GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile Filistin Ulusal Yönetimi Adına Filistin Kurtuluş Örgütü Arasında Geçici Serbest Ticaret Anlaşması ile Kurulan Ortak Komite'nin; Temel Tarım Ürünleri ve İşlenmiş Tarım Ürünleri ile Balıkçılık Ürünlerinde Taviz Değişimine Dair Protokol I'e Ait Tablo I'in Tadili Hakkında 1/2020 Sayılı Kararı ile Geçici Serbest Ticaret Anlaşması'nın "Menşeli Ürünler" Kavramının Tanımı ve İdari İş Birliği Yöntemlerine İlişkin Protokol II'sinin Tadili Hakkında 2/2020 Sayılı Kararının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Protokoller ve Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesi Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:43
Tarih:28.01.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kardeş Azerbaycan'la enerji, madencilik ve askerî alanlarda iş birliği yapılmasıyla ilgili anlaşmayı bugün görüşeceğiz, bu anlaşmayı elbette destekliyoruz.

1991 yılında Azerbaycan'ın bağımsızlığının hemen ertesinde Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal ve Başbakan merhum Süleyman Demirel tarafından temelleri atılan ve Sayın Demirel tarafından Cumhurbaşkanlığı döneminde sebat, ısrar ve azimle sürdürülen Türkiye-Azerbaycan ilişkileri 90'lı yıllarda önemli mesafe katetmiştir. 1999 yılında İstanbul'da imzalanan Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesi Anlaşması Azerbaycan'ın kaynaklarını nihayet özgürce kullanabilme ve petrolünü dünya pazarlarına ulaştırma yönünde dev bir adım oluşturmuştur. Bu boru hattı Bakü-Tiflis-Ceyhan, günde 1 milyon varil, yılda 50 milyon ton taşıma kapasitesine sahiptir. Azerbaycan'ın bugünkü güçlü ekonomisinin temeli, 1991'den itibaren iki ülke arasında yürütülen yakın iş birliğidir. Demirel-Aliyev dostluğu çerçevesinde 1993'ten itibaren üzerinde çalışılan, birçok büyük engelin aşılması için yoğun çaba sarf edilen ve nihayet 1999 yılında AGİT Zirve Toplantısı'nda imzalanan Bakü-Tiflis-Ceyhan Anlaşması çok şeyi değiştirmiştir. Daha sonra hayata geçirilen Bakü-Tiflis-Erzurum Doğal Gaz Boru Hattı ve Bakü-Tiflis-Kars demiryolu projeleri de tabiatıyla çok önemlidir. Ayrıca, TANAP ve TANAP üzerinden Azeri gazını Avrupa'ya bağlayacak olan TAP projeleri de Azerbaycan'a güç katan projelerdir.

