GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2019 Yılı Kamu Denetçiliği Kurumu Raporu Hakkında Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyelerinden Kurulu Karma Komisyon Raporu münasebetiyle
Yasama Yılı:4
Birleşim:46
Tarih:11.02.2021

HDP GRUBU ADINA GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Muş) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ben de 2020 Yılı Kamu Denetçiliği Kurumu Raporu üzerinde grubum adına söz aldım. Bu vesileye Genel Kurulu selamlıyorum.

Tabii, az önce konuşulan konu, bugün yaşanan gelişmelerin kendisi aslında içinden geçtiğimiz siyasal süreçten bağımsız değil. Bugün, sizin de gördüğünüz gibi, CHP Milletvekili Sayın Enis Berberoğlu'nun dokunulmazlığını düşüren süreçten geri adım atıldı ve bir tezkere okunarak yeniden dokunulmazlık kazanması ve milletvekilliği sıfatı kazanması sağlanmış oldu. Tabii, bu, demokrasi adına, özellikle de uzun süredir yıpranan, yıpratılan, yetkileri gasbedilen Meclis adına sevindirici bir gelişme fakat eksik bir gelişme. Neden? Çünkü aynı dönemde seçilen bizim milletvekillerimiz; Hakkâri Milletvekilimiz Sayın Leyla Güven ve Diyarbakır Milletvekilimiz Sayın Musa Farisoğulları için aynı süreç gözetilmiyor, aynı işlem tesis edilmiyor ve her ikisi de şu anda cezaevinde siyasi rehine olarak tutulmaya devam ediliyorlar. Peki, sadece onlar mı? Hayır; bir önceki dönem Eş Genel Başkanlarımız Sayın Selahattin Demirtaş, Sayın Figen Yüksekdağ, milletvekillerimiz, belediye eş başkanlarımız da yine aynı gerekçelerle, benzer nedenlerle yani AKP'nin iktidarda kalması için, muhaliflerini seçim sandığında yenemediği için araçsallaşmış yargı eliyle cezaevine gönderildiler ve bu süreç hâlâ devam ediyor.

Şimdi, böyle bir manzarayıumumiye içerisinde neyi tartışıyoruz? Kamu Denetçiliği Kurumunu tartışıyoruz, onun 2020 Yılı Raporu'nu tartışıyoruz ve tabii, bu anlamda, Türkiye'deki insan haklarını, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi ve kötü yönetimi tartışıyoruz aslında. Bütün bunlar birbirine bağlı, birbirini tamamlayan, birbirine eklemlenen sorunlar.

Şimdi, şöyle baktığımız zaman, Kamu Denetçiliği Kurumunun, Ombudsmanlık kurumunun tarihi eski; aslında 1713 yılında ilk İsveç'te başlıyor ve daha sonra, 1809 yılında da iyi sonuçlar alındığı için kurumsallaşıyor. Daha sonra, yine birçok ülkede aslında hızlı bir şekilde ilerliyor, birçok ülke sistematik olarak bu kurumu ihdas etmeye, böyle bir kuruma gitmeye çalışıyor. Amaç ne burada? İdare ile yurttaş arasındaki, idare ile vatandaş arasındaki sorunları çözmek ve vatandaş lehine kötü uygulamaları ortadan kaldırmak; olası yönetmelikle, mevzuatla çözülemeyecek sorunları yargıya götürmeden, deyim yerindeyse daha az maliyetle çözümlemeye çalışmak.

