ve Avukatlık Kanunu'nu ilgilendiren yasa değişikliklerinin gerçekten bu yasanın getiriliş amacıyla ilgisi yok ve tamamı örgütlenme özgürlüğünü ve avukatlık mesleğinin saygınlığını engelleyen maddeler içeriyor.
Yasa teklifinin ilk 6 maddesinde, yasa teklifini Türkiye Büyük Millet Meclisine sunma gerekçesine uygun olarak Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanının önlenmesine ilişkin hükümler var. İlk 6 maddede doğrudan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına atıf var. Teklifin bu bölümüyle ilgili genel bir sorun olduğunu düşünmüyoruz. Yasak işlem ve faaliyetlere ilişkin hükümde, mal varlığının dondurulması ve yasakların uygulanmasına ilişkin hükümde, Denetim ve İşbirliği Komisyonuna ilişkin hükümde, ceza hükümlerinde, yönetmeliğe ilişkin hükümde de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına atıf var, dolayısıyla kanunun bu maddelerinde sorun yok. Dolayısıyla, uygulanması konusunda önemli bir tereddüt oluşmayacak, sadece 4'üncü maddenin (4)'üncü fıkrasındaki "makul sebepler"in "kuvvetli şüphe" şeklinde değiştirilmesini önermiştik. Ancak bundan sonraki hükümlerle ilgili olarak özellikle, Yardım Toplama Kanunu, Dernekler Kanunu ve avukatın sır saklama yükümlülüğüne ilişkin düzenlemeler konusunda aynı şeyi söylemek mümkün değil.
Maddelere ilişkin değerlendirmelere gelince, önce avukatların sır saklama yükümlülüğüne ilişkin 20'nci maddedeki teklifle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Eğer bu teklif geri çekilmezse 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 35'inci maddesinin ikinci fıkrası kapsamındaki taşınmaz alım satımı, şirket, vakıf ve dernek kurulması, idaresi ve devredilmesi gibi işlerle sınırlı olmak üzere, İçişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının görevlendirdiği denetim elemanları avukatlardan istediği her tür bilgiyi, belgeyi ve her tür ortamdaki kayıtları isteyebilecek, inceleyebilecek. Bu düzenlemenin, avukatların sır saklama yükümlülüğü ile yüzlerce hatta binlerce yıllık bir kültür olan sır saklama yükümlülüğünün ortadan kaldırılması için bir kapı aralayacağını söylemek mümkün.
Teklif Adalet Komisyonunda görüşüldüğü sırada teklif sahipleri dediler ki: Michaud/Fransa kararında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bu konuda bir başvuru yapılmış ve mahkeme bunu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı bulmamış. Biz de o an karar elimizde olmadığı için "Herhalde böyle bir karar vardır." dedik ama daha sonra öğrendik ki Fransa'daki uygulama, İçişleri Bakanlığının veya herhangi bir kamu otoritesinin değil, avukatın bilgi verme yükümlülüğü sadece üyesi olduğu barolar birliğiyle ilgili. Avukat bu konuda bir istem olursa üyesi olduğu baro ve barolar birliğine bilgi verebilecek ama Türkiye'de bu bilgilerin hepsi İçişleri Bakanlığı ve denetim elemanları tarafından incelenebilecek. Ayrıca, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bunu avukatın sır saklama yükümlülüğü kapsamında değerlendirmemiş, bu yasal düzenlemenin yani Fransa'daki bir avukatın bilgileri baroyla paylaşıp paylaşmamasını tartışmış. Dolayısıyla bu düzenlemenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uygun olduğu tezi, Abdullah Bey'in, tam olarak gerçeği yansıtmıyor.
Şimdi, teklifin 7, 8, 9 ve 10'uncu maddeleriyle 2860 sayılı Yardım Toplama Yasası'nda bir dizi değişiklik yapılıyor. Buna göre, SMA hastası için de olsa, tekerlekli sandalye için de olsa, yurt dışında tedavi olabilmek için yardım isteyen de olsa ve gerçekten uluslararası terörizmin finansmanı veya kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanı için de olsa bu yasa değişikliğiyle yardım toplamaların tamamı aynı kapsamda değerlendiriliyor. Şimdi, Hükûmet çıkıp diyebilir ki: "Benim iznim olmadan hiç kimse yardım toplayamaz." "Komşunuz için bile benden izinsiz yardım toplayamazsınız." diyebilir. "Belediye de olsanız benden izinsiz yardım toplayamazsınız." diyebilir. "Ölüm döşeğindeki hasta için bile yardım toplayamazsınız benden izin almadan." diyebilir.
