GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Kamu Denetçiliği Kurumu Raporu Hakkında Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:46
Tarih:11.02.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA DURSUN MÜSAVAT DERVİŞOĞLU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Silahlı Kuvvetlerimizin Irak'ın kuzeyinde kahramanca yürüttüğü Pençe Kartal-2 Harekâtı'nda şehit düşen askerlerimize Allah'tan rahmet niyaz ediyorum, yaralı askerlerimize acil şifalar diliyorum ve aziz milletimize başsağlığı dileklerimi tekrarlıyorum.

Cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin cesaret ve kabiliyetini şöyle tarif eder: Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini bütün dünyaya tanıtmaya gücü yeten bir millettir. Türk vatanının bir karış toprağı için bütün millet yekvücut olarak ayağa kalkar. Bu millet, haysiyetinin bir zerresine, vatanının bir avuç toprağına karşı vuku bulacak tecavüze asla izin vermez. Türk milleti hiç şüphesiz ki alelade bir millet değildir. Biz tarihin başlangıcından bugüne kadar varlığını karakterine olan bağımsızlıkla sürdürmüş bir milletin temsilcileriyiz. Biz parolasını "Ya istiklal ya ölüm." olarak bilmiş ve istiklali için ölüme koşmuş bir milletin evlatlarıyız. Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu iradesi, işte bu cesaret ve bu istiklal mücadelesi üzerine bina edilmiştir. Ancak binlerce yıllık Türk devlet geleneğine sahip olan milletimiz, bugün, büyük devlet geleneğinin inkâr edildiği bir süreci yaşamaktadır. Bugün geldiğimiz noktada, memleketimiz, Türk devlet geleneğinden süzülüp gelen hafızayı ve tecrübeyi yok sayan bir siyasi iktidarın hezeyanlarıyla kuşatılmıştır. Bu, Türkiye Cumhuriyeti devletinin devlet olma vasıflarından arındırılarak bir parti organı hâline dönüştürülmesi hezeyanıdır. "Devlet" dediğimiz kavram çeşitli sütunlar üzerine inşa edilir, hukuk ve liyakat bunların başlıcalarıdır. İçinde bulunduğumuz siyasal düzenin en temel sorunu şudur: Geldiğimiz noktada, mesele, artık "devlette liyakat" meselesi olmaktan çıkmış; mesele "saraya itaat ve sisteme biat" hâline dönüşmüştür. Karşı karşıya olduğumuz bu sorun hukuk devletinin tasfiye edilmesi sorunudur, Anayasa'nın askıya alınması sorunudur, liyakatin terk edilmesi sorunudur. Türkiye'nin on dokuz yıl sonunda geldiği nokta işte budur, devlette hukuk ve liyakat sisteminin çökertilmesidir.

Sizlere soruyorum: Türkiye Cumhuriyeti devletinin sınırı nerede bitiyor ve buna mukabil, Adalet ve Kalkınma Partisinin sınırları nerede başlıyor? Ve yine sizlere soruyorum: Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın "Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanlığı" sıfatı nerede bitiyor ve "Cumhurbaşkanlığı" sıfatı nerede başlıyor? Ya da siz bu sistemle Türkiye'nin başına açtığınız gailelerin acaba farkında mısınız?

Bir Cumhurbaşkanı düşününüz ki sabah partisinin grup toplantısı konuşmasını yapsın, öğleden sonra yüksek yargı mensuplarını atasın. Bir Cumhurbaşkanı düşününüz ki bir taraftan "Cumhurbaşkanı" sıfatıyla illere vali atasın, öbür taraftan dönsün "parti genel başkanı" sıfatıyla aynı ile partisinin il başkanını atasın. Bunlar, gözle görülür bir parti devletine geçiş adımlarıdır. Bu otoriter tek adam rejimi akla, bilgiye, liyakate dayalı bürokrasinin sonu; partizan bürokrasinin de başlangıcıdır. Sadece seçim dönemlerinde aklınıza gelen beka sorununun gerçeği ve özü de budur.