Bizim ülkemizde ne zaman geçildi buna? 2010 yılındaki Anayasa oylamasıyla yani Anayasa değişikliğiyle oluşturuldu. 2012 yılının Haziranında kanun geçti ve 2013 yılında da ilk başvurular alınmaya başlandı Kamu Denetçiliği Kurumunca. Peki, bu Kurumun özelliği ne? En büyük özelliği bağımsızlığı ve tarafsızlığı. Yani kimden bağımsız olacak? İdareden bağımsız olacak ve tarafsız olacak, herkese karşı eşit bir şekilde duracak ve iş ve işlemlerini, gelen şikâyetleri bu çerçevede ele alacak. Peki, mevcut Kamu Denetçiliği Kurumuna bakalım, gerçekten bağımsız mı, gerçekten tarafsız mı; gerçekten bu ülkedeki kötü uygulamaları, kötü pratikleri, idarenin yaptığı yanlışları gören, onları düzelten ve onları doğruya çeken bir yerde mi? Hepsi için aynı şey olduğunu söyleyemeyiz. Tabii, bunu söylerken de tamamen kötüdür anlamında bir haksızlık yapmak istemiyorum; ciddi çalışmaları olduğunun, Türkiye demokrasisine, idare ile yurttaş arasındaki sorunların çözümüne ciddi katkıları olduğunun da altını çizmem gerekiyor fakat bunların sınırı nerede başlıyor, nerede bitiyor? Bunların sınırı değerli arkadaşlar, aslında işin teknik bölümüne takılıyor. Yani siz, bankacılık işlemine dair bir işi Kamu Denetçiliğine götürdüğünüzde bunun çözülme ihtimali çok yüksek ya da orada gerçekten tarafsız ve bağımsız bir bakış açısıyla ele alınma ihtimali çok yüksek ama eğer siz, örneğin cezaevindeki bir sorunu götürüyorsanız, siyasi mahpusların sorununu götürüyorsanız, çıplak arama sorununu götürüyorsanız; işkenceyi, darbı, polis şiddetini götürüyorsanız orada artık ne yazık ki Kurumun ne bağımsızlığından ne da tarafsızlığından bahsedemiyorsunuz. Neden? Çünkü çok hızlı bir şekilde aslında ideolojik referanslar işin içerisine giriyor ve bu ideolojik referanslarla da süreç yürütülmeye çalışılıyor. Bu ideolojik referanslara birkaç örnek vermek istiyorum değerli arkadaşlar. Şimdi, normalde, bu Kurum çok kıymetli; Türkiye'de faaliyete geç başlamış bir kurum, geç kurulmuş bir kurum, sekiz yıllık genç bir kurum; bu anlamıyla kurumsallaşmasını tamamlamak için de önünde uzun bir yol olduğunu düşünüyorum fakat bazı şeylerden sıyrılması gerekiyor. Örneğin, Türkiye'deki tek adam rejiminden kendisini sıyıramamış, ideolojik ve politik olarak kendisini AKP'ye yakın hisseden, AKP'nin ideolojik motivasyonuyla hareket eden bir Kamu Denetçiliği Kurumunun bağımsızlığından, tarafsızlığından bahsedebilir miyiz değerli arkadaşlar? Sanırım edemeyiz. Buna rapordan bir iki örnek vermek istiyorum. Faaliyet raporu var; birçok yerde, illerde toplantıları olmuş, üniversitelerle, birçok bakanlıkla vesaire işler yapılmış; bu anlamda çalışmışlar, emeklerine sağlık.

Şimdi, şöyle bir konu var: Faaliyet raporunda üniversitelerde verilen konferansların konusu, başlığı ne biliyor musunuz değerli arkadaşlar? "28 Şubattan 2023 Türkiyesine." Şimdi, bu, tesadüf olabilir mi? Yani burada, aslında çok temel bir ideolojik referansın, ideolojik olarak, tarihsel olarak bir partinin kuruluş ya da kendisine yönelik olarak yapılan haksızlığın yani siyasal İslam'ın aslında kendisi için bir eşik olarak kabul ettiği yerin bir kriter olarak alındığını, bir tarih olarak alındığını görüyoruz. Peki, nereye yöneliyor? 2023 hedefine. 2023, kimin hedefi? AKP'nin hedefi değil mi? "2023 hedefleri" diye sürekli Tayyip Erdoğan açıklamalar yapıyor ve ne yazık ki bağımsız ve tarafsız olması gereken Ombudsmanlık kurumumuz, Kamu Denetçiliğimiz de üniversitede bu konuda konferanslar veriyor.

