GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ile İsviçre Konfederasyonu Arasında Tarım Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna ve Anlaşmanın Eklerine İlişkin Değişikliklerin Cumhurbaşkanınca Doğrudan Onaylanmasına Dair Yetki Verilmesine İlişkin Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:45
Tarih:10.02.2021

HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; farklı siyasal cenahtan 2 insanın benzer hikâyeleriyle başlamak istiyorum sözlerime.

Muammer Bilgiç, Saadet Partisi Genel İdare Kurulu üyesi -eskiden de Refah Partiliymiş- şöyle bir anısını anlatıyor: "1990'ların başı, 19 Mayıs Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Kurupelit Kampüsü, tenha bir yer. Fakülte yönetimi ramazanda kantini kapatma kararı almıştı. Kantinin kapatılmaması için imza toplayan bir grup bizim dersliğe gelmişti, 'Arkadaşlar, biz kantinin kapatılmasını istemiyoruz.' dediler. Ellerindeki dilekçeyi imza atmak için istedim, sonra dönüp sınıfa konuştum: 'Ben oruç tutuyorum diye herkes oruç tutmak zorunda değil; inanan var, inanmayan var; ayrıca hasta olan, gün içinde bir şeyler atıştırmak zorunda olan arkadaşlar var ve bu dağ başında lokanta yok.' Bizim sınıfın neredeyse tamamı imza attı, dilekçeyi ve toplanan imzaları fakülte Genel Sekreterine vereceklerdi. Sol gruplardan arkadaşlara ben de sizinle geleyim dedim. Tabii, benim Refah Partililiğim tüm kampüste biliniyor. Gittik, nasıl oldu bilmiyorum ama yine ben konuştum: 'Hocam, biz kantinin kapatılmasını istemiyoruz; zaten oruç tutanlar kantine inmez, tutmayanlara ya da tutamayanlara da eziyet olmasın.' Fakülte Genel Sekreteri grubun önünde beni görünce zaten şaşırmıştı. Kantin kapatılmadı.

Bahar dönemi biyoloji bölümünde cuma saatine laboratuvar dersi koydular, yüzde 80 devam zorunluluğu var, biz iki hafta derse girmedik, üçüncü hafta da girmezsek eğer sınıfta kalacağız. Sol görüşlü arkadaşlar bölüm başkanına çıktılar: 'Biz laboratuvar dersinin saatinin değiştirilmesini istiyoruz.' dediler. Bölüm başkanı sordu: 'Niçin?' Sınıftaki sol görüşlü arkadaşlar cevap verdi: 'Sınıfta cumaya gidemeyenler var.' Tabii ders saati değiştirildi."

