| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Savunma Sanayi İş Birliği Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 4 |
| Birleşim: | 44 |
| Tarih: | 09.02.2021 |
CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak parti ayrımı gözetmeksizin bu anlaşma konusunda Azerbaycan'ın yanında olduğumuzu mutlak surette ifade etmek isteriz. Can Azerbaycan'ın sadece savunma sanayisi alanında değil her konuda, her zaman desteği olacağımızı Cumhuriyet Halk Partisi olarak öteden beri ifade ettik. Türkiye ve Azerbaycan belki iki devlettir ama hep söylediğimiz gibi tek millettir, tek yürektir ve bundan sonra da hep öyle kalmaya devam edecektir.
Değerli milletvekilleri, uluslararası anlaşmaları ele alıyoruz, ülkemizin dünyayla ilişkilerinin daha iyiye gitmesi için birlikte uğraşıyoruz. Ancak dış politikadaki yanlışların düzeltilmesi için çıkardığımız anlaşmalar yeterli gelmez, gelmiyor. Burada seslendirilen farklı görüşlerden mutlaka faydalanılması gerek. Türkiye'de her kim iktidar ise dışarıda ulusal çıkarlarımızı korurken bu çatı altındaki tüm fikirlerden, eleştirilerden, tavsiyelerden istifade etmesini bilmelidir. Mesela, Avrupa Birliğiyle ilişkilerimizin düzelmesi ulusal çıkarımızadır, buna katılmayan yoktur ama siz, kapalı kapılar ardında yaptığınız pazarlıkları, verdiğiniz sözleri bu Mecliste bu milletin temsilcileriyle paylaşmazsanız, bizlerin desteğini, güvenini almadan yani halkın güvenini kazanmadan ulusal çıkarlarımızı koruyamazsınız.
Bakın, Avrupa Birliği yetkilisi Josep Borrell geçen hafta diyor ki: "Türkiye'den çok önemli jestler gördük." Alman Başbakanı Merkel dün diyor ki: "Türkiye'nin Akdeniz'deki tavrı olumlu sinyaller veriyor." Kim bunlar? Daha birkaç ay önce, Akdeniz'de hakkımızı savunduğumuz için bize parmak sallayan, yaptırım uygulayan, Yunan ve Rum taleplerini kabule zorlayanlar. O zaman siz ne yapacaksınız? Gelip millete danışacaksınız. Bayan Merkel'e, Bay Borrell'e söz vermeden önce, burada halkın temsilcilerine anlatacaksınız. Soruyoruz: Nedir o jestler? Yanıt veren yok. O jestler, Ege'de ve Akdeniz'de bizim, KKTC'nin hakkından, hukukundan vazgeçmek midir yoksa? Oruç Reis gemisini niye gönderdiniz, niye çektiniz? Ege'de, Kıbrıs'ta hangi kazanımı elde ettiniz de çektiniz? Rumlar, deniz altı kaynakları KKTC'yle paylaşmayı kabul mü etti? Yunanlılar iddialarından vaz mı geçti? Hangisi gerçekleşti de karşılığında jestler yapmaktasınız? Yani bunları bu Mecliste tartışabilmemiz lazım değerli arkadaşlarım.