Diğer bir konu değerli arkadaşlar, raporda yine şöyle bir yer var: "Kamu Denetçiliği Kurumu olarak ülkemizin adalet, hakkaniyet ve insan hakları alanları başta olmak üzere 2023, 2053 ve 2071 hedefleri doğrultusunda çalışmalarımıza devam edeceğiz. Hazırlıklarını sürdürdüğümüz 2022-2027 dönemi stratejik planımızı da bu doğrultuda hazırlıyoruz." Peki, bu tarihsel aralıkları, bu tarihsel referansları kim kullanıyor? Herhâlde, Halkların Demokratik Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi kullanmıyor ya da en azından genel, kamusal, Türkiye'deki bir sivil toplumun tamamı böyle tarihlere atıf yapıp "Bu tarihlerde demokrasimizi şahlandıracağız." demiyor. Bütün bu tarihler AKP Genel Başkanının ve AKP'nin tarihleri ve Türkiye'yi bu tarihler doğrultusunda, kendi partilerini bu tarihler doğrultusunda ilerletmeye çalışıyorlar. O zaman burada yine temel bir sorun olduğunu görüyoruz ve bunun, aslında en temel ilkeyi baştan ihlal ettiğini söylememiz gerekiyor.

Diğer bir konu, diyor ki yine raporda: "Bünyemizde kurduğumuz İnsan Hakları Merkeziyle tüm dünyada meydana gelen insan hakları ihlallerini, ırkçılığı, İslam düşmanlığını, ayrımcılığı raporlaştıracağız." Şimdi, ırkçılığı raporlaştırmak, ayrımcılığı raporlaştırmak, düşmanlığı raporlaştırmak iyi bir şey de şimdi, İslam düşmanlığını niye özel olarak raporlaştırırsınız ki? Ya "inanç düşmanlığı" deseniz anlarım. Bu ülkede Hristiyanlar da yaşıyor, bu ülkede farklı inançlardan insanlar da yaşıyor; yine yeryüzünde de çok ciddi bir inanç çeşitliliği var. Niye sadece İslam düşmanlığını raporlaştırarak bunu bir insan hakkı referansı, bir hak ihlali olarak alıyorsunuz? Bu da temel bir sorun. Oysa ki inançların ötekileştirilmesini, inanca yanlış yaklaşımı ya da inançsızlığa yanlış yaklaşımı raporlaştırmanız gerekirdi fakat bu konuda da ne yazık ki sorunlar var.

Diğer bir konu: "2020 yılının son aylarında... Tayyip Erdoğan tarafından ifade edilen ekonomi, hukuk ve demokrasi alanındaki reformları önemsiyor ve ülkemiz için çok faydalı buluyoruz. Ülkemizde son yirmi yılda her alanda çok ciddi atılımlar ve sessiz devrimler gerçekleştirildi ama dinamik unsurlar olan ekonomi, hukuk ve demokrasi alanındaki reformlara Kurum olarak her türlü katkıyı vermeye hazırız." Bu da Sayın Şeref Malkoç'un giriş sunuşundan, raporun giriş konuşmasından. Şimdi, tekrar sormak istiyoruz: Yani bir kurum bir rapor basıyor ve o raporda bir siyasi partinin genel başkanına referans veriyor ve hatta bunu övüyor, Türkiye'de bütün alanlarda yirmi yıldır sessiz devrimler olduğunu söylüyor ama "Ekonomi, işte hukuk gibi alanlar dinamik olduğu için buralarda sorunlar var, onu da Cumhurbaşkanı düzeltecek -daha doğrusu AKP Genel Başkanı- onu da destekliyoruz." diyor. Şimdi, böyle bir dil olabilir mi, böyle bir yaklaşım olabilir mi? Siz tarafsız bir kurumsunuz, siz anayasal bir kurumsunuz, siz Türkiye Büyük Millet Meclisine bağlı bir kurumsunuz. Peki, nasıl olur da sorumluluğu Türkiye Büyük Millet Meclisinin Karma Komisyonuna karşı olan, seçimi Karma Komisyonu tarafından yapılan bir kurumun raporunda ve onun başdenetçisinin giriş, sunuş konuşmasında Tayyip Erdoğan'a atıflar yapılıyor ve onun yaptığı siyasal program destekleniyor; o siyasal programı benimsedikleri, bundan sonra da destekleyecekleri ifade ediliyor? Bütün bunların sorun olduğunu tabii ki ifade etmemiz gerekiyor.