Geçtiğimiz aylarda Azerbaycan, neredeyse otuz yıldır işgal altında bulunan toprakları bir buçuk ay gibi kısa bir sürede geri alma başarısını göstermiştir. Türkiye, doğal olarak "iki devlet, tek millet" anlayışı içinde Azerbaycan'ın bu mücadelesine gerekli desteği vermiştir. Bu zaferin övüncü her birimize ve hepimize aittir. "İki devlet, tek millet" anlayışına geçmişte katkıda bulunanları ve bu anlayışın gelişmesini sağlayanları daima hatırlamak gerekir. Azerbaycan'ın kutlu zaferini elde etmesi için hayatlarını kaybeden kahraman Azerbaycan askerlerine ve sivil halka Allah'tan rahmet diliyorum. Ağdam, Kelbecer, Laçin gibi 7 rayonun ve Karabağ'ın tarihî şehri Şuşa'nın işgalden kurtarılmış olması son derece önemlidir ancak Karabağ'ın geri kalan kısmının akıbeti henüz maalesef belli değildir. Varılan ateşkes anlaşmasında Karabağ'ın Azerbaycan'a ait bir otonom özerk bölge olduğu zikredilmemektedir. Ateşkes sonrasında oluşturulan barış gücüne Türkiye dâhil edilmemiştir. Türk askeri Karabağ bölgesinde veya kritik sınır hatlarında bulunmayacaktır. Azerbaycan toprağı Ağdam'da oluşturulacak olan "Ateşkesi İzleme Gücü"nde Türk personel Rus askerlerle beraber görev yapacaktır. Ateşkesi izleme görevi tabii ki beklentilerimizin hayli gerisindedir ama yine de bunu mevcut koşullarda bir kazanım olarak görmek istiyoruz. Bölgedeki tüm ulaşım yollarının açık tutulması kararı da mühim bir gelişmedir. Rusya Federasyonu ise bu anlaşma sayesinde hem Ermenistan'daki pozisyonunu güçlendirmiş hem de Azerbaycan'da meşru bir askerî mevcudiyet elde etmiştir. Rusya'nın bölgede kazanmış olduğu bu kuvvetli konumun ileride ne tür etkileri olacağını, Türkiye-Azerbaycan ilişkilerine tesirinin nasıl şekilleneceğini, Nahçıvan koridorunun nasıl yönetileceğini zaman içinde göreceğiz. Rusya, ayrıca, Minsk Grubunun diğer iki üyesini süreçten dışlamış, Türkiye'yi de varılan anlaşmanın dışında tutmayı başarmıştır. Netice itibarıyla bu ihtilaf, Rusya'nın büyük bir kazanç sağlamasıyla sonuçlanmıştır. Rusya Federasyonu kurulduğundan bu yana bölgeye hiç bu kadar azametli ve kuvvetli bir şekilde girmemiş, böyle güçlü bir mevcudiyet ortaya koyamamıştır. Rusya ağırlıklı bu denklemin büyük bir hassasiyetle yönetilmesi gerekecektir. Bu meyanda Sayın Erdoğan'ın önümüzdeki dönemde bölge ülkeleri arasında iş birliği ve istikrarı temin etmek amacıyla bir iş birliği mekanizması önermiş olmasının olumlu bir yaklaşım olduğunu belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, Birleşik Krallık'la imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması'nı da destekliyoruz. Aramızdaki ticaretin hacmi genelde 18 milyar dolar civarındadır ve genelde Türkiye lehine seyretmektedir. Brexit sonrası oluşan yeni düzende Serbest Ticaret Anlaşması'nın yapılması hayırlı olmuştur. Brexit konusunda "no-deal" diye adlandırılan anlaşmasız bir ayrılma söz konusu olsaydı yani Avrupa Birliği ile Birleşik Krallık arasında düzenleyici bir mutabakata varılmasaydı işimiz çok zorlaşacaktı ve zaman ve gelir kaybına yol açacak şekilde zahmetli bir anlaşma akdedilmesi gerekecekti.

İktidarın bazı sözcüleri bugün görüşeceğimiz anlaşmayı yeni ve olağanüstü bir adım, büyük bir başarı olarak takdim etmişlerdir; durum hiç de öyle değildir. Bu anlaşma, Avrupa Birliğiyle mevcut gümrük birliğimiz çerçevesinde, Avrupa Birliği ile Birleşik Krallık arasında yapılan Brexit Serbest Ticaret Anlaşması'na bir teknik uyum anlaşmasıdır, eskinin devamıdır. Ayrıca, Brexit öncesine göre bazı formalitelerin biraz da zorlaştığını belirtmeliyiz.

Avrupa Birliğiyle gümrük birliğinin de yeniden dış politikadaki önceliklerimiz listesinde ön sıralara çıkarılması gerekmektedir. Bunun muhtelif nedenleri vardır, Türkiye ekonomisine yararlı bir ufuk verecektir ve daha önce de bu kürsüden arz ettim, ABD'de göreve gelen yeni yönetim Avrupa Birliğiyle yatırımları da içeren Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı'nı yani TTIP'i yeniden canlandırmayı öngörmektedir. TTIP Avrupa Birliği ile ABD arasında yatırımları da içerecek tarzda geniş kapsamlı bir gümrük birliği kurulması projesidir ve dünyanın en büyük 2 ekonomisini bir araya getirecektir. Bu süreçte, Avrupa Birliği ve gümrük birliğinin ülkemiz açısından öneminin daha da artacağı muhakkaktır. TTIP sonrası dünyada Avrupa Birliğiyle güçlendirilmiş, güncellenmiş bir gümrük birliği anlaşmamız olmadan ABD'yle ticaretimiz hayli güçleşecektir, yeni ve zorlu formüller gündeme gelecektir. Hem bu engelleri aşmak bakımından hem de oluşacak olan bu dev piyasadan faydalanmak açısından Avrupa Birliğiyle gümrük birliğinin yenilenmesi elzemdir. Ülkemizin, Avrupa Birliğiyle ilişkilerinde tam üyelik hedefinden kopmadan yepyeni bir vizyon geliştirmesi gerekmektedir.