Sayın milletvekilleri, dış politikada size göre değerli, bize göreyse son derece kaygı verici bu yalnızlık hâlinden çıkılmasını istiyoruz. Hatta yakın geçmişte, siz istemezken de yine bizler bu kaygılarımızı dile getiriyorduk ama bu yalnızlıktan çıkacağız diye her sözü sineye mi çekeceğiz? Yeni Amerikan Dışişleri Bakanı Türkiye için "Sözde müttefik." diyor, iktidardan çıt yok. Türkiye altmış yıldan fazla süredir NATO'nun en sağlam müttefiklerinden biri değil mi? Daha geçen hafta Afganistan tezkeresini, Somali tezkeresini oylamadık mı? Kabil, Kosova, Bosna, Somali, dünyanın birçok sorunlu bölgesinde Mehmetçik'imiz barış için yaşamını riske atmıyor mu? Şehitlerimiz yok mu, gazilerimiz yok mu? "Sözde Cumhurbaşkanı" dendiğinde ayağa kalkanlar, kahraman ordumuz, eli kanlı El Kaide'yle, IŞİD'le mücadelede, korsanlarla mücadelede ve dünyanın dört bir yanında barış için mücadelede çaba gösterirken bu çabayı bir kalemde yok varsayanlara karşı ağızlarını neden açmıyorlar; soruyorum, neden açmıyorlar? Tamam, Washington'da kankanız Trump gitti, yeni bir yönetim var, "Yeni yönetimle sorun yaşanmasın." diyebilirsiniz ama sorun yaşanmasın diye sineye çekilecek sözler midir bunlar?
Bakın, ABD'nin Ankara Büyükelçisi gazetecilere açıklama yapıyor, S-400 meselesinde Türkiye'yle herhangi bir çalışma grubu kurulmayacağını söylüyor. Hemen ardından Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar "Girit modeli" diyor, yani kutusunda tutacağız diyor. Buraya gelirken ismi açıklanmayan bir Türk yetkilisinin ajanslara verdiği demeci okudum, "S-400'lerde şartlı taviz verebiliriz." diyor. Bu ne demektir değerli arkadaşlarım, bu nasıl bir devlet yönetimidir? Sizler değil miydiniz...
İşte yanımda kimin ne dediği: Cumhurbaşkanı Erdoğan: "Keyfî değil zorunluluk, millî güvenliğimizi garanti altına alıyoruz." Yardımcısı Fuat Oktay: "Karar verilmiştir, Türkiye bir imza atarsa sözünü yerine getirir." Sarayın sözcüsü İbrahim Kalın: "Geri adım yok, aktive edeceğiz." Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar, o günlerde, nisan-mayıs aylarında, dikkatinizi çekerim bu nisan değil 2020'nin Nisanı: "Tam yetenek gerçekleşecek ne diyorsak o istikamette." Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu: "Böyle bir sistem kutuda tutmak için alınmaz, ciddi maliyeti var ama maliyetten öte bizim ihtiyacımız var." Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir: "Biz falancanın hatırı için kullanmayız demek doğru olmaz, bunca para verip alıyorsanız, ihtiyaca binaen alıyorsunuz."
Tüm bu sözler arşivlerde değerli arkadaşlarım. Bu kürsüden defalarca sorduk, bizim bu füzelere ihtiyacımız var mı, yok mu? Eğer, ihtiyaç varsa arkanızdayız, kurun, kullanın ama niye kurup kullanmıyorsunuz? Yok, eğer ihtiyacımız yoksa o zaman niye aldınız? Kendiniz söylüyorsunuz, öyle ucuz bir silah sistemi değil, tam 2,5 milyar dolar ödendi millî bütçeden, 17-18 milyar lira. Peki, 18 milyar liraya aldığı sistemi hurdaya çıkaran şu Türkiye'nin manzarasına bir bakalım. Vatandaşlar pazarda kiloyla değil gramla alışveriş yapar hâlde, pazarda yerlere atılan sebze, meyveyi toplayarak evinin aşını kaynatanlar var. Şu salgın döneminde tüm devletler kaynaklarını halklarına seferber etmiş durumdayken vatandaşa dönük desteklerin en düşük olduğu ülke Türkiye. Birçok ülke millî gelirinin ortalama yüzde 12'sini harcarken Türkiye sadece binde 8'ini -yüzde değil- harcayabilmiş; Şili, Togo, İsrail, İran, El Salvador, Senegal, Gana, hepsi Türkiye'nin üstünde. Siz ise bırakın destek vermeyi yurttaşa, yurttaşa IBAN gönderdiniz yardım yapsın diye.
Türkiye böyle bir dönemden geçerken kullanmayacağımız bir silah sistemine 18 milyar lira vermek ne demektir? Bu nasıl bir sorumsuzluktur? Bu hesapsız, plansız adımı atanlar, önümüze koyanlar, şimdi Amerika kızıyor diye "Girit modeli uygulayalım, kutusunda tutalım." diyenler gelip bu Mecliste halka hesap vermelidir.
Değerli milletvekilleri, dış politika meselesine girmişken bir meseleye daha değinmek isterim. Son zamanlarda Dışişleri Bakanlığına, sözcülerine siyasetçi gibi açıklamalar yaptırılıyor; bakınız, Dışişleri Bakanlığının son açıklaması. Boğaziçi Üniversitesinde öğrenci ve hocalar yeni atanan kayyum rektöre karşı barışçı protesto hakkını kullanıyor ama güvenlik güçlerinin onlara yaptığı orantısız şiddet nedeniyle, Türkiye'de olduğu gibi tüm dünyadan da demokrasiye inanan çevrelerden tepki geliyor. Ankara'daki beyler ne yapıyor? Dışişlerine açıklama yaptırıyorlar. Neymiş? Türkiye'nin iç işlerine müdahale etmek kimsenin haddine değilmiş, aynaya baksınlarmış.
Değerli arkadaşlarım, siyasette burada rakibiz ama başka ülkelerin yöneticilerinin, Trump'ın, Macron'un ya da Putin'in bu ülkeyi, bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişiyi küçük düşürmeye yönelik hakaretamiz açıklamaları, tavırları geldiğinde istisnasız hepimiz tepki göstermekteyiz. İşte, Sayın Grup Başkan Vekilimiz Engin Altay burada, onun bu kürsüden Trump'ın, Macron'un küstah, hakaretamiz tavırlarına verdiği tokat gibi yanıtlar hâlâ bu Meclisin duvarlarında yankılanmaktadır, arşivlerinde durmaktadır. (CHP ve İYİ PARTİ sıralarından alkışlar) Ama değerli arkadaşlarım, insan hakları meselesi kimsenin iç işi değildir. Eğer öyleyse adama sormazlar mı "Neden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ta 1987'de bireysel başvuru hakkı tanıdınız?" diye, "Neden Evrensel Haklar Sözleşmesi'ni Anayasa'nızdan bile üstün görüyorsunuz?" diye. Yine "Türkiye'nin ev sahipliğinde yapılan 3'üncü AGİT zirvesi sonrasında 'AGİT yükümlülüklerinin uygulanmasında devletler hem kendi vatandaşlarına hem de birbirlerine karşı sorumludur.' diye belgeye neden imza attınız?" diye, "1993'te Viyana'da düzenlenen BM İnsan Hakları Konferansı'nda, insan haklarının korunması ve geliştirilmesinin uluslararası toplumun meşru hakkı olduğu yazılırken neden destek verdiniz?" diye sormazlar mı? Tüm bu saydıklarım aslında peşinen insan haklarının iç işimiz olmadığını kabul ettiğimizin birer belgesi değil de nedir? Hâl böyleyken, kendi insanımıza zulmederken çıkıp "İnsan hakları iç işimizdir." dediğimizde aslında demokratik dünyadan kendimizi soyutlarız, daha fazla yalnızlaşırız. Dış politikada içine düştüğümüz yalnızlıktan çıkışı konuştuğumuz şu günlerde yapmamız gereken en son şey budur. En son şey, demokrasideki, insan haklarındaki eksiklerimizi yok sayıp üzerine şal örtmektir. Yapmamız gereken, bu ayıpları ortadan kaldırmaktır yani Türkiye'yi tam demokrasi yapmaktır yani Türkiye'yi hukuk devleti yapmaktır ve bunu Amerikası, Avrupası istiyor diye değil, kendi vatandaşlarımız, bizler ve evlatlarımız en ileri yaşam standartlarını hak ettiği için yapmalıyız diyorum.
Hepinizi saygılarımla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)