Tabii, ben rapora detaylı olarak baktım; raporda son, özellikle 2020 yılında Covid-19 pandemisiyle beraber bir başvuru patlaması yaşandığını ifade edelim. Bu başvuru patlamasının da hangi başlıkta olduğuna baktığımız zaman, daha çok bankacılık sektörüne dair başvuruların çok yüksek olduğu görülüyor ve bu konuda bir başvuru patlaması yaşanıyor. Neden? Çünkü insanlar yoksul, çünkü insanlar pandemi sürecinde işsiz kaldılar, aşsız kaldılar, evlerine hapsedildiler ve bütün bunu giderecek hiçbir sosyal destek programı olmadı. Çıkan sosyal destek programları da yandaşlara yapıldı, yandaş kurumlar eliyle yapıldı; neredeyse kamunun parası, bütün ülkeden toplanan vergiler, bir avuç yandaşa peşkeş çekildi ya da yandaş kurumlar elinden sanki AKP yardımıymış gibi dağıtıldı. Bunun için de bu alanda ciddi bir patlama yaşandığını ifade etmemiz gerekiyor.

Bunun dışında, örneğin -yine raporda var- kadın hakları alanıyla ilgili başvuru sayısının çok az olduğu ifade ediliyor. Yine, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele 4'üncü Ulusal Eylem Planı hazırlık çalışmasına Kamu Denetçiliğinden de katılım sağlanıyor ve oradaki Sayın Katılımcı Celile Özlem Tunçak yaptığı sunumda şunu ifade ediyor, diyor ki: "Pandemi sürecinde kadına yönelik şiddet yüzde 40 oranında arttı." Bizce çok daha fazla arttı ve biz, defaatle bu kürsüden, pandemi sürecinde kadına yönelik şiddet arttı; kadınlar eve kapandığı için daha fazla yoksullaştılar, daha fazla şiddete maruz kalıyorlar, daha fazla katlediyorlar dedik. Ne oldu? İçişleri Bakanı çıktı, açıklama yaptı, veriler yayınladı ve dedi ki: "Hayır öyle değil, kadına yönelik şiddet düştü." İşte bu anlamıyla da aslında, Kamu Denetçisinin bizi doğruladığını, eksik bile söylendiğini tespit ettiğini ifade etmemiz gerekiyor.

Bu anlamıyla özellikle kadınların Ombudsmanlığa, Kamu Denetçiliği Kurumuna başvuru sayılarının az olması aslında Kurumun niteliğiyle de çok ilgili çünkü Kurum da erkeklerden müteşekkil bir Kurum. Bakış açısını bu anlamıyla farklılaştırması ancak içerisinde görev yapan ve üst düzeyde görev yapan kadın sayısının da artırılmasıyla mümkün. Eğer bu sayı artırılır ve bu anlamıyla da toplumsal cinsiyet rollerini reddeden bir eşitlik Kurum içerisinde tesis edilebilirse inanıyoruz ki en azından bu konuda kadınların sorunlarına çözüm bulma konusunda daha yapıcı adımlar atacaklardır.

Yine kadınlar açısından bir diğer mesele: Özellikle kadına yönelik şiddette 6284'le sınırlı bir yaklaşımın yanlış olacağını, yetersiz olacağını ifade etmişler. Çok doğru, buna katılıyoruz. Bütün idari kurulların kadına yönelik şiddette sorumluluğu vardır fakat çokça tartışılan, AKP'nin bugün hedefe koyduğu İstanbul Sözleşmesi'ne hiç atıf yapılmamasını, bu sözleşmenin kadınlar için olan yaşamsal önemine hiç değinilmemesini de anlayamadığımızı, bu konuda büyük bir eksiklik içerisine düşüldüğünü yine ifade etmemiz gerekiyor.