Değerli arkadaşlar, dış politikamız maalesef uzun süredir akılcı çizgiden uzaklaşmış, geçmişle anlamsız bir hesaplaşma çabasıyla rövanşizm peşinde koşan bir noktaya gelinmiştir. Suriye başta olmak üzere Orta Doğu politikamız bize yabancı hatta cumhuriyetin kuruluş değerlerine hasım birtakım ideolojilerin tahakkümü altına alınmıştır. Bu yanlış politikalar sınırlarımıza Türkiye için hayati tehditlerin oluşmasına neden olmuştur. Son günlerde İdlib'de sivil yerleşim yerlerine yönelik saldırılar sıklaşmıştır. Burada daha önce de defalarca dile getirdiğimiz İdlib'i, bu çok önemli risk ve tehdit kaynağını bıkmadan, usanmadan tekrarlayacağız. ABD Merkez Komutanlığı, Suriye'nin kuzeydoğusundaki Ayn el Arap kentinden IŞİD'in çekilmesinin yıl dönümü vesilesiyle dün yayımladığı kutlama mesajında PKK/YPG'yi güvenilir ve başarılı müttefik olarak tanımlamıştır. ABD'yi PKK/PYD-YPG'ye bu denli yakınlaştıracak yanlış adımların bir kısmında iktidarın ideolojik hatalarının ve yanlış Suriye politikasının vebali vardır ve maalesef hâlâ "Biz Suriye politikasında nerede yanlış yaptık?" suali sorulmamaktadır.

Dün Cumhurbaşkanlığında düzenlenen Yüksek İstişare Kurulu toplantısında Batı toplumlarındaki yabancı düşmanlığı ve İslamofobi ele alınmıştır. Sayın Cumhurbaşkanı Batı'nın uzunca bir süre arkasına saklandığı demokrasi makyajı döküldükçe ırkçı yüzünün kendisini belli etmeye başladığını belirtmiştir. Evet, Batı ülkelerinde İslamofobi vardır, yabancı düşmanlığı da vardır. Bunların öncüleri, sürükleyicileri çoğunlukla popülist ve aşırı sağcı faşizan partilerdir. Bunlarla mutlaka mücadele edelim ama daha önce de defaatle söyledik, bunun mücadelesi, bu akımlara karşı o ülkelerdeki ana akım partilere yardımcı olmaktan geçer.

Hatırlar mısınız, bir zamanlar Avrupa ülkelerindeki Yeşiller ve çevreci partiler AK PARTİ'yi pek severlerdi, hatta uluslararası parlamenter kuruluşlarda "Gelin, bizim gruba katılın." derlerdi. Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle müzakerelere başlamasına en fazla destek olan "yeşil" ve "çevre" başlıklı partilerdi, şimdi ise "AK PARTİ" denince kaçacak yer arıyorlar. Oysa Yeşiller de İslamofobiyle, yabancı düşmanlığıyla mücadelenin ön saflarında yer almaktadırlar. Evet, İslamofobiyle mücadele edelim ama bizdeki insan hakları ihlallerini, özgürlüklerin baskılanmasını, Avrupa'daki İslamofobi illetinden yüksek sesle şikâyet ederek gizleyemezsiniz, örtemezsiniz; iktidar bunu da bilsin. Şimdi, bu vesileyle Batı yine lanetlenmektedir. Hâlbuki gerek Sayın Cumhurbaşkanı gerek Sayın Dışişleri Bakanı "Geleceğimiz Avrupa'da." diyordu geçtiğimiz günlerde, hatta birkaç gün önce. Bu hızlı değişim, dönüşüm metin yazarları arasındaki farktan mı kaynaklanıyor, yoksa Sayın Erdoğan çok mu hızlı fikir değiştiriyor? Millî Savunma Bakanı "NATO uluslararası kimliğimizin bir parçasıdır." diye sık sık vurgu yapmaktadır. İktidar zaman zaman NATO'ya katkılarımızla övünmektedir. Nitekim ülkemiz hâlihazırda NATO'nun Çok Yüksek Hazırlıklı Ortak Görev Gücüne komuta etmektedir. Rusya tehdidine karşı özel olarak kurulmuş bu komutanlık için ülkemiz 4.200 asker tahsis etmiştir. Bu komutanlık görevini de bir an önce üstlenmek için Ankara ciddi diplomatik gayret sarf etmiştir. Bir taraftan ortak tehdit olarak addedilen Rusya'ya karşı böyle bir NATO gücüne komutanlık ederken, diğer taraftan Rusya'dan satın alınan S-400 sistemlerinin aktive edilmesi ve yeni bir S-400 paketi alımından söz edilmektedir. Burada en hafif deyimiyle ciddi bir çelişki mevcuttur.

Birkaç gün evvel bu kürsüden dış politikada ikircikli söylem ve politikalar izlemenin yanlışlığını vurgulamıştım. İktidarın reform konusundaki Avrupa Birliğiyle ilişkilere dair tutumundan şüphelerimi ifade etmiştim. Sayın Erdoğan ve Sayın Çavuşoğlu'nun bu yeni rotada samimi olmalarını, bunu vatandaşlarımıza katkısı bakımında dilediğimi belirtmiştim fakat reform açıklamalarının somut sonuç vereceğine pek ihtimal vermediğimi de belirtmiştim. Maalesef iktidar yanlış tutumunu sürdürmeye devam etmekte ve şüphelerimizi haklı çıkarmaktadır. Tek adam rejimi son on sekiz yılda izlenen dış politikayı daha da sefil bir hâle getirmiştir. Türkiye'nın dış politika değerleri ve Dışişleri Bakanlığının kurumsal hafızası ulusal gücümüzün önemli bileşenleriydi. Bu bileşenler sistematik olarak iğdiş edilmektedir. Otoriter, totaliter rejimler kendilerinden evvelki kurumları berhava ederler; bunu yaşıyoruz. Dışişleri Bakanlığındaki tahribat da bu yok etme iradesinin bir parçasıdır.

Dış politikamız kalmadığı için -"uluslararası ilişkilerimiz" diyeceğim- uluslararası ilişkilerimizde yaşadığımız vahim tökezlemeler ve tenakuzlar iktidarın diplomasız diplomasi sürdürme iddiasıyla bağlantılıdır. Sayın Dışişleri Bakanının kendisi de karar mekanizmalarında ağırlığını muhtemelen kaybetmiş durumdadır. Oysa ülkemizin bulunduğu stratejik konum, komşularımız, tarihimiz, üyesi olduğumuz ittifak ve ortaklıklar, Anayasa'mızın esas ilke ve hedefleri bizi pek çok ülkeden farklı olarak son derece hassas ve incelikli bir dış politika uygulamaya zorlamaktadır. Bu da şüphesiz, bu konuda gerekli mesleki bilgi, tecrübe, yetkinlik ve kurumsal geleneğe sahip Dışişleri kadrolarından en verimli şekilde yararlanılmasını gerektirmektedir.

Keza, dış politikamızda yine kurumsal tahribata maruz tutulmak istenen Türkiye Büyük Millet Meclisinin de mutlaka devrede olması gerekmektedir. Ne var ki tek adam yönetimi Türkiye Büyük Millet Meclisini her konuda olduğu gibi uluslararası ilişkilerde de gerçek etki gücünden mahrum bırakmıştır. Bunun sonucu olarak ulusal çıkarlardan kopuk dış politika tercih ve uygulamaları ortaya çıkmaktadır.

Değerli arkadaşlar, salı günü yaptığım konuşmada da değinmiştim, iktidar Doğu Türkistan'daki soydaşlarımız konusunda son derece duyarsız bir yaklaşım izlemektedir. Sayın Cumhurbaşkanı, Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanıyla hiçbir ikili görüşmesinde Doğu Türkistan'daki kardeşlerimizin maruz kaldığı insanlık dışı muameleleri gündeme getirmemiştir. Zulüm ve baskı altında âdeta soykırıma tabi tutulan Uygur Türklerinin yaşadığı sıkıntıların milletin iradesini temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisinde araştırılıp aydınlatılması için verdiğimiz önerge Cumhur İttifakı'nın oylarıyla reddedilmiştir. Dışişleri Bakanlığı konuyla ilgili soru önergelerine özensiz ve yetersiz yanıtlar vermeye devam etmektedir. Dün Sayın Genel Başkanımız partimizin grup toplantısında bu meseleyi bir defa daha en kuvvetli şekilde dile getirmiştir, "Çin'in Türkistan'da Uygur kardeşlerimize uyguladığı zulme Avrupa'dan, Amerika'dan ses geliyor ama Ankara'dan hâlâ çıt çıkmıyor." ifadelerini kullanmıştır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Devam edin.

AYDIN ADNAN SEZGİN (Devamla) - Teşekkür ederim.

Sayın Genel Başkanımız, Çin'le 2017 yılında yapılmış olan Suçluların İadesi Anlaşması'nı hatırlatarak anlaşmanın Dışişleri Komisyonu gündemine getirilmesi durumunda Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin mezalimine iktidar tarafından imza atılacağını belirtmiştir. İktidar Uygur Türklerinin sesine yankı vermekten öyle korkmaktadır ki dün partimizin grup toplantısında kürsüye çıkan bir Uygur Türkünün, Kâşgarlı Mahmut'un diyarından gelen genç bir kadının konuşmasından rahatsız olmuş TBMM TV yayınını kesmiştir. Konya Milletvekilimiz Sayın Fahrettin Yokuş bu konudaki görüşlerimizi daha ayrıntılı şekilde az sonra sunacaktır.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)