Türkiye'nin sorunlarına çözüm bulmak istiyorsak, çözüm, kamuda biat kültürüne son vermek, hak edenin hak ettiği yere geldiği bir düzeni inşa etmektir. Devlet yönetiminde bayrağa sadakat olur, vatana sadakat olur, millete sadakat olur ama partiye sadakatle devlet inşa edilemez. Eğer devlet geleneğini erozyona uğratmaya devam edecekseniz, eğer partiye sadakat ve saraya itaatle bu memleketi yönetmeye devam edecekseniz, eğer liyakate dayalı bir yönetim anlayışı uygulama iradesine sahip değilseniz, İYİ PARTİ olarak biz hazır ve nazırız ve ilk seçimde milletimizin teveccühüne mazhar olma yolunda gerekli adımları atmaya da kararlıyız.

Saygıdeğer milletvekilleri, Türkiye'nin kronik hastalığı olan nepotizmin bir diğer esir aldığı alan da maalesef bilim kurul ve kuruluşları olmuştur. Ülkelerin bilim insanları vardır, ülkelerin bilim kurulları vardır, ülkelerin bilim gelenekleri vardır. Bugün dünya siyasetini yöneten başat güçlere birer birer bir bakınız, bilimde geri kalmış bir tek ülke göremezsiniz. 21'inci yüzyıl ideolojik çerçeve fark etmeksizin tüm ulus devletleri bilişim ve teknolojide ilerleme gerçeğine mecbur bırakmıştır. Ancak geldiğimiz noktada, üzülerek söylüyorum ki Türkiye'nin bilimsel kurumları ve bilim geleneği ülkedeki her şey gibi büyük bir çöküş içerisindedir. Üniversitelerimizde görev yapan 68 rektörün uluslararası dergilerde yayınlanmış bir tek makalesi bile yoktur. 71 rektör ise hayatları boyunca yaptıkları araştırmalardan sıfır atıf almışlardır. Akademide sıfır atıf, eşittir sıfır referans ve eşittir sıfır başarıya tekabül eder. Peki, bu rektörler hangi niteliklerine göre atanmışlardır. Yeni Türkiye'de atanmak için ihtiyaç duyulan tek bir niteliğe göre, düzene itaat ve Külliye'ye sadakat yeterlidir.

2016'da Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri Meclisimize, Cumhurbaşkanına doğrudan atama yetkisi veren bir kanun teklifi getirmişlerdi. Teklif muhalefetin itirazları üzerine geri çekildi. Bundan iki ay sonra yayımlanan bir kanun hükmünde kararnameyle bu uygulama yürürlüğe girdi. İktidara gelirken üniversitelerin özerkliğini savunuyordunuz. Bu kapsamda, üniversitelerin üzerinde herhangi bir otorite olmasın diye YÖK'e dahi karşıydınız. Geldiğimiz noktada Kenan Evren'in dahi aklından geçirmediği bir uygulamayla üniversitelere kayyum atıyorsunuz.

Türk milleti, üniversitelerinin başına liyakatsiz rektörler atayan, üniversitelerin kapısına kelepçe vuran baskıcı bir iktidara mecbur ve mahkûm değildir. Bilim ve teknoloji üreten, ürettiği bilimi ve teknolojiyi ihraç ederek uluslararası camiada ekonomik bir güç hâline gelen Türkiye'yi faiz lobilerinin tahakkümünden kurtaran bir iktidar hedefimiz vardır. Muasır medeniyetler seviyesine ulaşmak için, bilimde, teknolojide, sanayide öncü olmamız gerekirken siz bunlara takoz olan bir iktidar konumundasınız. İYİ PARTİ'nin bu noktadaki vizyonu, akademide liyakat, bilimde ilerleme, ekonomide kalkınmadır ve gün gelecek gerçek olacaktır.

Saygıdeğer milletvekilleri, bu siyasi iktidar, yasamayı ve yargıyı tahakküm altına aldığı Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminde dar bir zümreye geniş yetki ve imtiyazlar verirken Türk milletinden bugününü ve geleceğini çalmaktadır. Türk toplumunu ekonomide, hukukta, eğitimde ve beşeriyetle olan yarışındaki tüm mecralarda geride bırakan bu siyasal sistemi daha fazla sırtımızda taşıyabilmemiz ve sürdürebilmemiz mümkün görünmemektedir. Nitekim, iktidar partisi de bu çöküşü görmüş olacak ki Türkiye'nin gündemini bugün yeniden Anayasa tartışmalarıyla meşgul etmeye başlamıştır. 2010 yılında FETÖ'yle irtibat ve iltisakla hareket ettiniz, Anayasa'yı değiştirdiniz, yargıyı FETÖ'ye teslim ettiniz, beraber yürüttüğünüz Anayasa değişikliğine destek vermek için FETÖ elebaşının "Mezardakileri kaldırıp 'evet' oyu kullandırtmak lazım." dediğini de hafızalarımızdan atamıyoruz. Sonucu, devletin silahının millete yöneltildiği hain ve kalleş bir darbe teşebbüsüdür.