Biz bunu burada, ahlaken, evrensel değerler açısından tartışabiliriz ancak AKP bunu yapmıyor, bu tartışmanın üzerini örtüp "Kitle imha silahlarının yayılmasının finansmanının engelliyorum." diyerek her türlü insani dayanışmayı sınırlayabileceği bir düzenlemeyi önümüze getiriyor ve "Neden bunu kabul etmiyorsunuz?" diyor. Bakın, buradaki önerimiz açık: Eğer amacınız suç gelirlerinin aklanmasını önlemek, uluslararası terörizmin finansmanını önlemek, kitle imha silahlarının yayılmasını, finansmanını önlemek ise ve yardım toplama konusundaki değişiklikleri bu amaçla yapıyorsanız neden kanun teklifine bunu açıkça yazmıyorsunuz? Kuvvetli şüphe hâlinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararları uyarınca yapılabileceğini neden söylemiyorsunuz? Bunu yazabilir ve bu konudaki kuşkuları ortadan kaldırabilirsiniz ama bunu yapmıyor, her tür izinsiz yardım toplama faaliyetinin cezasını neredeyse bin kat arttırıyorsunuz. İşte bu nedenle, Yardım Toplama Kanunu'nda yaptığınız değişikliklere itiraz ediyoruz.
Teklifin 11, 12, 13, 14, 15, 16 ve 17'nci maddeleriyle 5253 sayılı Dernekler Yasası'nda bir dizi değişiklik yapılıyor. Bu teklifin belki de en tartışmalı bölümü Dernekler Yasası'yla ilgili maddeleri. Öncelikle şunu söyleyeyim: Uluslararası hukuk açısından "dernek" denildiğinde sadece Türkiye'deki dernekler anlaşılmıyor; vakıflar da, siyasi partiler de, sendikalar da dernek olarak değerlendiriliyor. Nitekim siyasi partilerin kapatılmasını inceleyen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, dernek kurma özgürlüğü kapsamında, 11'inci madde kapsamında bunu inceliyor. Ayrıca Sendikalar Kanunu da Siyasi Partiler Kanunu da bu kanunlarda hüküm bulunmayan hâllerde Dernekler Kanunu'na atıf yapıyor "Dernekler Kanunu hükümleri uygulanabilir." diyor.
Bakın, 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu'nun "Diğer kanunların genel olarak uygulanacak hükümleri" başlıklı 121'inci maddesi uyarınca, bugün yaptığınız değişiklikleri siyasi partilere uygulayabilirsiniz.
Yine 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu'nun 44'üncü maddesi ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun 80'inci maddesi uyarınca, bugün yaptığınız değişikliklerin tamamını işçi ve memur sendikalarına da uygulayabilirsiniz.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yerleşik kararları uyarınca, dernek kurma özgürlüğü sadece bir derneğin kurulması anlamına gelmez; aynı zamanda, kurulmuş olan derneklerin faaliyetlerini özgürce yürütebilmesi de dernek kurma özgürlüğü kapsamında değerlendirilir. Dolayısıyla, dernek yönetiminde yer almayı kısıtlayan hükümler, dernek denetimlerinin süreklileştirilmesine ilişkin hükümler, dernek organlarında görev alanların görevlerinden uzaklaştırılması ve kayyum atanmasına ilişkin hükümlerin tamamı dernek kurma özgürlüğüne aykırı olacaktır çünkü bu düzenlemeler derneklerin faaliyetlerini özgürce yerine getirmesini açıkça engellemektedir.
Getirilen teklifin 12'nci maddesinde diyorsunuz ki: "Bazı suçlardan mahkûm olanlar hiçbir zaman dernek yönetiminde, genel kurul dışındaki hiçbir organda görev alamayacak." Bu düzenleme, açıkça söylüyoruz, Anayasa'nın "Dernek kurma hürriyeti" başlıklı 33'üncü maddesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin "Toplantı ve dernek kurma özgürlüğü" başlıklı 11'inci maddesine, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin örgütlenme hakkını düzenleyen 20'nci maddesine açıkça aykırıdır çünkü bu düzenlemelerin hiçbirisinde sınırlayıcı bir hüküm yoktur "Şu, şu, şu kişiler dernek kuramaz." diye herhangi bir sınırlama yoktur; tersine, bu düzenlemelerin tamamı "herkes" öznesiyle başlar. Dolayısıyla, yargı kararı uyarınca kısıtlı olanlar hariç, hiç kimsenin dernek yöneticisi olmasını engelleyemezsiniz.
Teklifin 13'üncü maddesine göre, dernekler İçişleri Bakanlığınca her yıl denetlenebilecek. Denetimle görevlendirilen, kamu kurum ve kuruluşlarından, bankalar dâhil gerçek ve tüzel kişilerin tamamından, denetim görevi kapsamında her tür bilgiyi ve belgeyi isteyebilecek. Bu ülkede yaşayan her yurttaşı doğrudan ilgilendiren şehir hastanelerinin sözleşmelerini kamuoyuyla paylaşmayan Adalet ve Kalkınma Partisi ve iktidarı, derneklerin ıcığını cıcığını araştırmak, incelemek için bu yasa teklifiyle bir destek, yol açmak istiyor.
Şimdi, teklifin 15'inci maddesi uyarınca derneklere kayyum atanabilecek. Bakın, yalnızca hakkında soruşturma başlatıldığı için, bu düzenleme uyarınca, bir kişi, derneğin yönetim, denetim veya bir başka organındaki görevinden uzaklaştırılabilecek. Sadece soruşturma başlatılması... Bu düzenleme masumiyet karinesine aykırıdır, Anayasa'nın 33'üncü maddesine aykırıdır, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 11'inci maddesine aykırıdır, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin 20'nci maddesine aykırıdır.
Daha dramatik olan, dernek yöneticilerinden herhangi biri hakkında soruşturma başlatıldığında o dernek yönetiminin bütün faaliyetleri engellenebilecek ve dernek yönetiminin tamamı görevden uzaklaştırılarak yerlerine kayyum atanabilecek; sadece bir dernek yöneticisi hakkında ve sadece soruşturma başlatılmasıyla. Evet, kayyumcu zihniyetin geldiği nokta bu; yalnız belediyelere değil, yalnız şirketlere değil, derneklere kadar her tüzel kişiliğe kayyum atamanın yolunu açıyorsunuz.
Teklifin 17'nci maddesi bu düzenlemelerin tamamının, yani Dernekler Yasası'nda yapılan değişikliklerin tamamının, derneklerin şubelerine, üst kuruluşlarına yani federasyon ve konfederasyonlara, vakıflara ve vakıfların üst kuruluşlarına, hatta dernek ve dernek dışında kâr amacı gütmeyen bütün kuruluşlara uygulanmasının açıkça yolunu açıyor.
Bakın, Türkiye'den ulusal ve uluslararası saygınlığı olan 22 insan hakları örgütü, insan hakları savunucularının karşılaştığı her türlü baskıya karşı ortak tepki geliştirmek amacıyla bir ağ oluşturdu; bu ağ İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı. 17 Aralıkta, geçen hafta bir rapor hazırladılar ve bu raporda tam bir yıllık hak ihlallerini gündeme getiriyorlardı ama ne kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşıya kaldıklarını da yine o gün kamuoyuyla paylaştılar.
Şimdi, sürem çok kısıtlı ama sadece insan hakları savunucularının, sadece hak savunucularının ve sadece 2020 yılında karşılaştıkları haksızlıklardan birkaç tane örnek vereceğim. Bu teklif yasalaşırsa varın onların başına neler getirileceğini siz düşünün. Bakın, Eğitim Çalıştayı için İstanbul Büyükada'da toplanan 10 insan hakları savunucusu 5 Temmuz 2017'de gözaltına alındı, 3 Temmuz 2020'de bunlardan 3'ü hapis cezasına çarptırıldı. İnsan Hakları Derneğinin çok sayıda yöneticisi, çeşitli tarihlerde yürüttükleri faaliyet nedeniyle gözaltına alınıyorlar, yargılanıyorlar. Malatya Şube Başkanı altı yıl üç ay hapis cezasına çarptırıldı, bu yıl. İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri gözaltına alındı, bu yıl. MYK üyesi Raci Bilici altı yıl üç ay hapis cezasına çarptırıldı, bu yıl. Genel Başkanı Eren Keskin hakkında beş yıl önceki sosyal medya paylaşımları nedeniyle dava açıldı, bu yıl. Balıkesir Şube Başkanı, Ağrı Şube Başkanı, şube yöneticileri, Adıyaman Şube Başkanı gözaltına alındı, bunların bir kısmına altı yıl üç ay hapis cezası verildi. Sadece, Göç İzleme Derneğinin hazırladığı Sokağa Çıkma Yasakları ve Zorunlu Göç Sürecinde Kadınların Yaşadıkları Hak İhlalleri ve Deneyimleri Raporu'nu yayınladığı için Göç İzleme Derneği hakkında devletin askerî ve Emniyet teşkilatını alenen aşağılamak iddiasıyla soruşturma başlatıldı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - İşte bu teklifin yasalaşması durumunda hak savunucuları, insan hakları savunucuları bundan çok daha ağır sorunlarla karşı karşıya kalacak diyorum, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)