Şimdi, aynı, benzer bir hikâye, bir başka cenahtan, akademisyen yazar Murat Sevinç anlatıyor, yedi-sekiz yıl önce Boğaziçi anısı diye, Boğaziçi Üniversitesinde anayasa dersleri verirken yaşadığı bir olayı. Aynı şekilde, anayasa sınavının olacağı bir gün sınav saatini saat 13-17 arası uygun belirlemiş idare ve o da 13'te ya da 14'te yapalım demiş ama gelmiş 2-3 öğrenci ve kendisinden rica etmişler: "Hocam, sınav saatini değiştirebilir miyiz?" Kendi sözleriyle söylüyorum: "Dertlerinin ne olduğunu anladım ancak nedenini sormadım çünkü sormak, onları inançlarıyla ilgili açıklama yapmak zorunda bırakacaktı, ama dedim ki: İdareye gidin, benim için fark etmez ve isterse idare, kabul ediyorsa sınav saatini değiştirelim. Sonra sınav saati 15'e alındı. Ben de bir hain hoca olarak kalktım, bunu bir sınav sorusu olarak sordum." diyor Murat Sevinç. "Yarım sayfa sınav sorusu yaptım ve dedim ki: 'Bir öğrenci geliyor, sınav ibadet saatine denk geldiği için bir saat sonraya alınmasını talep ediyor ve yeni bir saat belirleniyor.' 'Bu durumda...' ile başlayan ve tartışmalarını gerektiren bir anayasa, temel hak, laiklik sorusu. Ve öğrencilerin hepsi gayet güzel yanıtlar verdiler, anayasa maddeleri arasında dolaşıp inanç ve ibadet özgürlüğüne, temel hakların sınırlanması konusuna, diğerlerinin hak ve özgürlüğüne, laik devlet ilkesine vesaire değinerek, tartışarak yanıtlamaya çalışmışlardı. Ama hepsinin yaptığı bir şey daha vardı bu yanıtlamanın dışında: Hepsi satırlarının arasında arkadaşlarını savunmaya çalıştılar, lafı döndürüp dolaştırıp 'Kuşkusuz laik bir devlette...' diye başladıkları cümlelerini 'Ama o öğrencinin de hakkı.' diyerek tamamlamaya çalışıyorlardı. Sınıfta her etnik kökenden, memleketin her yerinden, her inançtan, her cinsel yönelimden ve ideolojiden öğrenci vardı, 130 kadar öğrenci vardı ve hepsi birbirinin hakkını kolluyordu yani." Evet, şöyle diyor Murat Sevinç: "Hâl böyleyken bugün ne Boğaziçi'ndeki Müslüman Öğrenciler adlı bir grubun açıklamasına ne de seyrettiğim videolarda inançlı öğrencilerin arkadaşlarını savunmasına şaşırdım." Yine devam ediyor: "Beyler, bayanlar, takım elbiseliler, çakarlı araçlı ve bol korumalı muhteremler; Türkiye, maaşlı trollerden, saldırganlardan ve küfürbazlardan ibaret olmadığı gibi kimsenin babasının malı da değil. Tapusu 83 milyon yurttaşta. Başka bir nesil, nesiller var artık ve boğazlaşmadan, diğerinin insanca ve eşitçe yaşam hakkını savunarak sürmek istiyorlar ömürlerini. İşte o nesiller bunlar arkadaşlar. Bu pırıl pırıl, gözleri ışıldayan gençler; gerçekten o nesiller bunlar ve boğazlaşmadan başka bir yaşam sürmek istiyorlar. Ben onlara yürekten inanıyorum, yürekten katılıyorum. Eğer bu ülke değişecekse onlarla değişecek diye düşünüyorum." Ve şöyle devam ediyor: "Ayrıca hiçbirimiz anamızın karnından, maaşını ödediğimiz insanlardan sabah akşam hakaret işitmek ve aşağılanmak için çıkmadık. Ne o öğrenciler ne anne babaları ne de diğer toplumsal kesimler; insanda bir dur durak olur." Peki dur durak var mı sizde? Hayır, dur durak yok. Öldürülen kadınları, iş cinayetlerinde ölen işçileri, hakkını arayan insanları koruması gereken emniyet görevlileri, ifadeye ne zaman çağrılsa gidebilecek olan insanları gece gündüz ev basarak çoluğunun çocuğunun yanından alıp gözaltı yapmakla, gösterilere biber gazı sıkıp plastik mermi atmakla meşgul. Küçücük bir çocuğa, Berkin Elvan'a Cumhurbaşkanının yıllardır bitmeyen hıncı ve hedef göstermeleriyle ablası Özge Elvan'ı katılmadığı bir eylem yerine götürüp, katılmış gibi gözaltına alarak yakalama tutanağını dahi kumpasla değiştirmekle meşgul. Dur durak var mı sizde? Hayır, dur durak yok. AİHM kararlarını, AYM kararlarını uygulaması gereken her vatandaşın adalete eşit olarak erişmesini sağlaması gereken savcılar ve hâkimler neyin peşindeler? Çorlu tren kazasında kaybettiği oğlu için adalet arayan Mısra Öz'ü tazminata mahkûm etmenin peşinde. Dur durak biliyor musunuz? Hayır. Siyasetiniz ve siyasetçiniz "Bizi mahvettiniz, bizi öldürdünüz." diyerek çiftçilerin yoksullaşmasını anlatan çiftçinin taksitle aldığı telefonun kaç para olduğunun peşinde. Ve hâl böyleyken iktidardan şöyle bir ses yükseliyor, Meclis Başkanı diyor ki: "Yeni Anayasa fikri herkeste bir heyecan uyandırıyor." Bir de Adalet Bakanının sözü vardı: "Darbe Anayasasına son vereceğiz." diyor. Ne yeni anayasası arkadaşlar Allah aşkına! Ne yeni anayasası gerçekten! AKP'nin ve ortağının tek bir anayasası var bugün, o anayasanın da adı zulüm. Hınca hınç dolu cezaevleri, kaçırılıp kaybetmeler, gece yarıları gözaltılar, daimi tutuklamalar, hasbelkader tutuklanmasanız adli kontroller, ev hapisleri ve kısacası en büyük arzularının anayasa falan değil, hepimizi asgariden bir elektronik kelepçe takarak eve hapsetmek olduğunu düşünüyorum.

Evet, son olarak ben halkımıza seslenmek istiyorum; gerçekten, artık, iktidara seslenmekten çoktan vazgeçtim: Hiçbirimiz terörist değiliz. Hiçbirimiz hakaretle, öfkeyle, hınçla yaşamak istemiyoruz. İktidara ya da muhalefete değil, evet, yurttaşa söylüyorum bunları. Örneğin, Kürt yurttaşların eşit yurttaşlık hakkı söz konusu olduğunda "Ama biz Kürt değiliz." diyecek miyiz? Enis Berberoğlu dediğinizde, Leyla Güven'i de, Selahattin Demirtaş'ı da amasız yanına koyabilecek misiniz? LGBTİ hakları söz konusu olduğunda "Ama biz onlardan değiliz." mi diyeceksiniz, "LGBTİ hakları insan haklarıdır." mı diyeceksiniz? Ateistler söz konusu olduğunda "Onlar dinsiz, kâfir." Müslümanların hakları söz konusu olduğunda "Ama onlar takiyeci ve gerici." mi diyeceksiniz? Kadınlar söz konusu olduğunda "Ama sen evlisin." "Ama sen evli değilsin." "Ama sen başörtülüsün." "Ama sen mini eteklisin." mi diyeceksiniz?

Bu zalim günlerde birbirimizi ayırt etmeden daha çok kenetlenmeye, bize en uzak gördüğümüzü dahi kendimize yakın etmeye ihtiyacımız var. Bunu hepimiz ancak kendimizle yüzleşerek başarabiliriz diyorum, saygılar sunuyorum. (HDP sıralarından alkışlar)