2017 yılında Anayasa'yı yeniden değiştirdiniz. Bu kez Türkiye Cumhuriyeti'ni bir tek adam rejimine teslim ettiniz. Adına "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" dediğiniz yönetim sisteminin sürdürülebilirliğinin mevcut Anayasa'yla mümkün olmadığını, sisteme müzahir ve müstahak anayasal düzenlemelere ihtiyaç olduğunu, dolayısıyla Anayasa'ya aykırı bazı uygulamalara da imza attığınızı aleni ikrar ettiniz. Bu hususta siciliniz oldukça kabarıktır, geleceğe de ışık tutmamaktadır. Bir Anayasa değişikliği yaptınız, yargıyı ortadan kaldırdınız; bir Anayasa değişikliği yaptınız, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırdınız; bu defa da Türkiye'yi nasıl bir gailenin içine atacağını kestiremiyor ve oluşturduğunuz tartışma bataklığından beslenmeye kalkışıyorsunuz.

Biz İYİ PARTİ olarak, Türkiye'de güçlendirilmiş ve iyileştirilmiş parlamenter demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü ve devlet idaresinde güçler ayrılığı ilkesini tahkim etme ve bu tek adam rejimini değiştirme noktasında kararlıyız. İnanıyorum ki devlet yönetmeye namzet bir siyasi parti olarak Türk milletinin bugününe ve istikbaline pusu kurmuş bu düzeni millî iradeyi tecelli ettirmek suretiyle değiştirmek Allah'ın izniyle yine bu yüce Meclise nasip olacaktır.

Değerli milletvekilleri, tek adam rejiminin anayasal çerçevesini oluşturan Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi yoksulluğun yönetilmesi üzerine kurgulanmış bir sistemi beraberinde getirmiştir. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin tepesinde bulunan sarayın gerçekliğiyle toplumun gerçekliği ve gerçekleri arasında 180 derece fark vardır. Türkiye, bir tablo üzerinde birbiriyle uyumsuz iki farklı resimle karşı karşıyadır: Bir tarafta lüks, şatafat ve israf; öbür tarafta fukaralık, açlık, yoksulluk ve işsizlik. Ekonomik tablo ortada Merkez Bankasında 130 milyar dolar kayıp, rezervlerimiz eksilere düşmüş durumda, hayat pahalılığı ve alım gücü sıkıntısı bütün bir memleketi kuşatmış.

Genç işsizlik yüzde 25 bandında yani memlekette yaşayan her 4 gençten 1'i işsiz, iş bulabilecek kadar şanslı olanlarsa asgari ücrete talim etmek mecburiyetinde bırakılmış. Bütün bir ülke gençliği âdeta ebedî bir stajyerliğe mahkûm edilmiş durumdadır. Geniş tanımlı işsizlikse şu an yüzde 28'lerde, gençler arasındaki geniş işsizlik yüzde 40'lara dayanmış ve ülkeyi esir almış durumda. TÜİK ne derse desin en az 10 milyon işsiz vatandaşımız var. Eskiden iyi bir iş sahibi olmak ayrıcalık sayılırken bugün sigortasız dahi çalışabiliyor olmak lüks hâline gelmiştir.