Bir diğer konu: İş bölümü gereği cezaevleriyle ilgili de başvurular alınıyor ve bu konuda birkaç tespit var. Bunlardan birincisi, bizim de buradan çokça ifade ettiğimiz, sistematikleşen, cezaevlerindeki hak ihlallerine yönelik etkin mekanizmaların işlememesi. Yani, siz, Kurum amirine yazı yazıyorsunuz, müdürüne yazıyorsunuz, önce başgardiyana veriyorsunuz, müdüre gidiyor, oradan infaz hâkimine gidiyor, savcıya gidiyor; velhasılıkelam sizin en basit bir hakka ulaşmanız bile çok uzun bir süreyi alabiliyor. Bu konuda Kamu Denetçiliğinin bir tavsiye kararı var mı diye özel olarak baktım, yok; 2 tane tavsiye kararına çarpıcı olarak rastladım; belki ben görmedim, düzeltirler kendileri.

Birincisi şu: Sormuşlar, demişler ki Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne: "İnsanlar bize başvuruyor, diyor ki: 'Çocuklarımız bizden kilometrelerce uzakta cezaevinde tutuluyor. Bunun gerekçesi nedir? Bunu düzeltin.'" Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü cevap vermiş, demiş ki: "Çünkü cezaevlerimiz çok dolu." Peki, ikinci sorunun gelmesi gerekmez mi burada? "Cezaevleri neden dolu?" Çünkü ülkede AKP yönetimi yani kötü uygulayıcılar, var olan eksik yasaları bile, özgürlükçü olmayan yasaları bile kötü uygulayan idare her gün suç üretiyor, her gün suçlu üretiyor ve cezaevlerini dolduruyor.

Diğer bir mesele: Bunun gerçekçi bir yaklaşım olmadığını, aslında ikincil bir cezalandırma yöntemi olduğunu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de kayıt altına aldı ama buna rağmen, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü "Yerimiz yok, cezaevleri dolu." diyor ve işin içerisinden çıkıyor.

Yine, diğer bir mesele: Diyarbakır Barosunun bir başvurusu var işkenceye dair. Bu işkence başvurusundan sonra idareye birkaç tavsiye kararında bulunmuşlar. Ben genel olarak tavsiye kararlarının hepsine baktım ve şunu gördüm: Aslında bir ihlal kararı vermemişler ama zımnen şunu söylemişler: "Başvurucular haklıdır." Yani "Elâzığ Cezaevinde kötü muamele vardır, darp vardır, işkence vardır." diye aslında örtük olarak bunu rapora geçirmişler. Neden? Çünkü bütün uyarılara baktığımız zaman, kameraların tam zamanlı tutulmasından görüntü kalitesine kadar birçok öneri var. Aslında bu birçok öneriden nelerin eksik yapıldığını, nelerin yapılmadığını da açık ve net bir şekilde görebiliyoruz değerli arkadaşlar.

Yine, diğer bir karar: Çıplak aramaya ilişkin bir başvuru olmuş ve bu çıplak aramaya ilişkin başvurunun sonucuna Kamu Denetçiliği Kurumunun ilgili birimi ne demiş biliyor musunuz? Ret kararı vermiş yani insan haklarını geliştirmek, insan onuruna yaraşır bir yaşamın idare eliyle yürütülmesini sağlamakla görevli olan bir Kurumun kendisi, Ceza ve Tevkifevlerinin yönetmeliğine yaslanarak çıplak aramanın usulüne uygun yapıldığını söylemiş ve bu noktada başvurucunun başvurusunu reddetmiş değerli arkadaşlar yani çıplak arama var ama "Usulüne uygun yapılmıştır." diye de teyit etmiş, bunu kararlara geçirmiş.

Yine diğer bir karar: Bomba köpeğiyle koğuşların aranması. Bomba köpeğiyle koğuşlar aranmış, deyim yerindeyse her yer didik didik edilmiş ve başvurucular başvurmuş -mahpuslar- demişler ki: "Ya, biz zaten cezaevindeyiz, 7/24 gözetleniyoruz, üzerimiz zaten detektörle ve elle aranıyor, her taraf kamerayla izleniyor, şimdi bomba köpeğiyle siz neyi arıyorsunuz? Niye bir köpekle arama yapıyorsunuz? Bu, insanlık onuruna aykırıdır." Yine Kamu Denetçiliği Kurumunun ilgili birimi araştırmış ve köpekle arama yapan personelin gardiyandan sonra koğuşa girdiğini, bu konuda saldırgan olmadığını vesaireyi ifade ederek yine başvurucunun başvurusuna "ret" kararı vermiş. Yani Kamu Denetçiliği Kurumu, yurttaşı idare karşısında koruması gerekirken, bireyi devlet karşısında, iktidar karşısında koruması gerekirken, onun safında durması gerekirken, evrensel insan haklarını referans alıp buna dair karar vermesi gerekirken ideolojik referanslarla karar alıp bu başvuru için de "ret" kararı vermiş değerli arkadaşlar. Şimdi soruyorum: Şurada köpekle bir arama yapılsa, şimdi biz bunu doğru mu bulacağız köpek saldırmadı, paçamızı tutmadı, şunu yaptı, bunu yaptı diye? Yani bütün bunların, demin anlattığım gibi, ideolojik yaklaşımların bir parçası olduğunu ifade etmem gerekiyor.

Sürem çok sınırlı, son olarak da şunu söyleyeyim: Tabii, Kamu Denetçiliği Kurumu resen de rapor düzenleyip inceleme yapabiliyor. 3 tane raporu var; bir tanesi Ermenistan-Azerbaycan savaşında Ermenistan askerlerinin yaptıkları hak ihlalleri; bir tanesi Yunanistan sınırındaki göçmenlere uygulanan insanlık dışı muamele diyelim, çalışma ziyareti ve onun raporu; bir tanesi de Covid-19 önlemleri sırasındaki...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

BAŞKAN - Bir tez savunması gibi hazırlanmışsınız.

KAMU BAŞDETÇİSİ ŞEREF MALKOÇ - Aynen öyle.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Teşekkür ederim.

DİLEKÇE KOMİSYONU İLE İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU ÜYELERİNDEN KURULU KARMA KOMİSYON BAŞKANI MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) - Yalnız Sayın Vekilim, 2020'yi anlatıyorsunuz siz, biz 2019'u görüşüyoruz. Yani bir emek vermişsiniz ama birazcık karışmış orada.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Bana 2020'yi verdiler.

DİLEKÇE KOMİSYONU İLE İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU ÜYELERİNDEN KURULU KARMA KOMİSYON BAŞKANI MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) - O bugün Komisyona yeni geldi. Biz burada, Genel Kurulda 2019'u görüşüyoruz.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Ben peşin söylemiş oldum.

DİLEKÇE KOMİSYONU İLE İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU ÜYELERİNDEN KURULU KARMA KOMİSYON BAŞKANI MİHRİMAH BELMA SATIR (İstanbul) - İnşallah bir dahaki sene de siz konuşursunuz, bunları tekrar edersiniz.

BAŞKAN - Bu da bir katkıdır efendim.

Buyurunuz Sayın Koçyiğit.

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - O zaman şöyle düzelteyim: Genel eleştirilerim baki olmak üzere, 2020'yi peşin eleştirmiş oldum ama 2019'un da farklı olmadığını ifade edebilirim. 2019'da daha az başvuru var, 2020'deki fazla.

Son olarak şunu söyleyeyim değerli arkadaşlar: Bakın, hâlihazırda Kamu Denetçiliği, Türkiye'nin bulunduğu Suriye topraklarındaki insan hakları ihlallerine dair tek bir adım atmış değil. Elimde HRW'nin raporu var; nasıl insanlık dışı uygulamalar olduğunu, insanların nasıl kaçırılıp, Türkiye'ye getirilip, sorgulanıp ceza aldığını yazıyor ama ne yazık ki bizim Kurumumuz buna dair hiçbir adım atmamış.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLÜSTAN KILIÇ KOÇYİĞİT (Devamla) - Ama bunun dışındaki neredeyse bütün konularla ideolojik nedenlerle yine ilgilenmişler diyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)