Durum o kadar vahim ki devletin televizyonu çöpten nasıl yemek toplanır belgeseli yayınlıyor, yandaş medya marketlerde nasıl daha az ürün alınabilir tüyoları veriyor, "Çocuğunuzu yanınızda getirmeyin ki maazallah canı çikolata çeker de boşa masrafa girersiniz." diyor. Bir de utanmadan "Et, süt, sebze, meyve alın." demiyorlar mı! Vatandaşa akıl vermek kimsenin harcı değildir. Siz fiyat istikrarını sağlamak mecburiyetindesiniz, alım gücünü artırmak mecburiyetindesiniz, vatandaşın neyi alıp neyi almayacağını da onun kendi özgür iradesine bırakmak mecburiyetindesiniz. Yıllardır Kurban Bayramları dışında evine et girmeyen vatandaşa "Et alın." diyebilmek vatandaşın sorunlarının saray medyası tarafından hiç görünmediğinin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Türkiye'de resmî ve gerçek enflasyon arasındaki fark arttıkça halk daha da yoksullaşıyor. Gerçek enflasyon yüzde 30'un üzerindeyken TÜİK enflasyonuyla memura, emekliye zam yaparak vatandaş kandırılamaz. Siz ne söylerseniz söyleyin, vatandaş markette ve pazarda gerçek enflasyonla baş başa ve yüz yüzedir.

Bir yandan vatandaş yoksullukla boğuşurken diğer yandan Adalet ve Kalkınma Partisinin rantçı politikaları sonucunda ülkemizde halkın kaynaklarını sömüren bir zümre giderek daha da zenginleşiyor. Bu yeni sosyete, saray ve çevresinde kümelenen ve saray kapısında rant bekleyen yandaş zümredir. Millî kaynakları ve refahı sömüren bu yeni sosyetenin hayatında yoksulluk sıkıntısı yoktur, doğal gaz, elektrik, su faturası derdi hiç yoktur, kira derdi yoktur, mutfak ya da okul masrafı yoktur, işsizlik ve umutsuzluk yoktur; enflasyon, geçim sıkıntısı bu sosyetenin kapısını çalmamaktadır. Yandaş zümrenin hissesinde, devlet kurumlarında çift dikiş maaşlar vardır, ihale vardır, rant vardır. Bu kötü yolu terk etmenizi diliyorum.

Millet perişan hâldedir. Esnafı, çiftçisi, emeklisi, herkes fakruzaruret içindedir. Ancak buna rağmen "Ekonomi pik yapıyor." diyenler, perişan hâldeki milletin aklıyla alay edenlerdir. Ekonomi, dolarla ihale alan yandaşlar için pik yapıyor olabilir, doğrudur; tefeciler için de ekonomi pik yapmıştır, doğrudur. Peki esnaf için, çiftçi için, emekli için, dul için, yetim için, gençler için aynı şeyleri söyleyebilmek mümkün müdür, soruyorum sizlere. Milletin kanını emen 5 müteahhide 2014 ve 2019 yılları arasında ödediğimiz kur farkı 61 milyar 719 milyon liradır. 83 milyonun 5 kişiye çalıştığı düzenin adıdır Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi ve tarihte bu şekilde anılacaktır. Sizin adil düzenden anladığınız bu mudur? Siz millî görüş gömleğinizi çıkarırken belli ki adil düzenden de vazgeçmişsiniz, millî nizamdan da vazgeçmişsiniz; haktan, hakkaniyetten, hukuktan da vazgeçmişsiniz. Allah size selamet versin, milletin size el sallayacağı günler de yakındır.

Sözlerime son verirken Çin'in Ankara Büyükelçiliği önünde 2 Şubat 2021'den bu yana aile nöbeti tutan Doğu Türkistanlı soydaşlarımızın Pekin yönetimine seslerini duyurmak için mücadeleye devam ettiğini bir kez daha ifade etmek istiyorum. Bu mücadele aynı zamanda bizim de mücadelemizdir. Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin haykırışlarının polis marifetiyle susturulmasını asla doğru bulmuyoruz. Bu yaklaşım, Çin'in güvenliğini kendi güvenliğimizmiş gibi gördüğünü söyleyen anlayışın günümüze bir yansımasıdır. Bu anlayış, millî bir duruş olarak tarif edilemez. Ailelerine ulaşmak gibi masum bir talepte bulunan soydaşlarımıza yapılan bu tutum hak mıdır, Allah'tan reva mıdır?

İYİ PARTİ olarak konunun hassasiyetini biliyor, soydaşlarımızın gerçekleştirdiği eylemlere desteğimizi ayrıntıları göz ardı etmeden sürdürüyoruz. Doğu Türkistan'ı ve Türk soydaşlarımızı asla yalnız bırakmayacağımızı bir kere daha ilan ediyor, yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Sabrınız için teşekkür ederim. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar)